Gazi Üniversitesi İletişim Dergisi, 20(2),
2005, s. 1-48.
Kitle İletişiminde Pozitivist Ampirik Geleneğin
Kuruluşu:
Lazarsfeld ve Yönetimsel Araştırmalar
Ampirik
araştırmalar çoğu kez toplumun özel veya kamu sektöründeki karar vericilere
yardım etmek için yapılır.
Lazarsfeld,
1972:ix
Öz
Bu makale kitle iletişiminde pozitivist geleneğin kuruluşunu
Lazarsfeld’in katkılarından hareket ederek inceledi. Bu amaçla, Lazarsfeld’in Viyana’da
kurduğu ilk araştırma merkezindeki çalışmalarından başlayarak kuram ve yöntem
ile ilgili katkıları özlüce ele alındı ve irdelendi. Lazarsfeld’e yöneltilen
genel eleştiriler değerlendirildi. Lazarsfeld’in “Yönetimsel ve Eleştirel
İletişim İncelemeleri” makalesi özlü açıklamalarla sunuldu. Sonuçta,
Lazarsfeld’in iletişim alanına katkılarının doğası tartışıldı. Bu makalenin ana
argümanına göre, Lazarsfeld yoğun araştırma faaliyetleri ve kuramsal ve
metodolojik çalışmalarıyla pozitivist ampirik geleneği kurdu ve serbest teşebbüs
sistemine olası en iyi hizmeti verdi. Bu hizmet geleneği, önce Amerika’da ve
sonra bütün dünyada egemen oldu.
Summary
This
article studied the establishment of positivist tradition in mass communication
by means of Lazarsfeld’s contributions. Hence, starting with his work at the
first research center he established in Vienna ,
his theoretical and methodological contributions were briefly presented and
scrutinized. General criticisms against Lazarsfeld were evaluated. Lazarsfeld’s
“Administrative and Critical Communication Research” article was presented with
brief explanations. The nature of contributions of Lazarsfeld to the
communication field was discussed. The main argument of this paper is that Lazarsfeld
established a positivist empiric tradition and provided the best possible
service to the interest of the free enterprise system by his extensive research
activities and theoretical and methodological works. This service tradition
became dominant first in the United
States and then all over the world.
Giriş: Konu ve Amaç
Kitle iletişimi araştırmaya konu olduğundan beri çeşitli yöntembilimsel
yaklaşımlar geliştirilmiş ve bunlara dayanan araştırmalar yapılmıştır.
Günümüzde kitle iletişimi alanında dünyada egemen araştırma yöntemi, yapısal
işlevsel yaklaşıma (structural functionalism) bağlı
olarak gelişmiş olan pozitivist ampirik gelenektir. İletişimde, özellikle alan araştırmalarının
hepsinde, yöntembilimsel hareket noktası yapısal işlevsellik olmuştur. Yaklaşımın
gönderici, mesaj, alıcı ve geri besleme bağlamlarında ele aldığı temel kuramsal
konular ve sorunlar “etki” üzerine kurulmuştur. Paul Lazarsfeld etki araştırmaları
geleneğini başlatan ve egemen paradigma olması yolunda geliştirdiği
yöntembilimsel tekniklerle, kendi araştırmaları ve destek verdiği araştırmalarla
çok önemli katkılarda bulunmuştur. Bu
makale, Paul Lazarsfeld’in çalışmaları ve katkıları ele alındı ve en önemli çalışmalarından
biri olan “Yönetimsel ve Eleştirel İletişim Araştırmaları” makalesi, özlü açıklamalarla sunuldu.
Kitle iletişiminde pozitivist yapısal işlevsel yaklaşımın
çıktığı ve yayıldığı yer Amerika’dır. Lasswell’in Library
of Congress’teki içerik analizi ve Lazarsfeld’in Columbia
Üniversitesinde Office of Radio Research
merkezindeki çalışmaları gibi ilk incelemeler Rockefeller
Foundation ve benzeri özel çıkar kuruluşları tarafından finansal olarak desteklenmiştir.
Rockefeller ve araştırmacıları Amerikan kamuoyunu Nazi Almanya’ya karşı nasıl örgütleyecekleriyle
ilgileniyorlardı: Savaşın Amerikan halkına pazarlanması. Lasswell’in görüşüne göre,
Amerikan elitleri Nazi Almanya ve Sovyetler Birliği gibi otoriteryan
toplumlardan gelen tehlikeye karşı demokrasiyi korumak için kitlelerin duyarlılıklarını
maniple etmeliydiler. Yani, Amerikan zenginleri Lasswell ve benzerlerini araştırma
ve propaganda yapmak için finanssal olarak desteklemeliydiler. Lasswell ve Lazarsfeld,
çevresinde topladıkları ve yetiştirdikleri akademisyenler ve araştırmacılarla,
elde ettikleri fonlarla ve yaptıkları araştırmalarla, sadece savaş sırasında değil
savaştan sonra da hem Amerikan iç ve dış politikalarının yaygınlaşması ve meşrulaştırılmasında,
hem de kitle iletişim alanındaki araştırmaların yönü ve içeriğinde belirleyici
rol oynamışlardır. Paul Lazarsfeld istatistikçi, yöntembilimci, araştırmacı ve
lider olarak pozitivizmin, yapısal işlevselci yaklaşımın ve bu yaklaşımın
metodolojisinin ve araştırmalarının hem Amerika’da hem de diğer ülkelerde
yayılmasında öncü olmuştur.
Bu makalenin amacı, günümüzde iletişim alanında Türkiye’de hızla
yayılan yönetimsel araştırma yönteminin doğasıyla ilgili temel bilgileri, bu egemen
yönelimin kurucusu olan Paul Lazarsfeld’in katkılarını irdeleyerek sunmak;
böylece, iletişim fakültelerinde kuram ve yöntemle uğraşan herkesin bu konuda
bilgilenmesine katkıda bulunmaktır. Çünkü Türkiye’de hemen hepsi DeFleur gibi
en sağda ve McQuail gibi liberal-çoğulcu görüşteki çeviri kuram ve yöntem kitaplarında,
Lazarsfeld’in katkıları ya hiç ele alınmamakta ya da tarihsiz model anlatısı
içine sıkıştırılmaktadır. Daha kötüsü, kuram derslerinde, örgütlü toplumsal
yaşamla ilişkisinden kopartılarak biçimlendirilmiş olan McQuail’in derlediği
“iletişim modelleri” ezberlenmekte ve ezberletilmektedir. Lazarsfeld’in
özellikle kitle iletişimi, kişiler arası iletişim, grup iletişimi ve ampirik
yöntem konularında bilinmesi gerekir. Bu makale, aynı zamanda, Türkiye’de
Lazarsfeld ile ilgili bu eksikliği ve gereksinimi gidermeye katkıda bulunmak için
tasarlandı. Bu amaçlarla, makalede önce, Lazarsfeld zamanındaki gelişmeleri de
dikkate alarak, Lazarsfeld’in kitle iletişimi araştırmaları, kuramları ve
yöntemle ilgili olarak katkıları, üniversiteyi bitirdikten sonraki
çalışmalarından başlayarak kurduğu gelenek ele alındı ve irdelendi. Sonra,
Lazarsfeld’in yaklaşımının doğasıyla ilgili eleştiriler üzerinde duruldu. Ardından,
Lazarsfeld’in 1941’de yazdığı “Yönetimsel ve Eleştirel İletişim Araştırmaları”
adlı makalesi, genel yapısı özlüce açıklanarak tümüyle sunuldu. Böylece, bu çok
önemli makalede sunulanlar hakkında okuyucunun hem bilgi edinmesi hem de kendisinin
de irdelemesi ve bizim irdelemelerimizi irdelemesi sağlanmaya çalışıldı.
Bu makale Lazarsfeld’in değerini düşürmek, ona hücum etmek
veya onu övmek için hazırlanmadı. Lazarsfeld’in geliştirdiği ve kullandığı
yöntemi ve yaptığı araştırmaları gözden geçirmek; bir şirket veya kurum için “alan
araştırması’ yapıyorum diye eline anket alıp veya öğrencilerin eline anketler
tutuşturup, Türkiye’de pozitivist ampirist[4] araştırma
yaptığını sananlara öğretici bazı ip uçları vermek; pozitivist ampirizmi, ne
olduğunu gereğince bilmeksizin geçersiz sayanlara, kapitalizm kadar geçerli olduğu
hakkında bilgiler sunmak; iletişim alanında kesinlikle okunması gereken bir bilim
adamını, çalışmalarını ve önemli bir makalesini sunarak, yeni yetişen
akademisyen adaylarının yetişmesine katkıda bulunmak için hazırlandı. Lazarsfeld’i
bazen eleştirirken, herhangi bir alternatifi meşrulaştırma kaygısı güdülmedi.
Birilerinin yazdıklarını basit biliş, bilinç ve değerlendirme huyundan vazgeçmemiz
gerekir.
Lazarsfeld ve Kurduğu Gelenek
Lazarsfeld (1901-1976) sosyalist hareketi benimseyen, ortanın
üstü seviyede, entelektüel Yahudi bir ailede yetişti. Babası avukat, annesi de psikolog
ve yazardı. Friedrich Adler gibi önemli insanlar evlerine gelirdi. O zaman
(Marksist) devrimci kahraman olarak nitelenen Adler’in önerisiyle ve teşvikiyle
matematik alanında eğitim gördü.
Lazarsfeld üniversiteye başladığı zamanlar, Avusturya
Katolik tutucular ile sosyalistlerin yarıştığı ve Viyana’da yönetimin,
sendikaların ve sosyalistlerin “sivil toplum” kurma çabalarının olduğu bir dönemdi.
O sırada, Viyana kavramların açıklanmasında ampirizme ağırlık veren “mantıksal
pozitivizmin” merkeziydi. Lazarsfeld genç olarak ve ailesinin sosyalist
geleneğinin etkisiyle sosyalist akımın bir parçasıydı. Bu bağlamda gençken
hareketin içinde aktif olarak çalıştı. Fakat pazar araştırmasına yöneldiği
andan itibaren endüstriyel çıkarların gerçekleştirilmesine yardım eden ürünler
ortaya koymaya başladı. Yapıtları Amerikan Mertoncu orta yol pozitivist yapısalcı
anlayışı yansıtır. Bilimsel yöntembilimci ve araştırmacı olarak Lazarsfeld, ampirist
geleneği geliştirme işini yaptı; endüstriyel çıkarların gerçekleşmesinde üniversite
ve endüstri işbirliğini kurdu ve araştırma merkezleriyle kurumsallaştırdı.
Paul Lazarsfeld 1925’te Vienna Üniversitesinden Matematik doktorası
aldı ve matematik ve fizik öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Fakat kısa zaman
sonra Karl Bühler’ın yarattığı Psikoloji Bölümünde yarı-zamanlı asistan olarak
çalışmaya başladı. Sosyal psikolojiyi, sosyalist toplumun yaratılmasının
dayandığı insan davranışını anlamak için bilimsel yöntem olarak gördü.
Lazarsfeld burada, “kaybedilmiş bir devrimin başvurduğu psikolog” gibiydi. Dolayısıyla,
başlangıç ve bitiş noktasının birey psikolojisi ve davranışı olmadığı, bu birey
psikolojisi ve davranışın da biçimlendiği, toplumsal yapısal üretim tarzı ve
ilişkilerinin olduğu düşüncesinden uzaktı. Bireyin yaşadığı yerdeki tercihlerini
ve eylemlerini inceleme teknikleri geliştirmek ve bu teknikleri kullanmak için
gerekli örgütü (araştırma enstitüsünü) oluşturmak işine girişti. Lazarsfeld “insanları ve eylemleri araştırma” sözüyle, ampirik
alan araştırmasından (survey research
veya quasi-experimental research) bahsediyordu: Nicel olarak hesaplanacak
datayı toplamak için örneklem çıkartmak ve ölçmeler yapmak. O zamanlar,
üniversitede bu örgütü/enstitüyü kurmak için yeterli mali kaynak yoktu. Bir girişimci
olarak, Lazarsfeld iş adamlarından, kurumlardan, cemiyetlerden ve hükümetten
projeler ve fonlar/bağışlar aldı. Böylece, Research Center for Economic Psychology
(Wirtschaftspsychologische Forschungsstelle) araştırma
merkezini kurdu. Lazarsfeld 1928’de çeşitli kurumlar ve şirketlerin
yardımıyla araştırma merkezini kurduğunda, sosyal bilimlerin önde gelenleriyle
birlikte çalışıyordu: Örneğin, Karl Bühler, Marie Jahoda, Hans Zeisel, Gertruda
Wagner, Herta Herzog ve Lotte Rademacher. Merkezde kahve,
ayakkabı, giyecek, çikolata, parfüm ve diğer tüketici ürünleriyle, kuru
temizleme servisiyle, Amerikan çizgi filmlerinin kiralanmasıyla, turizmle ve
sinemaya gitmeyle ilgili ilk pazarlama araştırmaları yapıldı. Lazarsfeld, aynı
zamanda, Radyo
Viyana izleyici alan araştırmasını da yaptı. İlk bilinen akademik araştırması Viyana’nın
dışında hemen herkesin işsiz olduğu Marienthal köyünde işsizlikle ilgili araştırmadır.
Araştırma resmi istatistikleri ve dokümanları, yerel profesyonellerle
görüşmeleri/mülakatları, yazıları, insanların tuttuğu günlükleri ve kayıtları,
hayat anlatısı görüşmeleri, gruplara katılımcı gözlemi ve psikolojik testleri
yöntem olarak kullandı. Bu bağlamda bir klasik oldu. Lazarsfeld Marienthal araştırmasının
sonuçlarını 1932’de Hamburg’da bir psikoloji kongresinde sundu. Lazarsfeld’in
bu çalışması ve pazar araştırmasına eğilen araştırma merkezi Rockefeller
Foundation’ın Paris temsilcisinin dikkatini çekti. 1933’de kitap olarak yayınlanan ama ancak 1960’larda yeniden basılarak sosyologların
dikkatini çeken araştırma sonuçlarından en önemlilerinden birine göre, uzun
zaman işsizlik radikalizme değil, ilgisizliğe götürmektedir. Bu kuşkusuz çok
ciddi bir bulgudur. Elbette, burada sormamız gereken sorulardan biri,
ilgisizliğe götürenin uzun zaman işsiz kalmak mı, yoksa yapısal koşulların
getirdiği çaresizlik veya başka faktörlerin mi olduğudur. İşsizlik belli
koşulların bir sonucudur; ilgisizliğe götüren bağımsız değişken, işsizliğin
kendisi (yani işsiz olma) değildir; hele “ilgisizliği” nedeniyle işçinin
kendisi de değildir. İş ve iş bulmayla ilgili olan yapısal faktörlerdir. Bunun
anlamlarından biri şudur: Nedensellik bağlarının doğru kurulması gerekir. Bu da
birkaç yüz veya birkaç bin kişiden toplanarak elde edilen verilerdeki değişkenleri
karşılaştırarak elde edilen sonuçlardan çıkartılırsa, yanlış olma olasılığı çok
fazladır. Bir akademik incelemede nedensellik bağı kuramsal gerekçelerden
hareket ederek kurulur. Bu pozitivist bilimin ve pozitivist ampirizmin en temel
kurallarından biridir. İstatistik sonuçları bize nedensellik bağları vermez,
sadece ilişki hakkında olasılıklı sonuç verir.
Araştırmanın kurduğu diğer bir anlamlı “neden sonuç ilişkisi”
de şudur: Hitler gibi demagog bir liderin işsizliğe ve enflasyona çözüm sözü vermesi
ve insanların buna inanıp onun peşinden gitmesi. Yani, toplumsal-yapısal nedenlerle
çıkmazda olan insana “söz vererek,” yani umutsuza umut vererek oy toplanıyor
veya destek sağlanıyor.
