NOT: Kitap çoktan bitti ve bastırmadık tekrar. Kitabı CDde isteyen irfan erdogan'a e-posta ile başvurabilir.
Bu kitap egemen çevre sorunu yaklaşımlarına karşı bir tepkinin ürünüdür. Çevre sorununun insanlığı ne denli büyük ölçüde etkilediğini ve durumun ciddiyetine rağmen çözüm olarak ileri sürülen yaklaşımların ve uygulamaların büyük ölçüde çözüm olmadığını görmek bizi bu kitabı yazarak hem egemen yaklaşımları eleştiri hem de alternatif sunum girişimine itti. Hele 1995 Sonbaharında Ankara Fen fakültesinde katıldığımız Çevre ve Biyoloji Kongresinde gördüğümüz durum, böyle bir kitabın zorunluluğunu daha da yanıtladı. Kitabın, özellikle çevrenin durumu ve egemen çözüm yolları ile ilgili bölümleri Nazmiye Ejder'in doktora çalışmasındaki araştırmaları sırasında geliştirilmiştir. Çevreyle ilgili eleştirilerin hepsinde olmasa bile çoğunda Nazmiye ile aynı fikirde birleştik. Marksist siyasal ekonomi ve çevre sorunu ilişkisinin ve değerlendirmesinin sorumlusu sadece benim.
Kapitalizm, dünya emperyalizmi safhasında, kendi imajında bir dünyayı hızla yaratmaktadır. Sadece dikey anlamda değil, aynı zamanda kapitalist sınıflar içindeki yatay çelişkiler gittikçe milli sınırları daha da çok aşmaktadır. Son yıllarda artan çevre sorunundaki ve çözümündeki uluslararasılaşma, gerginlikler ve çatışmalar buna bir örnektir. Çevre sorunu egemenlik ilişkilerinin en açık bir şekilde kendini gösterdiği önemli bir mücadele alanı durumuna gelmiştir. Gerçi çevre bozulması hemen herkesi etkileyen bir oluşumdur, fakat çevre kirliliğinin olduğu, tehlikeli atıkların atıldığı, tehlikeli suların kullanıldığı ve içildiği, tehlikeli kimyasal ilaçların serpildiği ve kullanıldığı, bacalarından zehir saçan fabrikaların kurulduğu, madencilik ve tarımsal işletmelerin yapıldığı ve modern hayvancılıkla talan edilen yerlere bakarsak, bu alanların yoksul ve güçsüzleştirilmiş kitlelerin yaşadığı bölgeler olduğunu görürüz. En kötüsü, en çok etkilenen de, en çok soyulanlar olmaktadır: Doğa ve doğaya bağlı olarak yaşayan varlıklar. Çevre sorunu insanlık sorunudur. Bu sorunun yaratıcısı da günümüzdeki egemen kalkınma anlayışını biçimlendiren ekonomik yapılardır. Bu yapılar nasıl ki emeği sömürerek zenginlik ve yaygın yoksulluk yarattıysa, benzer şekilde doğanın kaynaklarını insafsızca sömürerek sadece doğada yoksulluk yaratmamış aynı zamanda insanların sağlığını bozan koşulları ortaya çıkarmıştır. Ardından da, tepkilere karşı kendini haklı çıkaran ve meşruluğunu savunan ideolojik pozisyonlandırmalar ve ekonomik girişimlerle tedbirler getirmiştir: Bu tedbirler ve çevre politikaların hemen hemen hiçbiri sorunları ortadan kaldırmaya yönelik değildir. Aksine,"minimum kirlilik ve bozulma" standartları getirerek, hem egemen pratiklere devam etmektedir, hem de bu tedbirler ve standartlarla sermaye için yeni büyüme alanları, örneğin kontrol endüstrisi ve çevre teknolojisi, oluşturmaktadır.
