İletişim Kuram ve
Araştıram Dergisi, Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.257-266
İrfan Erdoğan
Marx’ın yöntemi:
Açıklama
Eleştirel okullar içinde
kültürel inceleme yapanların bazıları ve siyasal
ekonomi inceleme yapanların
hemen hepsi Marx’ın yaklaşım tarzı üzerine
inşa ederler (veya öyle
yaptıklarını sanırlar). Marx “süreçleri önceden
belirlenmiş belli bir
yöntem” düşüncesini, standartlaşmayı kabul etmez. Marx için siyasal ekonomi
yöntemi, pozitivizmde olduğu gibi empirik süreçler silsilesi olamaz. Marx’ın yöntemi a posteriori düşünce geliştirme ve diyalektik sunum veya açıklama
yöntemidir. Diyalektik de asla ve asla, bize bir
zamanlar öğretildiği ve
hâlâ öyle sanıldığı gibi “tez-antitez-sentez” gibi saçma
tarihsizlik değildir. “Tez ve antitez” diye ikili zıtlık,
Marx’ın şiddetle
eleştirdiği mekaniksel
materyalizmde vardır. Marx bu zıtlığı ve sentez olarak
bir sonuca varma anlayışını
kabul etmez. Diyalektiğin kendisi hiçbir şeyi
açıklamaz, hiçbir şeyi
ispatlamaz, hiçbir şeyi önceden tahmin etmez, hiçbir
şeyin olmasına neden
olamaz. Diyalektik bir düşünme biçimidir. Bu düşünme
biçimi, varlığın kanıtını
ve doğasını düşüncede (akılda, tanrıda, ideal
süreçlerde) değil, düşünce
ve eylemin birliğine dayanır.
Marx’ın
görüşüne göre, gerçek ile akılcılık arasında (varlık ile bilinç
arasında) bir diyalektik
birlik vardır. Akılcılık tarihseldir, çünkü insan aklı
(mantığı) dünyayla ilişki
içinde gelişir. Marx insanı ve toplumunu anlamaya
çalışırken, gerçek
olandan başlar ve insan aklını (mantığını, akıl yürütmeyi),
insan bilincini ve insan
fikirlerini “olan” üzerinden açıklar.
Benzer şekilde,
Marx’ın
bilimi kuram ve pratiğin diyalektik birliği üzerine kurulmuştur.
Kuramın kanıtı gerçek
dünyadaki pratikte yatar.
Kapitale bakıldığında,
Marx’ın analizinin altında yatan temel varsayımları
görürüz. Marx bu varsayımları
kanıtlamak için veya yanlışlamak için hareket
etmez: Bu varsayımlar
onun bilgiye/gerçeğe yaklaşımını ve gerçeğe/bilgiye
ulaşma ile ilgili anlayışını
gösterir. Marx’a göre: Sosyal olan, gerçek denen
vardır ve ancak tarihsel
bağlamı içinde anlaşılabilir. Toplumlar birbirinden
üretim tarzlarına göre
ayrılırlar. Kuram kendi tarihsel ve sosyal sınırları dışına
itilirse/çekilirse anlamını
yitirir. Örneğin, artı-değer kavramı ancak kapitalist
üretim tarzı için
geçerlidir, çünkü bu üretim tarzının bir özelliğidir.
Marx’ın
analizi, kuram ve tarih arasındaki ilişkiyle içsel olarak inşa
edilmiştir. Örneğin
pozitivizmde ve idealizmde olduğu gibi, Marx’ın yöntemi
düşünsel/kavramsal çıkarsamalar
üzerine odaklanmaz. Ona göre, sadece
düşünsel mantık yürütme sınırlıdır,
çünkü araştırmacının kafasında gelişen
ilişkilerin gerçek
hayatta da neden öyle olduğunu açıklamak imkansızdır.
Gerçek, düşünen beynin dışında
oluşur. Marx’a göre nesnel gerçeğin insan
düşüncesine atfedilip
atfedilemeyeceği kuramın bir sorusu değildir, pratikle
ilgili bir sorudur. İnsan,
gerçeği, örneğin gerçeği ve gücü/iktidarı, düşüncenin
yanlılığını gerçeği
pratikte ispat etmelidir, pratikten soyutlanmış olarak
düşüncenin gerçek veya
gerçek olmadığı üzerindeki tartışma, tümüyle
“scholastic” bir sorudur” (Marx, 1947; 121).1
Marxın araştırma yöntemi
soyuttan somuta doğru gider.
Marx analizinde
niteliksel ve nicel gözlemle kullandığı datayı kullanmıştır.
Bu datalarla sosyal
dünyayı açıklamıştır. Bunu yaparken daima ve defalarca
incelediği toplumdan
gözlemle kuramsal inşa oluşturacak verileri toplamış ve
kuramsal açıklamalar
getirmiş ve bu kuramsal yapıyı sosyal gerçekle
ilişkilendirerek gerçeği
yakalamaya çalışmıştır.
Hareket noktası ve
temel karakteri
Marksist yaklaşımda insan
kuramın ve incelemenin merkezinde yer alır.