Mariental araştırması işsizliğin işsiz insanlar üzerindeki
etkisiyle ilgilendi. Bir bilimsel girişimde elbette bu önemlidir. Fakat bundan
çok daha önemli olan işsizliği yaratan koşullardır. İşsiz insanların duyguları
ve düşüncelerini öğrenerek, sosyal politikalar işsizliğin son verilmesi yönünde
değiştirilmez. Çünkü insanların düşüncelerini öğrenme amacı bu değildir. Bu tür
yaklaşımda, herkesin bildiği ve araştırmaya gerek olmayan etik ve duygusallık işlenir;
ama asıl sorun ve çözüm üzerinde durulmaz. Bu tür araştırmaların asıl amacı,
insanları tanıyarak onların kontrol ve yönlendirilmesi girişimlerine yardım
etmektir. Bu tür araştırmalar için, fazla zorluk çekmeden güç yapılarından
destek bulunabilir. Eğer ikinci tür araştırma tasarımı yapılırsa, yani
işsizliğin yapısal nedenleri üzerinde durulursa, araştırma bulguları “işsizlik”
gibi savunulamayacak bir durumu yarattığı için örgütlü yapıyı zor duruma sokar.
Hele bir de nedenler sıralanmış ve çözümler sunulmuşsa, yapısal gerçekler sunulduğu
için, bu gerçekleri yaratan, bu gerçeklerden faydalanan ve zenginlikleri bu
gerçekler üzerinde kurulu olan kişiler ciddi şekilde rahatsız olurlar. Bu tür
tasarıma destek bulunamaz.
Lazarsfeld üniversitedeki ve araştırma merkezinde öğrencilerini
eğitmek için 1929’da Avrupa’daki ilk istatistik ders kitabını yazdı: A Handbook of Statistical Methods for Psychologists and
Teachers.
1931-1932’de Viyana’da 110 bin kişi üzerinde ilk radyo
dinleyicisi alan araştırmasını yaptı. Araştırma, dinleyicilerin program
tercihleri üzerinde tasarlanmıştı. Lazarsfeld farklı grup dinleyicilerle karşılaştırmalar
yaparak izleyici ilgisindeki farklılıkları analiz etti.
Lazarsfeld 1930 ile 1937 arasında yoğun bir şekilde
pazarlama araştırmaları, işsizlik, araştırma yöntemleri ile ilgili makaleler yazdı.
1937’de “Magazines in 90 Cities – Who Read What?” başlıklı
bir araştırma makalesiyle Amerika’da kitle iletişimi alanında da incelemelere
başladı. Bütün araştırmalarında, daima denediği ve geliştirdiği metodolojiydi.
Dolayısıyla, yöntem üzerine çalışmaları devam etti. Public
Opinion Quarterly ve birçok pazarlama dergilerinde makaleleri
yayınlandı.
Avusturya’da kurulan Nazi egemenliğiyle birlikte 1933’te
yakınlarının hemen hepsi rejim tarafından hapse atılmaya başlandı. Lazarsfeld
1933-35 arası için “Rockefeller Travel Fellowship” ödülünü
kazandı. Avusturya’da Nazilerin gücü ele geçirmesiyle, Nazilerin kendinden
olmayanlara karşı açtıkları baskı ve katliam politikasının başladığı sırada,
Lazarsfeld Amerika’ya geldi. Lazarsfeld eğer işsizliğin yapısal sorunları
üzerinde dursaydı, bir zamanlar Amerikanın en büyük hırsızı olarak nitelenen
Rockefeller’in ismini taşıyan Rockefeller Foundation,
asla ona burs verip, işsizlikle ilgili araştırmalarını Amerika’da devam etmesi için
fırsat yaratmaz ve Amerika’ya çağırmazdı veya bu bağlamda da araştırma yapması için
Amerika’ya geldiğinde teşvik bulması mümkün olmazdı.
Aldığı bursla iki yıl Amerika’daki üniversiteleri ve araştırma
merkezlerini dolaştı. 1935’te Columbia Üniversitesi Sosyoloji bölüm başkanı
Robert Lynd’in yardımıyla Amerika’ya göç etti. Viyana’daki merkezin bir örneğini
olarak “Research Center of the University of Newark” araştırma merkezini kurdu.
Merkezde pazarlama araştırmaları ve işsizlik üzerine çalışmaya başladı.
Lazarsfeld 1935’deki “The Art of Asking
Why” makalesinde “neden analizi” (reason analysis)
yöntemini açıkladı.
1935’te Amerikanın en önde gelen iki psikologu, Hadley
Cantril and Gordon Allport “The Psychology of Radio”
adlı incelemelerinde, klasik promosyon veya akademik jargon ile “radyo
izleyicileri üzerinde araştırma yapılması” gerektiği sonucunu da sundular.
Radyo ile ilgili araştırma gereğine inanan Rockefeller
Foundation’dan Marshall, CBS araştırma başkanı olan ve Psikolojide
doktorası olan F. Stanton ile konuştu. Marshall ve Stanton radyo araştırmaları için
uygun yöntem belirleme üzerine bir araştırma projesi hazırladılar. Projeyi Rockefeller Foundation kabul etti. 1937’de Rockefeller Foundation Princeton Üniversitesine radyonun
amerikan toplumu üzerindeki etkilerini incelemek için 67,000 dolar bağışta
bulundu. Profesör Hadley Cantril başkanlığında Office of Radio Research kuruldu.
Projeyi yönetmek için Lazarsfeld’i yönetici/yürütücü olarak görevlendirdiler ve
Lazarsfeld orada da çalışmaya başladı. Bu sırada Newark Research Center New
York’ta kiralanan bir yere taşındı, çünkü iş kontratları New York’tandı.
Lazarsfeld alan araştırması yöntemi ve uygun data/veri
analizi teknikleriyle ilgileniyordu ve kitle iletişimiyle hiçbir ilgisi yoktu. Bunu
da gerektiğinde açıkça belirtiyordu. Lazarsfeld için kitle iletişimi sadece, insan
tercihi ve eylemini incelemek için kendi araştırma araçlarını geliştirebileceği
bir davranışsal alandı (Morrison, 1988: 204). Dikkat edilirse, Lazarsfeld için
“konunun”, insanın veya kitle iletişiminin anlamı “yöntembilimsel araç
geliştirmek için araç” olmasıdır. Ama bu araç, gene o insanları anlamak için
geliştirilen bir ölçme tekniğidir. Ama Lazarsfeld hiçbir zaman, örneğin radyo
izleme incelemelerinin önemsiz bir iş olduğunu kabul etmedi, onu kendi sosyal
ilgisiyle ilişkilendirdi (1940). Lazarsfeld’in sosyal ilgi olarak yazdıklarına bakılınca,
açıkça en azından bir sosyal demokrat olduğu görülür.
Lazarsfeld Princeton Radio
Project (1937) ile kitle iletişim araştırmaları alanını kurdu.
Stanton ve Lazarsfeld, radyo yayınlarının izleyiciler üzerindeki
etkisini ölçmeye yönelik bu “Radio Research Project” araştırması sırasında, “Lazarsfeld-Stanton
Program-Analyzer” ismiyle bir veri toplama aracı geliştirdi: İzleyicilerin
saniyeden saniyeye sevdiklerini ve sevmediklerini kaydetti. Ardından, sevip
sevmemelerinin nedenlerini bulmak için insanlarla derinlemesine mülakat (focus
group interviewing) yaptı. Ayrıca, bu araştırmada basit “cross-sectional survey”
uygulamalarının (bizde yoğun şekilde yapılan anketle alan araştırmaları türünün)
medya kullanımının etkileriyle ilgili sorulara cevap vermedeki yetersizliğini
keşfetti. Çok değişkenli çapraz-tablo (cross-tabulation) karşılaştırması kullandı.
Pembe diziler (soap opera) ve yarışma programlarını
izleyenlerin kullanım ve doyumlarını keşfetmek için niteliksel görüşme
tekniğini ve programların karakterlerini belirlemek için içerik analizini geliştirdi
(Barton, 2001: 251,252).
Büroda, Lazarsfeld basit örneklem almanın sınırlılığının üstesinden
gelmek için kartopu örneklemi (snowball sampling) yöntemini geliştirdi. Yöntem aynı
zamanda, kişiler arası ağın belirlenmesi ve analizini mümkün kıldı. [5]
Stanton 1938’de iletişim etki klasiği “Invasion from Mars” yayınının
incelemesini yapan psikolog Cantrill’i (1940) destekledi.
1939’da Rockefeller Foundation Radio Research projesi fonu Columbia Üniversitesinde “Office
of Radio Research” için yenilendi. Lazarsfeld Columbia Üniversitesine taşındı.
1941’de Sosyoloji Bölümünde doçent oldu ve meşhur sosyolog Robert K. Metron ile
tanışıp çalışmaya başladı. Office of Radio Research resmi olarak sosyoloji bölümüne
araştırma laboratuarı olarak eklendi. Merton Office of Radio Research’e yönetici
oldu. Ofis alanını genişletti ve diğer tür pazarlama ve sosyal araştırmaları da
yapmaya başladı. Columbia Bureau of Social Research radyo araştırmasından sonra,
ilgi alanını kitle iletişimi ve kişisel etki incelemelerine kaydırdı. Kişiler arası
iletişimle ilgili olarak 1939’da “The Change of Opinion
during the Political Discussion” makalesi başlangıç oldu. Kişiler arası iletişimle
ilgisi, sonradan (1955), Lazarsfeld Katz ile birlikte “Personal
Influence” başlıklı kitaplarında kullandıkları yöntemde ve bulgularda
yansıdı. Bu kitapta sundukları araştırma sonuçları ve değerlendirmeleriyle
“fikir önderliği” ve “iki aşamalı/basamaklı akış” tezlerini yinelediler. Böylece,
doğrudan etki ve hipodermik iğne gibi tezleri çürüttüler.
Lazarsfeld, 1940’ta, B. Berelson ve H. Gaudet ile başkanlık
seçimlerinde oy verme tercihlerinin nasıl oluştuğu üzerine yaptığı araştırmada,
daha önce “düşünceleri ölçmede yeni araç” (Lazarsfeld ve Fiske, 1938) olarak
nitelediği panel tekniğini (panel analizini) kullanarak geliştirdi. Bu araştırmada,
iletişimin iki aşamalı/basamaklı akışı hipotezini inşa ve test ettiler. Fikir önderliğini
tanımladılar ve belirlediler. Kesişen-baskıların (kişinin içinde bulunduğu
gruplardan ve çeşitli ilişkilerden gelen baskıların) karar vermedeki etkilerini
ve kişilerarası ortamın etkisini saptadılar. İki aşamalı/basamaklı akış tezinde,
Charles H. Cooley tarafından ortaya atılan “birincil grubun” etkisinin önemini
keşfettiler (Mattelart, 1999: 91; Schiller, 1996: 60) Araştırmanın sonuçları
People’s Choice (1944) kitabında yayınlandı. Lazarsfeld’in, Berelson ve McPhee
ile birlikte oluşturduğu “Voting” yapıtında (1954),
kuramsal bağlamda siyasal iletişimin “oy verme’ alanında kapsamlı bir sunum yaptı.
Aynı zamanda, bu yapıtta, Lazarsfeld Amerika’da sınıf bilincinin ampirik ölçmesini
geliştirdi (1972a: 41).
1944’te merkezin adı “Bureau of Applied Social Research” (Uygulamalı
Sosyal Araştırma Bürosu) olarak değiştirildi.
Columbia Üniversitesinde, orta yolcu yapısal işlevselci sosyolog
Merton ile kitle iletişimiyle ilgili iki önemli makale yazdı: 1943’te savaş zamanındaki
radyo ve propaganda filmlerinin izleyicilerde etkisiyle ilgili incelemeleri özetlediler
ve irdelediler (Sills, 1996: 113). 1948’de, “Mass Communication,
Popular Taste and Organized Social Action” adlı makalede, kitle iletişiminin
toplumdaki ana işlevleri üzerinde durdular. Bu işlevler sonraki bütün iletişim sosyologları
tarafından tekrarlandı: Statü sağlama, sosyal normları destekleme ve narkotik etkisi
(Sills, 1996: 113; Schiller, 1996: 57; Peterson, 1996: 91). Lazarsfeld ve Merton,
kitle iletişim araçlarının sahiplik yapısı ve işlemesiyle ilgili olarak, medyanın
büyük ticari endüstriyel şirketler tarafından desteklendiğini, dolayısıyla
normal olarak o sisteme tutuculuğu ekerek (cultivation theory)
veya gerçek eleştirel görüşün gelişmesini engelleyerek, katkıda bulunacağının beklendiğini,
bunun normal olduğunu belirtirler (Schiller, 1996). Bu makalede kitle iletişiminin
sosyolojik bir analizi ve irdelemesi yapılmıştır. Fakat bu makalede bile,
Lazarsfeld ve Merton hala, bir kitle iletişim kampanyasının nasıl başarılı olacağı
üzerinde durarak, asıl irdelemenin bir kampanyanın başarısıyla ilişkili olduğunu
sergilemektedirler. Belki de, bu şekilde öneri getirerek, onları destekleyen
kaynakların kurumaması ve incinmemesini sağlam kaygısı vardır. Bu bilinemez.
İkinci Dünya Savaşında orduda “Office
Of War Information” Birimi yaratılıp Amerikan entelektüelleri buraya toplandığında,
Lazarsfeld de ‘danışman” olarak görev aldı. İletişimin, siyaset biliminin,
sosyolojinin, psikolojinin sosyal bilimlerin diğer alanlarının önde
gelenlerinin, sağcı ve solcu, hepsi,
psikolojik savaş araştırmasının yapıldığı (ve D. Lerner ve diğerleri tarafından
sonradan sürdürülen) bu askeri birimdeydi: Wilbur Schramm, Harold Lasswell,
Samuel Stouffer, Leonard Cottrell, Carl Hovland, Hadley Cantril, Charles Dollard,
Paul Lazarsfeld, Louis Guttmann, Robert Merton, Ithiel de Sola Pool, John
Clausen, Edward Barrett, Nathan Leites, Morris Janowitz, Daniel Lerner, Edward
Shils, Alexander Leighton, Leo Lowenthal, Hans Speier, Herbert Marcuse, Clyde
Kluckhohn, Frank Stanton, George Gallup, Elmo Roper.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, Lazarsfeld alan
araştırmasında çok değişkenli analiz yöntemini geliştirmeye devam etti. Bu bağlamda
savaş sırasında ve sonrasında çeşitli araştırmalarda “survey
research” tarzını uygulayıp geliştirdi. Lazarsfeld, Patricia Kendall ile
“Problems of Survey Analysis” adlı makalesinde (1950)
yaklaşımın prensiplerini ve sorunlarını açıkladı.
Lazarsfeld’in araştırma yöntemine kazandırdığı diğer bir
analiz de, yapısal işlevselci sosyolojinin temel kuramsal kavramlarından birini
ele alan “latent structure analysis” olmuştur. “Latent structure analysis” verilerin çok-boyutlu analiz
yöntemini getirdi. Yöntemin genel karakterini 1947’de belirledi ve 1950’lerde yaptığı
incelemelerde analizi geliştirdi. Analizle ilgili makale serilerinden sonra,
1968’de Neil Henry ile “Latent Structure Analysis”
kitabını yazdı.
Lazarsfeld’in Columbia’daki araştırma bürosunun bir kopyasını
Michigan Üniversitesinde “Michigan Survey Center”
olarak kurdular ve R. Likert de orada yer aldı. Aralarında rekabet ortaya çıkıncaya
kadar, The University of Chicago's National Opinion Research Center tarafından,
1945-1947 arasında yürütülen iki ulus çapındaki radyo dinleyicileri araştırmasında
Lazarsfeld ortak yazar oldu. Üniversitenin güçlü desteğiyle, 1940’in sonlarında
Michigan, Columbia’dan daha güçlü olmaya başladı ve Likert’in önderliğindeki
Michigan ile Lazarsfeld in Merkezi rekabete girdi ve aralar açıldı.
