İrfan
Erdoğan
Savaş ekonomisinin Anlamı
Kendi varlığını sürdürmeyi silahlı işgale
ve bu işgalle gelen çeşitli biçimlerdeki haraçla, yağmacılıkla ve sömürüyle
sağlayan örgütlü yapıların ekonomisi savaşa dayanır. Bu ekonomi mevsimlik
olarak yağma biçiminden zaman içine yayılan istilalara (fetihlere) kadar
yayılır. Fakat örgütlü yapıda savaş ekonomisi yanında maddi üretimde
farklılaşma arttıkça, örneğin Yunan sömürgeciliğinden kapitalist sömürgeciliğe
ve yeni-sömürgeciliğe gelindiğinde, savaş ekonomisi genel ekonomik yapı içinde
çok özel bir yeri olan endüstriyel sektöre dönüşür. Özel olması, yaptıkları ve
yapmadıklarıyla, sadece kendi varlığını ve sürekliliğini yeniden-üretmesinden
değil, aynı zamanda tüm diğer sektörlerin varlıklarının ve
sürdürülebilirliklerinin koruyucusu işlevini görmesinden dolayıdır. Bu nedenle,
savaş ekonomisi dediğimizde, baskı ve katliam bilgileri, araçları ve ilişkileri
üreten bütünleşik bir örgütlü ekonomik, siyasal ve kültürel yapılar kümelerinden
bahsediyoruz. Bu kümelerin temel işi savaş teknolojisinden, ölüm tacirliğinden,
savaş ve katliam kültüründen, savaş çığırtkanlığından/kışkırtmasından ve kan ve
gözyaşı üzerinden zenginlik ve güç elde etmek ve sürdürmektir.
Savaş ekonomisi, en tutucusundan en karşıtına
kadar her yaklaşımın varlığını kabul ettiği örgütlü bir yapıyı anlatır. Savaş
ekonomisinin “ne olduğu ve amacı” betimlemelerine gelindiğinde, anlatılar çok
ciddi biçimde farklılaşır. Bu anlatıları üç genel küme içinde toplayabiliriz.
Birinci kümeyi, savaş ekonomisini “vatanın/ülkenin güvenliğinin zorunlu koşulu
olarak” sunanlar oluşturur. Bu küme içindeki azgın grupların bazıları ”Tanrının
sözünü kılıçla yaymak için savaş ekonomisinin geliştirilmesini” ve “saldırganlığı
ve sömürüyü” desteklerler. Bazıları
“medeniyet, demokrasi ve özgürlük” yayma gibi kılıflar altında sömürgeciliği ve
emperyalizmi meşrulaştırırlar. İkinci kümedekiler ise, savaş endüstrisini ve
ilgili endüstrileri ekonomik, kültürel ve siyasal emperyalizm olarak
nitelerler. Bu küme içindeki görüşler, silahlanmanın tümüyle ortadan
kaldırılmasını ve örneğin Gandi türü pasif savunmayı savunmadan, emperyalizmle mücadelenin ancak
emperyalistleri kendi silahlarıyla vurmayla mümkün olduğunu (dolayısıyla silahlı
mücadeleyi) savunmaya kadar çeşitlenir. Üçüncü gruptakileri ise yaşamı ve savaş
denen katliam, soygun ve talanı “simulacra and
simulation” gibi düşünsel yapılara/birimlere ve söylemlere, bu yapıları ve
söylemleri büyüleyici ifadelerle süslenmiş anlaşılmaz mistisizme, güzel ve
çarpıcı edebi anlatılar içine çökertenler oluşturur (idealist felsefenin
çağdaşlık ve ilericilik taslayanları).
Savaş
ekonomisini çeşitli gerekçelerle savunan birinci kümedekiler tarihsel olarak
süregetirilen hasta ruhlu ve kendileri
için çok duyarlı insanımsılığın temsilcileri, kudurmuşluğa kadar giden
savunucuları ve taraftarlarıdır. Üçüncü kümedekiler ise, günümüzde, kendini kendi
tutarsızlığında ve geçersizliğinde çağdaş alternatif olarak sunan, fakat
aslında emperyalizmin, kötülüğün, sömürünün, çarpıtılmış hakların, çarpıtılmış
ilgilerin ve çarpıtılmış yönelimlerin en
sinsi savunucularıdır. Bunların post-Marksizm gibi isimlerle gelenleri bile,
kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerine işlevsel olan “kontrollü alternatif” karakterini
taşırlar, çünkü bunlar, dünyanın her yerinde, özellikle üniversitelerde,
entelektüel çevrelerde ve medyada yaygın dolaşıma sokularak, ikinci grupta olan çeşitli seviyedeki anlamlı
alternatiflerin yerine geçirilen sahte/çakma alternatiflerdir.
