A. KAPİTALİZMİN ÇIKMAZI VE FAŞİZM ÇARESİ
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra zafer kazananlar tarihi kendileri için yeniden yazmaya başladılar: Kaybedenlerin sömürgelerdeki toprakları ve zenginlikleri paylaşıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları çok daha önceden paylaşılmaya başlanmıştı. Aynı zamanda, Osmanlı topraklarında milliyetçi ulusal bağımsızlık, özellikle Avrupalılar tarafından manda olarak paylaşılan Arap topraklarında görülmeye başladı ve kısa zamanda başarıya ulaştı. Birinci Dünya Savaşı'nda kaybeden güçler kısa zamanda toparlandılar. Artan işçi hareketlerini bastırma çaresi olarak faşizmi/nazizmi seçtiler. Diğer kapitalist güçler, baskıyı yasalarla ve polis baskısıyla gerçekleştirmeye çalıştılar. Nazizmde ve faşist ülkelerde “güçlü yürütme” fikri desteklenirken, diğerlerinde “kamuoyu” ve dolayısıyla kamuoyunun kontrolü fikirleri egemenlik kazandı. Nazi/faşist gelişme “total fikir birliğiyle” kapitalist sistemi desteklemeye zorlarken, diğerleri propagandanın etkisi ve kitlelerin yola getirilişini izleyerek, demokrasi ve kamuoyu propagandasıyla ve yasal baskılarla egemenliğin sürdürülmesini daha uygun gördüler. Bu yönetim görüşüne bağlı olarak, toplum değişmesinde ve yönetiminde basın, propaganda ve iletişim, siyasal yönetimlerce parti kontrolüyle veya serbest teşebbüs tarafından kullanıldı. Türkiye gibi yeniden veya yeni bağımsızlıklarını kazanmış toplumlarda radyo ve diğer iletişim kanalları burjuva rejimini kurmada ve Batı’nın değerlerini yerleştirmede kontrollü değişim ajanı/aracı olarak kullanılmaya başlandı.
Alman nazileri ve İtalyan faşistleri belli sosyal değişim görüşlerinden ilham aldılar: Wilfredo Pareto (1848-1923) ve Gaetano Mosca (1858-1941) tarafından savunulan devir teorisi, bizdeki zaman zaman kullanılan “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü en özlü bir biçimde açıklar. Bu teoristler tarihi birbirini takip eden evrimci devreler olarak görmediler: Bunun yerine, bir diğer devirden başka hiçbir yere götürmeyen sonsuz olarak tekrarlanan devirler serisi olarak açıkladılar. Bu teoristler siyasal gücün dinamiğiyle ilgilendiler ve toplum değişimini, toplumu idare eden azınlık elit bir grubun diğer bir elit gruba yerini bırakması ile izah ettiler. Örneğin, Pareto’nun yerdiği işçi sendikalarının taleplerine boyun eğen “korkak İtalyan burjuvazisinin” yerini işçi grevlerini kanla bastıran kahraman faşist burjuvazinin alması ve bunu Pareto’nun alkışlaması gibi...