1950’de Lazarsfeld iletişim araştırmalarına ilgisini yitirdi
ve araştırma bürosunun direktörlüğünü bıraktı. Büro 1970’lerin sonlarına kadar varlığını
sürdürdü. Fakat yönetimsel araştırmanın kitle iletişiminde egemenliği kazanması
ve sürdürmesi devam etti.
Lazarsfeld, yönetimsel araştırma (administrative research)
ile birlikte, ona paralel olarak, uygulama araştırması (applied research) ve
matematiksel sosyolojinin gelişmesine de öncülük etti. 1950 başlarında Matematiksel
sosyolojiyle ilgili üç eser verdi. 1960 ve 1970lerde, Lazarsfeld sosyolojinin
sosyal hayatın çeşitli alanlarına uygulanması üzerinde çalıştı. Bu bağlamda “The
Uses of Sociology” (1967), “Main Trends in Sociology” (1973) ve “An Introduction
to Applied Sociology” (1975) yapıtlarını ortaya koydu.
Amerika’da 1950’lerde McCarthyism dehşeti yaşandı: Yoğun bir
komünist avı başlatıldı ve Amerika’nın aydınları ya hapse girdi, ya işsiz
bırakıldı ya da Amerika’yı terk etti. Suçlanmak için bir solcuyla selamlaşmak,
bir toplantıya katılmak, bir sol gazete veya dergi okumak veya birinin iftirasına
uğramak yeterliydi. Amerika’da McCarthy’nin komünist avcılığı sürerken,
Lazarsfeld ve benzerleri işlerine devam ettiler. Bir zamanlar Amerika’da bir
konuşmasında Lazarsfeld kendisini “tatilde/izinde olan bir Marksist” olarak
nitelediğinde, arkadaşlarından biri olan Bernard Berelson’un buna alaylı karşılığı
şuydu: “Kesinlikle uzun bir tatildi” (Morrison, 1998: 64). [6] Lazarsfeld’i
kurtaran bu uzun tatil değil, yaptığının doğasıydı. Lazarsfeld’in girişimlerinden biri de
Üniversite öğretim üyelerinin davranışları ve tutumları üzerinde bir alan
araştırması oldu. İncelemenin sonucu, 1958’de “Academic Mind: Social Scientist
in the time of Crisis” kitabında sunuldu. Bu araştırmada Lazarsfeld bağlamsal
analiz (contextual analysis) yöntemini kullandı. Araştırma bulgusuna göre,
“Amerika’ya bağlılığı ispat etmek” fakülte saflarının içine işlemişti. Parenti
bunu, Komünist avının ürpertici bir etkisi olarak nitelemektedir; çünkü var
olan siyasal-ekonomik düzeni herhangi bir şekilde eleştirmek, eleştirenin içinde
“komünist yönelimler” taşıdığı şüphesini uyandırıyor, dolayısıyla soruşturma
açılmasına neden oluyordu. Parenti, akademisyen olan ve korkan insanlardan
bahsetmektedir; ama bir de üniversitelerde akademisyen olarak yer alan, fakat
akademisyenliğin doğası hakkında bilgiye sahip olmadığı gibi, akademisyenliği
ve akademiyi “cehaletin bilgiçlik tasladığı” cahiller ve muhbirler yerine
çevirenler de vardır.
1969’da Lazarsfeld ve Menzel halkla ilişkileri incelemek
için yeni bir analiz tarzı eklediler: Yapısal veya ilişkisel analiz.
Lazarsfeld kitle iletişimiyle ilgili girişimlerinde araştırmanın
içeriğinden çok yöntem üzerinde durdu ve yönetimsel araştırma geleneğini
kurumsallaştırdı. Yönetimsel alan ve uygulama araştırması enstitüleri uluslararasına
yayıldı.
Lazarsfeld’in Amerika’da kurduğu ampirik gelenek kısa
zamanda egemen konuma geldi. Bu durum, Chicago Okulu geleneğinin iletişim alanında
1930’larda kaybolup gitmesini de beraberinde getirdi. [7]
Amerikan sosyal demokratları (örneğin, Dewey), kitle iletişim
araçlarının akılcı kamu ilişkisini oluşturacağı, cemaat duygusunu geliştireceği
gibi umutlu beklentilere ve normatif/etiksel görüşlere sahiptiler.
Lazarsfeld’in böyle bir etiksel ve normatif kaygısı yoktu: o pozitivist, ve ampirik
yöntembilimci ve araştırmacıydı.
Lazarsfeld’in çalışmalarıyla gelişen akademik egemenlik, uluslararasına
yayılan çeşitli kuramlar ve bu kuramların desteklediği araştırmaları ortaya çıkardı:
Bunlar arasında en önemlileri kullanımlar ve doyumlar (uses and
gratifications), yeniliklerin yayılması (diffusion of innovations) ve gündem hazırlama
(agenda setting function of media) olmuştur.
Lazarsfeld’in yöntemine yönelik bazı eleştiriler
Lazarsfeld’in geliştirdiği ampirik veri toplama ve ölçmeyle
ilgili yöntemlere, yöntemin epistemolojik ve yöntembilimsel çerçevesi bağlamlarında
herhangi bir önemli eleştiri bulamayız. Fakat eleştiriler daha çok bilimsel
yönelim, bu yöntemlerin kullanımı ve sonuçları, bu yöntemlerin kullanıldığı
araştırmaların ve bilimsel ve sosyal amaç ve sonuçların doğası üzerinde
toplanmaktadır.
Lazarsfeld’in en önemli özelliklerinden biri de eleştiriye
açık olması ve eleştirileri pozitif bir şekilde karşılamasıdır. Eleştiriyle
ilgili “eylem” bağlamında, Lazarsfeld medya’nın tepkisini şaşırtıcı
bulmaktadır. Bu tepkiye örnek olarak, Türkiye’de aralarında bir zamanlar
öğretim üyesi olan bazı medya yöneticilerinin, “İletişim fakülteleri medyaya
düşman öğrenciler yetiştiriyor” gibi sözlerini verebiliriz. Lazarsfeld’in belirttiği
gibi, “kitle iletişimi medyasının konu olduğu bir kurumsal hastalık varsa, o da
kendine yöneltilen eleştiriye karşı sinirli tepkisidir. Bu çok şaşırtıcı bir tepkidir,
çünkü eleştiri hakkını garanti eden prensipleri şiddetle savunanlar, medya mensuplarıdır”
(1948/1972b:123).
Lazarsfeld’e göre Rusya’daki gibi, başarılı bir devrim
mühendisler gerektirir. Viyana’daki gibi hezimete uğramış bir devrimi anlamak
için psikoloji gerekir (Lazarsfeld, 1968). Lazarsfeld sosyal psikolojiyi
sosyalist toplumun yaratılmasının dayandığı insan davranışını anlamak için
bilimsel yöntem olarak görür. Bunu belirten Lazarsfeld başından itibaren pazar araştırması
işine soyunur ve etki araştırması yapmaya başlar. Bir yandan sosyalist toplumu
ve insanı yaratmak için sosyal psikolojiyle uğraşmaktan bahsederken, öte yandan
şirketler için etki araştırması yapılmaz. İki aşamalı/basamaklı akış ve buna
bağlı olarak gelen dolaylı etki, dolayısıyla sınırlı etki tezinin egemenliğini
kurarak, teori geçerli veya geçersiz olsun fark etmez, yoğun bir ilişkiler ağı içinde
yoğrulan ve bu yoğurma içinde kendini o yoğurma koşulları içinde yoğuran bitmiş
ürünün (izleyicinin) psikolojik tutumlarını, tercihlerini, sevilerini, düşündüklerini
bilmek, sosyalist insanı yaratmaya yardım etmez; çünkü sosyalist bir toplumda yaşanmıyor;
kapitalist bir toplumda (Amerika’da) yaşanıyor. Bu bilgiler ancak Amerikan endüstrilerinin
pazar politikalarına, pazarda talebi (izleyiciyi) kullanma ve yönlendirmeye
yardım eder. Aynı eleştiriyi 1950’de Berkeley grubuyla çalışan Adorno’nun Authoritarian Personality yapıtı için ve Frankfurt Okulunun
teorisiz ampirizmi reddedip, ama teorinin ampirizm ile test edilmesine yönelen
anlayışı getirenlerine karşı da yöneltebilir miyiz? Burada elbette ampirizmin
pazar araştırması karakterinde olup olmadığı ayırımını yapmamız. Elbette, eğer
gerekirse veya bir kuramsal varsayım ampirik yanıt gerektiriyorsa, bu yapılmalıdır.
Fakat bu kuramsal inşa “mağazanın iç mimari/peyzaj düzeninin alıcıların satın
alma davranışları üzerindeki etkisi” biçiminde olduğu andan itibaren, artık
amaç bilimsel bilgi değil, bilimi araç olarak kullanan yönetimsel bilgi elde etmek
olur. Elbette, bilim daima güç yapısının ya doğrudan ya da dolaylı olarak bir parçası
olmuştur. Üretilen bilgi elbette bir şekilde birileri tarafından ve çoğu kez toplumları
kontrol edenler tarafından kullanılmıştır. Bu gerçek elbette bilimsel girişimin
yönünü ve/veya sonucunu ve sonucunun sonuçlarını (örneğin atomun veya nötronun bulunması
ve bu sonucun sonucu olarak, Hiroşima’da insanların kitle halinde öldürülmesi
veya günümüzdeki gibi kimyasal silahların yapılması ve sonuçları)
belirlemektedir. Ama bu gerçek, istense de istenmese de, bilimsel faaliyetleri
durdurmaz: İnsan kendini bulduğu koşulu korumaya çalışırken, aynı zamanda değiştirmeye
çalışmıştır ve çalışacaktır.
Lazarsfeld kuramsal bağlamda kendini Avrupalı pozitivist
olarak niteler ve Viyana Grubuna/Çevresine (Vienna Circle)
yakın sayar (Hardt, 1992: 99). Viyana Çevresi bilimsel bilginin mantıksal
analiziyle ilgilenir. Logical empiricism, logical neopositivism ve neopositivism
olarak da bilinen mantıksal pozitivizme göre bilginin temel olarak iki kaynağı vardır:
Birincisi, tümdengelim analize dayanan mantıksal muhakemedir. İkincisi ise,
tümevarım senteze dayanır. Bütün pozitivistler felsefenin görevinin bilimi
geliştiren yöntemleri anlamak olduğunu belirtirler. Sentezsel tümdengelimsel
bilginin olasılığını reddederler. Sadece kanıtlanabilir gerçek şeylerin anlamlı
olduğu üzerinde dururlar ve felsefenin birçok ilgi alanını anlamsız bulurlar; dolayısıyla,
ampiristtirler. Lazarsfeld bu anlayışı iletişim alanına taşımış ve egemen
yapmıştır.
Frankfurt Okulunun dergisinde yazı yazmak, yazanı eleştirel
okulun temsilcisi yapmaz. Aynı şekilde, örneğin medyanın “tekelleşmesini”
eleştirmek de, yazarı eleştirel okula veya Marksist okula dahil etmez. Gene
benzer şekilde, burjuva sosyologları Paul F.Lazarsfeld ve Robert Merton’un
medya izleyicilerinin sistematik olarak medyanın narkotik (dysfunctional narcotization) etkisine tabi olduğunu
söylemesi de onları Frankfurt Okuluna dahil etmez. “Gerici” De Fleur’un ve
arkadaşlarının “medya bağımlılığı teorisi” diye ortaya attıkları birkaç
varsayım onları, örneğin A. G. Frank’ın dahil olduğu “bağımlılık okulunun” bir
parçası yapmaz. Bir kitabın başlığının “Halkla ilişkilerde veya iletişimde
eleştirel yaklaşımlar” olması onun eleştirel kuramları sunduğunu garantilemez:
İçine bakıp gerçekten böyle bir içeriğe sahip olup olmadığını görmek gerekir. “Post-modern
durumu yaşıyoruz” diye İstanbul’da veya Türkiye’de yaşanan gerçeklerle asla
uyuşmayan bir sürü anlaşılmaz ve süslü laf ebeliği yapmak, ne o laf ebeliğini
yapanı ne de o toplumu postmodern yapar. Bu nedenle, teorik inşalar çok iyi
anlaşılmalı ve bir akademisyen veya bir söz dizisi bir teorik yapı içine
yerleştirilirken, çok dikkat edilmelidir.
Araştırmalarda konunun seçimi fonu veren tarafından belirleniyordu;
başka seçenek zaten olamazdı. Bu durum da, kaçınılmaz olarak akademik etik
konusunu öne çıkartır. Fakat Lazarsfeld bundan herhangi bir rahatsızlık duymadı.
Onun için, destek önemliydi ve gerekliydi. Lazarsfeld araştırma merkezlerini endüstrinin
siyasal, sosyal ve ekonomik pazar gereksinimlerine uygun bir şekilde yönetti.
Schiller’in belirttiği gibi, “temel konuların/sorunların biçimlendirilmesi
şu şekildeydi: endüstriyel organizasyonlar artık sekiz yaşındaki bir çocuğu
günde 14 saat bir makinede çalışmaya zorlamıyorlar; özenle hazırlanmış halkla
ilişkiler programlarıyla çalışıyorlar; ülkenin gazetelerinde büyük ve etkili
reklamlar yerleştiriyorlar; çeşitli radyo programlarını destekliyorlar; halkla
ilişkiler danışmanlarının önerisiyle, ödüllü yarışmalar örgütlüyorlar, yardım vakıfları
kuruyorlar ve değerli davaları destekliyorlar. Ekonomik gücün doğrudan sömürüyü
azalttığı ve büyük ölçüde kitle iletişimi medyasından geçerek yayılan
propaganda ile sağlanan daha ince bir tür psikolojik sömürüye yöneldiği görülüyor”
(Schiller, 1996: 57).
Kitle iletişimi süreçleri ve etkileriyle ilgili araştırma yaklaşımını
yönetimsel araştırma olarak niteleyen Lazarsfeld, Frankfurt Okulunun önde
gelenlerinin, (Theodor Adorno, Max Horkheimer, Walter Benjamin ve Herbert Marcuse’nin)
yoğun eleştirisiyle karşılaştı. Kitle iletişimi teorisinde en önemli çatışma
olarak nitelenen karşılıklı eleştirileri ve savunuları ortaya çıkarttı. Adorno “Radio
Research Project” araştırmasında görev alıyordu; fakat “Lazarsfeld-Stanton program
analyzer” yöntemini “şu makine” diye niteliyor; anlamsız ve yetersiz buluyor;
izleyici yerine medya metni üzerinde durmak gerektiğini savunuyordu. Adorno, ampirik
sosyolojinin kuramsal yoksunluğunu ve yöntem bilimin araştırmanın tekniksel
pratiklerine indirgendiğini belirtiyordu (Mattelart, 1999: 202).
Frankfurt Okulu ve Lazarsfeld arasındaki tartışmadan biri
uygun iletişim araştırması yöntemi üzerindeydi: Yönetimsel araştırma görüşüne göre,
pratik veya eylem kuramsal varsayımdan çok daha önemlidir. Var olan ekonomik ve
siyasal güç arasında ve onlar ile kurulu düzeni destekleyen sosyal güçler arasında
güçlü bağ vardır. Yönetimsel araştırma orta-seviyede kuramlar üretmek için data
analizine dayanır; zenginliğin üretimi, dağılımı ve güç ile ilgilenmez. Rosengren’in
belirttiği gibi (1989: 35), yönetimsel araştırmalar güçlü olanların çıkarlarını
gerekleştirmek için yapıldı; eleştirel araştırma ise güçsüzlerin çıkarı için.