Savaş Ekonomisinin Temel Gelişmesi
Savaş
ekonomisinin ve savaş teknolojilerinin gelişmesi, örgütlü talanın başlatıldığı
insanımsılık tarihinden beri üstünlüğü sağlama, koruma ve sürdürme amaçlarına
uygun olarak oluşturulur ve sağlanır. Bu oluşturma ve geliştirme çeşitli
kılıflarla meşrulaştırılır ve haklı çıkarılır. Aslında, bu tür oluşturmalar ve
geliştirmeler doğrudan ve dolaylı baskı ve terörü anlatır ve ekonomik ve
siyasal çıkarların maddi ve ilişkisel ifadeleridir; bu nedenle bize aileden
okula ve medya çevresine kadar yaşamın her anında işlenenler ve öğretilenler,
gerçeğin yerine sahteleri ve insanlığın yerine insanımsı duyguları, duyarlılıkları,
inançları, düşünceleri, ilgileri, tercihleri, sevileri ve düşmanlıkları yerleştirme
ötesine çok az gider.
Savaş
teknolojilerinin geliştirilmesiyle birlikte devlet, özel teşebbüs veya her
ikisinin işbirliğiyle yürütülen, nicelik ve nitelik bakımdan oldukça kapsamlı
ve zengin ana ve yan/ilgili sektörler yaratılmıştır. Gelişmeyi hem maddi hem de
beyin yönetimi bağlamında gerçekleştiren ana ve yan sektörlerin başında
iletişim teknolojileri ve yapıları gelir. Telgraf, radyo, telefon ve şimdi de
bilgisayar, uydu ve internet teknolojileri savaş ekonomisinin en bütünleşik
parçasıdır. Bu tür teknolojileri,
araçlarını ve yazılımlarını üreten firmalar (örneğin, İntel, IBM, Microsoft,
Siemens, NEC) gelirlerinin ya önemli ya da çok büyük bir kısmını savaş ekonomisi
çerçevesi içinde kazanırlar. Dolayısıyla, savaş ekonomisi ve bu ekonominin
teknolojik üretimleri kapitalist ekonomik ve siyasal sistemin en önde gelen
ayrılmaz ve vazgeçilemez parçasıdır. Öyle ki, bir zamanlar, ABD’nin emperyalizmin
(veya küresel şirketlerin kurduğu küresel dünya sisteminin) polislik görevini
yapacağı düşünülürdü. Bunun olabilmesi için, ileride ABD’nin tümüyle savaş
ekonomisine dayanması ve aynı zamanda diğerlerini de ortadan kaldırması
gerekir. Büyük olasılıkla, dev bir uluslararası şirket, yerel ve bölgesel
kuruluşlarıyla, bu işi yapacaktır, çünkü küresel bir sistem dediğimizde, artık,
ABD dahil, ulus devletlerin ekonomiyi kontrol etmediği uluslararası şirketlerin
egemenliği ve kontrolündeki bir egemen yapıdan bahsediyoruz.
Kontrol ve Baskının Doğası
Kapitalizmle
birlikte kitlelerin yönetimi ve başkaldırısı sorunlarını çözmek ve emperyalist/sömürgen
pazarlardaki egemen çıkarları korumak için savaş teknolojisi, bilgisayar ve
iletişim teknolojisiyle el ele, her ülke içinde ve dünya üzerinde hem etken bir
kontrol hem de pazar ağları oluşturmuş ve geliştirmiştir ve buna da devam etmektedir:
Örgütlü yapıların doğası, bu tür üretim, dolaşım, zenginlikleri bölüşüm ve
yoksullukları yaratma, savaş ve çevre katliamını beraberinde getirir. Başka
türlü olamaz, çünkü olabilseydi, tüm geçerli karşıtlıkları ve yarattıkları günümüzdeki
insanlık ve çevre durumuyla ilgili
apaçık gerçekleri gördükleri halde, olurdu.