Bu dönem kitle hareketlerinin, bu hareketleri bastırma uygulamalarının, kitlelere duyulan nefretin en yoğun olduğu zamandır. Propagandayla yönetim ve kontrol, propagandayı anlama ve kullanma çabalarının arttığı bir dönemdir. Bu dönemde, propaganda faaliyetlerine radyo ve film etken bir araç olarak girmiş ve yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
B. SOĞUK SAVAŞ VE ÖTESİ
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, “medeniyeti götürme” ideo-lojisine, medeniyeti komünist tehlikeye karşı koruma, “kalkınmışlık” ve “azgelişmişlik” kavramlarıyla getirilen “kalkınma ideolojisi” eklendi. Amerika’nın Sovyetler'i durdurma politikası demokrasiyi koruma, bu politikanın temelinde yatan ekonomik egemenlik arayışı “kalkınmaya teşvik” ve emperyalizmin yayılması da “özgür dünyanın modernleşmesi” olarak sunuldu. 1949'da Amerikan resmi politikasında uluslararası ilişkilerde kalkınma ve onun tersi az gelişme vurgulandı. İletişim ve iletişim teknolojisi kalkınmada temel bir yer alması için davet edildi. Soğuk savaşçı aydınlar bu davete hemen katıldılar. Soğuk savaş, kalkınma teorisi ve girişimlerinin, yani modernleşmenin, temeli durumuna geldi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş propagandası ve araştırması yapan aydınlar, savaş sonrası soğuk savaş mücadelesinde Amerikan devletinin gayrı resmi propaganda ajanları olarak çalışmalarını sivil alanda devam ettirdiler. W. Schramm Amerikan federal devlet kurumlarıyla ilişkisine devam etti; I. de Sola Pool Amerikan Savunma Bakanlığı'nın ateşli sözcülüğünü yaptı. D. Lerner entelektüel akademik araştırması ve girişimleriyle bunlara katkıda bulundu. Kısaca, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, iletişim ve modernleşme/kalkınma faaliyetleri, Amerikan dış politikasının gerçekleştirilmesi ve güçlendirilmesinde rol oynayan güdümlü akademik bir alan oldu. Amerika'daki bu yaklaşımla, rakibi İngiltere, Fransa gibi ülkelerdeki aydınların modernleşme kuram ve politikalarında oynadıkları rol karşılaştırıldığında önemli ölçüde farklılık olmasını bekleyemeyiz.
1. Soğuk savaş ve uluslararası iletişim
Amerikan siyasal bürokrasisinin savaş sonrası davetine cevap olarak, soğuk savaşçılar uluslararası iletişimi gündeme getirdiler ve kendi önemlerinin ve değerlerinin anlaşılması gerektiğini belirttiler. “Uluslararası iletişim” kavramı Amerika’nın kültürel yayılma ve radyo propagandalarıyla birlikte 1950'nin başlarında gündeme getirildiğinde, İlgili aydınlarının ilk işi kendilerini pazarlama olmuştur.[1]
Bu pazarlamada hedef, hem ABD'nin hem de uluslararası sermayenin gözünde önem kazanarak kendilerine pay çıkarmaktı. Alex Inkeles (1974), İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bildiğimiz soğuk savaşın başlamasıyla, uluslararası iletişim kanallarının, dünya üzerindeki insanların sadakatini ve gönülden bağlılığını kazanmak için ideolojik mücadelede propaganda silahı olarak kullanılmaya başlandığını; bunun en büyük etkisinin insanların düşüncelerinde olduğunu ve bunun anlamının da milli denge ve uluslararası barış anlamına geldiğini belirttikten sonra, kitle iletişimindeki ve kamuoyundaki uzmanların bu etkileri incelemesinin büyük bir sorumluluk olduğunu vurgulamıştır. Joseph Klapper ve Leo Löwenthal (1951), Amerika’nın Sesi radyosu için uzman olarak çalışırken yaptıkları bir incelemede bu pazarlamayı, medyayı Amerika’nın psikolojik savaşçıları olarak, yücelterek yaptılar. Bir propaganda makinesini yüceltirken kendilerinin de önemini artırdılar.
Public Opinion Quarterly'nin 1952-1953 sayısında, Amerika’nın ileri gelen bilim adamları uluslararası iletişimi yeni bir inceleme alanı olarak ilan ettiler. Bu ilan gerçekte, grup halinde, örgütlü bir pazarlamaydı. Bu sayıda, P. Lazarsfeld uluslararası ilişkilerde politika yapıcıların sosyal bilimlerle birleşmesini belirtmiş ve buna gerekçe olarak da hem bilim adamlarının onlara yardım edeceğini hem de sosyal bilimin dışarıda bırakılmasının ülkeler için önemli bir kaynak olan bilim adamlarını yoksullaştıracağını belirtmiştir. Akademik araştırmayı Amerika’ya geldiğinden beri (özel firmalar, ordu ve devlet örgütleri için) yönetim araştırması (administrative research) biçimine dönüştüren P. Lazarsfeld’in bu çağrısı karşılıksız kalmadı. Bilgisayar, data/veri transferi, yeni silahların ve şebekelerin geliştirilmesi için Amerikan devleti, üniversiteler ve bilim adamları ve de özel teşebbüsle kontratlar yaptılar.
