Çalıştay konuşmam



Çocuk İstismarında Toplumun Bilinçlendirilmesi Bağlamında Medya



Hiç bir şey okumayan bir insan, gazeteden başka bir şey okumayandan daha iyi eğitimlidir: Hiçbir şey bilmeyen birisi beyni sahtelerle ve yanlışlarla dolu olandan gerçeğe daha çok yakındır.
                                      Thomas Jefferson (1807)
GİRİŞ

Dürüstlüğün bitirildiği yerde, siyaset ve ticaret başlar ve yaygınlaştırma da örgütlü iletişim yoluyla yapılır. Elbette, mücadele de.
Televizyondan sinemasına ve internetine kadar tüm medya içerik temsili nedeniyle, var olduklarından beri artan bir şekilde eleştirilmiştir ve eleştirilmektedir. Bu eleştiriler  medya mensuplarından, politikacılardan, akademisyenlerden, aydınlardan ve  halktan gelmektedir. Bu eleştirileri madde madde özlüce özetleyelim ve lütfen her maddede aklınızda şu soru olsun: Haber, film, program, dizi ve her tür üretimleriyle medya profesyonelleri cinsel istismar bağlamında neleri nasıl yapıyor ve yapmıyor? (yapmıyor için her maddede sunulanın tersini/aksini düşünün):
·  Medya profesyonellerinin  siyasal, ekonomik ve kültürel konularda taraflı olması; tarafsızlık iddialarının kendisinin taraflılığı anlatması; birbirine aykırı düşen taraflılıklarına rağmen, konu “devlet” olduğunda (hükümet veya bir siyasal parti değil), bu farklılıkların ortadan kalkması.
·   Konu “ahlak” olduğunda, medya profesyonellerinin hepsinin de “ahlak koruma meleği” kesilmesi, fakat nedenler ve çözümler bağlamında “mankafalık, manyaklık ve nefretle ve öfkeyle kudurmuşluğun yaygın olması; insanca duyarlılığa sahip çözümlerin çok ender olarak sunulması: Örgütlü siyasal iğrençliğin beslediği örgütlü medya ile bize işlenen düşünce ve duygulara göre, en iyi suçlu ya ölü suçludur (idam edin, hadım edin, ömür boyu hapse atın, linç edin)  ya da hem hapiste tecrit edilmiş hem de hapisten sonra ötekileştirilen ve dışlanan (iş vermeyin, mahalleye sokmayın, çevreye gelirse hemen çevrede olduğunu herkese duyurun) suçludur. Hangisi daha kötü: İdam ve linç ederek öldürmek mi yoksa hapisten sonraki yaşamında uygulanan dışlamalar ve ötekileştirmeler yoluyla her gün hayatını zehretme, hayatını yeniden-kurma olanaklarını ve olasılıklarını ortadan kaldırma, sonunda sokakta yaşamaya, intihara veya yeniden suç işleyerek hapisle yeniden tecrite geri dönmesini sağlama gibi “suçludan korunma gibi gerekçeler altında yaşam boyu intikam alma” mı? Yanıt: İkisi de birbirinden beter! Nasıl ki taraflı/yandaş medya ile yandaş medyaya yüklenerek ve siyasal karşıtlığı (ya da siyasetle ilgilenmeyen içerikler sunmayı) yansızlık sanarak tarafsızlık taslayan medyanın birbirinden beter olduğu gibi.          
·   İçeriğin kalitesinin düşük olması (dikkat: idam ve hadım edin veya semtinize sokmayın ile gelen içeriğin kaliteli olması, kaliteli bir sunumla insanlıkdışılığı savunma demektir)    
·   Şiddet içeriğinin çok olması (dikkat: Şiddet içeriğinin az olması, şiddet üzerine kurulu kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerine işlevseldir (Neron Roma’yı yakarken, herkesin arenada gladyatörleri/maç seyretmesi, seyredenleri de çok geçmeden yakacaktır! Olsun, biz onbinlerce yıldır, yanmaya/baskıya/öldürülmeye ve yakmaya/baskı kurmaya ve birbirimizi kitleler halinde öldürmeye alıştık. Yarımız diğer yarımızı öldürürken ölebiliriz; olsun,  ……… ve ………  sağolsun!)       
·    Çocuk ve gençlere kötü örnek oluşturan temsillerle dolu olması (dikkat: ticari özgürlük var, biz zehri üretiriz, siz içme, yeme ve düşünmede veya içmeme, yememe ve düşünmemede özgürsünüz. Bak, ne iyi, hem siz hem de biz özgürüz. Yaşasın demokrasi! (şey affedersin ama, senin ticari özgürlüğünün başladığı ve bittiği yerde, bana özgürlük kalmıyor ki!)  
·    Kültür ve ahlaka aykırı içerikle dolu olması (dikkat: hangi kültüre ve hangi ahlaka?)
·    Tüketim kültürünü, özellikle ahmakça tüketimi teşvik etmesi
·    Anlamlı içerikten yoksun olması
·  Ele aldığı konuların içeriğinin bireyselleştirilmesi, aksiyona/eyleme indirgenmesi ve bireysel eylemler içine hapsedip sudanlaştırılması  
·     Sosyal sorumluluk yerine, medyanın ve medya profesyonelinin çıkarına hizmet etmesi
·   İnsanları sosyal ilişkiden koparıp “vekaleten ilişkiye” ve hayali ilişkilere sokması (dikkat: Benim medya seyrederek, izleyerek ve okuyarak sürdürdüğüm düşlerimi de elimden alırsan, hiçbir şeyim kalmaz ki. Birileri maddi olarak beni yoksun bırakmış, sen de düşlerimi elimden almak istiyorsun. Paralarım seni! Hayır, ben sadece başkalarının olan ve düş olan düşleri değil, gerçeği düşlemeni arzuluyorum. Arzulama! dikte ederek özgürlüğümü yok etme! Kimse beni dizilerimden, AVMlerimden, vatanımdan, dinimden ve imanımdan  edemez!)     
·   Klasik sirk ve ekmek politikalarını desteklemesi: İnsanları avutmak ve deşarj etmek için Romalıların yoğun kullandığı bir yönlendirme ve uyutma politikasıdır: Eline kuru ekmeği ver ve arenaya gönder.
·  “Truva’nın modern atı” olması (televizyonu, interneti ve cep telefonunu düşünün; Truvanın atı çoğaldı: En etkin olan şimdi cep telefonuyla ve internetle gelen Truva atları).
·   Şiddeti, öç almaya dayanan cezalandırmayı, linç psikolojisini, duygusal yoğunluğu (kini, nefreti, düşmanlığı) işlemesi      
·    Çoğu kez, seksizme karşıtlık adına et pazarlaması ve seksizmi teşvik etmesi (özellikle kadın hakları ve feminizm konusunda); ırkçılığa karşıtlık adına ırkçılık, düşmanlığa karşıtlık adına düşmanlık, bağnazlığa karşıtlık adına bağnazlık, bilgi adına bilgisizlik, duyarlılık adına duyarsızlık ve iyilik adına kötülük ekmesi ve yayması.
Peki, cinsel taciz ve tecavüz konusunda medya endüstrilerinin profesyonelleri sundukları içerikleri nasıl duldururlar/biçimlendirirler?  Kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için hizmet ettikleri güçlerin çıkarlarına en uygun bir şekilde içerik inşa ederek yaparlar: Sorunu ve çözümü bireysel seviyeye indirgerler ve böylece biliş çerçeveleme ve belli faaliyetler içine sıkıştırılmış davranış yönetimi işini yaparlar. Bu davranış yönetimi işi Amerika’nın “orta sınıf ideolojisi” adıyla gelen faşist çözüm tarzıdır. Bunun en etkili başlangıcını kızının intikamını almak için öldürme işine giren “Death Wish” filmindeki Charles Bronson ve kadınları kötü yola düşüren ahlaksızlıkla mücadeleyi “kötüleri öldürerek” çözmeye çalışan “Taxi Driver”  filmindeki Robert De Niro yapmıştır. Onların ardından benzeri birçok sinema ve televizyon filmleri yapılmıştır. Bu, “mekaniksel materialist” çözüm tarzının promosyonu örnekleri  Türkiye’de de verilmektedir:  “Taciz var” diye bağırınca suçsuz birini linç etmeye kalkışma ve siyasal ve medya alanlarında “teröristlerin kökünü öldürerek kazıma” ile yaygınlaştırılan  hastalık.

Bu hastalığa katılmayan ve kınayan çevrelerde ise, egemen yapılara tarih boyu oldukça işlevsel olan birkaç “başka çözüm önerileri” ve faaliyetleri yaygınlaştırılır. Medya bu bağlamda, haberlerde ve diğer ilgili programlarda uzman ve akademisyenlerin görüşlerine başvurarak insanları “bilgilendirirler”.  Bu bilgilendirmelerin hemen hepsi  “normatif çözüm” ve “eğitim” üzerine inşa edilir. Normatif çözümü şöyle özetleyeyim: Medya şunu yapmalı, şunu yapmamalı, medya şöyle programlar, filmler, diziler yapmalı gibi “meli ve malılar” çerçevesi içine sıkıştırılmış çözümlerdir. Ne yazık ki, egemen güçlerin kervanlarını yürüten şeyler  “meli malılar” değildir, dolayısıyla, çözümler de kervan için havlayanların veya kervana karşı havlayanların meli ve malılarıyla gelmez, gelemez. İşte bu egemen medya pratiklerinin ve promosyonu yapılan kontrollü alternatiflerin ve mücadelelerin karakteri nedeniyle “it ürür, kervan yürür”.