Lazarsfeld’in eleştirel inceleme (critical research) tanımlaması
eleştirel araştırmanın tarihsel geleneğini ihmal etmektedir (Hardt, 1992: 109).
Yönetimsel inceleme ekonomik olarak zayıf olan ve kültürel bakımdan
sürülmüş, tüketici olarak eksik becerileriyle her tür toplumsal iletişime katılması
reddedilen veya sınırlanan bireyleri bir köşeye atar (Hardt, 1997:71). Buna en
somut örnek reyting sistemidir: bu sistemde marjinal insanlar (yoksullar) reyting
dışında bırakılır, çünkü onlar
potansiyel alıcı/tüketici olacak ekonomik güce sahip değildirler. Böylece
güçsüzün dışarıda bırakılması süreçleri ve alanları genişler.
Donsbach ve diğerleri (2001: 227), Lazarsfeld’in konsept ile
ampirik göstergeler arasındaki ilişkiye yoğunlaştığını ve “farklı konseptler
için nasıl ölçmeler inşa ederiz?” sorusu üzerinde durduğunu belirterek, Lazarsfeld’i
savunurlar. Bu savunu Adorno’nun indirgeme görüşünü geçersiz kılmaz, aksine
destekler. Çünkü Lazarsfeld ölçekler, ölçme yöntemleri geliştirirken, aslında konseptlerin
(kuramsal kavramların) kuramsal gerekçelendirmelerini ya hiç yapmadan veya
yetersiz bir tanımlamadan sonra, kavramı ölçme, yani ölçülebilir işlevsel tanımlamalar
yapma ve geçerli ölçme aygıtı (ölçme makinesi) geliştirme üzerinde odaklanarak,
epistemolojik bir sorunu/konuyu yöntembilimin veri toplama ve ölçme ile ilgili
uç bir aşamasındaki mekanik yapı içine sıkıştırmaktadır. Ampirik yönteme göre,
elbette doğru ölçmek için ölçeğin, ölçme aygıtının ölçülmek isteneni ölçmesi
gerekir. Bu da geçerli ve güvenilir aygıt (ölçme aleti, ölçek) geliştirmeyi gerektirir.
Fakat aygıt amaç değil, araçtır. Dolayısıyla yöntembilim, veri toplamadaki kesinliğe
ve aygıtı amaç yapan mekanikliğe indirgenmemelidir. Lazarsfeld bunun bilincindeydi. Bu nedenle,
nicel ile nitel çalışmaların karşılıklı bağımlılığına inandığını belirtmiştir
(Lazarsfeld, 1972b:xvii). Fakat ampirik
gelenek bu bağı kurmaktan çoğu kez yoksundur.
Mills, Lasswell’in formülüyle bağıntılı ampirik araştırmaları
“soyut ampirizm” olarak niteler (1959:51): Soyut ampirizmde neyin doğruluğunun kanıtlanacağı
ciddi bir konu/sorun olarak düşünülmez; nasıl kanıtlanacağı düşünülür (s.125). “People’s
Choice” araştırmasında zengin, Protestan, kentli kişilerin Cumhuriyetçilere oy
verme yöneliminde olduğunu, aksi türdeki kişilerin de Demokratlara yöneldiğini öğreniyoruz.
Fakat Amerikan siyasetinin dinamikleri hakkında çok az şey öğreniyoruz” (s.53).
Mills oldukça haklı. Ayrıca, yönelimi bilmenin bilimsel bağlamda anlamı ne? Evet,
yönelim bu. Pekiyi, sonrası ne? Asıl sorun bu “sonrası ne?” sorusuyla gelen
sonuçlarla daha da derinleşiyor: Araştırma orada bitiyor, çünkü zaten öğrenilmek
istenen insanların yönelimlerinin belirlenmesi ve bu belirlenmeye göre siyasal,
ekonomik veya kültürel politikaların, taktiklerin ve stratejilerin tasarlanıp
uygulanması veya uygulananların gözden geçirilip ayarlanması. Amaç herhangi bir
sosyal, evrensel, bilimsel faydaya yönelik kaygıya bağlı değil. Amaç “parayı
verenin, desteği sağlayanın veya bütün endüstriyel yapının çıkarlarına yönelik
yönelim, tercih, tutum, düşünce ve davranış bilgisi toplamaktır. Dolayısıyla, Mills,
haklı olarak bunu “sosyal araştırmanın bürokratlaştırılması” olarak
nitelemektedir (1959:100). Adorno ve diğerlerinin de benzeri nitelemelerinde,
bu bağlamda, bir yanlışlık bulunamaz.
Neo-pozitivizmi eleştirirken, Birnbaum (1971:15)
neopozitivistlerin, kim, ne, nerede, ne zaman ve nasıl gibi basitçe kesin ve sınırlı
sorular sorulması üzerinde ısrar ettiklerini, bunun sosyal bilimlere transfer
edildiğini belirtmekte; bu ısrarın özellikle araştırma tasarımında, içerik
analizinde yansıtıldığını açıklamakta; Lasswell ve Lazarsfeld’in çalışmalarının
bu dar neopozitivist çerçeve içinde yapıldığını anlatmaktadır.
Ampirik sosyoloji ve akademik pazar konusunu irdeleyen
Thurnborn (1976: 32,33,34), Lazarsfeld’i sosyolojinin en önde gelen pozitivist
yöntembilimcisi olarak niteler: Lazarsfeld’in yaklaşımında, teori, ampirik
incelemeleri biriktiren ve genelleştiren bir şey olarak ele alınır. Teoriye bir
araştırmanın konusunu tanımlamayan konsept üretimi olarak ilgi duyulmaz.
Peters’e göre (1989: 213) “The People’s Choice” araştırmasında,
kamu ve siyasal hayatta besbelli olan bir problem ele alınmakta, açıkça ve yeterlice
kuramsal bir yapı inşa edilmemektedir.
İki aşamalı ve ardından çok aşamalı etki (kısaca aslında sınırlı
etki ve medyanın gücünün güçsüzlüğü) tezi, kapitalist demokrasinin ve şirket
çıkarlarının savunusunu yapan en önemli “‘sorun çözümlerinden” biridir. Bu tez
ile, demokrasisinin varlığı ve katılımcı demokrasinin gerçek olduğu savı
desteklenir. Bir o kadar önemli olarak, sonradan eklenen “aktif izleyici tezi”
yardımıyla da, bilinç endüstrileri (özellikle sinema ve televizyon) ürettikleri
ürünlerin doğasıyla ilgili sorunlardan aklanır ve sosyal sorumluluktan sıyrılır:
Çünkü etki kişiler arası ilişkilerden, kapı tutuculardan, fikir liderlerinden geçerek
olmaktadır. Dolayısıyla, sistemin medyası, sistemi satmakta ve “aptallar kitlesi”
yaratmakta etkin bir güce sahip değildir. Bu bizi etki paradigmasında
“kullanımlar ve doyumlara” götürür; o da, aktif izleyici tezini getirir. Böylece,
pozitivist işlevselci yaklaşımda etki sorusu çözümlenir ve dikkatler
“izleyiciler kendi psikolojik ve sosyolojik gereksinimlerini gidermek için
medyayı nasıl kullanırlar? Bu kullanımdan ne tür doyumlar elde ederler?”
sorusuna odaklanır. Bu akıllıca dönüştürmede, ilgi hala ‘izleyicinin
tercihlerini, sevilerini, düşüncelerini ve yönelimlerini bilme” üzerinde
toplanmakta, dolayısıyla, endüstriyel politikalara yardım etme amaçlanmaktadır.
Lazarsfeld ve arkadaşlarının bu çizgideki araştırmaları 1940’larda yoğunlaşmıştır:
Örneğin 1944’te Herzog ve Arnheim’in radyo pembe dizileriyle ilgili araştırması,
Berelson’un 1945’deki gazetenin ne tür fonksiyon gördüğüyle ilgili araştırması,
Lazarsfeld’in bu bağlamdaki araştırmalarına ek örneklerdir.
Gitlin (1978) Columbia ve Lazarsfeld geleneğinin kitle iletişiminin
gerçek etkisini sakladığını ileri sürmüştür. Endüstriden aldığı parayla ilgili
olarak Gitlin’in “satılmış” nitelemesi ve diğer benzeri eleştiriler karşısında Lazarsfeld
hiçbir zaman herhangi bir eziklik duymamıştır, hatta “satıyor” olarak da niteleneceğini
kendisi dile getirmektedir; çünkü şirketlerden destek almakta veya onlar için araştırma
yapmakta hiçbir sorun görmemiştir.
Amerikan yayılmacılığının, özellikle kırsal alanlardaki yayılmacılığının,
kuramsal çerçevesini, “diffusion of innovations”
kuramıyla kuran Rogers (1994: 312) Lazarsfeld’e yöneltilen “düşmanlığın kaynağının”
bu sosyologların, ampirik olmayan Avrupa geleneğinde olması ve sosyal
felsefeyle uğraşması; disiplinin sevmedikleri ve anlamadıkları, bilmedikleri
bir yöne doğru gitmesi ve onların elinden alınması olduğunu söylemektedir. Rogers
belli ölçüde doğru olabilir. Fakat Rogers’in savunusu/saldırısı klasik mantıksal
hatalardan (logical fallacy) birine benziyor ve
oldukça ilkel. Bu tür “hatalı mantık savunusunu” çok görürüz: Bir bilim adamı ampirik
araştırma yapmanın mekaniğini, sürecini çok iyi biliyor olabilir; fakat bir
şirketin verdiği parayla araştırma yapmıyor veya yapmamış da olabilir. Bu
durum, ampirik araştırmayla yakalanan gerçeğin belli bir çıkara uygun gerçek
olduğunu belirtmesini, eğer geçerli nedensellik bağlarına dayanıyorsa, geçersiz
kılmaz. Ayrıca, ampirik tasarımı kullanarak, araştırmacı mükemmel bir araştırma
inşa edebilir. Bu sadece tasarımın ampirik çerçeveye uygunluğu gösterir; fakat ampirizmin
dayandığı yöntembilimsel ve epistemolojik yapı/çerçeve dışında geçerli olduğunu
ve evrensel bir karaktere sahip olduğunu göstermez. Benzer şekilde, Rogers yanılıyor;
çünkü ampirizmi eleştiren herkes ampirizm hakkında cahil değildir; ampirizmi
çok iyi bilenler ve eleştirenler de vardır.
Lazarsfeld tüm bu eleştirilerin ve aynı zamanda neyi neden
yaptığının çok iyi farkındaydı.
Lazarsfeld: Yönetimsel ve Eleştirel İletişim Araştırmaları
Lazarsfeld 1972’de “Oualitative Analysis: Historical and
Critical Essays” kitabında, sosyolojik bilgi üzerinde durduğunu anlatan ve görüşlerini
sunan eskiden yazdığı makalelere yer vermiştir. Girişinde bu amacını açıkladığı
kitaba 1941’de yazdığı “Yönetimsel ve Eleştirel İletişim Araştırmaları” makalesini
de eklemiştir. Hem kendi yönetimsel araştırma yönelimini hem de Frankfurt
okulunun eleştirel yaklaşımını ele aldığı makalede, Lazarsfeld her iki yaklaşımı da
meşrulaştırmaya çalıştığını belirtmiştir (Lazarsfeld, 1972b:x). Fakat,
Lazarsfeld “Critical Theory and Dialectics” makalesinde (1970) Frankfurt Okulunun
eleştirel kuramını Horkheimer’in “Traditional and Critical theory” (1937) makalesini temel alarak, “Proletaryasız
Marksizm” olarak nitelediği neo-Marksist bir kuram geliştirdiklerini,
yoksulluk, işsizlik ve hatta sömürü gibi kavramlar yerine yabancılaşma,
fetişizm ve sahte bilinç üzerine odaklandıklarını, ve Adorno’nun 1950’lerde ampirizmle
değişen ilişkisini ciddi bir şekilde eleştirmektedir.
“Yönetimsel ve Eleştirel İletişim Araştırmaları” makalesinde,
Lazarsfeld önce, kitle iletişimi medyasıyla ilgili araştırmaların arttığını, bu
araştırmaların amaçlarını ve neler üzerinde odaklandıklarını olumlayarak
anlatmakta; bu sırada, daha doğru ve iyi ölçmelerin yapılması için kaçınılmaz
olarak ölçme tekniklerinin de geliştiğini belirtmekte ve bazı salık verici
(prescriptive) ve ilişkisel öneriler sunmaktadır:
Son yirmi yılda, kitle iletişim medyası, özellikle radyo, basın
ve film, modern toplumun iyi bilinen ve en iyi belgelenen alanlarından bazıları
olmuştur. İtinalı çalışmalar, tüm önde gelen radyo programlarının dinleyici büyüklüğünü
ve bu dinleyicilerin cinsiyet, gelir ve birkaç diğer kritere göre kompozisyonunu
ortaya çıkarmıştır. Gazete ve dergilerin tirajı, özel olarak düzenlenmiş araştırma
ekipleriyle kaydedilmektedir ve diğerleri güncel olarak hangi dergi yazılarının
ve hangi reklamların okunduğunu her hafta rapor etmektedir. Kitaplar, radyo programları
ve filmler kullandıkları dilin zorluğu ve nüfusun farklı eğitim düzeyindeki
kesimleri için ne kadar yeterli oldukları bağlamında test edilmektedir. Farklı
gruplardaki insanların tercih ettikleri eğlence türleri her zaman araştırılmakta
ve pek çok promosyon kampanyasının başarısı günümüzde sınanmaktadır. Tüm bu araştırma
çabaları sırasında birçok önemli yeni teknik geliştirilmiştir. Modern örneklem
alma teknikleri, örneğin, çok büyük ilerleme yaptı, çünkü bir çalışmanın,
sponsor firmanın ulaşmak istediği nüfus kesimlerini temsil etmeyen bir grup halk
arasında yapılırsa pratik değerini kaybedeceği anlaşılmıştı. Görüşme teknikleri
benzer nedenlerden dolayı inceleştirildi. Bu çalışmaların çoğunun rekabetçi
karakteri, gerçekleri dinleme ve okuma yoğunluğuna göre çok daha iyi kaydetme
yöntemlerine götürdü. Konular basit kayıt araçlarıyla ölçülmeye izin vermediği durumda,
karmaşık tutum ve tepkiler için indekslerin geliştirilmesinde büyük bir ilerleme
sağlandı. [8]
Bu tür araştırma fikrinin gerisinde, modern iletişim araçlarının,
kişiler veya kurumlar tarafından verili amaçlar için kullanılan araçlar olduğu anlayışı
yatmaktadır. Bu amaç mal satmak, nüfusun entelektüel standardını yükseltmek ya
da hükümet politikalarının anlaşılmasını garantilemek olabilir; ancak her
durumda, araştırmanın işi herhangi bir nedenle araç kullanan kişi için o aracın
daha fazla bilinmesini sağlamak ve böylece kullanımını kolaylaştırmaktır.
Bunun sonucu olarak tüm iletişim araştırmaları standart bir
dizi probleme odaklanır. Farklı medyaları kullananlar kimlerdir? Özel
tercihleri nelerdir? Farklı sunuş yöntemlerinin etkileri nelerdir? İletişim araçlarını
kullanan biri, farklı amaçtaki diğer kurumlarla rekabettedir, ve bu nedenle, araştırma,
diğerlerinin ne iletildiğini de mutlaka izlemelidir. Son olarak, iletişim araştırması;
radyo, basılı medya veya filmlerin etkilerinin, yönetimsel kurumların belirlediği
amaçlı kullanımla son bulmadığını göz önünde bulundurmalıdır. Örneğin, eğer reklamcılar
radyonun özellikle güçlü bir satış aracı olduğunu hissederlerse, o zaman basılı
medyanın eline daha az para geçer ve araştırma radyonun nüfusun okuma
alışkanlıklarında genel bir gerilemeye sebep olup olmadığına bakacaktır (s.155-156).
