Yasal kurallar ve yasal reformlar dahil her tür reform birçok nedenle yapılır. Fakat bu nedenleri, örneğin, tek bir faktör altında toplayabiliriz: Reform gereksiniminin çıkması. Gereksinimin ortaya çıkması için çeşitli nedenler vardır. Ama ilşk soru kimin/kimlerin gereksinimi? Halkın gereksinimi? Tarihin hangi zamanında ve hangi yerinde halkın gereksinimini karşılamak için (daha doğrusu, halk “köyümüzü sular altından bırakmayın” veya “siyanürle altın arayarak hem çevreyi hem de çevredeki insanları kanser yapmayın” gibi taleple geldiği için) yasalar yapılmıştır? Çok ender olarak. Dolayısıyla, reform gereksinimi (1) egemen güç yapılarının ortak çıkarlarını düzenlemek ve bu düzenlemeden geçerek meşrulaştırmak için yapılır. Fakat bu, “genelin çıkarına” kılıfı içinde sunulur. Ortak çıkarları düzenleme gerçek anlamıyla güçlüler arası rekabette/yarışta gerçek anlamıyla ilişksel bir yapı getirerek aralarındaki ilişki ve faaliyet düzenlemesini yapar. Bu düzenlemeler çoğu kez güçlüler arası yarışın dinamik bir ifadersidir: Güç kompozisyonu değiştiğinde, “reformlar” yapılır, yani güç kazananların çıkarına uygun uyarlamalar yapılır. (2) aslında büyük çoğunlukla geniş kitleler için geçersiz ve anlamsız olan genel ifadeler getirilir: Örneğin, “herkes seyahat özgürlüğüne sahiptir”, “herkes eğitim hakkına sahiptir” veya “herkes özgürdür” gibi yasal ifadeler böyledir. Bu ifadeler, geniş kitleleri uyutmak işlevinden öte ve özgürlüksüzlüğü meşrulaştırma görevinden öte hiçbir geçerliliğe sahip değildir, çünkü insanların bu özgürlükleri veya halkarı kullaqnabilme olanakları ortadan kaldırılmıştır: Geniş kitlelerin “şöyle bir dinleneyim veya gezip göreyim” diye bir yerlere gitme mali olanakları ve “özgür/serbest zamanları” yoktur, bu olanaklar çok düşük ücretler ve yılda bir verilen izinler nedeniyle çok büyük ölçüde sınırlanmıştır. Anayasalarda belirtilen ifade özgürlüğü diğer yasalardaki ciddi cezalar getiren kurallar ile ortadan kaldırılımıştır.
Gelelim, şu sıralar tartışılan “hukuk reform yapacağız” sözüyle gelen tartışmalara: (1) Tarihin her döneminde ve yerinde, “hukuk reform yapacağız” diye gelenlerin amacı, kendilerinin ve ortak güçlerin çıkarlarını sağlama ve yapacaklarını meşrulaştırma temeli üzerine inşa edilir. Bu nedenle ki “yasalar gücün ve güç ilişkilerinin meşrulaştırılma işlevini görürler; kısaca, güç ilişkilerinin yasal olarak belirlenen ifadeleridir.” Dolayısıyla, “ne tür hukuk reform yapılacağı” ya da “hukuk reformu yapma” gibi söylemin sadece laftan ibaret olma olasılıklar hakkında doğru tahminler ve geçerli tartışmalar sunabilmek için, “reform yapacağız” diyenlerin şimdiye kadar neleri nasıl yaptıklarına, reform yapmak veya sadece taktik olarak söylemek gereksinimini veya ortaya çıkaran “karşılaştıkları zorluklara ve girdikleri girdaplara” eğilmek ve onlar üzerinden hareket ederek tartışma sunmak gerekir. (2) “(sanki yandaş olmama mümkünmüş gibi) yandaş olmayan medyada” sunulan reformla ilgili eleştirilere ve tartışmalara bakıldığında hemen hemen hepsi, “kendilerinin reformdan ne anladıkları” üzerinden hareket ederek tartışma sunmaktadırlar. Bu tartışmalar asıl üzerinde durulması gerekenden uzak bir eksen üzerinde dönmektedir: Asıl yapılması gereken önce “reform yapacağız” diyenlerin neden bu gereksinimi duydukları ve ne tür meşrulaştırmalar getirmek ve karşılaştıkları ne tür engelleri ortadan kaldırmak, bertaraf etmek, gayrimeşrulaştırmak, bastırmaları gerekenleri ezmek için çalışma yaptıklarını ve dolayısıyla, amaçlarını anlamak ve irdelemek gerekir. Önce bu yapılmalı ki yapılmamaktadır. Ardından da, bu sıralar sunulanlar üzerinde eğilmek gerekir.