Eğer çevre ile ilgili olumlu gelişmeler olmaktaysa, bunun nedeni, her ülke içindeki mücadele veren insanlardır. Bu mücadelede, Marksist yaklaşımın çevreyi gözardı ettiği eleştirileri ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de, Marksist çevre anlayışının bir değerlendirmesini yaparak hem Marksizmin çevre sorununa ilgisizliğinin yersizliğini hem de Maksist çevre anlayışının ne olduğunu anlatmayı zorunlu buldum. Marksist, insan, doğa ve toplum anlayışı, insanı odak noktası olarak alan ve değerlendirmelerini insan faaliyetleri açısından yapan bir yaklaşımdır. Marks'ın insan görüşü, modern reklamcılık ve sahtekarlığın getirdiği insan kılığındaki güleryüzlü-Makyavelcilerin "isancıllığı ve insan hakları" uydurmacasının tersi olan insanın insanca yaşam ve ilişkisini temel alma üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, çevre sorunlarına ilgisizliği düşünülemez. Diğer bir deyimle, Marksizmin çevreyle ilgisi olmadığını söylemek, bunu kim iddia ederse etsin, marksizmin insanlıkla ilgilenmediğini belirtmektir, ki bu da tamamiyle yanlıştır. Kitapta örnekler verildiğinde çoğunlukla Amerika ve "gelişmiş" kapitalist ülkelerden istatistikler kullanılmasının nedeni, Türkiye gibi ülkelerde istatistiklerin eskiliği veya yokluğundandır. Ayrıca, kitap çevre konusunu tek bir ülke içinde değil, uluslararası sahnede ele almaktadır. Kitapta anlatımı herkesin anlayacağı bir dil düzeyinde tutmaya çalıştık. Fakat kitabımız üniversite ve bilim çevresini ana okuyucusu içine aldığı için, genel okuyucular anlayamadıkları kavramlarla karşılaşacaklardır. Bu okuyucularımıza karmaşık ve yabancı kavramlar üzerinde takılıp kalmamalarını tavsiye ediyoruz. Kitapta Az gelişmiş veya gelişmekte olan kavramı yerine geri bırakılmış kavramını kullanmanın sorumlusu sadece benim: Geri bırakılmışlık kavramı da, farklı anlama kullandığım halde, ne yazık ki, gene de, linear\çizgisel bir gelişme sürecindeki bir durumu ifade eder. Bu tek-boyutlu, çizgisel gelişme modeli batı düşünü tarzının getirdiği bir anlayış biçimidir. Bundan kurtulmak, ancak bu egemenliğe karşı geliştirilecek bir anlayış biçiminin oluşumuyla gerçekleşebilir. Bu da, bu anlayış biçimini geliştirecek faaliyetler ortamının gerekliliğinin yaygınlaşması ve kurulmasına bağlıdır. Az gelişmiş sözü, belli bir gerçeği gizleyen ve günümüzün dünya düzenindeki egemen ilişkilerdeki sömürü yapısını saklamakla kalmayıp, aynı zamanda sömürüleni aşağılayan bir kavramdır.
Az gelişmişlik, gerçekte, emperyalizm ve sömürü süreçleriyle, mahrum bırakılarak, elinden alınarak, soyularak, yoksun ve yoksul bırakılarak AZ GELİŞTİRİLMİŞLİKTİR. En kötüsü de, bu ekonomik az geliştirilmeyi, az geliştirilenin kültür ve teknolojisine bağlayarak, sömürülen durumundan dolayı suçlanmaktadır. Az gelişmişlik gibi, gelişmekte olan veya gelişen ülke kavramı da bir yarışta geri kalmışlığı ifade eder. Bu, dikkatleri tek bir gelişme, tek bir kalkınma biçimine çeker. Bu biçimi alternatifsiz evrensel model olarak sunar: Az gelişmiş, gelişen ve gelişmişlik... Gelişmekte olan, gelişen kavramları kapitalist ideolojinin rekabet anlayışını ve dolayısıyla sömürü ilişkilerini ve yoksul bırakmayı meşrulaştıran bir karaktere sahiptir. Gelişmekte olma hissi az gelişmişlik hissinden çok daha iyi ve sömüren güçler için çok daha az tehlikelidir. Çünkü az gelişmişlik hissindeki umutsuzluk gelişmekte olan kavramıyla umuda döner. Gelişmekte olma güç ilişkilerini saklar ve gelişme umutları verir. Aynı zamanda, gelişmekte olma umudu, her başarısızlıkta, bunun nedeni olarak, emperyalist yapısal ilişkiler düzenini değil, kendini suçlamayı ön plana getirir. Gelişmekte olma ve gelişme umudu gerçekte sahte bir umuttur, çünkü gelişmiş olmanın ölçüsü yeni koşullara göre sürekli değişmektedir. Çünkü sömürü düzenlerinde gelişmişliğin varoluş koşulu, başkalarının geri bırakılmasıdır. Bunun anlamı epey açık: Emperyalist düzenlerde gelişmekte olma sahte umutların beslendiği ve bu düzenin desteklenmesini sağlayan ideolojik bir yapıdan öte anlamlı bir karaktere sahip değildir. Türkiye gibi ülkelerdeki alt yapı gelişmeleri (özellikle taşıma ve iletişim) Türk halkının kalkınmasından çok daha fazla, dünya emperyalizminin kalkınmasının bir ifadesidir. Bu gelişmenin bir etkisi de, kırsal kitleleri ücretli köle durumuna ve ardından işsizliğe dönüştürmesi yanında, son-ürün kullanımında, örneğin köyden kasaba ve şehre ulaşım, her eve telefon, radyo, televizyon, buzdolabı, elektrik vb. tüketim olanakları sağlamasıdır. Bu olanaklar da 1960'ların gelişmişlik ölçüsüne vurulursa, kalkınmışlığın bir ifadesidir.