Lazarsfeld, bu çalışmaların gelişmesi ve dayandığı ekonomik
destek üzerinde durmakta; ardından, desteğe uygun araştırma yapılması gereğini
belirtmekte; sosyal faydaya ve düzeni korumaya yönelik uygun politikalar için
bu araştırmaların işlevselliğini, bu araştırmalarda genel olarak neler üzerinde
durulduğu ve ne yapıldığını bir kurgusal örnekle açıklamakta; anlatmaktadır. Bu
araştırmalara “yönetimsel inceleme” adını vermektedir:
Bu türden çalışmalar kısmen başlıca basın yayın örgütleri ve
radyo şebekeleri, kısmen de üniversiteler ya da vakıflarca desteklenen akademik
kurumlar tarafından gerçekleştirildi.[9] Sosyal
araştırmaların bu yeni dalının sosyal ve politik kapsamını netleştirmek üzere
geçen yıllarda hatırı sayılır ölçüde düşünce geliştirildi. Günümüzdeki krizle ilişkisi,
Harold Lasswell’in yeni bir çalışmasında oldukça ilgi çekici bir şekilde
tartışıldı.[10] Bu türde bir çalışmaya
katılmamış biri, 1939 ve 1940 yıllarında gerçekleşen bir dizi tartışma
süresince katılımcılar tarafından yazılmış bir “söylenceye” bakarak bu ortamı
iyi anlayabilir:
“Somutlaştırmak için, kitle
iletişimindeki araştırma işinin neleri içerdiğini resmetmeye yardım eden farazi
bir durumla açıklamaya çalışalım.
Hükümet liderlerinin ve kitle iletişiminden sorumlu olanların, ülkedeki
yabancı uyruklu gruplarla ilgili politikalar konusunda uzlaşma içinde
olduklarını varsayalım. (Kamunun yabancı uyrukluların oturduğu bölgedeki huzur
bozucu faaliyetlerin tehlikelerinden haberdar edilmeleri gerektiğine inanıyorlar;
ancak genel olarak yabancılara yönelik yaygın antipati minimize edilmeli ve her
şeyin ötesinde yabancı karşıtı duyguların patlak vermesinin önüne geçilmelidir.)
O halde kitle iletişim kanallarının hizmet etmek zorunda olduğu politika;
huzuru bozucu eylemlerin belli tehlikelerine dair kamunun farkındalığını artırmak,
aynı zamanda genel olarak yabancılara karşı toleransın inşa edilmesi şeklinde
olur.
Akşamları yayınlanan ve toplam dinleyicilerin önemli bir kesimince
beğenildiği bilinen bir popüler radyo programının yabancıların huzur bozan
eylemlerinin tehlikelerini konu alan bir konuşma içerdiğini varsayın. Bir ya da
iki gün sonraki bültenler, her nasılsa, ülkenin çeşitli yerlerinde yabancı
gruplara karşı duyguların yayıldığı hakkında haberler verir. Bu yayılmayla
ilgili yerel sözlerin raporları akşam haberlerindeki sunumlarda bahsedilenleri
taşır. Sonuç olarak, onlarla akşam yayınında söylenenler arasında bir bağ olduğuna
dair en azından güçlü bir şüphe doğar.
Hasarı telafi etmeye yönelik dürüst çabalar, …, hasarın ne
olduğuna dair daha fazla bilgi almayı içerir. Basında yer alan fikirler,
etkilerin sadece radyo kanalıyla hissedilmediğini; aynı zamanda bu talihsiz
konuşmayla ilgili haberleri yayımlayan gazeteler, konuşmaya göndermeler yapan
yerel sözler ve hatta konuşmanın ardından patlak veren olaylarla ilgili geniş
bir alana dağıtımı yapılan haber filmlerinde de hissedildiğini açıkça ortaya
koyar.[11] O
halde, yayının olumsuz etkilerini düzeltmek üzere hangi halka ulaşılması
gerekir?
Söylenilen bir şey belli ki dinleyicilerin eğilimleri ve mevcut
koşullarla –olayların etkisi ve muhtemelen geniş kitlelere ulaştırılan diğer iletilerle–
birleşerek, sonraki olaylar için sahneyi hazırladı.
Her radyo istasyonundan, elemanları arasından en uzman olanları,
yayınlanan konuşmada neyin bu beklenmeyen patlamalara sebep olduğunu mümkün
olduğunca belirlemek üzere dinleyicilerle mülakat yapmak için görevlendirmeleri
istendi. Onlardan, söz konusu patlamalarda aktif olarak yer alan kişilerle
görüşmelerini özellikle istediler.
Bu tür araştırmada, uzmanların yardımıyla orijinal konuşmadan
etkilenen dinleyiciler yeniden belirlendi. Radyo programları, basın bültenleri ve
haber filmleri üzerinde çalışıldı, (bunlar) konuya dair, orijinal konuşmanın
etkilerine karşı koyabilmek için yeterli ve yeni bir açıklamaya ulaşabilmek amacıyla
en geçerli kanıtlar hesaplandı. Şüphesiz başlangıçtaki konuşmacı tarafından
sunmak için bir açıklama hazırlanacaktı; ancak kamunun gözündeki konumu ve
kimliğiyle kendilerinin kısmında olabildiğince geniş bir etki yaratabilecek diğer
kişiler de listeye konacaktı. Hazırlanan tüm materyallerin … üreticilerin yeni
ürünler için pazarı test etmek için ödediklerine oranla çok daha düşük bir
maliyetle ön testi yapıldı. Gösterilen içten çabayla geldikleri safhada, sorumlular
çare olarak planladıklarının gerçek etkilerini daha fazla sınamak arzularında
hemfikirdiler. Buna uygun bir şekilde,
önceden kampanyalarının başarısını ölçmek için gerekli düzenlemeler yapıldı.
Bu söylencenin mutlu sonu, kampanyaları ilerledikçe, sosyal patlamaların
yöneldiği gruplara karşı aleni düşmanlık göstergelerinde devamlı bir düşüşün
olduğunu göstererek, ilgili kişilerin vicdanlarını rahatlatmalarını sağlayan
şekiller dizisi biçimini muhtemelen alabilir.
Başlangıçtaki konuşmacı, sponsorlar ve yayıncılar, ilk
masumiyetlerine halen inanmaktadır. Ancak belli hatırlanan şeyler nedeniyle
rahatsız hissetmektedir. Örneğin onlardan biri, içerikteki konuşmanın tam
zamanında yapılmış bir açıklama olduğu düşüncesiyle yayın için ekstra tanıtım
yapılması gerektiğini önerdiğini hatırlamaktadır. Bir diğeri ise konuşmanın
temasının, büyük ihtimalle vatansever zeminlerde bir dönem için ülkedeki
yabancıların daha sıkı kontrolünü savunan örgütteki önemli bir tanıdık
tarafından önerildiğini anımsamaktadır. Nihayetinde, bilinçli amaçları ne kadar
masumane olursa olsun, onlar da zamanın
Amerikalıları olarak, yayını planlarken aynı eğilimleri paylaştılar ve aynı
koşulların gücüne yanıt verdiler, tıpkı dinleyicilerin yaptığı gibi” (s.
156-158).
Bu tür araştırmanın “yönetimsel araştırma” olduğunu belirten
Lazarsfeld, bu yönelime karşı üç argümanın olduğunu ve bunların anlamlarını açıkladıktan
sonra, kendi yaklaşımının savunusunu yapmaktadır:
Buraya kadar betimlenen araştırma türünü yönetimsel araştırma (administrative
research) olarak adlandırmak uygun olacaktır. Bu araştırma, kamusal ya da özel
karakterdeki bir yönetimsel kurumun yararına yürütülür. Yönetimsel araştırma iki
taraftan itirazlara konu olur: Bir tarafta, paralarının karşılığını gerçekten
almadıklarını düşünen bazı sponsorların kendileri vardır. Argümana göre, iyi
bir tahmin, ampirik bir çalışmayla aydınlığa çıkarılabilecek tüm ayrıntılardan daha
pratik öneme sahiptir. Ancak bu itirazın ardında yanlış bir inanış vardır. Gerçi
her türlü ampirik çalışmada yol göstermede spekülasyonlar vazgeçilemezdir; eğer
dürüstçe yapılırsa, hepsi aynı anda doğru olamayacak bir dizi alternatif sonuçlara
götürür. Hangisinin gerçek duruma uyduğuna ancak ampirik çalışmalarla karar
verilebilir.[12] Diğer taraftan, mevcut
çalışmaların büyük kısmında egemen olan amaçlara yönelik eleştiriler gelir. Eğer
yöntemler, sadece dönemimizin sıkıntı veren ekonomik ve sosyal sorunlarıyla
ilgili ileri dönük projelere uygulanabilirlerse toplumun hayat koşullarında bir
iyileşme sağlayabilecekken, küçük problemleri, genellikle iş dünyası
karakterindekileri çözerler. Robert S. Lynd, “Knowledge for What” isimli çalışmasında bu bakış açısını
şiddetle savunmuş ve araştırmanın daha hayati hale nasıl getirilebileceğine
dair pek çok yol göstermiştir.
Bu iki argümanın hiçbiri araştırmanın iyi belirlenmiş saptanmış
belirli amaçlar yararına yapılabileceği ve yapılması gerektiğinden şüphe etmezler.
Fakat bu noktada üçüncü bir argüman ortaya çıkar. İtiraz, birinin tek bir amaç
güdemeyeceği ve incelemenin gerçekleşme yollarını bu tür planlama ve çalışmanın
içinde gittiği genel tarihsel durumdan yalıtılarak incelenemeyeceğinden
yükselir. Modern iletişim medyası öyle
karmaşık araçlar haline geldi ki her nerede kullanılırsa kullanılsınlar, onları
yönetenlerin niyetlendiğinden çok daha fazlasını insanlara yaparlar, ve yönetimsel
kurumları, sahip olduklarına inandıklarından çok daha az seçenekler bırakan kendi
momentumlarına sahip olabilirler. Hizmet verilen özel amaca ek olarak ve ondan
önce, iletişim araçlarının mevcut sosyal sistemdeki genel rolü üzerinde
çalışılmasını isteyen eleştirel araştırma fikri, yönetimsel araştırma
uygulamasına karşı ortaya atılmıştır. Bu çalışmanın sonraki kısmı, bu fikrin açıklanmasına
ve bugünkü iletişim araştırmalarına olası katkılarının kısa bir değerlendirmesine
ayrıldı (s.158-160).
Lazarsfeld eleştirel araştırmanın üçüncü karşı argüman olduğunu
belirtikten sonra, yukarıda belirttiği gibi, eleştirel yaklaşımın doğasını (ne olduğu,
neler üzerinde durduğunu) kendi görüşü çerçevesinde örneklerle açıklamakta ve
kendi yaklaşımıyla karşılaştırmalar yapmaktadır:
Eleştirel araştırma fikri Max Horkheimer’in birçok çalışmasıyla
geliştirilmiştir.[13] Yönetimsel
araştırmadan iki yönden ayrılıyor görünür: Zamanımızın egemen sosyal
eğilimlerinin, herhangi bir somut araştırma
probleminin aynı zamanda düşünülmesini gerektiren genel eğilimlerin bir
teorisini geliştirir; ve tüm gerçek veya arzulanan etkilere göre değer biçilmesi
gereken temel insan değerleri fikrini ima ediyor görünür.
Egemen yönelimlere gelince, sahipliğin merkezileşmesinin arttığı bir dönemde
yaşadığımızı herkes kabul edecektir. Yine de, büyük ekonomik organizasyonlar
üretimlerini en ince ayrıntısına kadar planlasalar da, ürünlerinin dağıtımı
sistematik bir şekilde planlanmaz. Başarıları, nüfusun oldukça büyük
kesimlerini müşterileri haline getirmek zorunda olan birkaç büyük birim
arasındaki rekabetin sonuçlarına bağlıdır. Dolayısıyla, her biçimdeki promosyon,
çağdaş toplumda ana güçlerden biri olur. Geniş insan kitlelerini maniple etme
teknikleri iş dünyasında geliştirilir ve oradan tüm kültüre nüfuz eder. Sonuçta
her şeyin, iyi ya da kötü olsun, promosyonu yapılır; her geçen gün daha fazla egemen
olan “reklam kültürü” içinde yaşıyoruz. Bu genel eğilim, kendisini gizlemesi
gerektiği gerçeği nedeniyle yine de daha fazla vurgulanıyor. Satacağı bir ürünü
olan satıcı, her bir müşteriye bu ürünün kendi bireysel amaçlarına neden
uyduğunu açıklamak zorundadır. Bir ulusal reklamcıya hizmet veren bir radyo
sunucusu, milyonlarca dinleyiciye kendisini “sizin” sunucunuz olarak tanıtır.
Böyle bir analiz, şayet bu eğilimlerin insan hayatındaki temel
değerlere zarar vereceği anlaşılırsa, güçlü bir ilgi ve endişe unsuru haline
gelir. Zamanımızın çok sayıda promosyon kalıbına boğulduğu görüşü, bunun
sonucunda insanların her geçen gün daha fazla satranç tahtasındaki piyonlar
gibi davrandığı, insan karakterinin temel özelliği olan doğallık ve haysiyetin
kaybolduğu izlenimiyle daha da güçlenmektedir. Eleştirel araştırma fikrini daha
net anlayabilmek için bunun; en çok ihtiyacımız olanın doğru gördüklerimizi
düşünüp yapmak ve kendimizi görünürde kaçınılmaz olana göre ayarlamamak şeklinde
daha önce de var olan fikre sahip kişilerce vurgulandığının kavranması gerekir.
Promosyon kültürü yönündeki bir eğilimin teorisi, zamanımızın
belirli yönelimlerinin, temel insani değerleri tehlikeye attığı; çünkü
insanların kendi potansiyellerini tam olarak geliştirmekten alıkonuldukları
sonucuna ulaştırır. Günlük rekabete hazır olmak için kıymetli vaktimizi geniş
bir ilgi ve yetenek yelpazesi geliştirmek için harcamamalı; istesek de
istemesek de zamanı çalışma kapasitemizi artırmak üzere kullanmalıyız. Böylece kendimize
dair ölçütler edinmeden hayatın tüm alanlarında bizi, kendisine daha fazla
bağımlı kılan bir promosyon sistemine boyun eğip onu destekliyoruz ki bu sistem
de bize her gün daha teknik araçlar sunuyor ve onları kullanabileceğimiz
faydalı tüm amaçları bizden alıyor.[14]
İşte böylece eleştirel araştırma için ortam hazırlanır. Modern
iletişim araçlarını analiz eden bir eleştirel öğrenci radyoyu, filmleri, basını
inceleyecek ve şu türden sorular soracaktır: Bu medyalar nasıl örgütlenmiş ve
nasıl kontrol ediliyor? Kurumsal yapılarında, tekelleşmeye, standartlaşmaya ve promosyoncu
baskıya doğru yönelim nasıl ifade ediliyor? Örtülü de olsa hangi biçimlerde insani
değerleri tehdit ediyorlar? Bu öğrenci, araştırmanın temel görevinin, bu
medyaların hangi maksatsız (çoğunlukla) ve genellikle de epey zekice yollarla, berbat
olarak düşündüğü süregelen alışkanlık ve sosyal tutumlara katkıda bulunduğunu
ortaya çıkarmak olduğunu hissedecektir.