Kontrol
öncelikle siyasal yapıları koruma ve güç yapılarının çıkarlarına uygun biçimde değiştirme
(veya değişiklik imajı, algısı, inancı, duygusu verme) yolunda olmaktadır. Bu
da savaş araçları (çoğunlukla iç-savaş ve yerel-ayaklanma ve kalabalık kontrolü
araçları) satışları, bağışlar, borçlanmalar, silahlı ve polis güçlerinin
eğitimi, danışmanlar yollarıyla yapılmaktadır. Bunda da emperyalist/sömürgen
güçler iç ve dış ekonomik, siyasal ve kültürel pazarlarda/ortamlarda birbiriyle
gerektiğinde işbirliğinde ve gerektiğinde de rekabet içindedirler. Bu tür
dinamiklik, demokrasi ve özgürlüğü değil, güçler arası çıkara göre ilişki
sürdürmeyi ve güçsüzler üzerinde de “gerçeklerle ilgili çarpık ve hastalıklı
hayaller ve hayallenmeler” yaratılmasını anlatır.
Pazar
kontrolü ham madde akışı, bilgi üretimi, savaş araçlarının üretimi ve dolaşımı
ve de fiyat savaşıyla sınırlanmamıştır: İçte küçüğün (bireylerin ve küçük
sermayenin) sürekli olarak ezilmesini ve iflasını ve çözüm olarak küçükte ve
büyüyemeyenlerde “güçlü devlet” gibi, güçlünün çok daha yaygın sömürüsünü
sağlayan, faşist çözümlerin yaygınlaştırılır (günümüzün Amerika, Avrupa ve
onlara bağlı ülkelerdeki durum).
Uluslararası ilişkilerde ise, kontrol siyasal ve ekonomik borçlandırma
ve bağımlılık yaratarak geliştirilir ve böylece ülkenin rakip-pazara ve rakip
kapitalist firmayı\devleti seçmesi olanakları anlaşmalarla ve
ekonomik-bağımlılığın getirdiği şantajlarla kısıtlanır. Bu da bir ülkenin savaş
teknolojisi ürünlerini çoğunlukla tek bir ülkeden almasıyla sonuçlanır. Bu
arada elbette silah tüccarları, ordu mensuplarının en-üst kademesini ve siyasal
gücün belirli kesimlerini de meşrulaştırılmış ve diğer yollarla "satın
alırlar." Medya profesyonelleri ve aydınların hemen hepsi bu ilişkisel
yapının bütünleşik yapısının destekleyici çığırtkanlığını yaparlar, çünkü savaş
olunca, (1) diğer her şey teferruat yapılır, (2) “savaşın olumsuzlukları
gibi teferruata girme” cesaretini
gösteren olursa, Trump’ın CNN muhabirini “halk düşmanı” ilan etmesi seviyesinin
ötesine geçilerek “hak ettiği ders” devlet güçleri tarafından verilmesi yavaş
olursa, “halktan birileri” gerekli cezayı bizzat verirler. Savaş endüstrilerinin ve onların
desteklediği, özellikle uluslararası petrol şirketlerinin çıkar savaşları “halk
savaşı, halkın savaşı, hakkın savaşı ve ülkenin savaşı yapılır.
Engellemeyle Kontrol
Pazar
kontrolü, üretim ve tüketimin biçimlendirilmesi ve bu biçimin belli ellerde
toplanmasını garanti etme yarışını da heceler. Bu yarışta, egemen savaş
sektörleri, üretim biçimlerinin kendi çıkarları yönünde devamını sağlamak için
teknolojik araştırma, test ve gelişme girişimlerini kendi ülkelerinde kontrol
ederler ve diğer ülkelerde de ikili veya çok yanlı anlaşmalar, baskı, şantaj, iç
işlerine karışarak ve hatta savaşla önlemeye çalışırlar. Bunun en son örnekleri
nükleer enerji üretimine geçmeye çalışan Kuzey Kore, Iran ve Irak gibi ülkelere
yapılan baskılar ve saldırılarda gördük. Nükleer güce sahip olan Hindistan gibi
ülkeler insanlığın, demokrasinin ve özgürlüğün savunucu oldukları için mi
“sahip olma” hakkını taşıyorlar? İran’ı İran şahının çocukları yönetseydi, onların
nükleer reaktörlere ve güce sahip olmasına Batı devletleri ses çıkarır mıydı?