Fakat 1990'ların koşullarında bu faktörler ölçü olarak eski anlamlarını yitirmiştir. Kendini geçmişe bakarak değerlendirenler, kendilerini kendi elleriyle geri kalmaya mahkum ederler. Gelişmekte olmak kavramı düzen içinde, düzenden faydalanarak, düzenin verdiği olanakları sömürerek gelişme anlayışını ön plana getirirken, geri bırakılmışlık kavramı direk olarak geri bırakılma ilişkilerine, egemenlik ilişkilerine, yönelmeyi ve bu ilişkilerin değiştirilmesi gerekliliğinin önceliğini su yüzüne çıkartır. Kapitalist ideolojinin ezilenin kendini suçlaması anlayışını bir kenara itip, ilişkiler düzenini neden olarak gösterir. Gelişmekte olmak, gelişmek kavramları sahte övünç, güven ve umut vericidir. Kendinin olmayanı kendinin sanıp övünmek... Başkalarının sahip olduğunu kendinin sanıp savunmak...Kendinden ve kendi gibilerden koparılıp alınanı kendi gibilerden gaspedene gıptayla bakıp, kendi olmasa bile birgün çocuklarının bu gaspeden gibi olması umuduyla yaşamak ve bu umudu veren sömürü düzenlerini canla başla savunmak... Geri bırakılmışlık kavramını sadece ekonomik anlamda kullandık ve kesinlikle kültürel anlamda kullanılmamalıdır. Kısaca, bu kitap çevre ve insanlık durumunun ciddiliğini anlatmaya ve anlatırken de anlamaya çalışan ortak bir çabanın ürünüdür. Çevre konusundaki anlayış ve yaklaşımlara önemli katkıda bulunacağı umudundayız. Kitapta sunulan her fikir eleştiriye açıktır ve okuyucudan bizimle aynı fikirde olmalarını istemiyoruz, aksine, yapıcı-eleştirici bir gözle konuya yaklaşmalarını öneriyoruz. Çünkü alternatifler getiren ve geliştirmeye yönelik eleştiri, aynı fikirde olmaktan daha fazla itici güce sahiptir.
