Uluslararası İletişim

NOT: 
Kitap çoktan bitti ve bastırmadık tekrar; 
Kitabın gelişmiş şeklini CDde isteyen 
irfan erdogan'a e-posta ile başvurabilir. 


SUNUŞ

Dünya sürekli değişim içinde: Bu değişim sermayenin uluslararasılaşması ve yaygınlaşması yönünde olmaktadır. Amerika'da herkes "ekonomik durumun kötüye gittiğini" söylüyor. Amerikanın dünya pazarlarındaki ekonomik gücü sarsılmaya devam ediyor. Amerikan ekonomisi iyi durumda değil. Madalyonun göze kakılan yanı bu. Madalyonun gözden saklanan öte yanına bakarsak bambaşka bir gerçek görürüz: Sermaye daha da palazlanmakta ve sermayenin ücretli-köleleri daha da cılızlaşmaktadır. Palazlanma ve cılızlaşma, dünyanın sürekli değişiminin ne demek olduğunun en özlü ifadesidir. Son zamanlara kadar, sömürünün egemen karekteri, sadece imperyalist devletlerin koruduğu milli-sermayeler sisteminin dünyayı paylaşması biçimindeydi, ve ilişki düzeni "sömürünün yapan yerler" bakımından imperyalist bir karakter taşımamaktaydı. Şimdi buna çok önemli yeni bir boyut eklendi: Artık, sömürüyü yapan firmalar tek bir ülkeye ait firma olmaktan hızla çıkmakta ve uluslararası sermaye büyük çoğunlukla millilik niteliğini yitirip gerçek anlamda uluslararası olmaktadır. Örgütlenme ve iş yapma bakımlarından gittikçe uluslararasılaşan bir dünya pazarı oluşmaktadır. Bu oluşumda en önemli rolü iletişim teknolojisi oynamaktadır: İletişim teknolojisinin bugünkü yapısı olmaksızın uluslararsılaşmanın başarısı büyük ölçüde kısıtlanır: Dünya imperyalizmi anında-iletişim olanaklarına sahip olmazsa ne ekonomik ne askeri ne de kültürel\ideolojik kontrolu şimdiki gibi sağlayabilir. İletişim, iletişim teknolojisi ve ürünleri, kapitalist dünya pazarının yeni boyutlara ulaşmasında hem iletişim sermayesi hem de bütün diğer sermayeler için hayati bir rol oynamaktadır. Bu kitapta bu durumu, dünya'da Amerikan kültürel imperyalizminin dünyanın her köşesinde saldırısını ve yaygınlığını artırdığını, fakat ekonomik imperyalizmde Avrupa ve Japonya ile rakip-ortak olarak iş gördüğünü, toplumsal ve uluslararası seviyedeki iletişim düzeni ve ilişkilerini örnek olarak alıp, konuyu egemen ideolojiler çerçevesi dışında ele alan bir anlayış tarzıyla, okuyucuya sunmaya çalıştım.

Bu kitap genel okuyucunun yanında, özellikle iletişim öğrencileri ve profesyonelleri ve uluslararası siyasal ve ekonomik ilişkilerle ilgili profesyoneller için alternatif bir kaynak olarak yazılmıştır.