Hukukun ve yasaların her şeyi çözeceği yanlış düşüncesi
Hukuk reformu söyleminden beri, yandaş olmayan medyada bol bol hukuk reform başladı. Yandaş denen medya üzerinde durmuyorum; çünkü onlar her zamanki kullandıkları klişe kavramlarla suçlamalar ve saldırıları yapan, geçersiz ve düşmanca söylemler ötesine gitmemeltedir. Ötekileştirilmiş olan ve düşman ilan edilen medyadaki sunumlar üzerinden duruyorum. Bu sunumların en önde gelen sorunlarından biri de şudur: Sanki sorun, hukuk ve yasaları, demokratik ve özgürlük yasaları konursa ülke refaha, özgürlüğe ve demokrasiye kavuşurmuş gibi, var olan yönetimin özgürlükleri ve baskıları gibi konular üzerinde durararak “hukuğun yok edildiği” feryatları yükseltmektedirler. Büyük çoğunlukla saçmalık. Sorun hem güç yapısında egemen olan insanlarda hem de onların yerini alacak olanların onların aynadaki ters yansıması olmasındadır (onlardan farklılıklarının, onlardan farklı olmamasındadır). Dolayısıyla, çözüm “Aktif özne olma” gibi bir özellliğe sahip olmayan yasalarda veya kurallarda değildir. Yani, çözüm de, bir şeyleri yapan veya yapmayan, yani düşünen, kendi ve ortaklarının çıkarına göre karar veren ve uygulayan (aktif özne olan) insanların “çözüm olacak farklılaşmasında” yatar. Dürüstlüğü veya sahterakrlığı, sözünün eri olmayı veya ikiyüzlü ve kalleş olmayı, başkalarını sömürerek vurgunla ve soygunla kendini ve ortaklarını zenginleştirmeyi ve geniş kitleleri aç ve yoksul duruma düşürmeyi veya tersini, insanlar (ve insanımsılar) yasalar olduğu veya olmadığı, din ve iman olduğu veya olmadığı için seçmezler. İyi, dürüst, doğru, diğer insana karşı anlayışlı, hoşgörülü ve duyarlı olan insan, yasalar olsa da olduğu gibi olacaktır, olmasa da. Siyasal, eknomik ve kültürel güç yapılarındaki vurguncu, soyguncu, sömürgen, hunhar ve vicdansız insanların (insanımsıların) olmasını belirleyen veya engelleyen hukuk ve yasalar değildir. Zaten yasalar onların çıkarları için yapılır ve onların çıkarlarına aykırı yasalar onların bir şekilde kırması için vardır; bu yasaları kırma, bükme, altından, üstünden ve çevresinden geçme işini de, onların hizmetindeki “bağımsız adalet sistemindeki ücretli/maaşlı “kendini devlet sananlar” yoluyla gerçekleştirirler.
Adalet sistemi, kontrol ve yönetsel güç bağı
Adalet sistemi güç yapılarının ve güç ilişkilerinin bütünleşik bir parçasıdır. Bu nedenle, güç yapılarının çıkarlarından ve amaçlarından yalıtılmış ve bağımsız olarak düşünülemez. Bu system, etkisinde olduğu uluslararası egemenliğin ve bulunduğu siyasal, ekonomik ve kültürel yapının koşullarına ve amaçlarına uygun bir şekilde biçimlenir.