Eleştirel iletişim araştırmaları hangi operasyonlara
ayrıştırılabilir? Buna cevap vermek kolay değil ve ilk olarak öğrencinin günlük
hayatında gözlem yapmayı ve bunların sosyal açıdan anlamlarını tahmin etmeyi
denemek üzere nasıl eğitileceğini tasavvur etmekle işe başlanabilir. Bir
sinemada oturmuş on yıl öncenin modasını gösteren eski bir haber filmi izliyorsun.
Pek çok kişi gülüyor. Sadece kısa bir süre önce hoşumuza giden şeyler şimdi
niye bu kadar saçma geliyor? Genel baskı nedeniyle bunları kabul ettiğimiz için
kendimizden intikam alıyor ve artık bu tarzda kıyafetler lehindeki baskı
kalktığından geçen yılın tapıncaklarını alaya alarak durumu telafi ediyor olabilir
miyiz? Aynı zamanda bugün reklamı yapılan modaya, sadece birkaç yıl sonra
gülmek üzere boyun eğiyoruz. Geçmişteki boyun eğişimize gülerek gelecekte
üzerimizde kurulacak baskıya kendimizi teslim etmek için güç topluyor olabilir
miyiz? Böylece, sıradan bir gözlemciye sinemadaki bir tesadüf gibi görünen şey,
bu açıdan bakıldığında büyük sosyal öneme sahip bir araz (semptom) haline
gelir.
Veyahut büyük bir içecek firmasının bira reklamında; bir adam
Avrupa’daki savaşın dehşetiyle dolu gazetesini tiksintiyle bir kenara atarken
gösteriliyor; alt yazıda, böyle zamanlarda sadece kendi şöminenizin önünde bira
içerken huzur, güç ve cesaret bulunabileceği yazıyor. Huzur gibi böyle temel
insani isteklere atıfta bulunan sembollerin, kişisel rahatlık ifadelerine
dönüştürülerek tahrif edilip milyonlarca dergi okuyucusuna satış sloganları
olarak sürekli sunulmasının sonucu ne olacaktır? İnsanlar yeni bir markanın
birasını içerek aynı sonuca ulaşacaklarsa sosyal sorunlarını neden eylemde
bulunarak ve fedakarlık ederek çözsünler ki? Sıradan bir okuyucu için reklam,
az çok zekice bir satış hilesinden fazlası değildir. Daha eleştirel bir
analizle bakıldığında ise, promosyon kültürünün neyle sonuçlanabileceğine dair
tehlikeli bir sinyal haline gelir.
Bu yaklaşımı açıklamak için sonraki adım, bunu sadece günlük
hayattan bir gözleme değil, güncel sosyal bilimlerdeki ders kitaplarında karşılaştığımız
sorunlara uygulayarak atılabilir. Örneğin aileye dair bir metinde, babanın
baskın konumunun çocuğu gelecekte karşılaşacağı mahrumiyetleri kabullenmeye ve gerekli
olup olmadıklarını sorgulamadan yapması gerekenleri yapmaya hazırlaması
dolayısıyla ailenin toplumumuzdaki işlevlerinden birinin nasıl günümüz ekonomik
sistemi için gerekli otoriter yapıyı korumak olabileceğine dair detaylı bir
inceleme olması pek muhtemel değildir. Bunu buhran döneminde aileyi inceleyen
bir çalışmaya uygulayarak, buhranın ailede hangi değişikliklere yol açtığına
dair geleneksek sorulardan vazgeçebiliriz. Aile buhranı etkilemiş olamaz mı? İlgi
çekici araştırma soruları geliştirilebilir: Farklı seçkin ailelerin işsizlere
yönelik organizasyonlarda inisiyatif kullanmak için kişilerin sıra dışı işler
bulma yeteneği üzerindeki etkisi neydi ve daha niceleri.
Bir diğer örnek, dünyaya bakışımız ve günlük sorunlara
tepkilerimizin önceki deneyimlerimiz tarafından belirlendiğine dair sosyal
psikoloji konusundaki her metinde bulunabilecek bilindik bir gözlemden
çıkarılabilir. Deneyim fikri, çok fazla açıklamaya ihtiyaç duymayan psikolojik
bir kavram olarak alınır. Fakat “deneyim” olarak adlandırdığımız şeyin tarihsel
değişimlere maruz kalması mümkün olamaz mı? Görece durağan, küçük bir toplum
yapısı içinde yaşayan; birkaç hafta önce meydana geldikleri için haber olduğunu
düşündüğü dikkatle hazırlanmış açıklamaları okuyan; kırlarda dolaşarak saatler
geçiren; doğanın ilelebet başa çıkılamayacak bir şey olduğunu ve onun tüm detaylarını gözlemleyebilmek için
çok uzun yıllar gerektiğini yaşayarak öğrenmiş bir insan için deneyimin ne
anlama geldiğini bir düşünün. Bugün gökdelenlerin hızla boy attığı, yükselenlerin
bir gecede yok olduğu; her birkaç saatte bir şok dalgaları gibi haberlerin
geldiği, içerikleri sürekli yenilenen haber programlarının önceki haberlerin
detaylarını öğrenmemize müsaade etmediği ve doğanın, görkemli bir dağ sırasını
filmden sahnelere dönüştüren birkaç anlık görüntü yakalayarak arabalarımızla yanından
geçip gittiğimiz bir şey olduğu bir çevrede yaşıyoruz. Deneyimlerimizi, on
yıllarca önce mümkün olduğu gibi edinmiyor olamaz mıyız ve eğer böyleyse eğitime
dönük tüm çabalarımızın ötesinde bir etkiye sahip olmazlar mı? Nispeten küçük
Amerikan topluluklarıyla ilgili çalışmalar göstermiştir ki; yirminci yüzyıldan
itibaren eski tarzda yetişkin eğitimine yönelik çabalarda, sürekli bir düşüş
yaşanmaktadır. Artık “Professor Quiz” gibi programlarıyla radyo, kitle eğitiminin yeni
yapılarını geliştiriyor ki bunlar, eski okuma ve tartışma ortamlarından farklılığıyla,
burada kabaca anlatılan gelişimle dikkat çekici bir paralellik gösteriyor.[15]
Bir dizi detay ve özelliği dikkate almazsak, bu yaklaşımın
temel “işleyişi” dört adımı içerir:
a) Genel gözlemler temeli üzerinde “promosyon kültürü”
yönündeki egemen eğilimler hakkında bir teori sunulur. Gerçi teoriyi geliştirmek
ve kanıtlarla desteklemek için sürekli çaba gösterilmektedir, (ama) herhangi
bir özel çalışma öncesinde bahşedilmiş olarak kabullenilir.
b) Herhangi bir fenomenin özel incelenmesi, (a şıkkında
sunulan) fenomenin egemen eğilimleri nasıl ifade ettiğini ve geriye dönerek, onları
desteklemeye (nasıl) katkıda bulunduğunu tespit etmeyi içerir.
c) Modern, endüstriyel toplumda insan karakterlerine damgasını
vurmada “b’nin” sonuçları ön plana çıkarılır ve insanoğlunun haysiyet, özgürlük
ve kültürel değerlerini neyin tehlikeye attığı ve neyin koruduğu hakkında oldukça
açık olan fikirlerin bakış açısından incelenir.
d) Çözüm olasılıkları, eğer varsa, düşünülür.
Böyle bir yaklaşımın özel iletişim araştırmaları alanı için sahip
olduğu değere dönmeden önce, eleştirel araştırma
fikrine karşı, çabaların büyük kısmının gerçekleri bulmak veya yapıcı
önerilerde bulunmak yerine şeyleri “gözler önüne sermeye” harcadığı itirazını
yanıtlamak gerekir. Yapıcı olmanın göreli bir fikir olduğu ve ilgili
gerçeklerin ne olduğu sorusunun sadece yerleşmiş prosedürlere göre
belirlenemeyeceği kabul edilmelidir. Bu durum, İngiliz Parlamentosundaki Royal
Commission’ın raporları ve on sekizinci yüzyılın ilk yarısındaki Dickens tarzı
İngiliz sosyal edebiyatıyla başlayan eleştiri dalgalarına biraz benziyor. O
zamanlar görev, yeni endüstriyel sistemin materyal acımasızlıklarını ortaya
çıkartmak ve kınamaktı: çocuk işçiler, varoşlardaki koşullar ve benzerleri. Günümüzde
bu dehşet verici koşulların tamamı ortadan kalkmış değil; fakat en azından, bir
öğrenci, örneğin, göçmen işçiler veya tarım ortakçıları ile ilgili benzer
koşulları bulduğunda, ilerleme yönünde bazı adımlar atılabilecek kadar yeterli
kamusal bilinç var. Kamuoyu ve kamu yönetiminin eğilimi daha iyi sosyal
koşullar yönündedir. Kültürel konularda, benzeri bir gelişme henüz olmamıştır. Yukarıda
verilen örnekler, birçok öğrenci tarafından, fazla pratik önem taşımayan bir
alanda oldukça anlamsız olarak düşünülecektir.
Buna karşın, yerleşmiş başarı
standartlarına göre toplumdaki yerimizi bulmakla o denli meşgulüz ki, şu anda bizim için hiçbir şey bozulan temel
kültürel değerleri bize hatırlatmaktan daha önemli değildir, tıpkı yüz yıl
önce, modern endüstriyel toplum kurulduğunda, endüstri işçilerinin oluşturduğu
yeni sosyal tabakanın katlanmak zorunda kaldığı fedakarlıkları görmezden
geldiklerini İngiliz orta sınıfına hatırlatmanın tarihsel öneme sahip olduğu
gibi. Waller’in da işaret ettiği gibi, yarının ahlaki ölçütleri, bugünkü küçük
bir grup entelektüel liderlerin mutlak duyarlılığına bağlıdır.[16] Yirmi
otuz yıl önce, ardından gelen kuşakların klasikleri olmaya mukadder olan
sanatçılar, kendi yaşadıkları dönemde açlığa terk ediliyordu. Bugün ise yetişen
bir yeteneği görmezden gelmeme konusunda oldukça hassasız ve herhangi bir sanatsal
gelişim tohumunun büyümesine yardımcı olmaya çalışan burslarımız ve pek çok kurumumuz
var. Neden eleştiriye daha dostça olmayı öğrenmeyelim ve daha fazla sabır
gösterebileceğimiz ve nihayetinde neyin yapıcı neyin değil olduğunu göreceğimiz
biçimleri bulmayalım? (s.160-165) [17]
Lazarsfeld, eleştirel yaklaşımla ilgili yukarıdaki açıklamalarından
sonra, eleştirel yaklaşım ile yönetimsel araştırmalar arasında köprü kurmaya çalışmakta
ve bu köprünün olasılıkları üzerinde durmaktadır. Lazarsfeld Avrupa kuramıyla
Amerikan ampirizmini kaynaştırmayı ummuştur. Fakat eleştirel araştırmayı kendi
yönetimsel araştırma pratiğine zıt olarak görmüştür:
Şimdi de sorunun yönetimsel araştırma yönüyle ilgilenen
öğrenciye eleştirel araştırma fikrinin yapabileceği belli katkılar. Eleştirel
ve yönetimsel araştırmanın gerçek işbirliğindeki tecrübe bu kadar az olduğu
sürece, somut olmak son derece zordur. Bunu sağlamanın bir yolu, bu tür ortak
çabalardan kaynaklanan güçlü entelektüel uyarmaya dikkat çekmektir. Ampirik araştırmada
bir yandan örneklem problemleri ve olası hatalar arasındaki büyük mesafe, diğer
yandan çağımızın önemli sosyal problemleri hakkında, kimi zaman kesin bir pişmanlık
ya da sabırsızlık duymayan nadir öğrenci vardır. Kimileri sosyal ilgilerini
kişisel uğraş haline getirip gelecekte bir gün bu iki yöntemin tekrar
birleşeceği umuduyla bunları araştırma prosedürlerinden ayrı tutarak çözüme
ulaşıyorlar. Eleştirel araştırma açısından, ampirik çalışmayla
bütünleştirilebilecek mevcut bir araştırma uygulamasını hazırlamak mümkün olursa
bu; işe dahil olanlara, işlenen sorunlara ve nihayetinde çalışmanın gerçek
faydasına büyük katkıda bulunacaktır.
Araştırmanın bu şekilde canlanması, sadece temsili olarak
gösterilebilecek ve sistematik şekilde ifade edilemeyecek çok çeşitli biçimde olabilir.
Örneğin büyük olasılıkla, kontrol sorunlarına çok daha fazla dikkat verilecektir.
Ne kadar iyi yöntemler kullanırsak kullanalım iletişimin etkileri üzerinde
çalışıyorsak, sadece fiili olarak sunulan radyo programları ya da basılı materyallerin
etkileri üzerinde çalışmamız mümkün olacaktır. Eleştirel araştırma ise
özellikle, kitle iletişim kanallarına asla giremeyen materyallerle ilgilenir: İster
büyük gruplar için gerektiği kadar ilgi çekici olmadığından, ister gereken
yatırımların karşılığını yeterince veremediğinden, ister geleneksel sunuş
yapıları mevcut olmadığından olsun, hangi fikir ve formlar kamuya
ulaştırılmadan yok ediliyor?
Bir program yayınlandığında ya da bir dergi basıldığında, eleştirel
araştırmanın, içeriği özgün bir biçimde incelemesi mümkündür. Müzik programları
alanından bir dizi örnek verilebilir.[18]
Radyodaki ağırbaşlı müzik programlarının mutlaka iyi kabul edilmesi gerekmez. Mevcut
farkları abartan ve müziğin daha önemli yanlarına gösterilen dikkati eksilten özel
program yapımcılarına yönelik tanıtımlar, reklamcılık mantığının eğitsel ortama
zorla girişinin bir diğer örneğine işaret eder. “Başyapıtlar” olarak bilinen nispeten
az sayıdaki eserin bitmek bilmeyen tekrarları, kamu hizmeti yayınlarını radyonun
ticari yönüyle daha uyumlu bir çizgide tutma gereksiniminden kaynaklanır. Böyle
bir analizden, radyodaki programlarının gerçekten daha geniş bir müzik zevkine
hitap edecek şekilde nasıl hazırlanacağı gibi somut öneriler geliştirilebilir.
Radyoların yayın akışının neredeyse yüzde 50’sinin ayrıldığı popüler müziğin
sosyal önemi ve muhtemel etkilerine dair bir tartışma da vardır ve bu, eleştirel
sosyal araştırma bakışından kitle iletişiminin bugüne kadarki en ayrıntılı
analizini temsil eder.[19] Basılı
malzemelere yönelik benzer çalışmalar yapılabilir. Örneğin geçen on yılda biyografilerin
bu kadar tutmasın sebebi nedir? Bunların içerikleriyle ilgili bir çalışma,
hepsinin de her bir bireyin boyun sunduğu toplumun, insanların ya da insan
ruhunun genel kurallarına uygun bir dille yazıldıklarını ve aynı zamanda
bahsettikleri tek bir kahramanın emsalsiz büyüklüğü ve önemine işaret
ettiklerini göstermiştir.[20] Orta
sınıf okuyucular arasında bu tarz edebiyatın başarısı, bu okuyuculardan pek
çoğunun kendi sosyal sorunlarına ilgilerini kaybettiklerinin bir göstergesi
olarak algılandı. Bu biyografiler, sıradan insanların kontrol edemediği ve
insanüstü yeteneklere sahip liderler gerektiren olaylara kapılıp sürüklendiğimiz
hissini yansıtmaktadır. Böyle bir analizle anti demokratik imalar, aksi
takdirde sosyal bilimcilerin dikkatini çekmeyecek edebi bir fenomende
biçimlendirilir.