Genel okuyucunun beni anlayabilmesi için, Ne burjuva-pozitivizminin şekilci-metodculuğu ne de geleneksel-marksizmin ciddiliği ve kültürel yaklaşımın anlaşılmazlığı içinde kendimi hapsetmeye çalıştım. Anlaşılarak anlam iletmeye çalıştım, "bilimselin" modern-filimsel kurgusuyla değil. Bu son sözüm, (a) okunamaz-reçete yazan ve bu yolla da eski-hurafelerin yerine yenilerini ekleyen, "reçeteyi okusan n'olacak ki, zaten anlayamazsın" diyen ve her yıl yanlış ilaçla sayısız kişiyi sakat bırakan veya öldüren tıb bilmine, ve (b) anlaşılmaz anlatımlarıyla kültürü mistikleştirenlerin arı-ısırası dillerine övgüdür. Ben de geleneksel kültürle yetiştirilmiş ve kapitalist kültürle biçimlendirilmiş kapitalizmin bir ürünüyüm, fakat, entellektüel modaya uyup kocaman sakal bırakan (benim de uzun saçım var, beğendiğim ucuz bir altın küpe bulursam takaca'm) Karl Marks denen amcanın da belirttiği gibi, düzenin yarattığı karşıt ürünlerden biriyim aynı zamanda... Ne kadar anlaşılır olmaya çalışsam bile, ben de elbet anlaşılmazlık sorunum var. Fakat hiç değilse, çabam anlaşılır olma yönünde, kafa-kargaşalığı yaratma değil. Ayrıca, duygularımı standartlaşmış bilimsel pratikler ardında gizlemeyi gereksiz ve yanlış olarak görenlerdenim. Bütün bunların cezası da, tabi ki, egemenin yanında elde edilebilecek materyal faydadan yoksunluktur. "Bilim adamı kendini duygusallıktan soyutlayan, temkinli, soğukkanlı, konunun içinde olsa bile kendini dışarda tutabilendir" lafı pozitivist sosyal bilimin kendini sunduğu sahtekarlık kılıfıdır. Bu sunuş, kendi sahtekarlıklarında kendilerini avutan, nesnellik taslayan, ve gerçekte subjektiflik içinde yüzen, yaşam tarzlarıyla egemen güçlere göbekten sıkı sıkıya bağlı, ciğeri beş para etmez entellektüel taslaklarının bilimsel tül perdeler ardından dünyaya bakışlarının ifadesidir. Soda endüstrisinden tut dünyayı birkaç kez ortadan kaldıracak güçte olan silah endüstrisine kadar toplumsal üretim ve yaşamın her alanında etken olan bu bilim adamları, bırak kendilerinin ortak olduğu çıkarları evrensel gerçek olarak sunmayı, hatta göreselliği ve çevresel bekareti bile hizmet ettikleri amaç yönünde kullanarak kirletirler. Burjuva demokrasisinde binlerce sayfalarda anlatılan nesnel bilim, gerçekte, aynı burjuva demokrasisinin seçim ve çoğunluğun idaresi oyunu gibi, çoğunluğun (örneğin olasılık fazlalığının) azınlığı (örneğin arada sırada veya köşede bucakta olanı) geçersiz kılmasıdır. Çoğunluk adına, çoğunluğu kullanarak azınlığın bastırılması ve bazen de yok edilmesidir. Burjuva istatistik biliminin "normal dağılımı," "trend\yönelim" veya "faktör" analizleri, sosyal bilimlerde, kalıplaştırılmış kalıbın kalıbını, sürüleştirilmiş sürünün sürülüğünü yeniden-kanıtlama ve meşrulaştırmadır. Aynı zamanda, bu kalıpların karakterlerini inceleyerek kitlelerin yönetilmesine ve sermayenin satış çabalarına yardım etmektir. Egemen düzenlerde, çoğunluğun iradesi denildiğinde, gerçekte bu irade çoğunluk lafıyla toplumu yöneten küçük bir egemen-azınlığın iradesinden başka birşey değildir. Yani, çoğunluk bile çoğullaştırılmış egemen-azınlığın büründüğü sahte-örtüdür. Bu sahte örtüyü halkla ilişkiler, iletişim, siyasal bilimler, sosyoloji