Eğer çevre ile ilgili olumlu gelişmeler olmaktaysa, bunun nedeni, her ülke içindeki mücadele veren insanlardır. Bu mücadelede, Marksist yaklaşımın çevreyi gözardı ettiği eleştirileri ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de, Marksist çevre anlayışının bir değerlendirmesini yaparak hem Marksizmin çevre sorununa ilgisizliğinin yersizliğini hem de Maksist çevre anlayışının ne olduğunu anlatmayı zorunlu buldum. Marksist, insan, doğa ve toplum anlayışı, insanı odak noktası olarak alan ve değerlendirmelerini insan faaliyetleri açısından yapan bir yaklaşımdır. Marks'ın insan görüşü, modern reklamcılık ve sahtekarlığın getirdiği insan kılığındaki güleryüzlü-Makyavelcilerin "isancıllığı ve insan hakları" uydurmacasının tersi olan insanın insanca yaşam ve ilişkisini temel alma üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, çevre sorunlarına ilgisizliği düşünülemez. Diğer bir deyimle, Marksizmin çevreyle ilgisi olmadığını söylemek, bunu kim iddia ederse etsin, marksizmin insanlıkla ilgilenmediğini belirtmektir, ki bu da tamamiyle yanlıştır. Kitapta örnekler verildiğinde çoğunlukla Amerika ve "gelişmiş" kapitalist ülkelerden istatistikler kullanılmasının nedeni, Türkiye gibi ülkelerde istatistiklerin eskiliği veya yokluğundandır. Ayrıca, kitap çevre konusunu tek bir ülke içinde değil, uluslararası sahnede ele almaktadır. Kitapta anlatımı herkesin anlayacağı bir dil düzeyinde tutmaya çalıştık. Fakat kitabımız üniversite ve bilim çevresini ana okuyucusu içine aldığı için, genel okuyucular anlayamadıkları kavramlarla karşılaşacaklardır. Bu okuyucularımıza karmaşık ve yabancı kavramlar üzerinde takılıp kalmamalarını tavsiye ediyoruz. Kitapta Az gelişmiş veya gelişmekte olan kavramı yerine geri bırakılmış kavramını kullanmanın sorumlusu sadece benim: Geri bırakılmışlık kavramı da, farklı anlama kullandığım halde, ne yazık ki, gene de, linear\çizgisel bir gelişme sürecindeki bir durumu ifade eder. Bu tek-boyutlu, çizgisel gelişme modeli batı düşünü tarzının getirdiği bir anlayış biçimidir. Bundan kurtulmak, ancak bu egemenliğe karşı geliştirilecek bir anlayış biçiminin oluşumuyla gerçekleşebilir. Bu da, bu anlayış biçimini geliştirecek faaliyetler ortamının gerekliliğinin yaygınlaşması ve kurulmasına bağlıdır. Az gelişmiş sözü, belli bir gerçeği gizleyen ve günümüzün dünya düzenindeki egemen ilişkilerdeki sömürü yapısını saklamakla kalmayıp, aynı zamanda sömürüleni aşağılayan bir kavramdır.
Az gelişmişlik, gerçekte, emperyalizm ve sömürü süreçleriyle, mahrum bırakılarak, elinden alınarak, soyularak, yoksun ve yoksul bırakılarak AZ GELİŞTİRİLMİŞLİKTİR. En kötüsü de, bu ekonomik az geliştirilmeyi, az geliştirilenin kültür ve teknolojisine bağlayarak, sömürülen durumundan dolayı suçlanmaktadır. Az gelişmişlik gibi, gelişmekte olan veya gelişen ülke kavramı da bir yarışta geri kalmışlığı ifade eder. Bu, dikkatleri tek bir gelişme, tek bir kalkınma biçimine çeker. Bu biçimi alternatifsiz evrensel model olarak sunar: Az gelişmiş, gelişen ve gelişmişlik... Gelişmekte olan, gelişen kavramları kapitalist ideolojinin rekabet anlayışını ve dolayısıyla sömürü ilişkilerini ve yoksul bırakmayı meşrulaştıran bir karaktere sahiptir. Gelişmekte olma hissi az gelişmişlik hissinden çok daha iyi ve sömüren güçler için çok daha az tehlikelidir. Çünkü az gelişmişlik hissindeki umutsuzluk gelişmekte olan kavramıyla umuda döner. Gelişmekte olma güç ilişkilerini saklar ve gelişme umutları verir. Aynı zamanda, gelişmekte olma umudu, her başarısızlıkta, bunun nedeni olarak, emperyalist yapısal ilişkiler düzenini değil, kendini suçlamayı ön plana getirir. Gelişmekte olma ve gelişme umudu gerçekte sahte bir umuttur, çünkü gelişmiş olmanın ölçüsü yeni koşullara göre sürekli değişmektedir. Çünkü sömürü düzenlerinde gelişmişliğin varoluş koşulu, başkalarının geri bırakılmasıdır. Bunun anlamı epey açık: Emperyalist düzenlerde gelişmekte olma sahte umutların beslendiği ve bu düzenin desteklenmesini sağlayan ideolojik bir yapıdan öte anlamlı bir karaktere sahip değildir. Türkiye gibi ülkelerdeki alt yapı gelişmeleri (özellikle taşıma ve iletişim) Türk halkının kalkınmasından çok daha fazla, dünya emperyalizminin kalkınmasının bir ifadesidir. Bu gelişmenin bir etkisi de, kırsal kitleleri ücretli köle durumuna ve ardından işsizliğe dönüştürmesi yanında, son-ürün kullanımında, örneğin köyden kasaba ve şehre ulaşım, her eve telefon, radyo, televizyon, buzdolabı, elektrik vb. tüketim olanakları sağlamasıdır. Bu olanaklar da 1960'ların gelişmişlik ölçüsüne vurulursa, kalkınmışlığın bir ifadesidir.
