eleştirel yaklaşımlarda iletişim anlayışı

İletişim kuram ve araştırma dergisi, Sayı 24 Kış-Bahar 2007, s.153-198


Temel Bilgiler: Eleştirel yaklaşımlarda iletişim anlayışı

İrfan Erdoğan



BİLİM, İNSAN VE İLETİŞİM

Bir bilimsel yaklaşımın (veya her hangi bir açıklamanın) en temel
karakterini anlamak için, o yaklaşımın (açıklamanın) neyi nasıl ele aldığı ve
açıkladığına bakmak, “bilme” ile ilgili atılacak ilk adımlardan biridir.
Örneğin, “iş yerinde verimlilik” konusunu ele alan bir açıklama, çalışanların
motivasyonundan, algılarından, tutumlarından bahsediyorsa ve verimliliğe
çözüm olarak da, işçilerin motivasyonunun artırılması için aralarında rekabet
yaratılması, algılarında ve tutumlarında şirket bizliğinin oluşturulması,
çalışanlarda verimi artırmak için etkili iletişim stratejilerinin kullanılması,
ikna yöntemlerinin uygulanması, katılımcı örgüt yönetimi gibi önerilerde
bulunuyorsa, bu tür yaklaşım “şirketi ve şirket çıkarlarını” gerçekleştirmeyi
merkeze koyan ve insanı, şirketin amaçlarını gerçekleştirmede bir araç olarak
gören bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda, insanı ve toplumu anlamada, insan
merkezden alınmış ve yerine “şirket” konmuştur. Bu durumda, insan dahil her
şey şirket (kurum, devlet) için vardır. İşte, bu düşünceyi tersine çevirir ve
insanı merkeze yerleştirirseniz, yani şirketin (kurumun, devletin) insan için
(ama şirkete, kuruma, devlete sahip olan imtiyazlılar için değil) olduğunu
belirtirseniz, temel olarak, Marksist bir anlatı tarzıyla gelirsiniz. Bu
yaklaşımla insanı ve toplumu açıklamak elbette sizi Marksist yapmaz. Hiçbir
insan “söylediğiyle” veya “düşündüğüyle” “söylediği veya düşündüğü gibi”
olamaz; İnsanın ne ve nasıl olduğunu belirleyen “ne söylediği veya ne
düşündüğü” değildir; neyi nasıl yaptığıdır. “Bir şey olmak” (örneğin dinci
olmak, Marksist olmak, kapitalist olmak) ancak, bu olmayla ilişkili koşulları
yaşamakla olur. Bir insan kapitalizmi savunabilir, ama o insan kapitalist
olmayabilir. Bir insan, Marksist söylemle gelebilir, Marksist analiz yapabilir,
ama o insan Marksist olmayabilir; bir kapitalist, Hıristiyan veya Müslüman
olabilir. Hatta her camiye giden ve namaz kılanın “Müslüman olduğunu” bile
iddia edemeyiz, çünkü camiye gidişinin ve namaz kılışının asıl nedeni,
görünen ve söylenen neden olmayabilir. Her türban giyen “kökten dinci”
olmayacağı gibi, her Levi’s giyen veya Coca Cola içen de “Batı düşüncesinin
ve egemenliğinin savunucusu” değildir. Bu durumda, bir insanın “ne ve nasıl
olduğunu” belirleyen o insanın kendini (ve diğer insanları ve doğayı) nasıl
ürettiğidir. Diğer bir deyişle, neyi nasıl yaptığı onun ne ve nasıl olduğunu
gösterir. Bu yaptığını (hem materyal üretimini hem de düşünsel üretimini)
kendine ve diğerlerine nasıl açıkladığı ise, yapılanın doğasını ve insan
gerçeğini doğru olarak temsil edebileceği gibi, doğru ve gerçek hakkında
“doğru ve gerçek olmayan doğru ve gerçekler” olabilir.