Düşünün ve sonra şu soruya yanıt verin: Hakkı, haklıyı, doğruyu, iyiyi ve
kötüyü kimler, neden ve nasıl belirliyorlar? Savaş teknolojileri üzerinde
egemenliklerini kuranlar, “istemedikleri başkalarının” aynı teknolojileri
geliştirmesini önleyerek rekabeti ortadan kaldırırlar veya rakip olma
olanaklarını büyük ölçüde sınırlarlar.
Radyoaktif ve Kimyasal Silah
Üretiminde Kontrol
Ben
çeşitli anlaşmalarla yapılan kontroller üzerinde durmuyorum, çünkü anlaşmalar
gücün ve güçler arası yarışın dinamik ifadeleridir. Bu ifadeler hem bir
şeylerin varlığının kanıtıdır hem de güç yapılarının çıkarlarına uygun meşrulaştırılmış kontrol mekanizmaları
sunarlar.
Nükleer
reaktörlerde uranyumu "zenginleştirme” sürecinin yan bir ürünü olan kullanılmış uranyum her tonunda 1 curie
(radyasyon ölçüsü) radyasyon verir ve 4.5 milyon yıl radyasyonlu olarak kalır.
Kullanılmış uranyum boldur ve oldukça da ucuzdur. Tahmine göre dünyada bir
milyon ton kadar vardır ve her yıl ortalama 50,000 ton buna eklenmektedir. Geleneksel
kurşundan 1,000 metre daha uzağa etken olarak gider. Sesten beş kat daha hızla
gider. Çelik duvarlar ve çelik tankları deler. Kullanılmış uranyum taşıyıcılar
(uranyum mermiler, uranyum bombalar) ilk kez ırak savaşında kullanıldı. Hedefe
isabet ettiklerinde hedefi patlatıp parçalara ayırıyorlar ve aleve boğuyorlar. Irak
hedeflerinin, özellikle tanklarının paramparça oluşu silahın çok etken olduğunu
ispatladı. Böylece, Amerikan'ın Irak savaşında denediği ve başarıyla kullandığı
radyoaktif-savaş teknolojisi kimyasal savaş sanayisine eklendi. (Bunu sanki
kötü gibi anlatıyorum: Silah tacirleri alıcılarına bu etkileri gösterirken, her
iki taraf için etkinin gücü ne kadar fazlaysa o kadar iyidir. Savaş ve öldürme
becerisine ve psikolojisine daha küçük yaşlarda internetteki oyunlarla
alıştırılan/alışan çocuklar ve gençler için, düşmanı ve araçlarını parçalama ve
yayılan kanlar, attıkları zafer çığlığıdır; oyunu kaybettiklerinde ise moral
bozukluğudur. Bu biriken moral bozukluğu gerçek savaşa katılma motivasyonunu
artırır ve gerçek savaşta öldürme ve talan ve iğfal işiyle ganimetlere konmayla
moral bozukluğu, gelecek sefere kadar, giderilir. Hele bir de düşmanın
uzuvlarını kesip suvenir olarak tutuyorsa ve başkalarına gösterip övünüyorsa,
doyum çok daha fazladır (ama o savaşta petrol baronlarının sağladığı doyumlar
onun aklına gelmez). Böyle bir egemenliğin olduğu ortamlarda, insanlık, vicdan
ve hak askıya alınmıştır: Hak sadece (hakka tapan veya tapmayan) BİZİM için
vardır (Lütfen Mark Twain’in “Savaş Duasını” okuyun; ama önce tarihsel
bağlamını okuyarak).
Savaş
ürünlerinin üretimindeki kontrolü, radyoaktif ve kimyasal silahların üretiminde
de görürüz. Her teknolojide olduğu gibi kimyasal silahlarda da en az iki yol
izlenir:
(1)
Araştırma ve geliştirme faaliyetlerini kontratlarla ve kendi bünyesindeki
araştırma ve geliştirme laboratuvarlarıyla yürütmek. Bu da çoğunlukla gizli
araştırmalar ve bulguların sonuçlarının çıkar hesaplarına göre saklanması veya
üretime geçerek kurulu-üretim düzenine zarar getirmeyecek biçimde “kontrollü-yeni
üretime geçme” biçiminde olur.