gibi bilim dalları bize sihirli bir biçime sokup sunarlar. Bu bilim, ırkçı ve baskıcı bir düşünü ve pratik tarzının malıdır ve bu tarzın hizmetindedir. Kendimi bu bilimin yobazlığından uzak tutmaya çalıştım, fakat bazen ne kadar uzağım desen o kadar yakındasın. Bu nedenle, örneğin, heyecanlı-gençlikten kalma slogancı basitleştirmelerle karşılaşırsanız, kusura bakmadan affedin, olur mu? Ettiniz mi? Bu kitabı okurken, her söyleneni kendi tecrübelerinizin ışığında, çevrenize ve kendinize bakarak anlamaya çalışmanızı öneririm. Böylece, hem söylediklerim anlam vermede kolaylık kazanır, hem de, söylediklerim için beni suçlama veya alkışlama yönelimi gibi kısa yoldan hükümler verme yerine, daha sağlıklı ve anlamlı bir okuma sağlama yönünde söylediklerim anlam kazanarak değerlenir. Hele "bu herif takunya şıkırdatanlardan, veya havlayarak fena halde ısırma peşinde olanlardan, veya orakla ot biçen ve çekiçle bina yapanlardan" diye beni belli bir ideolojik kalıba sokup hüküm vererek, yazdıklarımın ona göre değerlendirilmesini asla istemem. Ben en önce ne bu ne de şuyum: Ben herşeyden önce her insanın yaşamaya hakkı olduğunu ve başkalarının elinden ekmeklerini alarak insanları insanca yaşamlarından yoksun etmeye hiçkimsenin hakkı olmadığına inananlardanım. Önemli olan, kendimizi ve hayatı eleştirici bir şekilde anlamamızda ve daha insanca bir düzen kurma yönünde çaba ve bu çabalara katkıdır. İçimden bir ses, kelekliği bırak İrfan! Ayaklarını yere bas ve titremeden kendine gel" diyor: Kitap, hemen her ileti gibi, tek bir anlamı değil birçok anlamları iletir: Ülkü ocağının ocağında okunursa, başka; takunyalının hamamında okunursa, bir başka; Stalin'in vodka sofrasında okunursa, daha başka; Sermayenin attığı kemikleri kemirirken okunursa, daha daha başka anlamlandırılmalara gebedir. Hangi anlamla anlamlandırılırsa anlamlandırılsın, bu kitabın siyasal doğruluk iddiasıyla yanıp tutuşan siyasal yobazlar tarafından başka insanlara zarar vermesi için kullanılmasını asla istemem: Amacın kendimizi ve çevremizi ve dünyamızı anlamamız, ve insanca yaşam için ortak çabalarla değişim getirmeye çalışmamızdır, katliamlarla değil!. Dikkat dikkat: Ben burda liberal kapitalizmin sömürü ve hunhar düzenini olduğu gibi kabul eden BARIŞ türküleri veya nutukları okumuyorum. Bu barış nutukları verenler, burjuva sofralarında verdikleri her konuşmalarında birkaçbin dolar para alırlar. Bu barış nutukları ve türküleri verilirken de dünyanın birçok yerinde egemen düzenlerin katliamları ve sömürüleri, açlık, evsizlik, işsizlik, kısaca insanın insanı mahkum ettiği insanlık dışı yaşam şartları devam eder. Tekrar edeyim: Eleştirici bir gözle okuyun lütfen. Söylediklerimi kendi gördüğünüz ve yaşadığınız gerçeklerle tartın, biçin: Yanlış olmaktan ne utanç duyarım ne de korku. Tam aksine, negatif bir değerlendirmemde eğer yanlışsam, bu beni sevindirir. "Ben'in" benliğini hastaca korumak için, çıkarına ters düştüğünden, gerçekleri red etmesi manyaklığını bırakmak gerekir. Eğer pozitif bir değerlendirmemde yanlışsam, bu beni üzer, ama gene de yanlış yanlıştır ve kabul edip düzeltmemiz gerekir. Bu doğruya yakınlaşmada insanca seçilecek yolun özelliklerinden biridir.