Komünizme karşı ve Amerikan emperyalizminin yayılmasındaki psikolojik savaş mücadelesinde öncü olan Wilbur Schramm da 1951'de “Komünistlerin Seul'u Alışı” incelemesinden sonra bir başka çalışmasında (1958), psikolojik savaşı eğitilmiş uzmanlar kadrosunun yürütmesinin gerekli olduğunu savunmuştur.
1960'lara Amerikan sosyal ve siyasal bilimcilerine iletişim bilimcileri de katılarak dünya üzerinde serüvene girdiler.
2. Soğuk Savaş ve Radyo Propagandası
Propaganda savaşının ve psikolojik savaşın yerini, bu ikisini de kapsayan soğuk savaş aldı (Gerçekte Soğuk savaş Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra başladı, fakat resmi politika olarak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıktı). “Kapitalist Modernleşme ve Kalkınma” işine yardıma savaş sırasında kurulan istihbarat örgütlerinin faaliyetleri, sivil olarak kurulan Amerika’nın Sesi ve Radio Free Europe'un yaptığı radyo propagandasıyla devam edildi. Bu modernleştirme girişimi ve veri toplayıp değerlendirme araştırmalarını, savaş sırasında propaganda ve casusluk işiyle görev yapmış entelektüeller yüklendi. İçte kitle üretim endüstrileri ve reklamcılık endüstrisinin etkenliğine, siyasal politikaların ve kamu yönetiminin gelişmesine; ve uluslararasında, Soğuk Savaşı desteklemeye (doğrudan ve dolaylı) yardım yönünde, Yale grubu laboratuar araştırmalarına devam etti. İlk saha araştırması 1950'de Paul Lazarsfeld tarafından yönetilen, Columbia Üniversitesi Uygulamalı Sosyal Araştırma Bürosu tarafından (Leo Löwenthal tarafından) desteklenen İkinci Dünya Savaşı'nda psikolojik savaş araştırmasında istihbarat subayı olarak tecrübe kazanmış olan Lerner'in çalışmasıdır. Araştırmanın amacı Voice of Amerika’nın rakip propaganda aracı BBC karşısındaki durumunun ve elbette anti-komunist\kapitalist propogandanın etkisinin belirlenmesiydi. Columbia Üniversitesi'nden araştırmacılar Ürdün’de 325 kişiyle 2-3 saatlik mülakat yaptılar. Mülâkat edilenler çöl bedevileri, çiftçiler, kent ve kır burjuvazisi ve elitler olarak beş gruba ayrıldı. Sorular radyo, basın ve sinema medyasını kullanma ve yerel, ulusal ve uluslararası (Kore savaşı, Amerikan emperyalizmi, Sovyet emperyalizmi ve Filistin sorunu gibi) sorunlardaki fikirleriyle ilgiliydi. Araştırmanın diğer amacı “kalkınmaya karşı tutumlar tipolojisini” kurmaktı. Bu araştırmada Lerner üç modernleşme/ kalkınma kategorisi çıkarttı: Modern, geleneksel ve geçişte olanlar. Modern tipler kapitalist burjuva tipleriydi. Geleneksel tipler modernliğe direnen (daha evvelki araştırmasında Nazi olarak gruplandırdığı) tiplerdi. Geçişte olan tipler ise politik bakımdan teşvik ve etkiye açık olan, siyasetten uzak, apolitik, geçişteki tiplerdi (Samarajiwa, 1984).