(2)
Kimyasal silahların üretim ve özellikle kullanımını yasaklama: BİZ üretiriz,
çünkü biz sorumluluk sahibiyiz; ONLAR üretemez, çünkü onlar komşuları ve dünya
barışı için tehlikelidir. Dolayısıyla, üretim küresel seviyede yasaklansa bile,
BİZ iyi olduğumuz için, ürettiğimizi depolarız ve gizli araştırma ve üretime ve
saha uygulamasına geçeriz.
Kullanımı
yasaklamak pazar çıkarları bakımından çok daha verimlidir: Uluslararası
anlaşmalara göre, kimyasal silahların kullanımı yasaklanır. Tabi uluslararası
kontrol (uluslararası mahkemeler) ve baskı gücü (uluslararası ordu) hem güçsüz
hem de belli güçlerin kontrolü altında olduğu için çoğu kez belli çıkarları
gerçekleştirme ötesinde çalışmaz durumdadır. Netice kimyasal silahların
kullanımını yasaklamak hem yüksek fiyat hem de karaborsada kimyasal silah
satımı demektir. Buda pazara, gelir yüksekliği bakımından canlılık kazandırır.
Egemen ilişkiler düzeni gerçeğinde, “kullanmama yasağı” uymak için değil,
çiğnemek için yapılmıştır. Bunun açık örneklerini de kimyasal silahların
çıkışından beri olan her savaşta (özellikle Vietnam ve Vietnam sonraki
savaşlarda) görmekteyiz.
Savaş Ekonomisi: Güçsüzün Üretirken
Bile Tüketici Olması
Savaş
teknolojilerinin ürettiği araçları Tüketici durumundaki ülkelerin bazılarının
"üretime geçişi" çoğunlukla ya eskimiş teknolojilerin atılan
kalıplarını satın alarak ya da bağımlılığı sürdüren montaj sanayiciliği işine
girerek yapılmaktadır. Bu da “yerli üretim” teraneleriyle başka pazarlarda
üretilmiş parçaları-birleştirerek pazara katılma biçimindedir.
Ayrıca, uluslararası savaş teknoloji ürünleri
de çok az ülkeye satılmaktadır. Satılan savaş teknoloji ürünleri gösteri
bastırmada, iç savaş ve yakın mesafeli vuruşmada kullanılabilecek karaktere
sahiptir. Nükleer savaş ürünlerinin satılması ciddi şekilde sınırlıdır.
Dolayısıyla, teknoloji, üretim ve tüketim biçimleri serbest pazar ilkelerine
göre değil, emperyalist dünya pazarının egemen çıkarları çerçevesi içinde
belirlenmekte ve yürütülmektedir.
Savaş Ekonomisi ve Maddi
Hasarlar
Kaldırımı
döşet, sonra tekrar döşet gibi imar işleri için kılıf hazırlamak ve sunmak
gerekir. Ama savaş ekonomisi yaygın
yıkım getirdiği için, ardından imar işleri de “doğal olarak” gelir. Savaş
ekonomisi (ve ona bağlı olan inşaat ve alt-yapı sektörleri) savaşla ilgili
teknolojik araç üretimini ve yaygın olarak dolaşıma sokulmasını, pazar
yaratmasını ve pazar koşullarını savaş koşulları yaratarak geliştirmesini
gerektirir. Bu iş için, kapitalist
sektörlere de faydalı olan araç üretimlerinin yapılması gerekir. 1950lerde, atom
bombasından sonra “kapitalistin taşınamaz mallarına” zarar vermeyecek hidrojen
bombası düşünülmüştü. Fakat hidrojen bombası, diğer bombalarla yaratılan
fiziksel tahribatı “yeniden yapılanma, yeniden kurma, yeniden inşa” ile gelen
trilyonluk kar olasılığını ortadan kaldırdığı için “faydasızdır.” Kimyasal
silahlar da, bir taraftan bu nedenle faydasızdır, öte yandan savaş olmadığı
ortamlarda gizli kullanılarak ve savaş sırasındaki uygulamalarla çok yaygın hastalıklar
ve ölümler yarattığı için hem tıp ve ilaç sektörlerine hem de işsizler
kitlesinin sayısını azaltarak sistemi koruma için işlevsel olan nüfus
planlamasına faydalıdır. Aynı zamanda, hem kimyasal silah üretip satarak,
ardından da “kimyasal silah kullandı” diye yerel veya bölgesel savaş gerekçesi
üretmede de faydalı görev görmektedir.