Bu kitapta, kapitalisti, modern-burjuvazinin diğer ülkelerde milliyetcilik adı altında beslediği faşizmi ve bazı bilim-filim adamlarını azıcık kötülüyor gibi gelebilirim. Kötülemek de ne kelime diyeceksin okuduktan sonra. Fakat şunu açıkça okuyucunun anlamasını isterim, Kapitalist (veya bilim adamı, gazeteci, öğretmen, muhabir, polis) dediğimde toplumda bu görevi üstelenen, bu rolü oynayan kişileri düşman olarak göstermiyorum. O kişiler tarihteki rollerini belli kılıflar içinde, örneğin tilkice, siyaset adamı olarak, dolandırıcılıkla milyarlar vurararak, mobilya üçkağıtcılığından başlayıp iletişimde işbirlikçi sermaye dalına sıçrayarak, bankacı olup banka soyarak, simit satıp zengin olarak, üniversite bitirip yaşlanarak koca bulamayıp evde kalarak, mühendis olup bir montaj-fabrikasında makinelere çocuk-bakıcılığı yaparak, ve birçokları da birçok mavallara kendisinin gerçeği sanıp inananarak oynarlar. Kapitalist de içinde doğduğu, yaşadığı ve zevkle yaşattığı düzenin herkes gibi bir parçasıdır. Kapitalisti ve devletini hunhar ve gözü dönmüş yapan büyük ölçüde sistemin düzenlenme ve işleyiş şeklidir. Sistemi de işleten ve yürütenler klasik-koca göbekli kapitalistler değil, kapitalist sistem tarafından yüksel ücretle kiralanmış, kapitalisti utandıracak kadar insafsız uygulamalar yapan yönetici kadrolardır. Ne denli, ağır laflarla eleştirsem bile, bunun anlamı sadece ifadeye güç vermedir. Biz anlatıma lafla güç vermeye çalışırız, bazıları da füzelerle, işkencelerle falan... Eh, herkesin ikna yöntemi farklı. Benimki lafla değirmen döndürme gibi birşey... Buna "iletişim biçimi\tarzındaki farklılık" denir. Kafa kırma tarzıyla, ifadeye kanlı ve canlı bir güç katma ve bu yolla ikna etmeye çalışmak, asla doğru ve haklı olamaz. İnsanları ezmek ve öldürmek dünyadaki bugünkü örgütsel ve ilişki düzenine çare getirmez. Tabi benim bu dediğimi okuduğun şu an, dünyanın birçok köşesinde, egemen sınıfların devlet örgütleri (adalet sistemi, ordusu, gizli teşkilatı) ve çok vatanperver, dini büsbütün ve aile değerlerine derinden saygılı ikiayaklılar tarafından bazı insanlar canavarca yenmektedir. Adaletsiz ve baskıcı insanlık dışı durumu gören, yaşayan ve karşı gelenler, kapitalist-avcılığı yapmayacak kadar insanlık ideolojisine sahiptirler. Çoğunlukla kendilerini savunma durumunda bırakılmışlardır, vurulmuş ve saldırıya uğramışlardır. Kim olursa ve ne olursa olsun (kapitalist, faşist, komünist, iblis), Toplumdaki her pozisyon ve yerde vurulanların yerini yenileri alır, ta ki o pozisyonlar ve yerleri oluşturan yapı ve ilişkiler ortadan kalkıncaya veya yeniden düzenleninceye kadar. Bu yeniden düzenleme ve ortadan kalkma insanları öldürerek ne durdurulabilir ne de sağlanabilir. Durdurulduğunu ve sağlandığını sananlara tarihe yeniden bir göz atmalarını tavsiye ederim. O kadar uzağa gitmeye de gerek yok, son otuz senenin Türkiyesine bakmak bile yeterlidir. Bunu yazarken aklıma hemen şu düşünce doldu: İrfan, senin gibi .... ürür, gene de, kanlı kervan yürür. Cevap: Ebediyen yürüyen kervan duydun mu?