SORUN: Herkes için mi?

Ele aldığımız sorun, egemen istismar, sömürü, taciz, tecavüz, biliş ve davranışları iğfal kültürünün bir parçası olan çocukların cinsel istismarıdır.
Bu sorun herkes için “sorun” mudur? Hayır. Tam aksine bu sorun bazı güç çevreleri için oldukça işlevseldir, dolayısıyla o çevrelerin varlığını sürdürebilme koşullarının bütünleşik bir parçasıdır. Bu birinci gerçek.
İkincisi: Bu güç çevrelerine işlevsel olan yaygın anlatıya göre sorun nedir? Ahlaksız bazı bireylerin çocuk istismarı yapmalarıdır. (bireyler, örgütlü yapılar ve çıkarlarla yürütülen ilişkilerde görülen çocuk cinsel istismarı değil)
Üçüncüsü: Bireyler üzerine odaklanma yoluyla asıl sorun hem merkezinden edilir hem de çocuk istismarı tüccarlarının –örneğin turizm endüstrisi ve çocuk seks tüccarlarının— işlerini rahatça yapmalarına yardım eder.

ASIL SORUN VE DİĞERLERİ

Asıl sorun: Çocuk istismarı (ve bu istismarın medyada temsilinin doğası).
Medyada yaygın biliş yönetimiyle işlenen sorun ve beraberinde gelenler:
1.     Ahlaksız bazı bireylerin çocuk istismarı yapmaları 
2.     Böylece, sorunu bireye indirgeme ve sunumu da  teşhircilik biçiminde yapma 
3.     Bunları yaparken, bireysel seviyede öfke, saldırganlık, kin, nefret işleme 
4.  Asıl sorunla uğraşma yerine “arazla” uğraşma: Asıl sorunu, tarihsel, kültürel ve yapısal koşulundan kopartıp, zincirin son halkasına indirgeme işine odaklanma; medyada bu “eylem” ve “eyleme karşı eylemler” biçiminde sunulur: Aksiyon filminden koparılmış bir aksiyon sahnesi gibi. 
5.  Makro seviyede ise, asıl sorun: Bireye indirgemeyle gelen süreçlerin, açıklamaların, sunumların tarih boyu geliştirilen siyasal, ekonomik ve kültürel politikaların kurnazca kullanılan bir parçası olması.

SON HALKADAKİLER

Son halka, nedensellik bağları silsilesi ve kümesinin ortaya çıkardığı düşünsel veya davranışsal durumu anlatır: Çocuk istismarı yapma dediğimizde, bu konuda eylemle ortaya çıkan sonuçtan bahsediyoruz. Bu eylem, kültür ekmeyle sosyalleşme sonucunda ortaya çıkan yaygın insan bilinci ve davranışının çeşitli biçimlerdeki ifadelerinden biridir. Bu eyleme karşı linç psikolojisi ve cezalandırma ise tepki ifadeleridir. Bu biliş ve davranış ortamı, günümüzdeki egemen maddi ve maddi olmayan üretim tarzını ve günlük yeniden-üretimini destekleme görevi yapar.  

Elbette, son halkaya eğilme, insan biliş ve davranışlarını son halka içine hapsetmeyle gelen ilişkisel ve iletişimsel yapı hem egemenliğin hem de bu egemenliğe karşı mücadelenin yeniden üretimini sağlar.
Elbette son halkada istismara uğrayanın sağlığı ve yaşamına devam etmesi için ailesinin ve çevresinin ve devlet kurumlarının faaliyetleri önemlidir. Ama benim özetle söyleyeceğim şu: Kurumsal ve özel örgütlü çıkar yapılarının ne kadar faydalı oldukları ve ne denli zarar verdiklerinin belirlenmesi gerekir. Benim yaşam boyu öğrendiklerime göre, örgütlü yapılar ne kadar az gölge ederse, o kadar iyidir (elbette istisnalar vardır).

Aşağıda sunulan son halkadakilere örnekler, onları besleyen ve onların beslediği kültürel pratikleri anlatır:
·  “Kuyruğunu sallamasaydı olmazdı” ile gelen tepki.
·  Dikkatleri yapan üzerinden alıp mağdur üzerine (yanlış yöne) çekme:  Küçücük çocuğu igfal edene odaklanma yerine,  küçücük çocuğu köyde/kasabada “göt veren” olarak niteleme.
·  Çocuk istismarı konusundaki çözüm çabalarında sadece  mağdur olan üzerine odaklanma ve eylemi yapan çeşitli betimlemelerle kötüleme, cezalandırma  ve dışlama ötesine geçmeme 
·  Erkek çocuğa tecavüz edeni “kullanpara” olarak, bir çeşit ödüllendirme.
·  Özellikle Turizm endüstrisinde çocukları “seks turizmi için turist çekme” oltası olarak kullanma 
·  Özel olarak konuşmalarda en çok konuşulan seks ilişkileri olurken, kamusal/toplumsal alana gelince, bütün pisliklerin üstünü kapatan ahlaklılık taslayan suskunluğun sarmalının  işletilmesi
·  Seksüel deneyimin kızlar arası ilişkilerde farkında bile olunmayan eşcinsellikle, kendi eliyle kendini tatminle ve küçük erkek çocukları seviyormuş gibi yaparak sağlanması (ileride seviyormuş gibi yapmayı da hukukçular suç ve ceza konusu yapmazsa, çok çok şaşırırım)
· Erkekler arasında da ise hayvanların (örneğin Türkiye’de eşşeklerin ve köpeklerin, Amerika’da ineklerin) kullanılması; çocukların (özellikle ve büyük çoğunlukla erkek çocukların kullanılması, kızların değil), dikizcilik, kendi elini kullanma seks kültürünün son halkasındaki faaliyetler arasındadır. Anadolu erkeği seksi eşşekle öğrenirdi. Askerlere nizamiyenin dışında 25 kuruşa eşşek tedarik eden iş alanı olduğunu duydum, senelerce önce. Türkiye’de eşşek nüfusu yok denecek kadar azaldı: Bunun getirdiği sonuçlardan biri ne olabilir dersiniz?
· Keraneler vardı erkeklerin gerginliklerini alarak hizmet veren. Çok ahlaklılık taslayan ve orospu dediklerinin kırkımımız bir araya gelsek öyle bir o. ç. Doğuramayız dedikleri çok ahlaksız-ahlaklılar keraneleri kapatarak ülkeye ahlak getirdiler. Keraneler kapanınca, bu işi yapan özel evler de yaygınlaştı.
· Erkekler kullanan ve kadınlar da kullanılan olarak görüldüğü için, “hangi koşulda?” sorusu sorulmaz.
· "Vatan haini" birisi çıkıp “Osmanlı padişahlarının hiçbiri Orhan’dan sonra  Türk kadınıyla evlenmedi, dolayısıyla sonrakiler melezdi, daha sonrakiler de Türk sayılamaz” gibi şeyler söylediğinde, bizim öğrenilmiş yanıtımız hazırdı: önemli olan tohum, tarla değil.” Kadının “tarla” diyerek önemsiz bir taşıyıcıya indirgenmesiyle, gerçeğin amaca göre bu tür yeniden inşası yapılır. Bu tür inşanın aynadaki karşıt yansıması, örneğin, her şeyi “erkek egemenliği” diye cinsiyetçiliğe indirgeyen burjuva feminizminde düşmanca sırıtır. Bu tür son halkalar, sadece kadın ve erkeğin birbirinden uzaklaşıp yabancılaşmasını beslemez, aynı zamanda öfkeyi, düşmanlığı, eşcinselliği, çocuk istismarını, böl ve yönet politikalarını da beslemeye katkıda bulunur.    
· Bu sunumda benim kullandığım bazı kavramların egemen ahlaksızlığın ne kadar etkin olduğunu gösteren duyarlılıklar nedeniyle “ayıp söz” sayılarak kullanımından çekinilmesi ve kullananın da rağbet görmemesi de kültürel pratiğin doğasıyla gelen “üstüne örtü çekme işinin” bütünleşik bir parçasıdır.
  
SON HALKADAN ÖNCEKİ İLİŞKİSEL HALKALAR

·      Resmi ve resmi olmayan, örgütlü ve örgütlü olmayan  yaşam boyu sosyalleştirme ve kültürel ekme yollarıyla “seks ve seks ilişkileri” konusunun erkekler ve kadınlar arası ayrımcılık, yabancılaştırma ve ötekileştirme gibi süreçlerden geçerek yaratılan olumsuz sonuçlar getiren kültür ekme ve sürdürme halkaları: Bu olumsuz sonuçlar doğuran ekme ve sürdürme işini yapanların başında medya, örgütlü din, devlet kurumları ve resmi okullar gelir. 
       