Diğer taraftan, iletişimin gerçek etkileri üzerinde
çalışılırken, burada tartışılan eleştirel tutumdan etkilenen birinin önünde
daha geniş ufuklar açılır. Sadece tek bir örnek verelim: Radyonun, bireylerin dünyasını genişleterek yaptığı
katkıyı övüyor ve bu övgüyü hak ettiğinden şüphe duymuyoruz. Fakat konu bu
kadar basit mi? Bir çiftçi, doğanın karşısına çıkardığı sorunlarla başa çıkmak,
neyin mantıklı olup neyin olmadığını anlamak, neyin önemli olup neyin
olmadığını ayırt etmek için gereken yeteneğe sahip olabilir. Bugün radyo, yeni
sorunları olan yeni bir dünya sunmaktadır ki bu sorunların dinleyicilerin kendi
hayatlarından kaynaklanması da gerekmez. Bu dünya, hem olayların gerçekleştiği
hem de görünmez olduğu sihirli bir karaktere sahiptir ve pek çok dinleyici de,
bunu değerlendirebilecek kişisel deneyime sahip değildir. Kadın dinleyicilerin
arkası yarınlara karşı tutumlarında, çabalarının herhangi bir değişiklik
getireceğine gerçekten inanmadıkları halde bu kadınların radyo dünyasına
müdahale etmek arzusuyla milyonlarca mektup göndermesi olayında da gözlemlendiği
gibi, radyo programlarının etkilerinin bazen son derece rahatsız edici olduğunu
biliyoruz. Böyle tesadüfi gözlemlerle yetinmek yerine, insanların gerçeklik
karşısındaki tutumlarının radyo sebebiyle, günlük alışkanlıklarına dair
yüzeysel gözlemlerle ortaya çıkardıklarımızdan çok da farklılaşmadığını görmek,
elbette ki çok daha değerlidir (s.165-167).
Sonuç
Günümüzde iletişim alanındaki yüksek lisans ve doktora
tezlerinden başlayarak bütün girişimlerde en çok kullanılmakta olan Lazarsfeld’in
oluşturduğu yönetimsel inceleme geleneği, kurumların ve şirketlerin kendi iç örgütsel
yapısıyla ve dış ilişkileriyle (özellikle müşterileri, izleyicileri, dinleyiciler,
oy verenler ve seçmenler ile) olan ilişkilerinde, kontrol mekanizmaları kurma,
kurulu olanları gözden geçirme ve yeni kontrol yolları oluşturma amacına hizmet
eder. Diğer bir deyimle, bu tür araştırmalar, geniş anlamda, iletişimin egemen
sistem tarafından sosyal kontrolünün sürdürülmesi ve kapsamının
yaygınlaştırılmasıyla ilgilidir. Yönetimsel araştırma ve bunu destekleyen
kuramsal çerçevenin hareket noktası, kitlelerin kontrolü için gerekli
bilgilerin toplanması, oy verme, satın alma, destekleme, kullanma, harekete
geçme, gerekirse en yakınını bile harcama yoluyla kitlelerin (modern serbest
kölelerin) kendi sömürülerine katılmalarının sağlanması, tercihlerinin,
düşüncelerinin, inançlarının, sevilerinin, dostluk ve düşmanlıklarının
belirlenmesi ve yönlendirilmesi üzerine kurulmuştur. Kitle iletişim bazında, bu
yeni teknolojilerin hem siyasal hem de ekonomik biliş ve davranış yönetiminde
en etkili şekilde kullanma yollarının aranmasıdır. Bu yolların aranmasında
akademi ile özel şirketler, özellikle dev kuruluşlar daima işbirliği yapmışlardır:
Dev şirketler ve kurumlar kendileri için işlevsel olan bilgi gereksinimini bu
yolla elde ederken, akademisyenler de önemli derecede gelir, statü ve şöhret
elde etmişlerdir ve hala etmektedirler (Örneğin, Habermas’ın, Huntington’un,
Fukuyama’nın, Fiske’nin, McQuail’in ve benzerlerinin kitaplarının küresel
alanda yaygınlaşması ne tesadüfidir ne de en doğru açıklamayı getirdiklerinden
dolayıdır).
İlk iletişim araştırmaları radyo yayın endüstrisinin hızla
gelişmesi ve bu sırada radyoyu kullanarak kendi amaçlarını gerçekleştirmek için
kitlelere ulaşmak isteyen endüstrilerin, devletin, siyasal partilerin ve diğer
kuruluşların radyoyu kulanma gereksinimini hissetmesi, aynı endüstrilerin ve
kuruluşların kitlelerin tercihlerini, düşüncelerini bilmek ve yönlendirmek
istemesi ihtiyacından ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Özel teşebbüs olarak örgütlenmiş
radyo ve gazete araştırmaları için reyting sistemi kurulmasıyla birlikte, artık,
araştırma yapma, reklamcılar, müşterileri ve medya arasındaki ilişkide reklamın
fiyatının belirlenmesinde ölçüt olmuş ve dolayısıyla, zorunlu bir girişim
haline gelerek daha da yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla, o zaman ve şimdi,
akademisyenlerin çoğunun alan araştırmaları (survey
research) işine sarılmalarının nedeni felsefi, epistemolojik,
metodolojik veya bilimsel ilgi değildir. Zaten bu ilgiyle hareket eden akademisyenlerin
çok azı “survey research” veya “administrative research” yapar. Eğer yapanlar varsa ki
çok enderdir, tasarımlarından bu kolayca anlaşılır: Tasarımlarında yoğun bir
bilgi birikiminden hareket ederek ve kuramsal inşadan geçerek çıkartılan varsayımlar
ve bu varsayımlardan üretilen hipotezler vardır. Araştırma hipotez, dolayısıyla
kuramsal varsayım ve bu kuramsal varsayımdan geçerek kuram testi üzerine inşa
edilmiştir. Amaç bir sürü sosyodemografik, tutumsal, görüşsel, tercihsel değişkenlerle
ilgili bilgiler toplamak, bu bilgilerin frekans dağılımlarını sunmak ve her değişkeni
birbiriyle karşılaştırarak “garbage in, garbage out”
türü ”araştırma olmayan araştırma” yapmak değildir. Ama yapılmaktadır; çünkü
amaç sadece bazı dağılımsal göstergeleri bulmaktır ki bu bilimsel girişimin en
ilksel biçimidir. Bu biçim yönetimsel araştırmalar için yeterlidir, fakat
bilimsel araştırma bu seviyenin ötesine gitmek zorundadır.
Pekiyi, bu tür araştırma sonuçlarından hareket ederek, kuram
inşa edilebilir mi? Tümevarım mantığına göre, edilir;[21] ama,
günümüzdeki yönetimsel araştırmalarda edilmiyor. Kuram inşası yeterli felsefi,
epistemolojik ve metodolojik bilgi, beceri ve kapasite gerektirir. Ayrıca, yönetimsel
araştırmalarda zaten amaç bilimsel bir karakter taşımaz. Örneğin, eğer Amerika
“Amerika’nın Sesi” radyosu ile
propaganda yapmasaydı ve bu propagandanın etkisi yönetimsel başarı bağlamında
merak edilmeseydi, her yıl bu radyo ile ilgili etki araştırmaları yapılmazdı.
İletişim araştırmalarının ve kuramlarının çıkmasının nedeni radyonun,
gazetenin ve televizyonun kendi varlığından kaynaklanan bir şey değildir. Kuram
ve araştırmalar geliştirilmiştir, çünkü kitle iletişim araçları belli amaçlar için
araç olarak önem kazanmış ve yoğun bir şekilde kullanılmaya başlamıştır. Kitle
iletişim araçları düşünsel ve materyal ürün satma aracı olarak önem kazandığında
ve kullanıldığında, kitle iletişim araçlarıyla, özellikle sunulanın etkisiyle
ilgili araştırma gerekliliği de çıkmış olur. Eğer kitle iletişim araçları endüstriyel
yapıların, kurumların ve çeşitli özel çıkarların gerçekleştirilmesinde araç
olarak kullanılmasaydı, “yönetimsel araştırma” diye bir araştırma türünün kitle
iletişiminde kullanılması gereksinimi çıkmazdı ve kitle iletişiminde etki araştırmaları
diye araştırmalar olmazdı. Eğer ticari çıkar için (örneğin reklam, promosyon) amaçlı
olarak gazete ve radyo kullanılmasaydı, hiçbir şirket ve kurum gelip “benim için
etki araştırması yapın” diye bir talepte bulunmazdı.
Lazarsfeld’in geliştirdiği ve günümüzde yoğun şekilde kullanılan
yönetimsel araştırma (Türkiye’de eline bir anket alıp, sorular sorup, yüzdelere
ve ki-kare testine indirgenen, araştırma olmayan araştırmaya dönüştürülmüş
araştırma türü), pozitivist-ampirizme karşı sunulan tüm eleştirilere açıktır.[22]
Bu yönelim medyanın örgütlenmesi ve iş yapış biçiminin doğası,
ideolojik içeriği ve mülkiyet yapısı ve ilişkilerinin sonuçları gibi konular üzerinde
durma olasılığını ortadan kaldırdı: Bu tür araştırmalar kimseye para kazandırmazdı
ve ayrıca sorunluydu. Bu yaklaşım tarzı ana akım okulun kuramlarında ve araştırmalarında
egemen olarak kaldı. Sahiplik ancak sonradan “liberal ideolojinin” serbest
pazar anlayışı bağlamında ele alınıp incelendi. Sahiplik çok sonradan sosyal demokratlar
tarafından ele alındı. Liberaller sahipliğin “içeriğe etki etmediği savını kanıtlamak
için konuyu irdelediler; etik ve profesyonel bağımsızlık ve özgürlük üzerinde
durdular. Fakat yapının doğası asla soruşturulmadı.
Lazarsfeld pazar araştırmasının, kitle iletim araştırmasının,
niceliksel ve niteliksel ampirik sosyal araştırmanın babası, modern ampirik
sosyolojinin kurucusu olarak nitelenir. Wilbur Schramm gibi akıllı bir işadamıydı:
Bir araştırma, enstitü ve bölüm için nereden ve nasıl para ve destek bulacağını
çok iyi bilen, bulan ve çalışanları da iyi yönlendiren biriydi (Chaffee
and Rogers, 1997: 43).
Lazarsfeld, araştırmalarında Amerika’nın sosyal-demokrat kuramcıları
ve filozoflarının Amerikan demokrasisiyle ve demokrasinin sorunları ve çözümleriyle
ilgili, özellikle 1890’lardan beri üzerinde durdukları kuramsal inşalarla
ilgilenmedi. İletişimin örgütlü faaliyetlerinin ve içeriğinin toplumsal sonuçları
üzerinde de durmadı. Lazarsfeld yönetimsel, uygulamalı, ampirik araştırma yoluyla
Amerikan sisteminin işlevselliğini geliştirme üzerinde durdu: Yapının etkili
çalışması için çıkan sorular ve sorunlarla, insanların var oluş sorunlarıyla değil,
kurumların ve şirketlerin etkinlik sorunlarıyla ilgilendi. Bu ilgi, Amerikan
sosyolojisi, siyaset bilimi ve iletişiminde egemen olan pozitivist yapısal fonksiyonalizm
kuramı içine düşer. Zaten bu kuramın oluşturucusu T. Parsons ve onu geliştiren
Merton’dur; Merton Lazarsfeld’in en yakın çalışma arkadaşıdır.
Lazarsfeld Amerika’nın endüstriyel yapısındaki standartlaşmayı
akademik alana taşıdı: Yaşamı ve ilişkileri anlamada nicelikselleştirme,
nicelleştirmedeki kurallarla ve yöntemdeki süreçlerle standartlaştırma, bu
süreçlerde ve standartlaştırmada, objektiflik dahil, mekanikselleşmeyi
geliştirdi. Ayrıca, buna bağlı olarak Amerikan endüstriyel yapısı ile akademik yapı
arasındaki işlevsel çıkar işbirliğinin gelişmesine yardım etti. Bu sırada,
akademi (öğretim üyeleri, araştırma görevlileri vb.) paranın rengini ve tadını
öğrendi. Bu da özellikle 1980’lerden sonra Türkiye gibi ülkelerde neo-liberal
politikalar ve uluslararası şirketlerin yoğun çalışmaları, kurumların dış baskılarla
araştırmaya zorlanmaları, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF ve Alman vakıflarının
bilgi toplama istemleri, siyasal partilerin oy avcılığında araştırmayı araç
olarak kullanmayı öğrenmeleri, akademik alanda yeni yetişen ve eskiden beri bu
işe uğraşmak isteyenlerin yolunu açtı. Ama ne yazık ki, ampirik metodolojiyi
doğru olarak kullanan araştırmaya ender rastlanmaktadır. Herkes araştırma
yapıyor, ama araştırmaların geçerliliği ve güvenirliliği tasarımların daha en
başında yapılan ciddi hatalar nedeniyle ortadan kalkmaktadır.[23] Hipotez
çıkartmanın ne olduğu bilinmemekte, anket soruları ve seçenekleri doğru
belirlenmemekte, çift-namlulu sorular sorulmakta, dengesiz iki-yönlü ölçekler
biçimlendirilmekte, hipotezsiz istatistiksel testleri yapılmakta, çapraz
tablolardaki dağılımlar yanlış sunulmakta, aynı dağılımı sunmak için hem yazı,
hem grafik hem de tablo kullanılmakta, bulgular ile değerlendirme arasındaki
fark bilinmemekte, yüzdeleri sunmak değerlendirme sanılmakta, sonuç çıkartma ya
hiç bilinmemekte, ya bulguların tekrarı biçiminde olmakta ya da var olan bilgi
birikimi, araştırma soruları/hipotezler ve bulgular arasında bağ kurmaksızın
uyduruk birkaç cümleyle geçiştirilmektedir.[24] Özlüce,
araştırma yöntemlerini ve istatistiği bilen olarak geçinenler veya öyle kabul
edilenler tarafından değil de, gerçek anlamıyla istatistiği ve ampirik araştırma
tasarımını, özellikle “survey research” tasarımını
bilenler tarafından, Türkiye’deki durumun ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ve
doğruyu yapma yollarının aranması gerekmektedir.
Kaynakça
Alemdar,
K. ve Erdoğan, İ. (2005). Öteki Kuram.
Ankara: Erk.
Barton, A. H.
(2001). “Paul Lazarsfeld as Institutional Inventor”. International
Journal of Public Opinion Research, 13(3):245-269.
Birnbaum, N.
(1971). Toward a Critical Sociology. New York:
Oxford University press.
Cantril, H.
(1940). The Invasion from Mars: A Study in the Psychology
of Panic. Princeton, NJ: Princeton University Press.
Cantril, H.,
& Allport, G. W. (1935). The Psychology of Radio.
New York: Harper & Brothers.
Carey, J. W.
(1996). “The Chicago School and Mass Communication Research”. In E. E. Dennis
and E. Wartella (Eds.), American Communication Research:
The remembered history. Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum: (pp. 21_38).
Chaffee, S. H.
and Rogers, E. M. (1997). The Beginnings of Communication Study in America: A
Personal Memoir by Wilbur Schramm. Thousand Oaks, CA: Sage.
Donsbach, W. et
al. (2001). “Editorial: Paul Lazarsfeld (1901_1976)”, International
Journal of Public Opinion Research, 13(3): 225 -228.
Erdoğan, İ. (2006) Ampirik Araştırmalarda Yöntembilimsel Sorunlar:
TRT Araştırmaları Örneği. http://www.irfanerdogan.com
Erdoğan, İ.
(2003). Pozitivist Metodoloji: Bilimsel Araştırma Tasarımı, İstatistiksel
Yöntemler, Analiz ve Yorum. Ankara: Erk.
Erdoğan, İ.