Modern burjuvazinin, çıkmazda kaldığında, siyasal faşizme, yani Hitler gibi bir kişinin ve faşist siyasal örgütlenmenin egemenliğine başvurması KENDİSİ İÇİN en son seçeceği bir seçenektir. Bunun yerine, ordusunu ve polisini kullanarak egemenliğini sağlar. Çünkü modern burjuvazinin faşizmin devletciliğine tahammülü yoktur. Devleti kendi çıkarları yönünde kullanmaktan asla vazgeçmez. Modern burjuvazinin sosyal-faşizmi ise günlük yaşam pratiğidir: İşçi hakları, kadın hakları ve sendikalaşma çabalarına karşı alınan tedbirler, ücret politikası ve her gün iş yerlerinde işçilerin\memurların yüzyüze geldikleri durum bu faşizmin günlük pratikteki ifadeleridir. Modern burjuvazi kendisi için seçmediği siyasal-faşizmi sömürdüğü ülkelere gelince çıkarına en iyi hizmet eden bir yöntem olarak görüp, gerekirse kullanır. Bu nedenle milliyetcilik el altından beslediği bir akımdır. Başkalarının sahip olduğu vatana bu başkaları için sahip çıkan milliyetcilerin titreyip kendilerine gelmeleri gerekir: Ardından koştuğun milliyetcilik bile senin malın değil, kapitalist Batının siyasal kültürünün malıdır. Uyan!: Vatan, millet, birlik, beraberlik duygularını sömüren burjuva milliyetciliği, bizim gibi ülkeleri soyanların soygunlarını, adaletsizliğe ve insafsız sömürüye başkaldıranlara karşı, hunharca koruma ideolojisidir. Burjuva milliyetciliği yirminci yüzyılda bizim gibi ülkelere, burjuva-demokratik devrimiyle, batıdan sirayet eden, insanlık için en tehlikeli ve en bulaşıcı hastalıklardan biridir. Kısaca, ülkücülükle insanlığı bağdaştırmak istersen, katil burjuva milliyetiliğini bırakıp, hiç değilse, Türkün ülkesinde imperyalist soyguna ve soygunun işbirlikçilerine karşı savaş verirsin, ve bu uğraşda da amacın her Türk vatandaşının insanca yaşamaya hakkı olduğu olur. Sömürüye ve adaletsizliğe başkaldıranları, senden olmadıkları ve senin savunduğun çareden başka çarelerle geldikleri için, boğazlaman veya bağazlama hissiyle yanman değil. Burjuva milliyetciliği peşinde koşanlar yaptıklarıyla cehaletin cani-bilgiçlik taslamasına en acılı örnekler verirler. Tasmasız-evcil hayvan baskı altında olmadan eve bağımlılığını sürdürür.