     Üretim, dağıtım, tüketim süreçlerinde ve hizmet sektöründe kapitalistlerin ve kapitalistimsilerin çocukların hem emeğini hem de vücudunu seks objesi ve aracı olarak kullanmaları: Örneklerin başında seks işçisi, seks kölesi, en düşük ücretli köle olarak kullanma gelir.

    Aile ve çevresinin kullanımı: Egemen kültürel pratiklere yeni nesli alıştırma işini en başta, bizi kendi duyguları, düşünceleri, inançları, duyarlılıkları, ilgileri, davranışlarıyla biçimlendiren annemiz yapar. Kısa zamanda, annemiz ve ailemiz kontrolü kaybeder ve kontrol biliş ve davranış endüstrilerinin eline geçer. Bunların da başında medya, reklam, moda, yeme içme, oyuncak, eğlence, oyun ve savaş  endüstrileri gelir. 

       Siyasal biliş, bilinç ve davranış yönetimi halkaları: Gündem değiştirme, ilgi yönetme ve içeriği doldurma yollarıyla sadece öncelikli sorunlar üzerinde durmayarak gündem dışı tutma değil, aynı zamanda üzerinde durulan konuyu işleme biçimiyle sorunu ve  çözümü çarpıtma.

     Ahlakı iki bacak arasına indirgeyen örgütlü inanç tüccarlığının ve siyasal egemenliğin toplumsal kültürel yapıda yarattığı ve sürdürdüğü koşullarla gelen sonuçlar. (Büyük olasılıkla, en etken nedenler bu bağlamlar içindedir) 

      Ahlakı iki bacak arasına indirgeyen egemen güçlerin kız ve erkekleri toplumsal ortamlarda birbirinden tecrit etmesi.  Ahlakı koruma adına kız ve erkeklerin birbirinden tecrit edenlerin tecrit yapılmayan ortamlarda ahlaksızlığın yaygın olduğu yalanının yayması.

     Egemene boyun sunma ve güçsüzü hor görme ve suçlama kültürünün yaygınlığı: “O da kuyruğunu sallamasaydı”; “Kızını dövmeyen dizini döver”.
        
        Turizmle kalkınmada, erkek ve kız çocuklarını da kullanan  seks ticaretinin turizmin “çekici” bir biçimi yapılması.

·       “Hak” anlayışıyla ilgili kültürel yapının ve pratiklerin çocuk konusuna gelindiğinde, büyük çoğunlukla ortadan kalkması ki bu durum, güçsüzün sürekli ezildiği ve her türlü haklarını gasp edildiği siyasal/ekonomik/kültürel ortamlarda doğallaştırılmıştır, normalleştirilmiştir ve olağanlaştırılmıştır.

·       Siyasal kültürü düşünün: Ya benim sevdiğim gibi sev, ya terk et” Bu tür kültür güçlünün her tür iğfalini haklı çıkarır, meşrulaştırır. Dolayısıyla güçlü “düzendir” ve güçsüz de “düzülen.” Düzen için düzenin tarihi yazılır (veya çocuk istismarında olduğu gibi, düzen güçlüyse, bir şekilde düzmesi ya hasır altı edilir ya da “kuyruğunu sallamasaydı, açık seçik giyinmeseydi, tahrik etmeseydi, cilve yapmasaydı” gibi çarpıtma mekanizmaları işe koşulur. Düzülen hem düzülür hem de düzüldüğü için sorumlu tutulmakla kalmaz, aynı zamanda “orospu, götlek, göt veren, ibne, halka” gibi birçok aşağılayıcı nitelemelerle ikinci kez çevresi tarafından iğfal edilir.

·       Güldürü, şaka, fıkra ve mizah kültürünün doğasıyla yapılan yeniden-üretimler:  Örneğin, “peşin veren kızın saçını başını yolduran terkedilmişliği/yalnızlığı ve gösterip vermeyen kızın susmak bilmeyen telefonları” gibi karikatür anlatılarının yeniden ürettikleri düşünsel ve duygusal dünyanın nasıl bir dünya olabileceğini düşünün.

·       Kültürel geleneğin iki yüzlülüğü ve yatkınlığı: Bir kadın-olmuş-erkek şarkıcı “ablan kurban olsun size” dediğinde, koca alanı dolduran erkekler kükrediler  ve ben şaşırıp kalmıştım. Aklıma şöyle bir şey gelmemişti: İşte bu kültürde erkek  hem “kullanparadır” kendi ve insanların gözünde, hem de kendi sürekli sömürüldüğü ve bazen de iğfal edildiği için, kendinden güçsüz olanı ezme ve iğfal etme işine de çok yatkındır. “İbne” diye birini dolmuştan atar; ibne dediğini kullanır ve kullandıktan sonra, adamın vücuduna jilet atar ve hunharca döver adamı (ona seks hizmeti dahil birçok hizmet veren eşeğini öfkelendiğinde dövdüğü gibi).

·       Ahlak deyince akla hemen seks ilişkisini getirten bir toplumsal kültürel ilişkisel ortamın olması ve sürdürülmesi     

·       Örgütlü dinlerin günahtan başlayarak başını keserek öldürmeye kadar  giden seks kültürü, aynı zamanda gayri-meşruluğu meşrulaştıran çeşitli mekanizmalar üreterek genç ve çocukların yetişkinler tarafından da cinsel kullanımının yaygınlaşmasına katkıda bulunurlar.

·       Kız ve erkek çocukları seks bağlamında da kullanan din adı altında çeşitli  tarikatların olması

·       Tanrı tutar gibi futbol takımı ve siyasal parti tutan, bir siyasal parti konuşmacısı miting meydanında “oturun” dediğinde “otur” kalk dediğinde kalkan, “canımız feda olsun sana”, “vur de vuralım” “öl de ölelim” diye haykıran bir kulluk, itaat kültüründe, güçsüzün psikolojisi ve dünyası güce boyunsunma üzerine inşa edilmiştir: “Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovanlar” ağalar, paşalar değildir; ağalar ve paşalar için kovma işini dokuz köyün insanları yapar.  

·       Büyük olasılıkla hayvanların ve çocukların yetişkinler tarafından kullanılmasının (ve hemcinsten ve yarı cinsten birbirlerini kullanmalarının) en önde gelen nedeni iki cinsin gündelik yaşamda birbiriyle olan sosyal ilişkilerinin ciddi oranda sınırlanması, birbirinden gündelik ilişkiler bağlamında koparılmasıdır. Türkülerimiz ve şarkılarımız hep bu yabancılaştırmanı getirdiği duygusal sonuçların ifadeleriyle doludur.

·       Çocuk istismarında da yasal sistemin önleme (prevention) yerine hapis yoluyla toplumdan tecrit etme cezalandırmaya dayanması. Hapisle cezalandırma süreci sırasında “ıslah yoluyla topluma yeniden kazandırma” gibi amaçların sadece sözde kalması, dolayısıyla  tecrit ötesine geçmemesi. Dolayısıyla, suçun azaltılması yerine, suçun artmasına katkıda bulunulması.

·       Hapis sonucunda kişiye “sabıkalı etiketinin yapıştırılması”, iş bulmasının engellenmesi; toplumsal çevreye bütünleşebilme ve yaşayabilme olasılıklarından ve olanaklarından mahrum bırakılması.    
     
·   Hukuk sisteminin maddi ve maddi olmayan gücünü sürdürmesi ve geliştirmesi için yaptıkları (ve yapmadıkları) da durumu kötüleştirmeye katkıda bulunmaktadır. Örneğin yeni suçların eklenmesi ve var olan suç tanımlarının kapsamlarının geliştirilmesi gibi yeni düzenlemelerle, (özellikle Amerika’dan transfer edilen güncel yasal biçimlendirmelerle), kapitalist hukuk sisteminin egemenliğindeki toplum ciddi şekilde birbirine düşman, birbirinden korkan, birbirinden koparılmış bir toplum olma yolunda ilerlemektedir. Öyle ki yakında ”beni beş saniyeden fazla süzdü” diye sevmediği veya herhangi bir nedenle intikam almak istediği birini mahkemeye verecek, hapse attıracak ve tazminat alacak. Televizyon ve internet haberlerinde bunları da izleyeceğiz. Hatta “15-20 sene önce bana tacizde bulundu” diye, aynı şeyi yapabilecek: Bunun getirdiği sonuçlardan biri de erkek ve kadın arasında güvensizliğin ve düşmanlığın ve de homoseksüelliğin ve çocukları gizlice ve örgütlü seks hizmeti verenler yoluyla kullanmanın teşvikidir. Dahası var: İki çocuk arasındaki seks oyunu (örneğin doktorculuk oyunu) taraflardan birinin hapse atılmasıyla sonuçlanacak. İşte bu ve benzeri günlük yaşamdaki ilişkisel yapıların doğasını kullanarak geçerli ve geçersiz “suç icat eden” hukuk sisteminin kendi varlığını ve gücünü yeniden üretme ve geliştirme mekanizmaları toplumda ciddi olumsuzluklar yaratma işlevine sahiptir.
   