Bugün
emperyalist pazar dünyanın her yerinde menkul ve gayrimenkul yatırımlara
sahiptir. Kimyasal maddelerin en rasyonel kullanım yerleri bu yatırımların
korunması gerektiği alanlardır. Tabi, şimdi savaş alanında deneyler için
kullanılıyor. ileride, savaşlar kendi ve içteki-ortaklarının gayri menkullerini
koruyacak ve düşmanların ve rakiplerin malları tahrip edilecek biçimde düzenlenecektir.
Savaş araçlarının kullanımı, testi,
etkileri ve etki belirlenmesi
Geleneksel
silahların kullanımı işini polisler ve çoğunlukla ordu yapar. Bunların testi de
çoğu kez yapay ve doğal laboratuvarlarda
gerçekleştirilir.
Giderek
artan radyoaktif ve kimyasal silah kullanımı ve testi ise, büyük çoğunlukla gizlilik içinde
yapılır. Örneğin, Amerika’nın Irak'a saldırısı sırasında 42 gün içinde Amerikan
askerleri Irak hedefi üzerine, özellikle tanklara 300 tona yakın radyoaktif
kurşun gülle/top attılar (Bunlar özellikle kanser yapar) . Son savaşlarda, ne
kadar kimyasal/biyolojik silah kullanıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bu
tür silahların denenmesi New York’taki metrolardan, California’daki bazı toplu
mekanlara ve elbette en önemli olarak savaş alanlarına kadar çeşitlenir
(Türkiye gibi ülkelerdeki büyük kentlerde kim bilir ne tür testler
yapılmaktadır). Deneme işi, belirlenmiş
alanlarda kullanma, kullanımla oluşan sonuçların araştırılması ve bulgulara
göre ilgili geliştirme ve kullanım kararların alınmasını içerir.
Aynı
zamanda, daha önce de belirttiğim gibi, kullanan
ve üzerinde kullanılanda olan etkilerin nasıl ortadan kaldırılacağını
(çoğunlukla ilaçla tedavi) araştırmak için hem kullananlara hem de üzerinde
kullanılanlara ilaçlar verilir ve bunların etkileri araştırılır. Dolayısıyla,
savaşta anında öldürme, sakat bırakma ve kimyasal/biyolojik silahlarla sadece
bir nesli değil gelecek nesilleri de ciddi hastalıklara maruz bırakma yanında,
savaşta tarafların kullandıkları kimyasal, biyolojik ve radyoaktif silahların etkilerini ve tedavi
yollarını test etmek için etkilenenlere
ve etkilenmeye karşı askerlere verilen “deney ilaçları” da önceden
öngörülemeyen çok ciddi olumsuz etkiler de yaratmaktadır.
Afganistan’daki,
Ortadoğu’daki ve Afrika’daki iç savaşlar ve yerel savaşlar sırasında, kimyasal
ve radyoaktif silahların kullanılması, bu silahları üretip satan ülkeler için
“silahları doğal ortamda deneme” ve “sonuçlarını araştırmalarla izleme” görevini görmektedir. Elbette bu “doğal
ortamda etki” araştırmaları sadece “üzerinde kullanılanlar arasında değil, aynı
zamanda “kullanan ve orada bulunan askerler” arasında da yapılmaktadır.
Milyonlarca dolar harcanarak yapılan bu araştırma sonuçları gizlidir. Özellikle
bu gizlilik, savaşta orada bulunan Amerikan ve Batılı Askerlerin ülkelerine
döndükten sonra çeşitli ölümcül hastalıklarla mücadele etmelerinde, devletleri
ve üreten şirketleri sorumluktan kurtarma işine de yarar. Eğer araştırmalar
askerlere ölümcül etkileri olmadığını bulsaydı, o zaman gizlemeye gerek ve
neden kalmazdı.
Kimyasal/biyolojik
savaşta, üretilen ve kullanılan virüslerin bir kısmı hepimizin bildiği kızamık
ve tifo ateşi gibi hastalıkların laboratuvarda silah olarak oluşturulur.