Adaletin kurumları, aynı zamanda, eğitim kurumlarının topluma “yararlı” olarak hazırlayamadığı veya “eğitemediği” insanları veya sosyal yapının kendi içinde mülkiyet ilişkilerine zarar getiren kişileri cezalandırma aygıtlarıdır. Adaletin propagandası yapılan ideal amacı, önleme/caydırma/durdurma, ceza evlerinde uygulanan politikalar yoluyla “iyileştirme, ıslah” (rehabilitasyon) ve topluma yeniden kazandırmadır. Ne yazık ki, adalet tüm dünyada çok ender olarak “ıslah eden ve topluma yeniden kazandıran bir işleve sahip olamamıştır. Onun yerine, büyük çoğunlukla, işkenceyi ve kötü muameleyi de içeren hapis yoluyla “toplumdan tecrit” biçiminde çalışmaktadır. Bu durum, adalet sisteminin kurum olarak hacimce büyümesini ve yaygın bir endüstrinin ve yan endüstrilerin gelişmesini de beraberinde getirmiştir. Kamu düzeni diye sunulan system koruma işiyle yükümlü olan polis gücünün sayısının ve uzmanlaşma alanlarının artışı da buna bir örnektir. Bu devasalaşan sistemin gücü ve sürekliliği, hızla tırmanan yasal kurallar sayısıyla da beslenen suç ve suçlu üretimi ve yeniden üretimine kaçınılmaz olarak istese de istemese de katkıda bulunmaktadır. Yani, bu adalet sisteminin varlığı ve sürdürülebilirliği suç ve suçlunun (müşterinin) artmasına bağlıdır.
Suçla beslenen bir adalet sistemi çözüm getiremez
Örnekle başlayalım: Yasalarla kişilere belli haklar tanınır veya kişilerin belli hakları kısıtlanır. Diyelim ki, Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddesine şöyle bir ekleme yapılsın: eşini döven, erkeklere 50 yıl hapis cezası verilecek. Bu yasa kadının durumunu azıcık bile olsa değiştirebilir mi? Kesin bir cevap vereyim: kesinlikle hayır. Bu ancak adalet sistemindekilere maddi çıkar sağlar. Fakat kadına şiddeti ortaya çıkaran ve besleyen koşulları değiştirmediği için, anlamlı bir değişim asla getiremez. Birçok ülkede, bizde de, kadınlara yasal eşitlikler verilmiştir. Sonuç ne? O yasal eşitlik verilmesini gerekli kılan olumsuz koşullar değiştirilmiş mi? Değiştirilmiş olsaydı, feminisme ve kadın hakları mücadeleslerine gerek kalmazdı. Amerika'da kadının ve çocuğun kılına bile dokunmak erkek için kendi başına büyük dert açmak demektir. Bu Amerika'da kadına şiddeti azalttı veya durdurdu mu? Hayır. Ayrıca, sen, kadın olarak kocanın sana veya çocuğuna dayak attığını nasıl polise şikayet edebilirsin? Eğer ekonomik olarak kendini ve çocuğunu besleyebilecek gelir getiren bir işe sahipsen, şikayet edersin ve hatta boşanırsın. Ama, polisin neden bu işkenceyi çekiyorsun, şikayetçi ol, atalım içeri” dediğinde, “yapamam çünkü eve ekmeği getiren o” dediği gerçeğinde olduğu gibi, çoğu fukara ailelerde kadınlar ya çalışmamakta ya da hem kendi hem de kocası çalıştığı halde zor geçinebilmektedir. Dolayısıyla, şiddeti yaratan koşullar yanında, şiddete ses çıkarmama koşulları da şiddetin sürekliliğine katkıda bulunmaktadır. “Bekara eş boşaması kolay gelir”, ama gerçek hayatta sorun çözme öyle, şiddet gören kadına, “kadın sığınma evlerine, git” demek kolaydır; ama o kadına hayatı boyu “kadın sığınma evleri” bakmayacaktır; ama “kadın sığınma evleri” felaketten ve faciadan yararlanarak birilerinin para kazanmasını ve birilerinin zengin olmasını sağlayacaktır. “Eşim çovuğumuzu dövüyor” diye şikayet edemezsin (eğer riskleri ve başına gelecek zorlukları göze almazsan), çünkü birçok ülkede devlet senin elinden çocuğunu dövülmesi nedeniyle alır. Susup gaddarlığa sessizlikle katılarak sen de suç işlemek zorunda kalırsın ya da riskleri göze alıp harekete geçersin. Ama koşullar “susmayı” beraberinde getirmektedir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de öyle: Bu bildirge, güçlüyü insanlık dışı güç uygulamalarından vazgeçirecek bir koşulu getirmez ve yaptırım uygulayamaz. Yasalarla verilen hakların hangisinin kullanım koşullarını ve olanaklarını toplumsal çevre, endüstriyel yapılar ve devlet sağlamaktadır ki? Yasa koymakla iş bitmez. Bu yasaların gerçekleşmesi için gerekli koşulların oluşturulması ve geliştirilmesi, kaynakların ve olanakların bu yasalardan faydalanacak kişilere veya örgütlere sağlanması zorunludur.
Hukuk ve yasalar olmasın mı?
O zaman, yasalar olmasın mı? Bu soru Türkiye'de özel televizyon olup olmaması tartışması gibi tartışmalara benzer. Sen (veya ben) istesen de olacak, istemesen de, çünkü bu örgütlü egemenlik ilişkilerinin tarihsel bir gerçeğidir. Bu, güç ilişkilerinin ve mücadelenin bir neticesidir. Güçlüler kendi işine gelen yasaları koymaya çalışır, karşı mücadelede olanlar da bunu engelllemeye ve kendi çıkarlarına uyanı koymaya uğraşır. Karşı mücadeleciler başarı kazanıp, örneğin kadın haklarını tanıyan bir yasa elde ederlerse, güçlüler hemen bu yasanın kullanılma olanaklarını pratikte engelleme yollarını ve mekanizmalarını kurarlar ve olan mekanizmaları da güçlendirmeye çalışırlar. Karşı mücadelede olanlar ise kendi mekanizmalarını kurmaya çalışırlar. Bu sadece her alanda ve her seviye ve boyutta olan mücadelelerin bir bölümüdür. Her seviyede ve alanda, önemsiz ve neticesiz gibi görünse bile, mücadele şarttır.
Yasalar ve aylıklı serbest kölelerin güç uygulaması: Ben devletim!
Evet, yasalar yukarda belirttiğim gibidir. Fakat bunu bilmek yasaları elde etmenin ne demek olduğunu anlamak ve bu yasalarla gelen durumla nasıl bir mücadele etmek gerektiğini gösterir. Nurdan evlendikten sonra yeni nüfus kağıdı almak için Fatih Nüfus Memurluğuna gider. Erkek memura, kadınlar için yeni çıkan kanundan faydalanarak kendi soyadını kullanmak istediğini söyler. Memur da sırıtarak, "o kanun ünlüler için. Ancak onlar kendi soyadlarını kullanabilirler" der. Memurun bu davranışı, egemen ideolojiyi benimseyen erkeğin verilen hakları hazmedememesini ve kadına verilen hakkı kadının kullanma olanağını kadının elinden almasını ifade eder (O memurun bu dediğimin farkında olduğunu hiç sanmıyorum; onunki yalın bir güç uygulamasından geçerek, güçsüzlüğünde güç uygulama fırsatını kullanarak, onun tadını çıkarmaktır). Nermin de evlendikten sonra kendi soyadını kullanmak için müracat etmiş, müracaatına cevap bile vermemişler. Nüfus kağıdını kocasının soyadına göre düzenleyip vermişler. Nermin New York'da