Eğer cilalı taş devrinin insanına “var olan kaynakları sen dahil insanların çıkarı için yönetecek yöneticilere oy ver” deseydik, cilalı baş devrinin çağdaş sandık demokrasisindeki oy verenlerin çok büyük çoğunluğundan çok daha sağlıklı ve mantıklı karar ve oy verirdi. Çünkü onlar kendi taşlarını ve kendi başlarını kendileri cilalıyordu; topluma ait herşeyi meşrulaştırılmış gaspla kontrol eden internet ve cep telefonu dahil tüm medya endüstrileri, reklam endüstrileri, moda endüstrileri, yiyecek ve içecek endüstrileri, tarihin en gelişmiş sahtekarları, dolandırıcıları ve vurguncuları olan siyasetçiler ve şirket yöneticileri ve diğer kültür endüstrilerini yönetenler tarafından başları her gün 24 saat cilalanmıyordu.
Cilalı taş devrinin insanına “sen yediğin neyse
osun” (değerini ve kimliğini, yediğin ve içtiğinle kazanırsın), “düşünüyorusun,
o halkde varsın”, “yaşamın, ne kadar çok ve türde tüktiyorsan, o kadar
değerlidir”, “tükettiğin kadar değerlisin,” “herkesin kendine göre farklı
düşüncesi vardır; gerçekler kişiye göre değişir” ve benzeri bir sürü somuttan
soyutlanmış saçmalıkları söyleseydim, herhalde “yazık, kafayı yemiş” diyerek
acırdı bana. Çünkü onların gerçekleri yaşam koşullarıyla doğrudan bağıntılıydı;
yani, örgütlü dinler, medya, reklamcılık, moda gibi gerçekleri birilerinin
çıkarları için yeniden düzenleyerek sahte gerçekleri gerçek yapan beyin ve
davranış yönetimi endüstrileri (bilgiçlik taslayan cahillerin bilgiçlik
taslayan cahiller kitlesi yaratmasını sağlayan güçler) yoktu.
Kısaca, cilalı taş devri insanının gerçekleri
günlük yaşamlarıyla doğrudan bağıntılıydı, 21. Yüzyılın örgütlü sahtekarların
ve dolandırıcılarının cilalı başlar
yaratmasına dayanmıyordu.
Cilalı taş devinin insanı rüyasında,
“demokrasi, özgürlük, hak, hukuk, adalet, liyakat gibi laflarla ahkam kesenlerin" olduğu cilalı başlar devrini görüyor. En değerli birkaç
televizyonlarda en aydınların eleştirel sunumlarını izliyor. Sonra rüyasında o
kişlilere ve onları büyülü gözlerle izleyen taraftarlarına soruyor:
(1) Daha önceleri, demokrasi, özgürlük, adalet, hukuk, insan hakları mı vardı da, şimdi küresel kapitalizmin teolojik uzantısı olan güçler onları ortadan kaldırdı? Halkın devleti mi vardı da, şimdi haramilerin ve beşli çetelerin devleti oldu?
(2) Şimdiki 40 haramilerin bile “biz kırk
harami olarak bu denli soygun, vurgun, aç gözlülük, baskı, haraç, rüşvet,
hukuksuzluk görmedik” diyeceği koşullar, bu siyasal yönetim giderse son mu bulacak?
(3) Neden sadece siyasal haramilerin beslediği
ve beslendiği “beş çeteden” bahsediyorsunuz,
ama bu beş çeteninin de içinde olduğu bir egemen güç yapısından (soyguncu bir
sınıftan ve o sınıfın kudurmuş şirket ve devlet yöneticilerinden)
bahsetmiyorsunuz? Siyasal yapıyı ele geçirmiş olan Haramiler ve onların Beş
çetesi giderse, hak, hukuk ve adalet mi gelir (gelebilmesi için, ya bu
haramilerden önce herkes için hak, hukuk ve adaletin olması ya da
kapitalistlerin devletinin yerine herkesin ortak çıkarları temeli üzerine
kurulmuş bir devletin yerleştirilmesi gerekir (ki bu ikisi de olmadığına göre,
değişen sadece siyasal alanda doğrudan acımasız soyguncuların ve
kapitalistlerin çıkarlarını gerçekleştirenlerin yerine, ellerine kadife eldivenler
giymişler gelecek ve kapitalistlerin devleti yine kapitalistlerin devleti
olarak devam ettirilecektir.
(3) Anlayamıyorum, nasıl oluyor da Hem
ideolojik olarak kapitalizme karşıtlık (marksizm veya sosyalizm) taslıyorsunuz,
hem de küresel kapitalizmin yerel uzantısı olan bir gerici tehlikeye karşı, sanki
örgütlü sermayenin kapitalist devletini ve devletin meşrulaştırılmış baskı
güçlerini evrensel yüce bir yapıymış gibi savunuyorsunuz, Kapitalizmin
demokrasi, özgürlük, hukuk gibi yalanlarına sarılıyorsunuz? Her gün
duyduklarımdan şaşırdığım için izlemeye bile gerek duyuymuyorum artık: tarihin
hangi döneminde örgütlü din, bilimi ve metafizikten bağımsız bilmeyi teşvik
etmiş ki, sanki böyleymiş de şimdi değişmiş gibi kurgular sunarak, örgütlü dini meşrulaştıran eleştiriler
sunuyorsunuz?
Elbette, cilalı taş devrinin insanı, demokrasi,
özgürlük falan elden gidiyor gibi söylemleri kullanmadan, somut bilgileri sunan
ve onlar üzerinden hareket ederek “süregeletirilenleri açıklayanları da
hayranlıkla dinleyerek, cilalı baş devrinde yaşamadığı için sevinecektir: Gidip
endüstriler tarafından zehirlenmemiş yiyeceğini toplayıp yiyerek ve zehirli
atıklarla doldurulmamış suyundan içeceğini içerek, bu korkulu rüyayı kafasından
atacaktır. Ama biz, özel teşebbüs denen bir sınıf diktatörlüğüyle ve onun devleti ve yönetimiyle cebellşeşerek yaşamak zorunda bırakılmışız. Ne yazık ki çoğumuz bunun farkında bile değiliz (Gülhane Parkında sürünüyor ve sürünenleri süründürüyor olsak bile).