Lerner aynı amaçlı araştırmalarına 1950’lerde devam etti. 1952 ve 1954’de Ankara Balgat’ta yapılan araştırmalar aynı tipoloji üzerinde durdu. Batılılaşma çabasındaki ve gittikçe artan bri şekilde Amerikan etkisindeki Türkiye’deki değişimler Balgat örneğindeki tiplerin karşılaştırılmasından hareket edilerek geleneksel toplumun geçip gidişi olarak nitelendi. Tipolojiler üzerinde açıklamalar ve durum saptamalarıyla, Lerner ve diğer psikolojik savaşçılar Amerika’nın ideolojik ve kültürel politikasında kime nasıl yaklaşılacağını belirlediler. Bu belirlemeyle, 1950, 1960 ve 1970’lerde “gelenekseller” doğrudan hedef olarak alınmadı, çünkü onlar değişime direnenler olarak nitelendi. Böylece geleneksel, göçmesi ve modernleşmenin sonunda kendiliğinden yok olması beklenen bir karşıt olarak ortaya çıktı. Bu karşıtlar oldukça büyük bir “tüketici” ve “oy verici” kitleyi içeriyordu. Eriyip ve göçüp gitmedi. Bunlara ulaşma gereği, özellikle kitle üretim endüstrilerinin kitle tüketimi gereksinimlerinin global alanda artmasıyla politika değişimi gerekliliği kaçınılmaz oldu. Globalleşme ve glokalleşme, postmodern çoğulculuk, deregülasyon ve özelleştirmeyle birlikte “kimlikler” üzerinde kurulan ideolojik biçimlendirmeyle yeni politikalar saptandı ve uygulandı. 1980’lerden sonra, tüketim endüstrilerinin ve ideolojisinin egemenliğinde “geleneksele dönüş, yerel kimlikler” gibi politikalarla, gavur Batıya direnen “gelenekseller” türbanlı Coca Cola içen, Amerikan ve Fransız parfümü kullanan ve faizsiz yatırım ve dualı su reklamı yapan, fundementalist radyo, televizyon ve diğer medyayı izleyen global yerellikteki uluslararası şirketlerin ve ortaklarının kitle tüketicileri arasına katıldılar.
Radyo propagandası Sovyetlerin çöküşüyle son bulmadı ve devam etmektedir. Radyoyla psikolojik savaş (kültürel emperyalizmden geçerek rızayla, zevkle ve bükülmeyen eli öpmeyle boyunsundurma) dönemi devam etmektedir.
3. Soğuk savaşın modernleşmeye aktarılışı
Modernleşme fikri öncelikle Amerikan fikridir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan sosyal bilimcileri tarafından geliştirildi ve 1960'ların ortasında zirvesine ulaşmıştır. Bu dönem Amerikan çıkarlarının bütün dünyada yaygınlaştığı ve Amerikan toplumuna yaygın rahatlık tutumlarının oluştuğu yıllar oldu.
Modernleşme teorilerinin ve araştırmalarının amacı, değişimi “müdahale” ile sağlamaktı. Bu nedenle ana sorular bu müdahaleyi nasıl örgütleyeceğiz, başlatacağız, gözleyecek, izleyecek ve kontrol edeceğiz sorularıdır. Bu sorulara cevap “planlı ekonomi ve kalkınma” içinde aranmıştır. Planlı ekonomi deyince, değişimi kurulu düzenin güçleri ve güç ilişkileri koşullarına göre yapma çerçevesi gelir. Bunun da ima ettiği belli anlamlar vardır. Teori hem kendini hem de müdahalenin örgütlenme ve planlanmasını meşrulaştırır. “Yardım” ideolojisiyle de uygulamanın meşrulaştırılması yapılır. Marshall Yardımları'yla başlayan “yardım” Stalin’in ölümüne kadar Sovyetler'le bölüşülmüş sınırlar içinde kalmıştı. Kruçef’’le “tarafsız” ülkelere kalkınma yardımı fikri geldi. Nasır’ın millileştirme politikasından hoşlanmayan Amerika, Asuan Barajı'nın yapımına yardımı kesince araya Sovyetler girdi. Bunu takip eden yıllarda “yardım” soğuk savaşın önemli bir öğesi oldu (Tipps, 1976:46-47).