   Her olumsuz şeyi “devlete ve devletin sorumluluğuna” havale eden bir kültürel ortam da yukarıda belirttiklerime katıldığında, çocuklar için pek de “hayırlı olmayan” bir ortamda yaşandığı ortaya çıkar.

SONUÇLAR VE ÇÖZÜM OLMAYAN ÇÖZÜMLER

Sorunu bireysel seviyeye indirgersek, eh. çözüm de beraberinde gelir: Taciz vaaar, saldırın! Bir de bakarsın ki, borcunu ödemek istemeyen bir adam, borcu olanı çarşıya çağırır “görüşelim” diye; karşılaştıklarında borcu olan “tacizci vaaar” diye bağırır ve millet suçsuz adamı insafsızca döğmeye başlar: Korkakların sürü içinde kahraman kesilmesiyle gelen linç kültürü. Bir sürücü kırmızı ışıkta geçerek bir kişiye çarpıp komaya sokar; ama orada kırmızı ışıkta duran ve olayı gören (bir kişi dışında)  hiç kimse şahit olmaz: Bireysel koşulda sürü saldırganlarının korkaklık kültürü.    

Sonuçlar sadece bireysel faşizmin desteklenmesiyle sınırlı değildir. Toplumsal yapıyı oluşturan birçok örgütlü çıkar yapılarına işlevsel sonuçlar yaşatılır ve sürdürülür. 

Son halkayla uğraşma, aspirin (veya bir ağrı kesici) içerek  baş ağrısıyla uğraşma gibidir: Sorunun nedenleri üzerine gitmediği için, baş ağrısı yine gelir. Yine aspirin, yine baş ağrısı.. Bazı güçler bundan çok memnun: Niye baş ağrısının nedenlerini ortadan kaldırmaya çalışsın ki? Baş ağrısını oluşturan nedenler her yönüyle çok işlevseldir!

Böl, dayanışmayı ortadan kaldır; güvensizlik, tedirginlik ve korku aşıla; yalnızlaştır, birbirine düşür ve yönet politikaları günümüzde oldukça geliştirildi. Medya profesyonelleri her konuda olduğu gibi çocuğun cinsel istismarında da  bu tür biliş, duygu ve davranış işlemelerini yapmaya başarıyla devam etmektedir.
Sorunu bireye indirgeyince, “bizim için” diye, güçlüler arasında ve güç ilişkilerinde hem egemen çıkarların hem de kendi çıkarlarının gerçekleşmesi işini varoluşlarından beri yapan hukukçular da bu indirgemeye uygun yasalar yaparlar ve cezalar uygularlar.

Çözüm ürettiğini sanan bazıları medyada idam cezası! kökünden kazı! As!, bak bakalım bir daha yapmaya cesaret ederler mi?” diye böğürürken ve  dışarıda kitlelerin “kudurmuşça, öldür! öldür! As, kes, vur”  sesleri teşvik edilirken,  adalet sistemi de “suçlu bireyi” hapsederek çözüm arar. Adalet sisteminin, “rehabilitasyon” işi gördüğünü hiç gören ve duyan var mı? Bu sistem, öncelikle korku verme ve tecrit işi yapar.
Sağlıklı çözüm  sunduklarını sanan bazıları da, hapisten çıkanı çeşitli mekanizmalardan geçerek gündelik yaşam içinde cezalandırmaya devam etme işini gerçekleştirirler. Hapisle ve çeşitli dışlamalar yoluyla, bu tür suçun azalmasına asla  katkıda bulunulamaz. Bu tür tedbirler, çözüm olmayan çözümdür ve bir sabıkalıyı günlük yaşamında hayat boyu mahkum etmedir.

Çözümü hukuk sisteminde aramak da büyük ölçüde geçersizdir, çünkü hukuk sistemi egemen yapının bütünleşik parçasıdır. Daha kötüsü hukuk sisteminin varlığı, sürdürülebilirliği ve gelişmesi suçun nicel olarak artmasına, nicel olarak çeşitlenmesine ve bilinçli olarak suç yaratmaya bağlıdır. Ayrıca yasalar güç ve çıkar ilişkilerinin ifadeleridir. Böyle bir yapıdan, o yapıda mücadele veren küçük bir azınlığın katkıları dışında, toplumun geneli için anlamlı bir şeyi “herkes seyahat özgürlüğüne sahiptir” gibi soyut saçmalıklar (ama egemen yapılar ve ilişkiler için çok işlevsel saçmalıklar) ötesinde çok az bulabilirsin. Dikkat edersek, bu durum, “yasalar gereği gibi uygulanırsa, sorunlar çözülür” düşüncesini de büyük ölçüde geçersiz yapar.

Hapisle “tecrit” etmeye ve hapis korkusuyla “caydırmaya” dayanan bir hukuk sistemi, ıslah edemez, tam aksine daha kötüleşmeye katkıda bulunur. Islah eden bir hukuk sistemi, araz/sorun yarat, arazı/sorunu gidermek (örneğin ıslah) için örgütlü çıkar yapıları kur ve harekete geçir, bu örgütlü faaliyetlerle (ıslah faaliyetleriyle) yeni arazlar oluşsun ve bu arazlarla uğraşmak için yeni örgütlü faaliyetler örgütle sarmalı düzenine dayalı kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerinin doğasına aykırıdır. Kapitalist üretim tarzının bütünleşik parçası olan hukuk sisteminin ıslah işini yapabilmesi, ancak uygun bir üretim tarzı ve ilişkilerinin varlığına bağlıdır.    

Çoğu kez başvurduğumuz “…meli” ve “…malı” ile gelen normatif çözümler tarih boyu büyük çoğunlukla “küvette kürek sallayarak” kendini ve başkalarını oyalama ve kandırma işlevi görürler. Medya (veya devlet, hukuk sistemi) “şunları yapmalı veya yapmamalı” tartışması kaçınılmazdır; ama sadece var olan ilişkisel güç yapısını meşrulaştırma ötesine çok az gider. Çünkü medya profesyonellerinin ürettikleri onların ne ve nasıl olduklarını gösterir. Başka türlü olamazlar, çünkü olsalardı, zaten bunu ürettiklerinde yansıtırlardı. Meli ve malıyla gelen normatif çözümler beddua (veya dua) gibidir: Beddualar kabul edilseydi, dünya milyonlarca kez batmıştı. 

Sorunun hem medyanın biliş yönetimiyle ilgili gelen sorunların hem de çocuk istismarı sorununun  cahillik ile çok az ilgisi vardır. Dolayısıyla, “eğitim” “eğitim” diye her konuda öne sürülen “eğitme” denen işlevsel saçmalığa da kurtarıcı olarak sarılmamak gerekir. Elbette, çocukların korunması ile ilgili olarak medyada, okullarda ve ilgili yapılarda eğitim içeren içerikler sunulması faydalıdır; ama bunlar ancak “korunma” bağlamında işlevseldir; bireysel olan ve örgütlü yürütülen çocuk istismarlarını “nedenleri üzerine eğilerek yayılmasını önleme ve azaltılmasını sağlama bağlamlarında önleyici” değildir.     

(1) Sorunun “eğitimsiz olmayla” hiçbir anlamlı bağı yoktur. Temel bağ, ilişkisel kültürün çocuk istismarı bağlamındaki kötü-işlevselliğiyle ve çocuk istismarı üzerinden para kazanmayla ilişkilidir.

(2) Cinsel istismar, sosyalleşme dediğimiz yaşam boyu eğitimin tarihsel  doğasının arzu edilmeyen ama var olan parçalarından biridir.. Uyduruk birkaç eğitim programıyla veya yüksek cezalarla dönüştürülebilecek ve çözümlenebilecek bir şey değildir.

(3) Cinsel istismar örgütlü çıkar yapılarının (örneğin seks turizmi gibi) bilinçli olarak sürdürdüğü çıkar faaliyetleridir; dolayısıyla bu bilinçli tüccarları eğitme düşüncesi gülünçtür, saçmalıktır.  New York’tan İstanbul’a ayakkabı boyacısı çocukları veya kendilerine sunulan çocukları iğfal etmek için gelen, örneğin mühendisler ve bazı turizm endüstrisi yöneticileri eğitimsizliği veya cahilliği temsil etmezler, bireysel seks için çocuk kullanmayı ve örgütlü yapıların ekonomik çıkarları için çocukları pazarlamayı/tedarik etmeyi temsil ederler. Bu “eğitilmişlerin” sürdürdüğü çocuk kullanımı ve ticareti kendisini ve  ahlakını meşrulaştırarak işini yapmaya devam eder. Bu örgütlü seks ticaretini konu alma yerine, bireyleri konu alan medya profesyonelleri ise, bu ticaretin suç ortağı durumuna düşerler.          