Bilim, kuram ve insan pratiği

Hangi konuda ve alanda olursa olsun, sosyal bilimlerde bilim ve bilimin
kullandığı kuramsal yaklaşım insan gerçeğini anlamaya ve anlatmaya,
yaşananı ve yaşananla ilgili olanı açıklamaya çalışır. Bir televizyon program
yapımcısı belli örgütlü yapı içindeki üretim ilişkilerinden geçerek “televizyon
ürününün” üretimine katılır. Bu onun kendini ve içinde bulunduğu koşulu
günlük yeniden-üretme pratiğidir. Bir akademisyen televizyon programcısının
ortaya koyduğu ürünü inceleyerek onun doğasını anlamaya ve açıklamaya
çalışır. Bu onun pratiğidir. TV programını eleştiren bir akademisyene “gelsin
programın bir karesini çeksin de görelim” (yani yapamaz) diye karşılık veren
bir program yapımcısı tek kelimeyle saçmalamaktadır. Çünkü televizyon
yapımcısının işi program yapmaktır; televizyon programını inceleyen ve
eleştiren bir akademisyenin işi de programı incelemek, geçerli açıklamalar
getirmek ve gerekiyorsa eleştirmektir.
Elbette hepimiz bir şeyleri açıklarız. Fakat, Marx’ın Alman İdeolojisi
yapıtında belirttiği gibi, gerçek hayatta spekülasyonun bittiği yerde bilim
başlar. Marx için bilim pratiğin, faaliyetin, insan gelişmesinin pratikteki
sürecinin temsilidir. Sadece Marx’ın açıklamasında değil, kapitalist bilimin
açıklamalarında da, bilimin (ve kuramın) insan pratiğini açıkladığı belirtilir.
Dolayısıyla, günümüzde cehaleti yaygın bir şekilde yeniden-üreten biliş
yönetiminin “kuram ve pratiğin iki ayrı, iki farklı şey” olduğu iddiası
geçersizdir: Kuramla pratiği açıklamaya çalışan bir bilim adamının amacı
açıkladığını doğru açıklamaktır. Bu da araştırmaya dayanan bilgi birikimiyle
kuram inşası ve kuram testini (ampirik test olması şart değil) gerektirir.
İddianın bir diğer geçersiz yanı da şudur: Bir pratiği yapabilmek için insanın o
pratik üzerine düşüncesini yansıtması gerekir; aksi takdirde o pratiği
yapamaz; yaparsa, ancak maymun gibi yapar: kendi tarihini yaratamaz
(gelişemez). Marx’a göre, bilimle bilinç hakkındaki boş konuşma son bulur;
bilginin bağımsız bir dalı olarak felsefe, varlık aracını kaybeder.
Eleştirel yaklaşımların çoğunun hareket noktası insandır. İdeoloji ve
düşünceler üzerinde dururken de, Marx’ın görüşünü benimseyenler
düşünceyi, aklı ve ideolojiyi insan dışında insandan bağımsız “yapan özneler”
olarak ele almazlar; insanın kendini ve toplumunu üretim tarzı ve ilişkileri
içinde üretmesi olarak ele alırlar.

Yaşayan insana ulaşmak için, biz, insanın düşündüğünden,
düşlediğinden veya insanın düşünüldüğünden, hayal edildiğinden ve
hikaye edildiğinden başlayarak yola çıkmayız. Biz gerçek, etkin
insandan başlayarak yola çıkarız ve insanların gerçek hayat süreci
temeli üzerinde bu hayat sürecinin yansımalarının ve ideolojik
yansımalarının gelişmesini gösteririz (Marx ve Engels, 1846: 14).
Marx (Engels ile) 1845’de Alman İdeolojisi yapıtında sunduğu bu
yaklaşım tarzıyla, genç Hegelciliği bırakıyor ve tarihsel materyalist yaklaşıma
doğru yol alıyordu. Marx Felsefenin Sefaleti (1846) ve Komünist Parti
Manifestosu (1848), Fransa’da Sınıf Mücadelesi (1850) yapıtlarıyla,
Marksizm olarak nitelenecek ve liberal okullar dahil birçok yaklaşım tarzını
etkileyen bir dünya görüşünü kurmaya devam etti. Sonraki yapıtları kendi
yaklaşım tarzıyla insanı ve toplumunu açıklıyordu. Bu açıklama, bu bölümde,
iki büyük ana başlık altında sunuldu: Maddenin (materyalin) üretimi ve
düşünselin (ideolojinin) üretimi. Bu ana başlıkların her biri alt başlıklarıyla
(aşağıda) açıklandı.