konsolosluğa gidip kendi soyadını korumayı istediğinde, orada çalışan kadın hince bir gülümsemeyle "demek ki evliliği Amerika'da oturma izni almak için yaptın da onun için böyle istiyorsun" der. Bu kadının kendi psikolojik hastalığına göre kanunu yorumlayarak, kadına verilen hakkı kullanıp kullanmamasında karar vermesi hakkını kimse ona tanımamıştır. Ama güç yapılarının bürokrat köleleri güçlünün çıkarlarını güçlü yararına korumak için ve bazen de rüşvet almak için, canla başla uğraşırlar. Bizim bürokrasinin psikolojisi çok nadir görülen bir hastalığa sahiptir: Bu bürokrasiye gittiğinde bu hasta psikolojideki bürokrat senin işini kolaylaştırmak ve yapmak için çaba harcamaz, tam aksine nerede bir pürüz bulurum da zorluk çıkarırım diye yırtınır. Amaç yapmak değil, yapmamaktır. Bir pürüz bulamaz ve yapmak zorunda kalırsa kafası bozulur. Tatmin olmaz. Kendini rahat hissetmez. Çay ve sigara içmeye başlar yatışmak için. Yaptığını bir kenara bırakır; yanındakilerle konuşmaya da başlar. Sen beklersin. İçinden bu adi yaratığın boğazına sarılıp tavuk gibi çekip koparmak bile gelebilir. İnsanlığını muhafaza edersin. Senin beklediğini bilir. Sinirlendiğini de. Çayından bir yudum daha çeker. Durumdan zevk alarak, büyük rahatlık hissetmeye başlar. Çaydan değil tabi; seni ezdiğinden. Bununla yetinmez ve sana çıkışır bile. Nasıl olur da sen herşeyi böyle tamam ve eksiksiz getirebilirsin! Kendinin ücretli veya maaşlı köle olduğunun farkında bile değildir. Polis gibi devlet kurumlarında çalışanların taşıdığı "kanun benim" ve “ben devletim” psikolojisi gibi hasta bir psikolojiyle diğer insanlara gaddarlık ederler.
Bu anlattıklarımın anlamı, asla “yasalar gereği gibi uygulanırsa, sorunlar ortaya çıkmaz” demek değildir: kölenin efendisi ve kendi hasta psikolojisini tatmin için, yasaları ve kuralları hiçe sayarak, güçsüz birilerini ezmesidir. Ne olursa olsun, yasalar egemen düzenin yasalarıdır. Egemen düzenin çıkarlarına aykırı bir yasa ise kullanılma olanakları çeşitli yollarla kısıtlanarak geçersiz yapılır.
Yasalar ve Eşitsizliklerin ve egemenliklerin yeniden üretimi
Örnekle devam edelim: evlilik ve boşanmayla ilgili yasaları düzenleyenler arasında kadın varmıydı acaba? Kadın olsa bile ne fark ederdi ki zaten? Hiçbirşey çünkü o kadın da, o örgütlü yapının iş yapış biçimi içinde, erkekler gibi egemen güç ilişkilerini destekleyen yasaların formüle edilmesinde katkıda bulunurdu. Boşanmanın çeşitli kurallarla zorlaştırılması (örneğin dilenci gibi nafaka alma hakkı) gerçekte kadın düşünülerek yapılmış birşey değildir. Gerçekte, kadının özgürlüğünü elinden alan evlilik kurumu getirdiği kaidelerle bu esaret düzenini korur: Evlenirken ölünceye kadar birlikte olmaya and içildiğinde, gerçekte bu kadının ölünceye kadar kendi köleliğini kendisinin tastik etmesidir. Devletin rolü eşler arasındaki yapılan kontratı ve kontratla ilgili kuralları meşrulaştırmak ve gözetmektir. Örneğin, bir kişinin boşanmadan bir başkasıyla evlenmesini engellemek gibi (engelliyor mu? Türkiyede ne kadar hoca nikahıyla evlenenler var dersin?).