(2001a). “Sosyal Bilimlerde Pozitivist-Ampirik Akademik Araştırmaların Tasarım
ve Yöntem Sorunları”, Anatolia: Turizm Araştırmaları
Dergisi, 12 (2), 17-34.
Erdoğan, İ.
(2001b). “Methodology Issues: Problems in Published Empirical Research in
Turkey”. Kültür ve İletişim, 2001, 4 (2): 185-207.
Erdoğan, N. ve
Erdoğan İ. (2005). “Araştırmalarda Veri Toplamaya ve Bulgulara Etki Eden
Kirletilmiş Bilinç Üzerine Bir İnceleme”. Selçuk İletişim
Dergisi, 3 (4): 5-17.
Gitlin, T.
(1978). “Media sociology: Dominant Paradigm”, Theory and
Society, 6: 205-253.
Hardt, H.
(1992). Critical Communication Studies: Communication, History and Theory in
America. New York: Routledge.
Hardt, H.
(1997). Beyond cultural studies - recovering the 'political' in critical
communications studies. Journal of
Communication Inquiry, 21(2): 70-79.
Hardt, H.
(2001). Social Theories of the Press: Constituents of Communication Research,
1840’s to 1920’s. Lanham, MD: Rowman and Littlefield.
Jowett, G. S.
ve O'Donnell, V. (1992). Propaganda and Persuasion. 2nd ed. Newbury Park, CA:
Sage Publications.
Katz, E. and
Lazarsfeld, P. F. (1955). Personal Influence: The Part Played by People in the
Flow of Mass Communications. New York: The Free Press of Glencoe.
Katz, E.
(1987). “Communications Research Since Lazarsfeld”, Public
Opinion Quarterly, 51(2): 25-45.
Katz, E.
(2001). “Lazarsfeld’s Map of Media Effects”, International
Journal of Public Opinion Research, 13(3): 270-279.
Kendall, P. and
Lazarsfeld P. F. (1950). Problems of Survey Analysis,.
In Merton R. K.and Lazarsfeld P. F. (eds.) “Continuities in Social
Research:Studies in the Scope and Method of the American Soldier. Glencau, Illinois: Free Press.
Kendall, P. L.
and Lazarsfeld, P. F. (1964). “The Relation between Individual and Group Characteristics
in ‘the American soldier.’” In Lazarsfeld P. F.and Rosenberg M. (Eds.), The Language of Social Research: A Reader in the Methodology of
Social Research (pp. 290_296). New York: The Free Press of Glencoe.
Lazersfeld, P.
F., (1940). Radio and the Printed Page. New York:
Duell, Sloan and Pearce.
Lazarsfeld,
P. F. (1941). Oualitative Analysis:
Historical and Critical Essays. İçinde: Lazarsfeld, P. F., 1972b, s.
155-167.
Lazarsfeld, P.
F. (1948). The Role of Criticism in the Management of Mass media. The Journalism
Quarterly, 25:2. (İçinde:
Lazarsfeld, P. F., 1972b, s. 123-138).
Lazarsfeld, P.
F. (1968). “An Episode in History of Social Research: A Memoir”. İn: D. Fleming
ve B. Bailyn (eds.) The Intellectual Migration: Europe
and America 1930 – 1960. Cambridger; Harvard University Press, s. 270-337.
Lazarsfeld, P.
F. (1970). Critical Theory and Dialectics. İçinde: Lazarsfeld, P. F., 1972b, s.168-182.
Lazarsfeld, P.
F. (1972a). “Development of a Test for Class-Consciousness”. In Lazarsfeld P.
F., Pasanella A. K., and Rosenberg M. (Eds.), Continuities
in the Language of Social Research (pp. 41-43). New York: The Free
Press.
Lazarsfeld, P.
F. (1972b). Qualitative Analysis: Historical and Critical
Essays. Boston, MA: Allen and Bacon.
Lazarsfeld, P.
F. (1973). Main Trends in Sociology. London:
George Allen & Unwin.
Lazarsfeld, P.
F. and Fiske, M. (1938). “The Panel as a New Tool for Measuring Opinion”. Public Opinion Quarterly, 2, 596-612.
Lazarsfeld, P.
F., Berelson, B., and Gaudet, H. (1944/1968). The
People’s Choice: How the Voter Makes Up His Mind in a Presidential Campaign.
New York: Duell, Sloan and Pearce. (1968 baskısı: Columbia University Press).
Lazarsfeld, P.
F. And Merton, K. (1948). “Mass Communication and Popular Taste, and Organized
Socail Action”. In Schramm W.and Roberts D. F. (eds.) (1971),The Process and Effects of Mass Communication. Illinois:
U. Of Illinois Press, , pp. 554-578.
Lazarsfeld, P.
F. and Thielens W. jr. (1958). Academic Mind: Social
Scientist in the Time of Crisis. Glencoe, Illinois;: The Free Press.
Lazarsfeld.
P. F., W. H. Sewels and H. L. Wilensky (eds.) 1967. The Uses of Sociology. New
York: Basic Books.
Lazarsfeld, P.
F. and Henry N. W. (1968). Latent Structure Analysis.
Boston: Houghton Mifflin.
Lazarsfeld,
P.F., Retiz J. G., and Pasanella A. K. (eds.) (1975) An
Introduction to Applied Sociology. New york: Elsevier.
Mattelart, A.
(1999). Mapping World Communication: War, Progress,
Culture (S. Emanuel and J. A. Cohen, Trans.). Minneapolis, MN:
University of Minnesota Press.
Mills, C. W.
(1959). The Sociological Imagination. New York:
Oxford University Press.
Morrison, D.
(1988). “The Transference of Experience and the Impact of Ideas: Paul
Lazarsfeld and Mass Communication Research”. Communication,
10, 185-209.
Özen, Ş.
(2002). Türkiye’deki Örgütler/Yönetim Araştırmalarında Törensel Görgülcülük
Sorunu. Yönetim Araştırmaları Dergisi, 2 (2):
187-213.
Parenti, M.
1995. Against Empire. San Francisco: City Lights
Books.
Peters, J. D.
(1986). “Institutional Sources of Intellectual Poverty in Communication
Research”. Communication Research, 13(4), 527_559.
Peters, J. D.
(1989). “Democracy and American Mass Communication Theory: Dewey, Lippmann,
Lazarsfeld”. Communication, 11, 199-220.
Peterson, T.
(1996). “The Press as a Social Institution”. In E. E. Dennis and E. Wartella
(Eds.), American Communication Research: The Remembered
History (pp. 85-93). Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum.
Robinson, G. J.
(1989). “Communication Paradigm Dialogues: Their Place in the History of
Science Debate”. In Dervin, B. Grossberg, L. O’Keefe, B. J. and Wartella E.
(Eds.), Rethinking Communication: Paradigm Issues (pp.
204-208). Thousand Oaks, CA: Sage.
Rogers, E. M.
(1994). A History of Communication Study: A Biographical Approach. New York:
The Free Press.
Rosengren, K.
E. (1989). “Paradigms Lost and Regained. In Dervin, B. Grossberg, L. O’Keefe,
B. J. and Wartella E. (Eds.), Rethinking Communication:
Paradigm Issues (pp. 21-39). Thousand Oaks, CA: Sage.
Schiller, D.
(1996). Theorizing Communication: A History. New
York: Oxford University Press.
Sills, D. L.
(1996). “Stanton, Lazarsfeld, and Merton: Pioneers in Communication Research”.
In Dennis E. E.and Wartella E. (Eds.), American
Communication Research: The Remembered History (pp. 105_116). Hillsdale,
NJ: Lawrence Erlbaum.
Thurnborn, G. (1976).
Science, Class and Society. Manchester: NLB.
Wartella, E.
(1996). “The History Reconsidered”. In Dennis E. E.and Wartella E. (Eds.), American Communication Research: The Remembered History
(pp. 169_180). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum.
[4] Deneyci kavramını
kullanmadık; çünkü kavram deney yapmayı anlatıyor; “survey Research” (alan
araştırması) gerçek deneysel bir araştırma değildir; en iyi şekliyle “ex post
facto” “quasi-experimental research” karakterini taşır. Alanda gerçek deney
koşulları “survey research” tasarımında
kurulmaz, zaten istense de
kurulamaz.
[5] Bu tür örneklemle ve
ölçmeyle ilgili kavramların açıklaması için bkz Erdoğan, 2003.
[6] Bireyin ne ve nasıl
olduğu, kendi hakkında kendinin söylediği ve başkalarının söylediğiyle
belirlenmez; neyi nasıl yaptığıyla, yani kendini ve diğerlerini nasıl
ürettiğiyle belirlenir. Özün gizlenmeye çalışıldığı ve/veya özü kavrayacak
beyin kapasitesinin körleştirildiği yerde, söz ve görüntü özü belirler:
İnsanlık karakterini yitirenler, insanca değeri insanca ilişkilerle
kuramadıkları için, insan kullanma, insan harcama ve öğrenciler üzerinde
baskıyla kurulan egemenlik yoluyla “kendilerini bulurlar”. Bilimsel kapasite
yoksunluğuyla birlikte, aptalca didişme, bireysel çekişme ve dedikodu ortamı
egemen olur.
[8] Alandaki genel bir
yönlendirme için bkz. Douglas Waples, What Reading Does to People, University
of Chicago Press, 1940 ve Paul F. Lazersfeld, Radio and the Printed Page,
Duell, Sloan and Pearce, 1940. Daha güncel ve spesifik açıklama için Princeton
University Press tarafından yayımlanan Public Opinion Quarterly, makaleler ve
bibliyografya açısından en iyi kaynaktır. (Lazarsfeld’in notu)
[9] Üniversiteler arasında
özellikle University of Chicago Library School ve University of Minnesota
Journalism School, iletişim araştırmaları alanında aktiftir. Dernek fonları ile
benzer çalışmalar yapan organizasyonlar; Adult Education Association, American
Film Center, Columbia University Office of Radio Research, Library of Congress
ve Princeton Public Opinion Research Project’tir. Dergiler arasında Life ve McCall’s
günümüzde değerli bilgiler yayınlanmaktır. Radyoya dair materyal, Columbia
Broadcasting System ve National Broadcasting Company’nin araştırma müdürleri
aracılığıyla elde edilebilir. (Lazarsfeld’in notu)
[10] Harold Lasswell, Democracy
Through Public Opinion. George Banta Publishing Co. 1941. (Lazarsfeld’in notu)
[11] Haber filmi: haber
niteliği taşıyan, belirli aralıklarla piyasaya sürülen ve önemli olaylar
hakkında halka bilgi vermek amacıyla sinema ve televizyonlarda gösterilen belgesel
film çeşididir.
[12] Ampirik araştırmanın
boşuna olduğuna dair argümanın üstesinden gelmek için daha akıllıca bir yol
vardır. Örneğin böyle bir muhalife, kararlarını bir siyasi kampanya süresince
verenlerin daha kalıcı politik bağları olanlara nazaran çok değişik faktörlere
göre oy verme davranışının nasıl etkilendiğini yapılan çalışmalara dayalı
olarak anlatılabilir. Muhalif ise bunu oldukça anlaşılabilir bulup kendisinin
bu sonuca akıl yoluyla ulaşabileceğini söyleyebilir. Bunun tersinin gerçekleşmesi
ve fiili parti bağları olan kişileri tanımlayan karakterler aracılığıyla
kararsızların oylarının büyük oranda tahmin edilmesinin mümkün olmaması, sık
karşılaşılan bir durumdur. Mantık yoluyla bazı sonuçlara ulaşılıp daha sonra
gerçek bilgilerle bunların yanlış olduğunun kanıtlandığı diğer pek çok örnek
vardır. (Lazarsfeld’in notu)
[13] Özellikle
karşılaştırınız: Zeitschrift für Sozialforshung’ta “Traditional and Critical
Theory”, VI (1937), sf. 245-295; “Philosophy and Critical Theory” sf. 625-631.
Eleştirel sosyal araştırma fikrini sunmak üzere burada kullanılan örnekler, Dr.
T.W. Adorno’nun çalışmalarından alınmıştır. (Lazarsfeld’in notu)
[14] Bu fikirleri netleştirmek
için tüketici hareketliliği ve propaganda analizi gibi diğer düşünce
akımlarıyla kısaca karşılaştırmak yararlı olabilir. Müşteri hareketliliği,
günümüz reklamcılığındaki somut hatalarla ilgilenir ve hatta reklamcığın
ekonomik anlamda tamamen israf olduğunu ileri sürebilir. Eleştirel yaklaşıma
göre ticari reklamcılık, günümüz toplumunun devamlılığını sağlayan çok sayıdaki
promosyon yapılarından sadece biridir ve ekonomik anlamlarından ziyade kültürel
anlamları tartışılır. Benzer bir farklılık propaganda analiziyle
karşılaştırıldığında da ortaya çıkar. Sorun, insanların belirli yalıtılmış
gerçekler bakımından yanlış yönlendirilmesinden değil, başlarını nereye
çevirirlerse çevirsinler bir tür promosyona yakalandıkları için kendi
değerlendirme standartlarını geliştirme şanslarının giderek daha da
azalmasından kaynaklanır. (Lazarsfeld’in notu)
[15]Karşılaştırınız: W.
Benjamin’in bu dergide yayımlanan Baudlaire üzerine çalışması, Vol. VIII
(1939-40) s. 50 ve sonrası. (Lazarsfeld’in notu)
[16] The Family, Dryden Press,
1931. (Lazarsfeld’in notu)
[17] Radyo endüstrisinin, bu
dönemde sosyal araştırmalarının çoğunun geleneksel yapıda olmasına yol açan ve
yeni alanlara genişlemesini engelleyen baskının bir kısmını azaltmakta öncülük
edebilmesi son derece muhtemeldir. Zaten radyo endüstrisi politika alanında
diğer büyük ticari kurumlardan çok daha tarafsız ve dengeli olduğunu kanıtladı.
Nüfusun büyük kesimleriyle iletişimi koparmama gerekliliği de onları, ilk başta
daha zararsız gibi görünmüş olsa da, araştırma yöntemleri denemeye karşı daha
anlayışlı yapmış olabilir. Program içerik ve politikalarının daha dürüst bir
analizi, ilk sınama zemini edilebilir. (Lazarsfeld’in notu)
[18] Bkz. T.W. Adorno,
Columbia University Office of Radio Research’teki dosyada “On a Social Critique
of Radio Music”. (Lazarsfeld’in notu)
[19] Bkz. T.W. Adorno, bu
sayıda “On Popular Music”(Lazarsfeld’in notu)
[20]Böyle bir analiz Institute
of Social Research’ten L. Lowenthal tarafından gerçekleştirilmiştir ve
bugünlerde yüksek tirajlı Amerikan dergilerinde yayımlanmakta olan pek çok
biyografiye genişletilmektedir. (Lazarsfeld’in notu)
[21] Tümevarımın kanıtlanabilirliliği sorununda,
Hume, Russell ve benzerleri ciddi eleştiriler getirmişlerdir. Popper ve
takipçileri de hipotezleri tümevarım yoluyla kanıtlama yerine yanlışlamayı savunmuşlardır.
[22] Bu eleştiriler için bkz
Erdoğan ve Alemdar (2005) Öteki Kuram.
[23] Bununla ilgili araştırmalar
ve eleştiriler için bkz Erdoğan, 2006; Erdoğan, N. ve İ. Erdoğan, 2005;
Erdoğan, 2001a ve 2001b; Özen, Ş., 2002.
[24] Türkiye’deki
üniversitelerden birçok akademisyenin çeşitli seviyelerde katkıda bulunduğu,
1999 ve 2004 arasında yapılan beş TRT araştırması ne yazık ki Türkiye’deki feci
durumun en iyi göstergelerinden biridir. TRT araştırmalarının incelenmesini
okumak için bkz: http://www.irfanerdogan.com adresinde “makalelerim” seçeneği
içinde.