MEDYADA SPOR: Çağdaş Kuru Ekmek ve Sirk Politikası
Televizyonda spor, önde gelen tüm türleriyle,
farklı kapsamlarda haberlerde, magazin programlarında, spor (tartışma)
programlarında ve elbette spor müsabakası yayınlarında karşımıza çıkar. Sporun
iletişimi, medyada, spor gösterilerinin canlı yayını dışında, örgütlü dedikodu
ve olmuş üzerine laf söyleme biçiminde yürümektedir. Akademide ise, en iyi
biçimiyle anlamlı araştırmalar yanında, değer yargılarına dayanan sistemli övgüsü
veya eleştirisi yapılır. Nasıl ele alınırsa alınsın, spor/oyun belli örgütlü
yer ve zamandaki üretim biçimi ve ilişkilerinin bütünleşik bir parçasıdır: Ne
ekonomiden, ne siyasetten ne de kültürden ayrı veya bağımsız bir şey değildir.
Sporun ekonomisinde ve siyasetinde baş döndürücü meblağlar dönmektedir.
Spor programlarında, mülk elde etme (spor
tesisi kurma veya satın alma, sporcu kiralama veya alma) ve kullanma ve de el
değiştirme (mal ve sporcu satma) ilişkileri olağan olduğu için ya hiç
konuşulmaz ya da “futbolcu transferi” gibi farklı kavramlar kullanılarak
gündeme gelir. Sporda mülkiyet yapısı hem pazar ilişkilerinin nasıl olduğunu
gösterir hem de yasal ve ilişkisel düzenlemelerin çerçevesini çizer. Televizyonda
bun yapıyla ilgili haberler sadece “süreçler” (örneğin kulüp başkanı seçilmesi)
gibi normalleştirilmiş çerçeveler içinde ele alınır. Şu anlatacaklarımın
hiçbiri, televizyon programlarında tartışma konusu olarak ele alınmaz: Sporda
mülkiyet, ister şirket isterse dernek/vakıf statüsünde olsun, öncelikle spor takımının kendisidir ve sporcularıyla
takım (ulusal-uluslararası) piyasalarda bir değere sahiptir. Bu organizasyonun
mal varlığı örgütsel taşınabilir veya taşınamaz mülkleridir. Mülkler arasında
değeri üretim performansına göre değişen sporcular en görünenidir. Sporcu, takım
yöneticilerinin alıp sattığı çok değerli bir maldır/emtiadır. Bu mal/emtia
insandır; emek kiralanmasıyla yapılan ve özgür olarak nitelenen fakat ücretli
kölelik biçimini ifade eden kapitalist pazar yapısında, sporcu ücret köleliği
yanında, tarih boyu süregelen mutlak köleliğin de ilginç bir biçimi olarak
ortaya çıkar. Bu biçimde transfer ve kontrat sistemiyle gelen emeğin yanında,
kişinin vücudunu kullanma (bedensel yetenek) hakkına sahip olma ve bunu
pazardaki alışveriş mekanizmasının bir parçası olarak kullanma şeklinde
karşımıza çıkmaktadır.
Spor bize eğlence, boş zaman etkinliği ve
vücut ve ruh sağlığını geliştirme faaliyeti olarak ve bireyselleştirilerek
sunulur. Televizyonda spor “şahane seyirlik gösteriye” dönüştürülür; maç
kazanma ve kaybetme izleyen seyircide bile içselleştirilir ve duygusallaştırılır.
Maç sonrası spor tartışma programlarında, özellikle hakemlerin ve VAR sistemi
ve hakemlerinin) “taşlanan keçi olarak” kullanıldığı ve tartışmanın eski
futbolcu, eski hakem, spor yazarı ve yorumcusu olan kişiler maçtan alınmış
çekimler de izleterek “uzman görüşlerini, eleştirilerini, yanlış hakem
kararlarını tartışırlar. Hele bir de seyircilerin taşkınlığı olduysa ve sahada
oyuncular birbirine girdiyse, tartışmalar daha da hararetlenir. Bu hararetli tartışmalar
sürerken ve biz televizyonun başında bunun heyecanlı taraf olurken, spor
pazarında kimin kime ne kadar milyonlar ödediği, daha çok pay alma kavgaları ve
yarışı, siyasetle olan ilişkiler ve seçimlerde ayak oyunları, (muhtemelen) kara
para aklama, dış piyasadan kaliteli mallar (yabancı sporcu) ithal etme ve mal
ihraç etme, televizyonlarla ve ürün ve hizmet şirketleriyle sponsorluk
anlaşmaları ile süregelen endüstriyel spor faaliyetleri devam eder. Biz
izleyiciler de, bir takımı tutan taraftar olarak sahte sahiplik duygusuyla
yanıp tutuşuruz, spor denen şirketler dünyasına sanki bizim dünyamızmış gibi
sarılırız. Öyle sarılırız ki hem duygusal bakımlardan bizim olmayanla düşünsel
ortaklık kurarak derin duygularla dolarız hem de yüksek fiyatlarla taraftar
olduğumuz takımın dükkanlarından formalar ayakkabılar falan alarak materyal
olarak soyulmamıza canı gönülden katılırız. Taraftarı olduğumuz takım için
sadece paramızı değil, canımızı da veririz. Ama bu tek yönlü destek ilişkisi,
asla tersine (ben taraftarınızın zor durumdayım, bana yardım edin gibi
bağlamlarda) çalışmaz ve zaten çalışması da düşünülmez, çünkü düşünülmesi bile
abestir: biz veririz onlar alır. Karşılığında da soyut duyguları kemire kemire
caka satarız.