Diğerleri ise, örneğin kan kanseri,
Cutaneous Leishmaniasis (deriyi/vücudun etini yiyen hastalık) ve Hepatitis A
gibi çeşitli hastalıkları yapan ajanlar kullanılarak üretilir veya üretilen
silahlar bunları taşır. Savaşta radyoaktif
tehlikeden çok daha yaygın ve öldürücü olan ağır-metallere benzer özelikler
taşıyan zehirli maddelerdir. Bunlardan en çok etkileneler elbette savaşın
olduğu yerde ve yakınında yaşayan herkestir. Aynı zamanda, savaşlarda (örneğin
Suriye, Irak, Afganistan’da ne kadar İngiliz, Amerikan ve diğer ülke
askerlerinin askerinin etkilendiği
bilinmemektedir. Fakat savaşa katılmış olan askerlerin sivil hayata döndükten
sonra hastalanarak ölmeleriyle hem sayı hem de yeni hastalık türleri "desert
fever" (çöl ateşi) ve "gulf War Syndrome" (Körfez savaşı sendromu)
ortaya çıkmaktadır. Basit gözle yapılan gözlemlerde bile, bu hastalıkların semptomları
radyasyon ve ağır metalin neden olduğu hastalıklara benzemektedir: kafada saç
kaybı, lösemi, yorgunluk, ciğer veya böbrek tahribi ve sakat çocuk doğumları.
Sonuç: Savaş Ekonomisiyle Üretilenler
Savaş
ekonomisi ile araç, ilişki ve düşünce üretimleri yapılır ve dolaşıma sokulur.
Bu üretimler ve sürekli yeniden-üretimler yoluyla “üretilenlerin ve yeniden
üretilenlerin” başta gelenlerini şöyle sıralayabiliriz:
·
Savaş ekonomisi ve bu ekonominin
bağlı olduğu tüm yapıların varlığı ve sürdürülebilirliği yeniden üretilir.
·
Savaş ekonomisi ve bu ekonominin çıkarlarına
ters düşen ilişkisel yapılar yok edilir veya marjinal duruma düşürülür.
·
Her tür emperyalist/sömürgen
yapılar ve bu yapılar arası çıkar koruma ve “biraz daha fazla pay alma” (ve
mümkünse çeşitli yollarla pazara girmeye çalışan küçük güçleri yok etme) yarışı sürdürülür ve yeniden-üretilir.
·
Tüm bunları gerçekleştirebilmek
için, baskı ve katliam araçları (savaş teknolojileriyle üretilen araçlar)
üretilir.
·
Üretim öncesi, sırasından ve
sonrasında testler ve araştırmalar yapılarak, geliştirme işi bilimsel verilerle
ve bilgilerle desteklenir.
·
Üretilen araçların pazarlanması
için oluşturulmuş siyasal ve ekonomik pazarlarda hem savaş bilinci hem de
güvenlik adı altında savaş ilişkileri biçimlendirilir, sürdürülür ve
geliştirilir.
·
Zaten tarih boyu yaratılmış
“bilgiçlik taslayan cehaletle ve çarpık duyarlılıklarla” birbirini yemede
kullanılan kitlelere, tarih boyu yapılan savaş bilişi, düşüncesi, duygusu,
duyarlılığı, düşmanlıklar, kinler ve nefretler
işlenmeye devam edilir ve elbette, modern örgütlü biliş yönetimi
yapılarıyla (özellikle medya ve okullar yoluyla) bu “işleme” işi çok daha ince
ve kapsamlı bir şekilde her gün 24 saat yapılır. Bu işe her birimiz
yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla, çeşitli ölçüde ve biçimlerde, canla başla
katılırız.
·
Bu araçların pazarda dolaşımı ve
satın alınması sonucunda savaş endüstrisine yatırım yapan kapitalistlerin maddi
zenginliği artırılırken, çalışan kitlelerin çok büyük çoğunluğunun da maddi
yoksulluğu ve bu yoksulluğu yaratan maddi ilişkiler yapılarını destekleyen
maddi olmayan yoksunluklar zenginleştirilir.
·
Ulus içi ve uluslararası sömürü
yarışında güç-şantajıyla ve silahlı güç kullanımıyla ulus içi ve uluslararası
çıkarlar gerçekleştirilir, sürdürülür ve geliştirilir.