İletişim ve insan

Egemen tanımlamalarla gelen sınırlamayı aşan iletişim tanımı, iletişimi
insanın yaşamını üretmedeki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin olduğu üretim
güçlerinin tarihsel yapısı içinde ele alan betimlemedir. Bu bağlamda iletişim,
belli yer ve zamanda, belli koşullarda, belli tarihi geçmişi olan insan
etkinliğinin yapılmasının zorunlu koşuludur. Bu etkinlik belli bir amaçla
konuşma, yazma, gösterme, bir davranışta bulunma, bir kültürel, siyasal,
ekonomik veya sosyal faaliyet yoluyla insanın kendini ve toplumunu yeniden
üretmesidir.
İnsan iletişiminin üretim tarzı ilişkinin bağlamındaki doğaya göre değişir.
Unutmayalım, bu doğayı da oluşturan ve değiştiren örgütlü çıkar yapıları
içinde yaşamını üreten insandır. Kendi kendine iletişimde yalnızken tarz
kişinin ruh hali ve bunu yaratan duruma göre şekillenir ve değişir. Diğer bir
kişi veya kişilerle ilişkideki iletişim ise, iletişimin tarzı örgütlü yer ve
zamandaki bağlama göre çeşitlenir. Bu bağlamda da yine bireylerin
karakterleri, duyguları, anlık ruh halleri, örgütlü yapıların getirdiği egemenlik
ve mücadele bağlamı ve ilişki biçimleriyle birlikte iletişimin tarzını belirlerler.
İnsanlar belli iletişim tarzlarına bağlı olarak belli iletişim ilişkilerine
girerler. Bu tarz düşmancaysa, iletişim ilişkileri de kavga, küsme,
görmezlikten gelme, savaş için planlar yapma ve uygulama gibi şekiller alır.
İletişim ilişkilerinde insan kendi kendine iletişim yaparken, ya kendi başına
yalnız kendi kendine düşünerek bir mental ilişkide bulunmaktadır ya da bunu
herhangi bir örgütlü yer ve zamandaki dışla ilişkileri sırasında yapmaktadır.
Bu ilişki ile insan sürekli kendini ve o anki ve genel ilişkilerini ve durumları
değerlendirir, kararlar verir ve ilişkilerini yürütür. Böylece hem kendini hem
de ilişkide bulunduğu çevreyi yeniden üretir. Bu yeniden üretimle insan
kendini, dışını ve ilişkilerini kurar ve sürdürür; kendini ve dışını biçimlendirir
ve yeniden biçimlendirir; kendini ve diğerlerini örgütlü yer ve zamanlarda
bulduğu, yerleştirildiği ve yerleştirdiği pozisyonlarda tanımlar; tanımlanmış
olanı yeniden-tanımlar; insanda ben, sen, o, biz (kimlik ve aitlik) ve onlar
bilinci oluşur ve gelişir. İletişim ilişkilerinde insan hem kendisiyle baş başa
iken hem de diğer insanlarla etkileşim öncesi, sırasında ve sonrasında;
düşünsel ve karar verme sürecinden geçerek, bir amacı, isteği gerçekleştirir.

Kitle iletişimi

Kitle iletişimi kitle denen halkı kullanıcı olarak amaçlayan örgütlü
yönetsel/yönetimsel iletişim biçimidir. Kitle iletişimi örgütlerinin büyük
çoğunluğu kâr amaçlı kurulmuş kapitalist şirketlerdir. Kâr amacı gütmeyenler
ise devlet kontrolünde yürütülen kurumsal yapıdır. Vakıf veya sivil toplum
örgütleri gibi kuruluşların kurdukları kitle iletişim yapıları ticari görünmeyen
ticari yapılanmalardır. Kitle iletişiminin örgüt ve içerik konusu, kapitalist
ekonomik süreçler ve ideolojik kontrol mekanizmaları kapsamı içinde yer alır.
Bu bağlamda kitle iletişimi kapitalist ekonomik, siyasal ve kültürel pazar
yapısının bütünleşik bir parçasıdır. Aktif bir şekilde hem ticari şirket olarak
kendini hem de kapitalist ideolojinin üretiminden geçerek kapitalist pazar
yapısını destekleyen bilinci üretir.

Tümünü daha rahat okumak için buraya tıklayın


Share:

Translate

Çok Okunanlar

YENİLER

Blog Arşivi

Labels Etiketler

Burs ve Kitap

Kitaplar BEDAVA

Kitaplarımın hiçbiri kesinlikle satılık değildir (olası istisnai durum için lütfen okuyun). Gerçi birkaç öğrenciye burs vermek için  bi...