1950’lerin ortalarından önceki modernleşme dönemi, Amerikan egemenliğindeki, ABD'nin stratejik politikasının bir parçası olan “yardım” verme dönemiydi.
E. Kadt çalışmasında (1974) 1950'lerdeki entelektüel atmosferi şöyle özetlemiştir: Yıllarca bakışlarımız dikkatle görevselciliğe (fonksiyonalizm) ve sistem korumaya saplanmıştı. Sosyal değişim bilincimizin ve basılan kitaplarımızın uzak bir köşesine sıkıştırılmıştı. O zaman “geri” diye adlandırdığımız toplumlara baktığımda, bunu, Batı aklımızda, sıkı sıkıya bir örnek olarak ele aldık ve modernleşmenin ön koşullarını iyice inceledik: Toplumlar muhtemelen açık safhalardan geçerek arzu edilen modernleşmiş, endüstrileşmiş ve üstü örtülü olarak Batılılaşmış safhaya ulaşacaktı. Bizim değişim görüşümüz geçişsizdi ve sonraları yeni evrimcilik teorisi içine birleştirildi.
Daniel Lerner 1950’lerdeki araştırmalarının ortak meyvasını “Geleneksel Toplumun Çöküşü” adlı yapıtında etraflıca toparladı. Araştırmalarının sonuçlarını “bilimsel analiz” olarak sunarken, topladığı verilerin, aynı zamanda, petrol ve jeopolitik analiz ve kararlarda oldukça verimli olduğunu tahmin edebiliriz. Bu yapıt kapitalist insan davranış tipi tanımına dayanan modernleşmeyi kalkınmayla eş tuttu ve “kalkınma” “kapitalizme geçiş” haline geldi.
Lerner'i destekleyen araştırmalar takip etti: D. McLelland (1961); Pye ve grubunun iletişim ve ulusal modernleşme/kalkınma çalışmaları (1963) ve Lerner ve Schramm'ın modernleşme el kitabı olarak kullanılan Kitle İletişimi ve Ulusal Kalkınma kitabı (1964); B. Hoselitz ve W. Moore'un düzenledikleri ve UNESCO tarafından çeşitli dillerde basılan Endüstrileşme ve Toplum (1964) yapıtı bunların önde gelenleridir.
Modernleşme/kalkınma araştırmaları, radyo propagandaları ve modernleşme politikaları aynı zamanda geri bırakılmış ülkelerdeki devrim potansiyelini yok etmek amacını gütmüştür. Amerika’nın Marshall Planı'yla Türkiye dahil Avrupa’ya yardımı, soğuk savaşın ilk “tedbir” adımlarından biridir.
Kültürel alanda dünya egemenliği politikasında “kültürel gecikme” teorisi, modernleşme çabasının gereği üzerine eğildi. Siyasal alanda millet/ülke kurma, sistem sorunları ve çıkmazları üzerinde duruldu.
C. MODERNLEŞMEDE KİTLE İLETİŞİMİ
1950'lerin değişim teorileri, klasik teorileri yirminci yüzyılın koşullarına uydurma çabaları sonucu revizyonlarla ( = kısaca yenilemelerle) sunulan devamıdır. Comte, Durkheim, Weber, Tönnies ve benzerlerinin fikirlerinin sentezinden ana akım, modernleşme ve yeniliklerin yayılışı yaklaşımları çıktı. Bu yaklaşımlar genel toplumsal gelişmede modernleşme fikrini öne atar ve modernleşmede gerginlik/gerilim, yitiklik (anomie) ve çözülme/dağılma üzerinde durur. Bu yaklaşımlar Rostow ile ekonomik, T. Parsons ile sosyolojik, S. P. Huntington ve diğerleriyle siyasal, D. Lerner ve diğerleriyle psikolojik, Ogburn ile kültürel biçimler aldı. Lerner'den Schramm'a, Inkeles'den McLelland'a kadar modernleşme kuramcılarının hepsi, az gelişmiş, geleneksel ve geri kalmış olarak nitelenen ülkelerde, sosyal, siyasal ve ekonomik kurumlara ve teknoloji-insan ilişkisine yönelik sorunu, nedeni ve çareyi, “insanı modern yapma” çerçevesi içinde gördü ve gösterdiler. Kişilerin düşünce, davranış, alışkanlık, tutumlar, değerler ve geleneklerinde değişim gerekliliği iddiasıyla geldiler.