Fakat 1990'ların koşullarında bu faktörler ölçü olarak eski anlamlarını yitirmiştir. Kendini geçmişe bakarak değerlendirenler, kendilerini kendi elleriyle geri kalmaya mahkum ederler. Gelişmekte olmak kavramı düzen içinde, düzenden faydalanarak, düzenin verdiği olanakları sömürerek gelişme anlayışını ön plana getirirken, geri bırakılmışlık kavramı direk olarak geri bırakılma ilişkilerine, egemenlik ilişkilerine, yönelmeyi ve bu ilişkilerin değiştirilmesi gerekliliğinin önceliğini su yüzüne çıkartır. Kapitalist ideolojinin ezilenin kendini suçlaması anlayışını bir kenara itip, ilişkiler düzenini neden olarak gösterir. Gelişmekte olmak, gelişmek kavramları sahte övünç, güven ve umut vericidir. Kendinin olmayanı kendinin sanıp övünmek... Başkalarının sahip olduğunu kendinin sanıp savunmak...Kendinden ve kendi gibilerden koparılıp alınanı kendi gibilerden gaspedene gıptayla bakıp, kendi olmasa bile birgün çocuklarının bu gaspeden gibi olması umuduyla yaşamak ve bu umudu veren sömürü düzenlerini canla başla savunmak... Geri bırakılmışlık kavramını sadece ekonomik anlamda kullandık ve kesinlikle kültürel anlamda kullanılmamalıdır. Kısaca, bu kitap çevre ve insanlık durumunun ciddiliğini anlatmaya ve anlatırken de anlamaya çalışan ortak bir çabanın ürünüdür. Çevre konusundaki anlayış ve yaklaşımlara önemli katkıda bulunacağı umudundayız. Kitapta sunulan her fikir eleştiriye açıktır ve okuyucudan bizimle aynı fikirde olmalarını istemiyoruz, aksine, yapıcı-eleştirici bir gözle konuya yaklaşmalarını öneriyoruz. Çünkü alternatifler getiren ve geliştirmeye yönelik eleştiri, aynı fikirde olmaktan daha fazla itici güce sahiptir.
irfan Erdoğan
New york, March 15, 1995
İÇİNDEKİLER
I. Bölüm: SORUN: ÇEVRE VE İNSAN PEYZAJININ DURUMU 1
GİRİŞ 1
A. GLOBAL ISINMA 4
B. OZON DELİNMESİ 7
C. HAVA KİRLİLİĞİ VE ASİT YAĞMURU 9
D. FLORA, FAUNA VE ORMAN EKOSİSTEMLERİNİN DURUMU 10
E. AQUATİK SİSTEMLERİN DURUMU 14
F. BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN DURUMU 17
G. KIRSAL ALANLARIN DURUMU 20
H. İNSANIN DURUMU 22
II. Bölüm: SORUN: EGEMEN NEDENSELLİK VE ALTERNATİF MODEL 26
A. NEDENLER VE NEDENSELLİK İLİŞKİLERİNİN ANLAMI 26
B. TANITIM: ÇEVRE VE İNSAN PEYZAJI YAPISAL İLİŞKİLER MODELİ 30
III. Bölüm: SORUNA NEDENLER 41
A. ÜRETİM TEKNOLOJİSİ, İLİŞKİ VE YANSIMALARI 41
1. Fosil Enerji 42
2. Nükleer enerji ve radyoaktif atık üretimi 46
3. Madencilik ve mineral üretimi 52
4. Kimya endüstrileri 55
5. Tarımsal üretim: İnsan ve çevrenin yoksun edilişi 57
6. Ormanların kullanımı 60
7. Kağıt endüstrisi 63
8. Intensif hayvancılık 65
9. Aquatik sistemlerin kullanımı 67
B. ÜRETİMLE TÜKETİM SÜRECİ ARASINDAKİ SAFHALARIN KATKISI 72