(4) Sorunun ve çözümün bilme, bilinç veya farkındalık ile bağı, dindar gençlerin kendilerini kendi elleriyle tatmin ettikten sonra, günah işlediği için suçluluk hissetmesi, “Affet beni Allahım” diye yalvarması ve bu günahı ve tövbe etmeyi sürekli tekrarlamasına benzer. Bilme, bilinç ve farkındalık,  bedensel istek ve ihtirasın tekrarlanan kurbanı olur. Medya profesyonelleri bağlamında ise, bilme, bilinç ve farkındalık, bireysel çıkarlarla birleşen örgütlü çıkarların karşısında erir gider. Direnenler ise, hapse atılmaz ve öldürülmezlerse,  egemen üretim ortamının dışına itilerek güçsüzleştirilir, marjinalleştirilir ve cebinden vurularak cezalandırılır.

Tüm bunları ve benzerlerini bizde alkışlarız.

Çözümü devlet kurumlarına havale etmek de gülünçtür, çünkü var olan durumun var oluşunun nedenleri arasında devlet kurumlarının yaptıkları ve yapmadıkları yer alır. Devlet kurumları demek, oralarda süregelen örgüt kültürü ve bu kültüre uygun günlük pratiklerle çalışan insanlar demektir. Dolayısıyla değişim, egemen örgüt kültürünün yerine farklı kültürel pratikleri getiren örgütlü insan pratiğinin değişmesinde yatar.
Uzun zaman alan siyasal, ekonomik ve kültürel örgütlü ve örgütlü olmayan ilişkisel politikaların uygulanması ve yaygınlaştırılmasıyla sorun ancak azaltılabilir. Elbette, çocukların istismarı olasılığını azaltacak bireysel tedbirlerin de daima belli ölçüde yararı olur. Peki, çocuk istismarını kökünden kaldıracak çözüm var mı? medya bu çözüme olumlu katkıda bulunur mu?  Böyle bir saçmalığa ancak siyasetçiler ”evet” der. Sorun sayısız belirleyici faktörlere sahip olduğu için, “kökünden kazıma” ve medyanın bu işe insanları bilinçlendirerek katkı sağlaması olasılığı yoktur. Medya, profesyonellerin kendileri ve kendilerini besleyenlerin çıkarları  için bilinç, duygu, duyarlılık, ilgi, inanç, tercih ve davranış yönetimi yapan örgütlü şebekeler ağlarını içerir. Toplum yararına olan kamu spotlarına “zorunlu yayın” adını verenlerden ve “bir elimde ayna, şair beni kıskanır” gibi şairin ne dediğini anlama kapasitesinden yoksunların veya anladığı halde şairin dediğinde olduğu gibi işine gelmeyenleri çarpıtanların egemen olduğu medya dünyasında, toplum yararına olan bir şeyler elbette vardır. O şeyler, kitleleri yönetmede çok işlevsel olan sayısız medya dışkıları arasında, ne yazık ki, yutulur ve görünmez yapılırlar, eğer sen bilinçli olarak onları aramıyorsan.

İrfan Erdoğan,
Kasım 2, 2018
Türkiş Toplantı Salonu, Ankara

Share:

Bursformu


Başvurmak için formu indirip doldurduktan sonra eposta ile göndermek yeterlidir.

Burs formunu okumak ve indirmek için buraya tıklayın Bursformu
Share:

Öğrencilere Burs


Burs hakkında

 Bu burs, ihtiyacı olan üniversite öğrencilerine günlük yaşamını kolaylaştırmaya katkıda bulunmak amacını taşıyan bir burstur.

Burs İletişim alanındaki öğrenciler için düşünülmüştür. Fakat başka alanlardan öğrenciler de başvurabilir. 

Burs miktarı (ve bağış bilgileri)

Ayda 500 tl’dir. Bu miktar koşula göre az veya çok olabilir. 



Burs süresi

Burs Eylül ayı ortasında başlar ve Haziran ayı ortasında biter.
Burs süresi biten öğrenci bursa her yıl yeniden başvurabilir. Önceki yıl burs almış olması sonraki yıl için alacağının ölçütü veya garantisi değildir.


Burs nasıl ödenir

Burs ödemesi, öğrencinin herhangi bir bankada açacağı hesaba EFT ile her ayın ikinci haftası içinde otomatik olarak ödenir.

Nereden bilgi ve başvuru formu alabilirim

İnternette erdoganirfan.blogspot.com adresini yazdığınızda benim web sayfam gelir. Orada “Öğrenci Bursu” seçeneğini seçiniz. Bilgi ve başvuru formunu bilgisayarınıza indirebilirsiniz.

Bursa başvuru tarihi

Ekim ayı başına kadar her zaman olabilir. Ekim aynın ilk haftasında başvuru sonucu başvuranlara bildirilir.  Burs ödeme ekim, ayının ikinci haftası başında başlar.


Nasıl başvurulur

Burs başvuruları ve ilgili sorular benim e-postama erdogan.irfan@gmail.com adresine gönderilmelidir.

Burs başvuru formunu indirmek için buraya tıklayın Bursformu
 

Bursa kim başvuramaz

Herhangi bir vakıftan, üniversiteden, kamu kuruluşundan veya diğer herhangi bir kaynaktan burs alanlar.
Ailesinin geliri, zor durumda kalmadan okula devam etmesine yeterli olanlar.
Üniversite öğrencisi olmayanlar.

Değerlendirme kriteri

Değerlendirme başvuran öğrencilerin doldurduğu başvuru formundaki göstergelere göre yapılacaktır. Bu göstergelere dayanarak oluşturulan indekse göre karar verilse bile, bu karar kaçınılmaz olarak öznel olacaktır, dolayısıyla bu ölçütler, kararın yanlışlığı, doğruluğu ve yanlılığı sorgulama  konusu yapılamaz.

İlgili başka sorular için

Aklınıza gelen herhangi bir soruyu bana erdogan.irfan@gmail.com adresine yazarak sorabilirsiniz.

Bu bilgileri bilgisayarına indirmek için tıklayın

Share:

Kitaplar BEDAVA

Kitaplarımın hiçbiri kesinlikle satılık değildir (olası istisnai durum için lütfen okuyun).
Gerçi birkaç öğrenciye burs vermek için  bir banka hesabında yeterince para ayırdım. Fakat daha fazla sayıda öğrenciye burs vermeme katkıda bulunmak için eft ile (alıcı: irfan erdoğan, açıklama: burs hesabına öğrencilere burs vermeye katkı, 
İban no: TR16 0013 4000 0066 4697 7000 01
para gönderenlere,  istedikleri kitabımı/kitaplarımı  teşekkür için bedava göndereceğim.

Burs vermeme katkıda bulunacak durumda değilseniz, bana adresinizi yazarsanız,  size istediğiniz kitabı bedava gönderirim. 


ÖNCE EFT GÖNDERİN. SONRA EPOSTAMA İSTEDİĞİNİZ KİTABIN ADINI  ve adresinizi yazın.  epostam: erdogan.irfan@gmail.com (isterseniz telefon edebilirsiniz: 536 957 2447)



Share:

Kimlik politikaları


İdeolojik egemenliğin ve kitleleri yönetmenin gözde yolu: 

Kimlik politikaları
İrfan Erdoğan

“Kimlik politikalarına karşı nasıl mücadele edilir?” sorusuna yanıt vermek için, okuyucuya
önerim şudur: Bu yazıyı, bu tür soruları aklınızda tutarak, yeniden okuyun lütfen. Güç ve
çıkar yapıları içinde kendi bilincinde ve sınıf bilincinde olmayan insanlar, kendi bilincinde
ve sınıf bilincinde olanların egemen pratikleri altında köleliklerini kendilerine bahşedilmiş
özgürlük olarak korumaya ve onlara işlenmiş insanımsı düşünceleri, değerleri, duyguları,
duyarlılıkları taşımaya, başkaları için kendileri gibi olanları bastırmaya ve öldürmeye
devam edeceklerdir.

Makaleyi okumak için buraya tıklayın


Share:

Bilgi Toplumu ve Bilgiçlik Taslayan Cehalet




Bilgi Toplumu Uydurusu ve 

Bilgiçlik Taslayan Cehaletin

Beslenişi Üzerine


İrfan Erdoğan



İnsanlık tarihine bakıldığında, bilginin üretiminin büyük çoğunlukla kontrol edildiği görülür. Tarih boyu yapılan bilgi üretiminde temel olarak iki popüler yol izlenir. Her iki yol da, yöneten güçlerin amaçlarını gerçekleştirmek için kullanılır.

Birinci yolda, üretilen bilgi, yöneten ekonomik ve siyasal güçlerin gelişmesini sağlayan, “insanın, yaptıkları ve koşulları üzerinde düşüncesini yansıtarak elde ettiği, yazının ortaya çıkarılması gibi, kendisi için değerli bilgidir. Bu bilgi, yönetenlerin çıkarına göre, gerekiyorsa, karşılığı ödenerek paylaşılır veya asla paylaşılmaz. Örneğin “medya okur yazarlığı” diye kurnazca sunulan “bilme, öğrenme, öğretme, biliş yönetimi” oyununda, birinci bilgi, medya yazarlığıdır. Herkes medya yazarı olamaz, çünkü medya yazarlığı özel çıkarlar için biçimlendirilmiş profesyonel bir iştir, maaşlı uzman kölelerden oluşan bir azınlığa verilir bu iş. İkinci bilgi medya okurluğudur. Herkesin medya okuru olması gerekir, çünkü eğer medya okuru olmazsa, yöneten güçler mallarını satamaz ve bilinçleri ve davranışları yönetmede zorluk çekerler. Birinci yolda, üretilen bilgi saklandığı için casusluk denen meslek gelişmiştir. Bu bilgi emtia (pazarda satılan mal) değildir. İnternet aleminde özgürce dolaşmaz. Bu bilgiyi bilen, bunu internete koyduğunda veya satmaya kalktığında, casusluktan ve vatana ihanetten yargılanır ve ciddi şekilde cezalandırılır. Bu tür bilginin pazara çıkarılmasına karar verildiğinde de, “bedavaya” internette veya diğer pazar yerlerinde sergilenmez: Fiyatı değerine göre belirlenir ve parayı veren satın alıp kullanır.  