Amerikan FM radyoları, CIA, diğer devlet kurumları ve üniversitelerin yardımıyla Amerikan propagandası yaparak diğer ülkeleri kalkındırmaya çalışırken, hedef ülkelere kitle iletişim teknolojisini satmak ve bu yolla hem ekonomik hem de ideolojik yayılmayı sağlamak için kitle iletişiminin modernleşme ve kalkınmadaki önemli rolüne ağırlık verilmeye başlandı.
Modernleşme kuramcıları ve kalkınma politikası yapanlar kitle iletişiminin modernleşme ve kalkınmada önemli rol oynadığını, modernleşme ve kalkınmanın ölçüsü ve itici gücü olduğunu belirtirler. Klapper'in bulduğu sonuçlar ve iletişimin “babalarının” açıklamaları, kitle iletişiminin toplumdaki rolüyle ilgili enteresan, çelişkili ve çelişkiyi çözücü yorumlar getirmişlerdir. Lazarsfeld ve Merton'un (1960) kitle iletişiminin sosyal rolü üzerindeki anlatımlarıyla bunu açıklayalım: Otomobilin getirdiği geniş ve yaygın etkileri ve değişimleri kitle iletişimiyle karşılaştıran, Lazarsfeld ve Merton (1960:496) kitle iletişiminin “toplumu biçimlendirmede az rol oynadığını” belirtmişlerdir. Eğer az rol oynuyorsa, “o zaman neden kitle iletişimine karşı yoğun bir ilgi ve eleştiri var?” sorusu sorulur. Buna yanıt olarak, halkın boş ve dinlenme zamanlarını “Columbia Üniversitesi yerine, Columbia Broadcasting System ile geçirmesine” (yani kültür yerine medya ile ilgilenmesine) karşı kültürel reformcuların hoşnutsuzluğu olarak cevap verirler (1960:497). Medyanın sosyal görevlerini üç ana grup içinde toplayarak sunarlar:
1. Kitle iletişimi kamu konularına, kişilere, örgütlere ve sosyal hareketlere “statü” verir. Yani, örneğin eğer “güvenilir bir medya” bir siyasal kişiyi destekleyici bir biçimde sunarsa, bu o kişiye statü ve prestij kazandırır. Daha açıkçası, medya meşrulaştırma ajanı olarak görev görür. Örneğin eğer, “ara 900’lü hatları, seks yap” işine açıkta sen girişirsen, “ahlak” polisi tarafından ahlaksızca ahlaka davet edilirsin. Ama bu işi televizyon veya telefon firmaları yaparsa, epey sükseli ve şık bir şey olur.
2. Sosyal kaidelerin, kuralların uygulanmasını “olayları ve sorunları” ileterek sağlama görevi (basının dördüncü güç olması görevi): Böylece kitle iletişimi sosyal kaideleri tekrar doğrular. (Bunun anlamı ise; Kitle iletişimi egemen kültürel pratiklerin destekleyicisidir, değişim ajanı değildir.)
3. Kitle iletişimi sunduğu sayısız içerikle insanları bir şey yapmak için harekete geçirme ve enerjilendirme yerine, bilen fakat bir şey yapmayan kişilere dönüştüren uyuşturucu görevi...