Yasa önünde kadın ve erkek eşittir. Bu eğer, mahkemede eşittir ise, bu büyük çoğunlukla geçerlidir. Ama iş dünyasında, yasaların söylediği eşitlik eşitsizliği meşrulaştırma işlevine sahiptir.
Birçok ülkede kadını döven erkek yasalara göre cezaya çarptırılır. Fakat yasaların olması ille ki o yasaların günlük gerçek hayatta işledikleri anlamına gelmez. Yasalar kadınları dayaktan korumada hiç denecek kadar az rol oynar. Karısını (eş kavramını kullanmıyorum, çünkü kavramın kendisi dövmeyi ve eşitsizliği dışarıda bırakır) dövenlerin çok azı kadının isteğiyle hapse atılır. Hapse atılan varsa eğer, onlar da çıkar ve tekrar döver. Kadınların dayağı yiyip yatmalarının baş nedeni evlilik düzeninde ve ekmeğini kazanmada ekonomik ilişkilerin oynadığı roldür. Kadınların iş bulması, iş bulsalar bile yaşamlarını bağımsız olarak sürdürebilecek miktarda ücret alabilmeleri erkeklere nazaran oldukça kısıtlanmıştır pratikte. Bunun yanında çocuk, sosyal ve ahlaksal baskılar ve kadına yükletilen geleneksel görev ve sorumluluklar, kadının erkeğin (ve iş yerindeki yöneticinin) baskısına başkaldırmasını büyük ölçüde önler. Kadının başkaldırma olarak kullandığı yöntemlerse çoğu kez geri teper.
Yasalar ve ilişkisel yapının meşrulaştırılması
Yasalar boşanmada kadına erkeğin maaşından bir bölümünü vererek, erkeğin egemenliğini ve kadının acizliğini kanıtlar ve meşrulaştırırlar. Yasalar erkeğin ekonomik gücü tuttuğunu varsayar ve kadını erkeğe bağımlı olarak düşünür.
Kadının boşanmada dilenci durumuna düşürülmesinin etkilerinden biri de, kadına kendi kendini ve erkeğe de kadını aşağı görmesi psikolojisini aşılamasıdır. Kadının nafaka parası bir bakıma onun esaretinin ücretidir: Çok ucuz bir ücret. Böylece düzen tasdik edilir ve haklı çıkarılır (meşrulaştırılır).
Boşanmada kocadan çocukların bakımı için para vermeye zorlama aile kurumunda önceden hazırlanmış görev ve sorumlulukların, bu kurum çökse bile, devamını sağlar. Bu, gerçekte ekonomik güçten yoksun olan çocukları korumak amacıyla hazırlanmıştır. Fakat bazen kadınlar bunda erkekten intikam alma fırsatı bulurlar; Herifin gırtlağını bu şekilde yıllarca bırakmamaya karar verirler. Kadınların bence bu iğrenç ve acınacak durumu kendilerine verilen bu rolü benimsemeleri ve iştahla oynamalarıdır.
Burjuva düşünü tarzının çıkmazı: Çözüm olmayan çözüm üretme
Burjuva düşünü tarzı --ki hemen herkeste değişen ölçülerde vardır-- kadının babasına ve kocasına tutsaklığının ortadan kalkmasına çare olarak yasalar değiştirip, yasalar koyma ardından koşar. Böylece kadının boyunsundurulması ve boyun eğmesine ve, dolaylı olarak aile kurumunun despot bir biçim almasına son vermenin yolu olarak, kadın için yasasal eşitliklerin getirilmesi gerekliliğini bütün burjuva feministler mücadelelerinde ana hedef olarak alırlar. Burjuva femistler nadiren evlilik kurumunu ve toplumsal yapıyı direk olarak ele alıp eleştirirler. Bunun yerine, erkek suçlu olarak nitelenir ve kadın erkek eşitliğinin sağlanması için yasasal değişiklikler ve yasasal yenilikler isterler. Üzerine eğilinen sorun ve konu aile ve evlilik kurumu değil, erkeğin sosyal üretim ilişkilerinde ekonomik, eğitim, öğretim, çalışma ve profesyonel alanlarda kadından çok daha imtiyazlı bir durumda olduğu ve duruma yasaların aracılığıyla son verilmesi gerektiğidir.