·
Adalet ve güvenlik sistemi adı
verilen yapıların sürdürülmesi ve geliştirilmesi sağlanır.
·
Sürekliliğin sağlanması için ulus
içi baskı güçlerinin silah ve donanımlarını kullanmalarını sağlayacak iç
karışıklıklar yaratılır, tutulur, desteklenir, gerektiğinde de
yaygınlaştırılır.
·
Sürekliliğin sağlanması yerel ve
bölgesel savaşları gerektirdiği için, dünyanın uygun yerlerinde savaşlar
çıkartılır ve sürdürülür.
·
İç ve dış baskılarda ve sömürüde
sürdürülebilirliği ve gelir kar artışını sağlamak için polis ve ordu için
ulusal gelirlerin önemli bir kısmı ayrılır.
·
Emperyalist güçler dünyanın her
yerinde donanmalarıyla ve saldırı üsleriyle hem savaş endüstrilerinin hem de
diğer güç yapılarının çıkarlarını garantiye alırlar.
·
Emperyalist güçler, Mafya
babası Al Capone’un ağzını şaşkınlıktan
aptalca açık bırakacak yöntemlerle (strateji ve taktiklerle), diğer ülkeleri
(Al Capon’un iş yerlerini Al Capon’un kendisinden korumak için haraca
bağlamasını basit bir haraç alma seviyesine düşüren karmaşıklaştırılmış örgütlü
ilişkilerle) meşrulaştırılmış-haraca bağlarlar.
·
Bu haraca bağlama işinde, örneğin,
bol bol baskı, işkence ve savaş araçları satarlar ve eğitimleri verirler.
Demokrasi, özgürlük, insan hakları teraneleriyle gelen Haramiler, “harami var,
seni yiyecek, yok edecek” diyerek diğer
ülkelerin ekonomik, siyasal ve kültürel yönetici güçlerini kandırırlar
mı? Bunu söylemek, “Biz Rus ve Amerikalı yöneticilere PKK’nın terör örgütü
olduğunu anlatmamız gerekir” demek gibi saçmalamaktır. Ruslar ve Amerikalılar
kimin ne ve nasıl olduğunu senden çok daha iyi bilirler. Yani, emperyalist
güçler kendileri gibi olan ve hatta
kendilerinden çok daha hunharca sömürü ve baskı uygulayan ülkelerdeki yönetici
güçlerle işbirliğinde işlerini yürütürler. Peki, yürütmek istemezlerse? Tarih,
özellikle 1950lerden beri Afrika’da, Latin Amerika’da ve Asya’da “yürütmek
istemediklerini düşünen liderleri nasıl yok ettikleri örnekleriyle doludur.
·
Yerel ve bölgesel savaşlarla hemen
hepsi yoksul olan insanlar (askerler ve siviller) öldürülür. Sanki askerlerin öldürülmesi
“meşruymuş, doğruymuş” gibi, bir de “sivilleri öldürüyorlar” çığırtkanlığı
yaparak dünyayı kana bulayan katiller insanlık taslarlar.
·
Yoğun bombardımanlar nedeniyle
doğada katledilen ağaç ve bitki örtüsü,
böcekler ve hayvanlar hakkında bilgiye, örneğin medyada hiç rastladınız mı?
Haberlerde, “dün yapılan bombardımanlarda, şu kadar ağaç, bitki örtüsü, böcek
ve hayvan öldürüldü” diye bir şey (vatan hainliği) duydunuz mu? Kapitalistler
ve özellikle onların tüm işlerini yapan yönetici ekonomik, siyasal ve kültürel
güçler için daima doğa ve insan dahil tüm canlılar gerektiğinde harcanacak
malzemelerdir. Peki, hangi ülkede çevrecilerin ve özellikle “bir birey bir
hayvana eziyet etti” diye yaygarayı koparan hayvan severlerin ve derneklerin,
örgütlü bir şekilde doğanın ve hayvanların kitleler halinde öldürülmesine ses
çıkardığını (medyadan) duydunuz mu? Ses
çıkaran olsa bile, medyada duyurulur mu? Ben hiç duymadım.
Savaş ekonomisinin
getirdikleri ve götürdükleri, ürettikleri ve yeniden ürettikleri bağlamında
yukarıdakilere elbette eklenecekler vardır.
İrfan Erdogan
Ankara, 2018