Bunu Marx oldukça açık
bir şekilde belirtmiştir: "Yaşayan insana ulaşmak
için, biz, insanın düşündüğünden,
düşlediğinden veya insanın
düşünüldüğünden, hayal
edildiğinden ve hikaye edildiğinden başlayarak yola
çıkmayız. Biz gerçek,
etkin insandan başlayarak yola çıkarız ve insanların
gerçek hayat süreci
temeli üzerinde bu hayat sürecinin yansımalarının ve
ideolojik yansımalarının
gelişmesini gösteririz" (Marx ve Engels, 1846: 14).
Dolayısıyla, insan
tarihinin ilk koşulu yaşayan insanların var olmasıdır.
Kurulacak ilk gerçek bu
insanların fiziki örgütlenmesi ve doğayla ilişkisidir.
Bu da bizi, insan
örgütlenmesinin doğasını incelemeye götürür.
Marx'a göre insan tarihle
beraber değişir; kendini geliştirir; kendini
dönüştürür; tarihin bir
ürünüdür; kendi tarihini kendi yaptığı için, kendisi
kendisinin ürünüdür. İnsanlar
kendi tarihlerini kendileri yapar, fakat bunu
istedikleri şekilde,
kendileri tarafından seçilmiş koşullar altında yapmazlar;
varolan koşullar altında
yaparlar. Bu bize koşulların anlaşılması, dolayısıyla
araştırılması gereğini
anlatır.
Tarihin yapılabilmesi
için insanın varolması yanında, yaşayabilecek bir
durumda olması gerekir.
Bu gereksinme nedeniyle, yaşam her şeyden önce,
yeme, içme, giyme, barınak
gibi birçok şeyleri zorunlu kılar. Dolayısıyla, ilk
tarihsel etkinlik bu
gereksinmeleri gidermek için maddi hayatın kendisinin
üretilmesidir. İnsanlar
kendi yaşamları için gerekli geçinme araçlarını
üretmeye başlar başlamaz
hayvanlardan ayrılırlar. Kendi geçinme
araçlarını/olanaklarını üretmekle
insanlar dolaylı olarak kendi gerçek maddi
yaşamlarını yaparlar.
Kendi yaşamını her gün
yeniden üreten insan, etkinliklerle, hem kendini
hem de diğer insanları
biçimlendirmeye başlar. Bu biçimlendirme anne, baba
ve çocuklar arası sosyal
ilişkilerle (aile) olur. Sonra, artan gereksinim, nüfus,
artan işbölümü, farklılaşmalar,
yeni toplumsal ilişkilerle aile arka plana itilir.
İnsanların geçimlerini sağlayan
şeyleri yapma biçimi önce kendilerinin
sahip olduğu ve yeniden
üretmek zorunda oldukları şeylerin doğasına bağlıdır.
Buna üretim biçimi denir.
Üretim biçimi, kişilerin
basitçe fiziksel varlıklarını yeniden üretme
(reproduction) olarak
anlaşılmamalıdır. Bunun ötesinde, üretim biçimi,
kişilerin belli etkinlik
biçimlerinin ve yaşamlarının ifadesidir ve "neyi" "nasıl"
ürettiklerini içerir.
Kişilerin doğası,
üretimlerini belirleyen maddi koşullara bağlıdır. Yani
köleyi köle, efendiyi
efendi yapan içinde yaşadıkları maddi koşulların
getirdiği bir şeydir.
Köleliği ve efendiliği gerektirmeyen koşullarda köleliği ve
efendiliği bulamayız.
Ne zaman üretimden söz
edilirse, toplumsal bireylerin üretiminden veya
toplum kalkınmasının/gelişmesinin
belli bir evresindeki üretim akla
gelmelidir. Bu nedenle
üretimden söz etmek için ya tarihi gelişmenin sürecini
izlemeliyiz ya da belli
bir tarihi dönemle uğraştığımızı belirtmeliyiz.
Toplumsal yaşamlarını üretirken
insanlar iradelerinden bağımsız olan
ilişkilere girerler. Bu
ilişkiler insanların maddi üretim güçlerinin belli gelişme
düzeyine karşılıktır. Yani
toplumda var olan üretim ilişkileri kişinin
istekleriyle değil,
insanların maddi üretim güçlerinin belli gelişme düzeyiyle
saptanır. Bu üretim ilişkilerinin
toplamı toplumun ekonomik yapısını belirler.
Bu ekonomik yapı toplumun
gerçek temelidir.
Maddi yaşamın üretim
biçimi genel olarak toplumsal, siyasal ve
entelektüel yaşam
süreçlerini belirler (Marx ve Engels, 1846; Marx, 1859).1
Marx’ın
siyasal ekonomi yöntemi “Siyasal Ekonominin Eleştirisine
Bir
Katkı”
(1859) yapıtı için 1857’de hazırladığı, fakat kullanmadığı
“Giriş”
içinde yer almaktadır. Bu
aşağıda sunuldu.
Marx’ın yöntemi
………