1. Paketlemede bozucu etken kullanımı 72
2. Ulaşım ve taşıma 74
3. Perakende sunum 75
C. TÜKETİM SÜRECİ VE BİÇİMİNİN KATKISI 76
1. Kapalı-çevre ve insan sağlığı 76
a. Kitle kültürünün evi 77
b. Metropolde ve peyklerindeki eğlence 79
c. İş yeri çevresi 80
2. Tüketici talebinin saptayıcı güçsüzlüğü 82
3. Kitle tüketimi düşünce ve ilişki biçiminin egemenliği 82
4. Nüfus artışı: Neo-Malthusian korku, neo-emperyalist strateji 83
D. TÜKETİM SONRASI OLUŞUMLARIN KATKISI 88
E. BİLİNÇ ÜRETİM ENDÜSTRİLERİNİN KATKISI 89
1. kitle kültürü ve kitle tüketimi 89
2. Kitle kültürü ve kitle iletişim araçları 90
3. Eğitim sistemi 92
IV. Bölüm: ÇÖZÜMLER VE ANLAMLARI 94
GİRİŞ 94
A. KİRLETİCİ ETKENLERİN OLUŞUMUNU ÖNLEME 95
B. KİRLETİCİ ETKENLERİN ATILMASINI AZALTMA 98
C. KİRLETİCİ ETKENLERİN HACMİNİ KÜÇÜLTME 100
D. KOMPOZISYON VE GÖREV DEĞİŞİMİNE UĞRATMA 102
E. KİRLETİCİLERİN ATILMASINI DÜZENLEME 103
1. Suya ve denize atma 104
2. Karaya atma 105
3. Havaya atma 107
F. BOZULMUŞ ÇEVRENIN TEMİZLENMESİ 109
G. BOZULMAMIŞ ALANLARIN KORUNMASI 110
V. Bölüm: ULUSLARARASI SÖMÜRÜ, ULUSLARARASI SORUN 114
GİRİŞ 114
A. ÇEVRE SORUNUNUN ULUSLARARASI KARAKTERİ 114
1. Çevre korumasına yaklaşımların uluslararasılaşması 114
2. Çevre bozulması ve uluslararası sermaye büyümesi 117
3. Kapital ihracı, yardım, hibe ve borçlanmalar 120
4. Araştırma ve geliştirmenin global kontrolu 121
5. Örgütsel uluslararasılaşma ve örgüt transferi 123
B. EGEMEN PAZARIN DÜNYAYA "ÇARE" SATIŞI 124
1.Teknoloji transferi ve profesyonel ideolojiler 124
2. Atık turizmi, yumuşak ve yerel turizm 128
3. Çevre ve insan peyzajının korunmadığı yerlere kaçma 128
4. İş ve çevre şantajı, akıllı kullanım teorisi 129
5. K rları kendine alma ve zararları dışarılaştırma 130
C. TEPKİNİN ULUSLARARASILAŞMASI 131
1. Birleşmiş Milletlerdeki girişimler 131
2. Bölgesel örgütlenmelerdeki girişimler 138
3. Ulusların uluslararası örgütler dışı girişimleri 138
4. Devlet kurumu olmayan girişimler: Çevre örgütleri 139
VI. Bölüm: ÇEVRE SORUNU: MARKSİZMİN ÇIKMAZI? 142
GİRİŞ 142
A. MARKSİST ÇEVRECİ ANLAYIŞ: İNSAN DOĞA İLİŞKİSİ 143
B. İNSAN, DOĞA VE EMEK 146
C. SOSYAL ÜRETİM VE DOĞA 148
D. ZENGİNLİKLERİN BÖLÜŞÜMÜ VE DOĞA 149
E. MÜBADELE, İNSAN VE DOĞA 150
F. TÜKETİM İLİŞKİLERİ VE DOĞA 150
G. TEKELLEŞME, REKABET VE DOĞA 151
H. ÇEVRE BOZULMASI, AZGELİŞMİŞLİK VE KALKINMA 153
VII. Bölüm: SONUÇ 156
Çevre, insan ve egemen öncelikler 156
Çevre bozulmasının faydası 158
Önce iş\ekmek parası sonra çevre ikilemi 158
Çevre ve maliyet\k r hesabı 159
Koruma ve geliştirme ideolojisi 160
Kalkınma, insan ve çevre 161
Sürdürülenin sürdürülebilirlikten yoksunluğu 162
Değişimi kim yapacak 163
Dünya görüşü ve davranış biçimi 165
Doğayı kontrol anlayışı 166