Kitabı bölümlere ayırışım keyfidir. Başta bazı önemli kavramlar üzerinde anlam tartışması yaptım: Daha doğrusu, hepimizin bildiği egemen anlamlardan farklı olan anlamlarını sundum. Ardından uluslararası iletişim düzenini oluşturan ülkeler, bu ülkelerin genel iletişim teknolojisi ve üretimi yapıları, ülkeler arası iletişim ilişkilerin durumu ve bu durumun ortaya çıkardığı neticeleri anlatmaya çalıştım. Bunu takiben, uluslararası düzene karşı alternatif arayışlar ve bu arayışlara karşı direnişler ve politikalara eğildim. Sonuç olarak da durum ve yakın gelecek hakkında bazı olasılıklar üzerinde durdum.

Bu kitabı çok kağıt harcamadan, makas ve tutkal falan kullanmadan yazmamda bana büyük yardımda bulunan dünyanın en güçlü konglomeratelerinden (dev firmalarından) biri olan NEC'in Japon emekcilerine teşekkür ederim: Üç sene evvel bana 3,000 dolara mal olan ve şimdi 1000 dolara kolayca alınabilecek kompütürü yaptıkları için... Yoksa, bu kitabı birkaç ayda biraz zor bitirirdim. İletişim teknolojisi bu, kağnı arabası değil. NEC kompütürünü NEC'e bağımlılık yaratacak şekilde biçimlendiren firma politikasına ise bir çift sözüm var: @@*%#&$#@!!!.(anladınız değil mi?). Çünkü NEC ve IBM gibi devler kendi parçalarına bizi bağımlı yaparlar: Standartları onlar yaratır, fakat kendi malları için kendi parçalarından başka parça kullanamazsın. Bu nedenle, yeni parçalar alarak kompütürü güçlendirme yeni bir kompütür almadan çok daha pahalıya mal olur. Gelişmiş teknoloji bu: Yenisi çıktığı için eskisinin hükmü kalmaz! Neden? Pazarlama... Neyse. Teşekkür edeceğim veya halını hatırını soracağım, geçmişine ve sülalesine dua okuyacağım diğer kişilere gelelim: Herzamanki gibi, bu kitabın basılmasını gerçekleştiren Sevgi Özel ve o çatı altında harıl harıl çaylı kahveli dedikodu yapan, pardon şaşırdım Maliye bakanlığı falan sandım, yani harıl harıl çalışan maaşlılar ve ücretlilere teşekkür şart yani. Hey, ücretliler, düşünün, eğer kapitalist sermaye ve uluslararası sömürü düzeni olmasa, bu kitap da olmazdı, siz de sıkıntıdan çaat diye patlardınız. Onun için, sermayeye de teşekkürlerimizi bildirelim: Ya bir de sermaye kendini çömleğe koyup gömseydi, n'olacaktı? En azından, İşsiz ve aç kalırdık valla! Çalıştırdıkları için, Allah razı olsun Koç amca'ya falan. Siz bütün uluslararası firmalarla bir olup, (başka çareniz yok), bizi besleyin ki, aç kalmayalım. Sizsiz, biz n'aparız? Cennetliksiniz siz!. Time\Warner ile falan TRT'nin uyuşuk ve elitist-elinden kanal 3'ü alın ve bize biraz çıplak karı, pardon, modern biçimde şeyler gösterin ki gönlümüz, içimiz ve iştahımız açılsın, hemen yeni bir araba ve arabanın yanında süzülen kumruyu falan satın almaya koşalım. Yeğenim Özlem'i, Walt Disney'i savunarak ve bana popüler müzik dersi vererek yardım ettiği ve arabanın tekerini punk müziğinin titreşimleriyle patlattığı için zaten iki saat yanımda yürüterek cezalandırdım, teşekküre gerek kalmadı. Diğer yeğenim uçan-kız Pınar'a, benim kitabı okumamak için, dört kattan aşağı paraşütsüz atlayarak, kırılan iki bacağı elinde dünya rekoru kırdığı için, bir diyeceğim yok: Kızım, bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!. Unutma altında, sorumsuzca dikilen binaların penceresinden falan düşerek ölüp, yatanı!. Nazmiye'ye ya uzakta olduğundan ya da bir kopye göndermediğimden olacak, yardım etmediği için; Korkmaz'a, okuması gebelik süresinden de uzun süreceğinden ve sakallı bir bebek beklemediğimden, "sakın okuma, hemen okut n'olur" yalvarışıma isteksizce uyarak Çiler'e hızla okutttuğu ve Çiler'in önerilerini, postaya güvenmediğinden, eşi Zeynep'le Amerika'ya kadar elden gönderttiği için; Zeynep'e "İrfan'ın kitabı n'oldu?" diye Korkmaz'ın zaten akşama kadar eti kalmamış kafasının kemiğini hattır huttur yediği ve ta Ankara'dan kalkıp ta New York'a gelerek postacılık yaptığı için; Yüksek lisans öğrencisi Çiler Keleş'e kitabın taslağını okuyup sunduğu, ne yazık ki insafsızca olmayan, keleş eleştirileri için çok teşekkür ederim. Gelelim uzun senelerdir Amerika'da konaklamam nedeniyle nadiren gördüğüm, fakat her zaman içtenlikle sevip, duygululuğunu ve entellektüel kapasitesini taktir ettiğim kuzenim Oya'ya: Benim 1960'lardan kalma Türkçemi ve bir türlü tam karşılığını bulamadığım (sözlüğe bakmak zor mu geliyor?) ingilizce kavramlara yeni türkçelerini bularak, anlam hatalarını düzeltmede yardım ederek, ve eleştirilerde bulunarak (Sevmek Ne Demek adlı kitabımı tam benim umduğum şekilde eleştirisi gibi), kitabın son proof-reading'ini yaparak gerçekleşmesinde büyük yardım ettiğin için ne denli teşekkür etsem azdır. Acaba en başta okuyucuma mı teşekkür etseydim? Az daha unutuyordum: Okuyucular nasılsınız, iyi misiniz? Aman iyi olun ki kitabımı okuyun. Bir çeşit okuyucuya epey acırım: Öğrenciler. Hadi gene şanslısınız, valla. Eğer benim öğrencim olsaydınız, zorunlu olarak bu kitabı alıp yutar gibi okurdunuz.(Kitap satmanın en kesin yolu.) Sınavda tutar "kitabın 453'üncü sayfasının üçüncü paragrafında demek istediğimi kendinizce açıklayın" diye sorardım. Kopye bile çekemezdiniz, çünkü kitap sadece 360 sayfa: Öğrenci olmak kolay değil!. Fakat en fıstık okuyucu kitabımı kapağını beğenip alan ve kütüphanesine bir süs eşyası olarak ekleyendir: Böyle okuyucu kitabımı okumadan sever. Kitabım da, kendini hırpalamadığı için, okuyucuyu... Tehlikesiz bir okuyucudur bu. Kitabı kimseye de vermez. Korur. Gerçekte bu okuyucu-olmayan okuyucu, kitabı okuyup öfkelenenden ve içinden beni tokatlamak isteyenden, ve hatta gizli teşkilatlarda ve ahlak-düşkünü devlet örgütlerinde yapıtın ideolojisini ve ahlakını saptayarak ne denli yararlı ve zararlı bir kitap olduğuna karar verenden daha kötüdür. Neyse kısa keselim: Ne türlü okuyucu olursan ol, gizli ajan ol, ve kapağa bile bakaraktan gözünün nurunu döktüğün için teşekkür ederim. Peki bana kim teşekkür edecek?.. Sen ne yaptın ki? Ben teşekkür edeyim bana ve bitireyim sunuşu. Teşekkür ederim. İşte böyle. Gerisi size kalmış. İyi okumalar.