Kitle iletişim endüstrisinin sahiplik yapısının sosyal ahlakı/etikleri farklılaştıracağını belirten Lazarsfeld ve Merton (1960:503).; özel teşebbüs sisteminde, amacın ne olduğunu değil, gerçekte “kaval çalana ödemeyi yapanın genellikle istediği nameyi çaldırdığını” belirtirler. Bu yorum, beklenmedik bir yorumdur gerçekte. Bu bilim adamlarına göre, kitle iletişimi özel teşebbüs sistemi tarafından desteklendiği için, medya bu sistemin sürdürülmesine katkıda bulunur. Bu katkı sadece reklamda değil, medyanın içeriğinde de bulunur. Bu nedenle, medyanın “bu yapıda en küçük bir değişim için çalışacağına” güvenilemez Burada, açıkça, Lazarsfeld ve Merton (1960:504), en azından Amerikan medyasının, değişim ajanı değil, koruma ajanı olduğunu belirtmektedir ve bu “gerçeğe” aykırı olan iddiaların “hayal olduğunun ispatlandığını” söylemektedirler. Bu noktadan, Lazarsfeld ve Merton önceden belirlenmiş, planlanmış sosyal amaçlarda medyanın rolü sorununa geçerler. Yani, tutucu görev yapan medya, destekleme dışında, herhangi bir sosyal amaç için kullanılabilir mi (örneğin tutum değişimi)? Medyanın bu tür kullanılmasını “sosyal amaçlar için propaganda” adı altında sunan Lazarsfeld ve Merton, bu propagandanın etkili olabilmesi için gerekli koşulları da sıralarlar:
(a) kitle iletişim tekelciliğinin olması ve karşı propagandanın olmaması;
(b) temel değerleri değiştirme yerine, yönlendirme amacını gütmesi (yani temel değerleri değiştirmeye çalışırsa, başarısız kalmaktadır);
(c) tekelci olmayan ve yönlendirme karakteri olmayan kitle propagandası, yüz yüze ilişkiyle tamamlanırsa, az çok, etken olabilir.
Lazarsfeld ve Merton yorumlarını kitle iletişiminin sosyal ve kültürel yapının değişmesi yerine tutulması yönünde işlediklerini” belirterek bitirirler (1960:512). Böylece kitle iletişiminin toplum değişimindeki rolü, Klapper'in 1960'a kadar olan incelemelerden vardığı sonucu destekleyen bir biçimde anlamlandırılır.
Klapper'in bu sonucuna ve Amerikan bilim adamlarının bunu kabullenmesi gerçeğine rağmen, Lerner, Schramm, Pye, Inkeles, Rogers ve diğer “modernleşmeciler” kitle iletişimin sosyal değişime etkisi ve değişim aracı olduğu üzerinde ısrar ettiler. Bu modernleşmecilere göre, iletişim modernleşmede şu görevleri yapar (veya yapabilir):
· Kitle iletişimi, modernleşme yönünde davranış biçimleri, yeni değerler, tutumlar işleyerek değişim atmosferi yaratabilir.
· Kitle iletişimi kalkınma ve modernleşme yolunda, öğrenmeyle, iş yapmayla, tarımla, endüstriyle, sağlıkla ilgili yeni beceriler yaratabilir.
· Kitle iletişim araçları bilgi kaynaklarının çoğaltıcısı olarak iş görebilir.
· Kitle iletişimi, hareketli kişilik yaratmadaki maliyeti dolaylı tecrübe yoluyla azaltabilir (= televizyon seyrederek, radyo dinleyerek katılma ile öğrenme)
· İletişim beklenti seviyesini yükseltebilir, böylece faaliyet için teşvik olarak çalışır.
· Millet duygusunu yaratabilir.
· İletişim halkın çoğunun kendi önemlerini anlamalarını sağlayabilir: Bu da artan siyasal faaliyete gider.
· İletişim kalkınma planlarının planlama ve uygulamasını kolaylaştırır.