İkinci yolda, üretilen bilgi, yöneten güçlerin geniş kitleler arasında cehaleti yayarak yönetimini perçinlediği bilgidir. Bu bilgi bilinç ve davranış yönetimi için değerli bilgidir. Bu nedenle ki, bu bilgiyi üretenlere (televizyonda Çarkı Feleğin çarkını döndüren kadına ve sunucusuna, kadın ve yarışma programlarını yürütenlere, sinema yıldızlarına, futbol yıldızlarına, yıldız mankenlere, yıldız şarkıcılara, yıldız komedyenlere, “uzman” diye geçinen şarlatanlara) yüklü paralar verilir.  Bu tür bilgi yöneten güçlerin yönetmesini kolaylaştıran, fakat insan ve insanlık için büyük çoğunlukla aslında insanlığın yitirilmesini, ırkçılığın, gaddarlığın, düşmanlığın yerleştirilmesini, tüketimle insan olduğunu ve değer bulduğunu sanan hunhar cahillerin yetiştirilmesini, hiçbir şeyi olmayanlara korumaları için yanlış inançların, yanlış doğruların, yanlış haklıların ve yanlış beklentilerin işlenmesini sağlayan bilgidir. Bu tür bilgiler ve bu bilgilerle oluşan bilinci taşıyan insanlık tarihi, bu tür bilişlerle biçimlendirilmiş kitlelerin birbirini bireysel, grupsal ve kitleler halinde öldürdüğü katliamlar tarihi olarak biçimlenmiştir. Bu tür bilgiler, günümüzde kitle iletişim araçlarında (televizyonlarda, gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, romanlarda, sinema filmlerinde, internette) yoğun bir şekilde üretilen ve dolaşıma sokulan bilgilerdir ki, ben bunları yöneten güçler için çok değerli olan ama insanlık için çok zararlı olan çöplük ve pislikler olarak niteliyorum. İnsanlığı insanlıktan çıkartan bu tür “pislik ve çöplük” bilgilerin üretilmesi ve bilişlerin işlenmesi günümüzde tarihin çok yüksek seviyesine ulaşmıştır.

Dikkat edilirse, iki tür bilgi üretimi ve dağıtımı da yöneten güçler için işlevsel bir karakter taşımaktadır. Birinci bilgi bilimsel olan faydalı bilgidir ve ancak gerekirse dolaşıma sokulur. İkinci tür bilgi kitleleri yönetme bilgisidir ve ne kadar yaygın bir şekilde dolaşıma sokulursa ve kullanılırsa, o kadar yönetimsel faydaya sahiptir, çünkü bu yollarla malların satışı kolaylaşır, turban üreten teolojik sermaye veya inancı sömürerek satış yapan sermaye ile laik sermaye arasındaki pazar rekabetinde insanlar birbirine düşman edilirler, bu tür yollarla dostlar ve düşmanlar, iyiler ve kötüler, değerliler ve değersizler, umutlar ve beklentiler belirlenir ve insanlara işlenir; bu yollarla insanlar kolayca savaşa gönderilir; kolayca kardeşini bile öldürmesi meşrulaştırılır; bu yolla insanca ücret veya maaş talep eden insanların bile üzerine diğer ücretli ve maaşlı insanlar kolayca saldırtılır. Binlerce yıl birlikte yaşayan insanlar birbirine düşman yapılır.

Modernleşme satışından bilgi toplumu satışına    
     
Dünyayı kontrol ve bu kontrolü yaygınlaştırma işinde, 1960’larda en gözde biliş (ve davranış) yönetimi kavramlarından biri de modernleşme (kalkınma, gelişme) kavramıydı. Nasıl modernleşecekti gelişmemiş ve geri kalmış dünya (dikkat: güç uygulamalarından geçerek materyal ve bilişsel bakımdan yoksun ve yoksul bırakılmış dünya değil, kendisinin karakteri nedeniyle gelişmemiş bir dünya)? Batı gibi olarak. Nasıl Batı gibi olacaktı? Batının siyasal sistemini ve yönetim tarzını benimseyerek. Pekiyi, gelişmenin göstergeleri nelerdi, yani bir ülkenin gelişme seviyesine nasıl karar verilirdi? Batının siyasal ve ekonomik sistemini benimsemesi   (Sovyetlerinkini benimsememesi) ve bunun yanında, evlerde belli sayıda radyo ve televizyon, beyaz eşya olması, belli sayıda sinema koltuk sayısı olması gibi “modern şeylere” sahip olması gerekiyordu. Kurnazca yapılan bu sistem ve mal/ürün pazarlaması sonucunda, batının sistemi oturtuldu ve evleri radyo, televizyon ve diğer modern mallar doldurdu. Ama yine de Batının seviyesine ulaşılamadı. Bu sırada, pazarlanması ve yaygınlaştırılması gereken yeni ürünler ortaya çıktı. Ayrıca, artık modernleşme, kalkınma, geri kalmışlık gibi kavramlarla gelen kılıflar da işe yaramaz hale geliyordu. Artık, çok büyük ve uzun dönemli yatırım gerektiren alt-yapılar devletler tarafından kamu zenginliklerini kullanarak tamamlanmıştı ve kâr etme safhasına ulaşılmıştı; dolayısıyla, sıra bu tamamlanmış alt-yapıların özel çıkarlar tarafından paylaşılmasına gelmişti. Tüm bunlar için gerekçelerin hazırlanması ve uygulamaların başlatılması gerekiyordu. 

Bu gerekçeler yeni-liberal politikalar paketi içinde getirildi. Bu paketin içini devletçiliğe (refah devleti politikasına) son ve yerine özelleştirme, klasik demokrasiye son ve yerine katılımcı demokrasi, modernleşmenin bitişi ve yerine post-modernliğe ve küresel bir dünyaya geçişin müjdelenmesi, önce enformasyon toplumu ve ardından da bilgi toplumunun gelişi, soğuk savaşın bitişi ve onun yerini medeniyetlerin çatışmasının alışı, aydınlanma çağının pozitivist düşüncesinin ve Marksizmin sonu ve bunların yerine post-pozitivist şarlatanlığın (pardon, dilim sürçüp doğruyu söyledim, şarlatanlık değil, sürekli değişim ve özgür anlam verme çoğulculuğunun) geçişi gibi “küresel dünyanın küresel gerçeklerinin temsilleri” (yani kurnaz pazarlama ve promosyon biçimleri) dolduruldu. İnternetin desteklediği küreselleşme yoluyla artık dünya bilgi çağına dönemine girdi. Tek sorun ülkeler arasındaki “bilgi gediğinin” (digital uçurumun) kapatılması sorunu gibi sorunlar oldu. Bu sorunların giderilmesi için de, ne olması gerekir? Her okulda ve her sınıfta, her evde ve hatta her evin her odasında bilgisayarların ve internet bağlantılarının olması gerekir. Böylece hem uçurum kapanacak, hem bilgi çağına erişilecek, hem de katılımcı ve tüketim demokrasisi gerçekleşecek. Bunun için ne gerekir? Temel olarak iki şey: medya okuryazarlığı (ki böylece bilgisayarı ve interneti kullanabilsinler) ve bilgisayar ve internetin satın alınması. Bu size 1960’lardaki pazarlama ve promosyonu çağrıştırmıyor mu? Kalkınmak için evinizde radyo ve televizyon olmalı, okullarda televizyonla eğitim yerleştirilmeli ve yaygınlaştırılmalı deniyordu.

Elbette, bilgi sayarların ve dijital teknolojilerin dünya pazarında yaygınlaştırılması, sadece malların satışını sağlamayı içermez, aynı zamanda bu malları üreten, dağıtan ve satan endüstriyel yapıların dünya pazarındaki tüm insanların bilişlerinin, sevdiklerinin, tercihlerinin, davranışlarının ve faaliyetlerinin da bu pazarın çıkarına uygun bir biçime getirilmesi gerekir. Televizyon, resmi eğitim ve büyük alışveriş merkezleri zaten bunu yapmaktadır. Fakat bu yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizliği de televizyondan çok daha başarılı bir şekilde düşüncelerin ve malların reklamını ve satışını yapan internet gidermektedir. Zaten ileride teknolojik entegrasyonla, bu yetersizlik çok büyük ölçüde çözümlenmiş olacak, yani George Orwell’in yanlış hareket noktası ve sonuçla belirlediği BİG BROTHER, dünyanın küçük sayıda özel şirketler (birkaç özel şirket imparatorlukları) tarafından kontroluyla gerçekleşecektir; ama “big brother” olarak değil, “BİZ” (küresel şirket) ve bu bizlikteki “BEN” (kendini özgür sanan şirket kölesi birey) olarak.