Peki aile ilişkileri? Burjuva feministlerine göre, kadın aldığı haklarla genel çevrede eşit muamele görürse, bunun neticesi sonunda ailede de görülür. Burjuva kadın dergilerinin hemen hepsi kadınsal bireycilik, özgürlük, bağımsızlık, seksüel devrim laflarıyla kadınlara burjuva kitle kültürünü ve bu kültürün ürünlerini kakalarlar: Kadının durumuna niteliksel bir değişme sunulmaz. Geleneksel kadın "kocasının evine" kapalı, ev işleri ve çocuk bakımıyla hayatını tüketen, hisli, gözyaşı dolu, mutsuz "evdeki tutsaktır." Burjuva kitle kültürünün feminizmi ise bu kadına daha çok duygululuğu (Tv dizilerini düşün), kişisel zevki ve hırslı tüketimi getirdi: Ye, iç, eğlen! Özgürsün sen! Satın al! Onu da al! Bunu da! Bağımsızsın sen! Şunu da satın al!
Kapitalist düzen ve kadının esareti
Kapitalist siyasal ekonomi insan ırkının yarısını, yani kadınları, üretim araçlarını (ekonomik gücü) ve üstyapıyı (siyasal gücü) kontrol eden erkeklerin tutsağı olmasını sağladı veya, eğer zaten tutsağıysa, tutsaklığı sürdürmeye devam etti: Ailenin evi kocanın evi ve kadının ise hapishanesi olarak... Kapitalist sistem ne tür yasalarla gelirse gelsin, kadının (ve erkeğin) evlilik kurumu içindeki hapisliğini daha da perçinleştirir. Daha kötüsü, kadın çalışmak zorunda kalarak, kapitalist sistemle, bir başka terröristin pençesine düşer: “işveren” denen sömürgen ve onun yönetim işini yapan yüksek ücretliler. Kadınının bu terrör altına girmesini de kadın özgürlüğü olarak yutturmaya çalışır. kapitalist düzen, evliliği daha da ezici bir şekilde ekonomik aranjman haline sokar: Yaşam savaşında hem kadın hem de kocası çalışmak zorunda kalırlar. Bazen öyle olur ki biri bitkin uyurken diğeri işe gider. O geldiğinde de eşi işe gitmiş olur. Aşk ve sevişme, Amerikada olduğu gibi, eğer mümkünse, hafta sonuna (ya Cuma veya Cumartesi gecesine) sıkıştırılır.
Baskıcı düzenin yasaları topal eşeğe vurulan nal gibidir: topal eşek yine seke seke gider. Faydası? Topal sekerek gider, bir agacın altına gölgeliğe çöker. Nalına bakar, "üf be, iyi çaba gösterdim bunu almak için" der ve mutlulukla gülümser. Ama nallayanın onu neden nalladığının bile farkında değildir, ne yazık ki.
Dolayısıyla, “hukuk reform” laflarıyla gelenlerin neyi, kimleri, ne amaç ve sonuçlar düşünerek ve hangi koşullar içinde “nallamaya kalktığına” bakmaksızın, gerçeği yakalayamayız. Örneğin, hukuk reformu torba paketi içinde dip bir köşeye, kadınları hem cehennem ateşinden korumak hem de korona virisüne karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için, “sıkı sıkı örtünmeleri, örtünmeden sokağa çıkmamaları, açık seçik sokağa çıkanlara ceza olarak korona virüsü enjekte etme” üzerine kurulu bir yasal reform hediye edilebilir. Niye olmasın ki!
3 Mayıs 2023 updated