İrfan Erdoğan

New York, Aralık, 1993





İÇİNDEKİLER



I. ANLAMDA İDEOLOJİK MÜCADELE 1



İLETİŞİM, ARAÇ, KİTLE 1

ÜLKE, HALK, MİLLET, VATAN, 16

TEKNOLOJİ 20

SINIF 20

FİKİRLER VE İDEOLOJİ 21

FEODALİZM 28

KAPİTALİST, SERMAYE, KAPİTALİZM 30

İŞ, EMEK 31

AZ GELİŞMİŞ 32

ALT-YAPI 34

DEREGULASYON 38

GLOBALLEŞME\ULUSLARARASILAŞMA 39

ÇOK ULUSLU ŞİRKET 40

DIVERSIFICATION\ÇEŞİTLİLEŞME 41

DİKEY ENTEGRASYON\BÜTÜNLEŞME 41

HABER, PROGRAM, ÜRÜN 41

II. ULUSLARARASI İLETİŞİM DÜZENİ 43


A. İLETİŞİM TEKNOLOJİSİ, İLİŞKİ VE POLİTİKASI 46

B. ÖRGÜTSEL YAPILAR 63




AMERİKA 66

KANADA 83

İNGİLTERE 84

JAPONYA 86

ALMANYA 86

FRANSA 87

HOLLANDA 88

İSVEÇ 89

İTALYA 89

BAĞIMLI ÜLKELER 90

ESKİ DOĞU AVRUPA BLOKU 112


C. ÖRGÜTSEL İLİŞKİLER 114



ÖRGÜTSEL TRANSFERİN İŞLEYİŞİ 114

REKLAM ENDÜSTRİSİNİN OYUNU 116

ÖZELİN KAMUYA SALDIRISI: DEREGULASYON? 116

SERMAYENİN ULUSLARARASILAŞMASI 129

HABERCİLİK İLİŞKİSİ 133

MİLLİ DEVLETLERİN ROLLERİ 136


D. SOFTWARE BİÇİMLERİ VE PAZAR İlİŞKİLERİ 141




AMERİKAN PAZARI 142

GELİŞMİŞ AVRUPA PAZARI 145

BAĞIMLI PAZARLAR 147

ESKİ DOĞU BLOKU 151

SİNEMA FİLMLERİ 151

SERİLER 155

OYUN SHOWLARI 155

GÖRÜNTÜLÜ, SESLİ VE BASILI HABER 158

FUTBOL VE SPOR 161

ÇOCUK ÜRÜNLERİ 164

DERGİLER 167

EĞİTİM SOFTWARELERİ VE ÜSTÜN KÜLTÜR 169

EV-VIDEO PAZARI VE KORSANLIK 171

PORNO ÜRÜNLER 172

MÜZİK: RADYO VE KASETLER 173

ÜRÜN FİAT POLİTİKASI 177


E. İLETİŞİM PROFESONELLİĞİ, PRATİĞİ VE İDEOLOJİSİ 190


TARAFSIZLIK VE NESNELLİK 201

BASIN (İLETİŞİM) ÖZGÜRLÜĞÜ 203

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ 205

SORUMLULUK 208

İLETİŞİM VE KAYNAK SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ 209

DEMOKRATİKLEŞTİRME 211

III. ALTERNATİF DÜZEN ARAYIŞI VE KARŞI TEPKİLER 213


BİRLEŞMİŞ MİLLETLERDEKİ GİRİŞİMLER 213

KÜLTÜR İMPERYALİZMİ 216

MEDIA İMPERYALİZMİ 224

SERBEST AKIM DOKTRİNİ VE POLİTİKASI 229

MODERNLEŞME DOKTRİNİ VE POLİTİKASI 233

IV. SON SÖZLER: DÜZENİN GELECEĞİ 239
Share:

Translate

Çok Okunanlar

YENİLER

Blog Arşivi

Labels Etiketler

Burs ve Kitap

Kitaplar BEDAVA

Kitaplarımın hiçbiri kesinlikle satılık değildir (olası istisnai durum için lütfen okuyun). Gerçi birkaç öğrenciye burs vermek için  bi...