Bilgi toplumu için dijital teknoloji alma ve dijital uçurumu kapama

Kurnaz gerekçe: Türkiye ve benzeri ülkeler ne yazık ki “bilgi toplumu seviyesinin gerisindeler: Batı ile aralarında dijital/sayısal uçurum” var. Dolayısıyla, sayısal yayınların bilgisayar, televizyon ve e-devlet uygulamalarını tek plâtform üzerinde toplaması ile Türkiye’nin bilgi toplumu haline gelmesi yolunda önemli avantajlar sağlayacaktır. Bu gibi hizmetlerin evden alınabilmesi, Türk halkının bilgisayar teknolojisini ve interneti kullanması bilgi toplumuna ulaşmasını getirecektir.
Günümüz Dünya ekonomisi bilgi teknolojileri temelli gelişmektedir. Doğru, fakat soru şu: bilgi teknolojilerine kimin neden gereksinimi var? Ama senin? Sen en son ne zaman “bilgi” yiyerek karnını doyurdun, bilgi giyerek soğuktan korundun? Süpermarkettan bilgi ile alışveriş yaptın?  

Günlük yaşanan gerçeklerin çoğu bilgi toplumu, katılımcı demokrasi ve post-modern söylemlerin tam tersini söylüyor: 21. yüzyıl, hurafelerle, sahte umutlarla, kredi kartlarıyla sağlanan tüketim demokrasisiyle, internet oyunları ve chat’leriyle, televizyonlardaki ve diğer kitle iletişim araçlarındaki içeriklerle beslenen en yüksek cehalet ve hipokrasi çağıdır. Bu elbette daha da yüksek alçaklık seviyesine ulaşacak biçimde seyretmektedir. İnsanlık tarihinin hiç bir döneminde insan beyni, vücudu ve doğal çevre bu denli kirletilmemiştir. İnsanlık tarihinin hiç bir döneminde nicel ve çeşitlilik bakımından bu denli enformasyon, eğlence ve bilgi adı altında verilen çöplükler beyinleri, kitapçıları, bayileri, kütüphaneleri, okuldaki sınıfları, bilgisayar disklerini ve interneti doldurmamıştır. Muhtemelen, tarihin hiçbir döneminde insan beyni bu denli düşünme kapasitesini, düşünme gereksinimini, düşünme motivasyonunu, düşünme çabasını ve gereğini yitirmemiştir. İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde özgür düşüncenin oluşmasına, özgürlük ve insan hakları şampiyonluğu yaparak, bu denli engeller konulmamıştır. “Post-modern” denen bu koşullarda üretilmiş yiyecekler, içecekler, giyecekler, eğlenceler, tatiller, bilgiler, haberler, dersler, sınavlar ve iş yapış biçimleriyle standartlaşmış beynin artık düşünmeye ne ihtiyacı ne isteği ne de fiziksel-ussal potalsiyeli var: Her şeyi hazır olarak satın alan bu beyin, sadece satın almayı düşler ve satın alma üzerinde ne düşünmeyi düşünür ne de düşüneni dinleyecek kadar dikkatini verme kapasitesine sahiptir: Birkaç dakika içinde öyle sıkılır ve yorulur ki, sigara veya kola içmezse ya da tv seyrederek veya müzik denen bir tür dangırtıya kendini vermezse, baş ağrısından ve beynini birkaç dakika zorlamadan doğan gerginlikten kendini kurtaramaz.
Bu post-modern durum, dünya egemenliğinde başarıdan başarıya koşan yönetici güçlerin kendisi için yarattığı materyal ve düşünsel pazar durumudur. Bu durumu insanların talebine bağlamak, yönetici güçlerin ideologları için zorunludur.

Liberal politikalarla yapılan değişiklikler bölgeler ve ülkeler arasındaki eşitsizliği/uçurumu azaltmamış, aksine dengesizliği daha artırmıştır; dünyada ayrıcalıklı tabaka bilgisayar ağlarını kendi üretim ve dağıtım amaçları için kullanmakta ve tüketim için kullananlar üzerindeki egemenliklerini yaygınlaştırmaktadır. Bu sadece ekonomik alanla sınırlı değildir: İnternette bütün gün chat yapanlar, seks ve oyun sitelerinde gezinenler, egemen güçler için tehlikeli olabilecek düşünce ve faaliyetlerden bu yolla uzak tutulmaktadır.       

Bilgi toplumu: araçla içeriğin kasıtlı olarak karıştırılması

Uzun zamandan beri, kurnazca araç ile içerik örtüştürülmekte ve araçla ilgili sahte imajlar yaratılmaktadır. Bu oyunda, örneğin, Kitap bilgi ile eşleştirilir. Popüler kitapların bilgiyle bağı “bilgiden yoksunluğu” yaratma, “bilgisizliği teşvik” ve “bilgiçlik taslayan cahili ve cehaleti” yaratma ve yaratılmışı sürdürme olarak özetlenebilir. Bu oyunda, bir zamanlar televizyon devrimler yaratıyordu, şimdi internet katılımcı demokrasi ve bilgi toplumu yaratıyor. Televizyon ve internet sadece taşıyıcı araçlardır. Onların değerini belirleyen içeriklerinin nasıl doldurulduğudur. Pislikle doldurulursa, pislik araçları olur, güzel şeylerle doldurulursa, güzel şeyler aracı olur. Çok pislik az güzellikle doldurup, sonra da kullanıcıları suçlamak da diğer bir iğrençliktir. Bu tür yanlış bilgiyle yanlış biliş işleme sahtekarlığı günümüzde çok yaygınlaştı. Sanki internetle, kitapla, dergiyle, radyoyla, televizyonla  ulaşılanlar “bilgiyi” oluşturuyor ve toplumu bilgi toplumu yapıyor ve biz de bilgi toplumunun  bir parçası oluyoruz.

İnternet ağı, kitap, dergi, radyo, televizyon, bilgisayar, cd, kaset ve benzerleri “iletişimin içeriğini” taşıyan araçlardır. Bu taşıyıcı araçların kendileri hiç kimseye hiçbir şey yapamaz, devrimler yapamaz, bilgi toplumu oluşturamaz. Bu araçlara birileri, belli amaçlar doğrultusunda görsel ve işitsel olarak kodlanmış şifrelerle içerik yüklerler. İşte bu yüklenen içerikler nedeniyle, bu taşıyıcı araçlar biliş, bilinç ve davranış yönetimi yapan içeriklere sahip olurlar. İçerik bitmiş üründür. Bu ürün endüstrinin yoğun bilgisi ve deneyimleriyle akıllıca hazırlanmış, paketlenmiş ve sunulmuştur. Dolayısıyla, ne araç ne de içerikleri bizi bilgi toplumuna götürür. Onun yerine, örneğin, endüstriyel çıkarların bilmek istediğini insanların bilmesini sağlar; “özü” “tüketme, gösteri ve gösterişle” tanımlayan tüketim, gösteri ve gösteriş toplumunun bireyini yaratır.


Bilgi toplumu ve sürekli değişim  

Bilgi toplumu çağının temel özelliği, sürekli değişimmiş. Çok doğru! Sürekli olarak kaldırımlar döşeniyor, sökülüyor ve yenileri döşeniyor. Yol kenarlarına elektrik direkleri ve ağaçlar dikiliyor, sökülüyor ve yeniden dikiliyor. Sürekli olarak yeni yarışmalarla çarkıfekeler, popstarlar, top onlar ve top starlar dolduruyor ekranları. Süpermarketlerdeki  fiyatlar sürekli değişiyor, değişmeyen tek maaşlar/ücretler. Ücretler/maaşlardaki değişim gereksinimi bilgi toplumuyla uyuşmuyor olmalı. Sürekli değişim iddiasıyla, tekrarlanan kalıpları bularak kontrol mekanizmaları kurmayı amaçlayan “bilimsel gerçeklik ve geçerlilik” reddediliyor. Örneğin, “asgari ücretle işçi çalıştırılırken, fazla mesai ödenmiyor, sigorta yatırılmıyor” dediğinizde sizin söylediğiniz “gerçek veya doğru” olmuyor,  “olası yorumlardan sadece biri” oluyor, çünkü post-modern bilgi çağında, açıklamaya çalıştığın şu an, açıklamaya çalıştığın andan itibaren artık o an değil, dolayısıyla açıklamanın hem anlamı hem de geçerliliği ortandan kalkıyor, çünkü sürekli değişim içinde, hem açıklanmaya çalışılan artık geçmiş oluyor hem de açıklanan sonsuz açıklamalardan sadece bir tanesi oluyor. Bu tür açıklama oldukça doğru, fakat aynı zamanda sahtekarlığın ve alçalmışlığın çok yüksek bir seviyesine ulaşıldığını anlatan bir açıklama.  