· İletişim ekonomik, sosyal ve siyasal kalkınmayı kendi kendini sürdüren bir süreç yapabilir.
Dikkat edersek yukarıda sıralananların çoğu Batı tipi düşünce ve davranış tarzı ve ideolojik egemenliği sağlama ve yürütmeyle ilgilidir.
Araştırmalarla saptanmış gerçeğe ve Klapper'in raporuna rağmen, neden bazı Amerikan bilim adamları, özellikle Lerner, Schramm, Rogers, Frey, Pye “medyanın kalkınmadaki” rolü üzerinde ısrar ettiler? Bu entelektüellere göre, medya modernleşme ajanıdır.[2] Yani medyayı alır ve kullanırsan modernleşmenin yolunu tutarsın. Israrın ekonomik nedeni: Medya teknolojisinin (radyoların, televizyonların, gazetelerin, magazinlerin) diğer ülkelerde yaygınlığı, bu teknolojileri üreten Batı için ekonomik kar demektir. Bu bilim adamlarının ve bunların teşvikine sarılan iletişimcilerin kendi materyal çıkarlarının, bu tür ilişki alanı içinde olmasıdır. Kültürel ve siyasal nedeni: Batı tüketim ve siyasal kültürünün benimsenmesi ve böylece Batı'nın global ekonomik pazarda yayılması ve üstünlük sağlamasıdır. Kitle iletişim araçlarının sosyal değişim getirmeyeceğini, kitlelerin yerine belli ulus içi ve uluslararası çıkarları “kalkındıracağı” elbette biliniyordu. Genel kalkınmacıların (Lerner), kırsal kalkınmacıların (Rogers), ekonomik kalkınmacıların (Rostow) ve siyasal kalkınmacıların (Pye, Frey, Lipset, Huntington) bütün çabası, Bolşevik veya herhangi bir sosyalist biçimlenmeye yönelimden uzak, kapitalist sermayeye yatkın, istikrarlı, direnmeden uzak ve katılımcı bir çevre yaratmaktır. Bu yoldaki başarısızlıklarda, çektikleri acı, az gelişmiş ülkelerin ezilen insanlarına karşı duygusal bağlarından değil, kendi özel ve temsil ettikleri genel çıkarlara karşı olan sorumluluk ve görevlerinde başarısızlıklarından dolayıdır. Bu nedenle, her seferinde, geçmişin muhasebesi yapılır ve her seferinde teoriler ve uygulamalar “yenilenerek” tekrar sunulur. Diğer nedenler kitabın akışı içinde görülecektir.
Modernleşme kuramcılarının kalkınmada kitle iletişimine verdikleri önemli rol ve bu rolün anlamı üzerinde çeşitli eleştiriler olmuştur. Medyanın önemi değişimde doğrudan etkisi bakımından yanlış anlaşılmıştır. Medyanın kalkınmış ve kalkınan ülkelerde işleyiş tarzları hakkında yanlış-imajlar vardır. Medyanın kalkınan ülkelerde sosyal değişimin muhtemel yönü ve kaynağı hakkında yaptığı varsayımlar da yanlış anlaşılmıştır. Uluslararası medya sistemi, kalkınan ülkelerin Batı kapitalizminin ortak kültürel hegemonyası içine getirildiği bir mekanizmadır (Elliot ve Golding, 1974:230).
[1] Sanki evvelce uluslararası iletişim yokmuş gibi! Şüphesiz vardı, ancak İletişim fakültelerinde ve sosyal bilimlerde radyo ve televizyon ile propaganda savaşı biçimi henüz gelişmemişti. Bu işe de elbette İletişim profesörlerinin sahip çıkması gerekirdi: Ekonomi meselesi, yani gelir alanı bölüşümü söz konusuydu.
[2] Ajan kavramı yerine “aktör” kavramını kullanmadım; çünkü bu aydınlar agent kavramını kullanmaktadır, aktör değil.