Bilgisayarla internete bağlanıp yerel ve küresel süpermarketlerde gezinti, “sonsuz özgürlük” ve “siber uzayda her şeye ulaşabilme” gibi mitler yaratılarak popülerleştirilir. Ekonomik, siyasal ve kültürel pazarın televizyondaki apaçık yönetimsel karakterinin, internetle buharlaşarak kaybolduğu sahte-gerçeği bu popülerleştirmeyle yüceltilir. Buharlaşma “internette gezinti/surf” etme özgürlüğüne (aktif izleyici/özne tezine) dayanarak yapılır. Böylece, internet 21 yüzyılın bilinç yönetim pazarlamasına en gözde yeni araç olarak katılır.

Bilgisayara sahiplikle gelen erişimle sunulan uyduru  

Teknolojik araca sahiplik, bilgiye, doğru ve geçerli bilgiye erişmeyi ve de gelişmeyi getirdiği masalı bize özellikle 1950’lerden sonra farklı kılıflarda sürekli pompalanmaktadır. İlk okuldan başlayarak bütün okullarda okutulan kitaplara  ve diğer teknolojik araçlara bakın: Bu kitaplara, dergilere, gazetelere, bilgisayarlara, televizyonlara, cdlere, kasetlere, vcd’lere ve internete sahip olduğumuzda, ne tür bilgiye sahip oluyoruz? Bu “bilgiler” kime ne kazandırıyor, kime ne kaybettiriyor? Bu tür araçlara sahiplik bitmiş bir ürüne sahipliktir ve bitmiş ürün de, bu ürünü hazırlayanların kendi çıkar yapısının ve dünya görüşünün bilincini getirir; dolayısıyla evrensel, doğru ve yansız bilgiyi, evrensel insan ve toplum gerçeğini yansıtma olasılığı çok azdır. Bu olasılık çıkar örtüşmesine bağlıdır. Yani aracın kendisi yanlıdır; taşıdığı bilinç yanlıdır.

Bilinç yönetiminde en yoğun yapılanlardan bir şey de olasılığı, olabiliri sanki oluyor gibi göstermektir ki bu iletişim araçlarında çok yapılır: Bilgisayarın var, internete bağlısın, artık sen bütün dünyadaki trilyonlarca sayıdaki bilgiye ulaşabilirsin. Yeter ki interneti aç ve başla. Bu iddia da büyük ölçüde geçersizdir. Olabilir ile, olan arasındaki farkı bilmemiz gerekir. Olabileceği, olan gibi sunmak imaj yapılandırma sahtekarlığıdır.

Bilgisayara sahip olmak ve internete bağlı olmak, yani üretilmiş ürüne erişme olasılığı özgürlük değildir; erişme olasılığı bilgi çokluğunu ve bilgi toplumunu da ifade etmez. Herkesin chat yaptığı, oyun oynadığı, seks sitelerinde dolaştığı ve bazılarının da alışveriş için kullandığı bir teknolojik aygıt nasıl olur da bizi bilgi toplumu yapar? Değerli bilginin emtia olduğu bir pazar yapısında, nasıl olurda bilgisayara ve internete sahiplik bizi bilgi toplumu seviyesine getirir? Erişim tartışması, “üretilmiş ürünü kullanmaya” indirgenmiştir ve bu tartışma kurnazca yapılan pazarlama ve promosyon tartışmasıdır. Asıl erişim tartışması, “üretimin doğası üzerinde olan ve üretime erişim” tartışması olmalıdır.   

Sonuç

Özlüce, bilim, enformasyon ve bilgi toplumu, cehalete bilgiçlik taslatılan yeni-dünyanın eğlence dahil, çıkara, tembelliğe, düşmanlığa, kişisel husumet ve çekememezliğe dayanan inançla ve bağnazlıkla sürdürdüğü egemenliği ve kişilerden geçerek sağlanan örgütlü yapıların haydutluğunu anlatır. Bu haydutluk insanlık tarihi boyu, üretim tarzı ve ilişkilerine bağlı olarak, çeşitli şekillerde kendini gösterir. “Enformasyon toplumu çağı ve bilgi toplumu çağı” olarak pazarlanan 21. yüzyıl, bu şekillerin hepsinin de mükemmelleştirilerek kullanıldığı, aklın pazar bilişiyle doldurulup dondurulduğu ve sermaye için satın alınmadığında esir edildiği bir çağdır.

Kendimize soralım ve dürüstçe yanıt verelim: Halka hizmet verdiğini söyleyen, özgürlüğün ve serbest girişimin, serbest rekabetin, halka hizmetin temsilcisi olduğunu iddia eden televizyonlar, Anadolu insanının isteklerine göre programlar yaparak (düşünsel ve ilişkisel çöplük ve pislikleri sunarak) Türkiye’yi çağdaş enformasyon toplumu ve bilgi toplumu mu yapmaktadır? İnternetin içeriği ve yaygın kullanım biçimi, bizi “bilgi toplumuna mı götürüyor yoksa tersine, başka önemli işlevler mi yapıyor?
     
Kaynakça

Aikenhead, Glen (2002). Whose Scientific Knowledge? The Colonizer and the Colonized.Http://www.usask.ca/education/profiles/aikenhead/webpage/science_ed.pdf
Bell, Simon (2015). Participating in the knowledge society. Systemic Practice and Action Research (In press). Systemic Practice and Action Research, 28(3): 289-296.
Carchedi, Guglielmo (2005). On The Production of knowledge. Research in Political Economy, Volume 22, 267–304.
Dyer. Maxine (2012). Network or Net Worth? Deconstructing the Knowledge Society. E-Learning and Digital Media September, 9(3): 335-344.
Erdoğan, İrfan (2000). Bilimsel Araştırmada Tanımlamayla Gelen Öznel Çerçeve ve Bilimin Egemen İletişimi. Medya ve Kültür, 1. Ulusal İletişim Sempozyumu, 3-5 Mayıs 2000, Ankara, (Düzenleyen: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi), G. Ü. İletişim Fakültesi Basımevi, 2000, s. 43-71.
Erdoğan, İrfan (2012). Pozitivist Metodoloji ve Ötesi. Ankara: Erk.
Erdoğan, İrfan (2013), Türkiyede İletişim Araştırmaları. İçinde: E. Yüksel, (der.) İletişim Kuramları. Eskişehir Anadolu Üniversitesi yayınları.
Fecher, Benedikt (2013). There is no Knowledge Society. A Case for Critical Research on Internet and Society. http://www.hiig.de/there-is-no-knowledge-society-a-case-for-critical-research-on-internet-and-society-2/  (accessed: August 2015)
Fuchs, Christian (2013). Capitalism or information society? The fundamental question of the present structure of society. European Journal of Social Theory, 16(4): 413-434.
Freire, P. (1970). Pedagogy of the Oppressed. New York: Continuum.
Harmes, K. Markus, H. Huijser and P. A. Danaher (eds.)(2015). Mythes in Education, Learning, and teaching. N:Y:: Palgrave MacMillan.
Lal, Vinay (2002). Empire of Knowledge: Culture and Plurality in the Global Economy. London: Pluto Press.
Malott, Curry (2009). The Evolution of Knowledge Production in Capitalist Society. http://radicalnotes.com/2009/02/21/the-evolution-of-knowledge-production-in-capitalist-society/
Mosco, Vincent (2008). Knowledge Workers of the World, Unite!. Communiciton, Culture and Critique, 1: 105-115.
Neave, Guy (ed.) (2006). Knowledge, Power and Dissent: Critical Perspectives on Higher Education and Research in Knowledge Society. Paris: UNESCO Publishing.
Nordenstreng: Kaarle (2013). How the New World Order and Imperialism Challenge Media Studies. tripleC 11(2): 348-358, http://www.triple-c.at
Reppy, Judith (ed.) (1999). Secrecy and Knowledge Production. Ithaca, NY: Cornell University Peace Studies Program Occational Paper # 23.
Schiller, Dan (1994). From Culture to Information and Back Again: Commoditization as a root to knowledge. Ciritical Studies in Mass Communication, 11 (1): 92-115.
Svarc, Jadranka (2015). The knowledge worker is dead: What about professions? Current Sociology July 20, 2015 doi: 10.1177/0011392115591611.
Vogt, K. Chelsom (2015). The post-industrial society: from utopia to ideology. Work, Employment & Society. June 18, 2015, doi:10.1177/0950017015577911.
Weiler, Hans N. (2001). Knowledge, Politics, and the Future of Higher Education: Critical Obser-vations on a Worldwide Transformation. Ruth Hayhoe and Julia Pan (eds.), Knowledge Across Cultures: A Contribution to Dialogue Among Civilizations. Hong Kong: University of Hong Kong, pp. 25–43.


Share:

Translate

Çok Okunanlar

YENİLER

Labels Etiketler

Burs ve Kitap

Kitaplar BEDAVA

Kitaplarımın hiçbiri kesinlikle satılık değildir (olası istisnai durum için lütfen okuyun). Gerçi birkaç öğrenciye burs vermek için  bi...