Geleneksel (klasik), neo-klasik ve neo-Keynesci ekonomiler öncelikle kıt üretim kaynaklarının verimli bir şekilde “en az kullanım için tahsisi” ve zaman içinde bu kaynakların optimum büyümesiyle genişleyen mal ve servisler üretimi ile ilgilenir. Todaro'ya göre (1977), bu geleneksel ekonomik yaklaşım kalkınma ekonomisine uymaz. Kalkınma ekonomisi daha geniş alana sahiptir: Ekonomik, sosyal ve kurumsal mekanizmalarla ilgilenerek yoksul kitlelerin yaşam seviyesini artırmaya yönelir. Bu nedenle intizamlı (düzenli) ekonomik planlama ve geniş tabanlı ekonomik politikalar zorunludur. Batı'nın ekonomik teorilerinin varsayımları ve soyutlamaları soruşturma yapılmadan diğer ülkenin koşullarına aktarılmaktadır. Üniversitelerde sanki evrensel modeller gibi okutulmaktadır. Ekonomik kalkınma varsayımları ve soyutlamaları kullanılan ülkenin gerçeklerine uymalıdır ve gözlemlerle ve tecrübelerle kaydedilmiş ekonomik yaşam özelliklerine ve karakterlerine uygun olmalıdır. Myrdal (1970) ekonomik kuramcıların bu teorileri her zaman, her yer ve her kültür için geçerli saymalarının doğru olmadığını ve bunun ciddi sonuçlar getireceğini belirtmiştir. Ne yazık ki, Batı'nın kurumları gibi profesyonel pratikleriyle birlikte; Batı'nın ekonomik görüş tarzı da mikro, makro ve uluslararası iktisat kategorileri içinde transfer edilmiştir. Bu ekonomik görüş kapitalist sömürünün tüketici bağımsızlığı/özgürlüğü (iletişimde aktif izleyici), mükemmel yönetim (iletişimde özelleştirme) ve kar azamileştirmesi yoluyla büyümesi ve yaygınlaşması üzerine eğilir. Bunda da “rekabetçi denge”, “arz ve talep” ve “marjinalite” ağırlıktadır. “Kalkınma ekonomisi en kısa zamanda, bütün toplumun önemli ekonomik, kurumsal ve sosyal dönüşümlerini sağlayacak uygun kamu politikaları formüle etmeyle ilgilenmelidir.” Temel sorular olan, “ne, nerede, nasıl, ne kadar ve kimin için mal ve hizmetler üretilmelidir?” yeterli değildir. Ülke seviyesinde ekonomik kararları kim yapmakta veya etkilemekte, kimin çıkarları için bu kararlar verilmekte, uluslararası karar verme dahil, güç kullanımı kimin için yapılmaktadır? (Todaro, 1977:15) Önemli bir egemen gerçek, bu sorularda cevabın daima halk/kamu adına, kamu için, kamu temsilcisi siyasal güç tarafından yapıldığını ileri sürmektedir: Türkiye'de Başbakan veya Cumhurbaşkanının ne zaman çıkıp “Sevgili halkım, bakın bu Japon firmasının açılışını yapıyoruz, böylece hem bu firma hem ortakları hem de bu firmanın üretimiyle ilgili yan firmalar zenginleşecek; kölelik ücreti verilerek ve fiyatlar sürekli artırılarak işçi sınıfının daima günlük ekmeğe muhtaç işçi sınıfı olarak kalması sağlanacak; bu firma tası tarağı toplayıp gittiğinde geriye talan edilmiş bir çevre ve insanlık kalacak” dediğini duydunuz mu? Başbakan ve Cumhurbaşkanlarının ne dediklerini her zaman duyuyoruz. Dolayısıyla, güç kullanımıyla kullanımın kılıfları üzerinde durmak da öncelik kazanmaktadır. Bu da bizi bir toplumun örgütlü yapısına ve yapının iletişiminin (sınıf yapısı, ulusal ve uluslararası ilişkiler düzeni) belirleyici karakterine getirir.
Ekonomik kalkınma literatüründe 1970’lerin başlarına kadar iki egemen görüş görürüz: Birincisi 1950'lerde ve 1960'ların başlarındaki, Rostow'un önderliğini yaptığı “ekonomik kalkınmanın safhaları” teorisidir. İkincisi, 1960'ların ortalarından itibaren yaygınlık kazanan A. G. Frank'ın öne sürdüğü “bağımlılık” teorisidir. Frank’ın çalışmaları ileride ayrı bir bölümde sunulacaktır.
1950 ve 60’larda ekonomik kalkınmada ülkelerin birbirini takip eden modernleşme safhalarından geçmesi zorunlu olarak görülüyordu. Modernleşme ekonomik büyüme içine sıkıştırılmıştı. Kalkınmanın yabancı yardım ve uygun yatırımla sağlanacağı düşünülüyordu.
Ekonomik modernleşme modeli denince akla hemen W. Rostow gelir. Rostow'un insanlık tarihine kapitalist şatodan bakınca, aşağıda şatoya doğru gelen tek bir yol ve yolun gerisinde sıralanmış çeşitli “kalkınma durumundaki” ülkeler görülür. Yol gelip şatoda biterek selamete ve kurtuluşa ulaşıyordu. Bu tek çizgisel ve evrensel model insanlığı geleneksel toplumdan kapitalist topluma doğru yol alan bir tarihsiz tarih içinde sıkıştırdı. Bu tarihsiz tarihin tarih olarak geçerliliği belki de İngiliz endüstriyel kalkınması için doğru olabilir. Rostow'un modeli de Lerner gibi, yüzdelere dayanarak ölçmeler yapıp, yorumlar ileri sürme yanında; belli göstergelerin indekslerini alma ve istatistiksel ilişkilerle gelişmeyi, kalkınmayı değerlendirme şeklindedir. Modernleşme Lerner'den ve siyasal sosyolojiden alınan terimlerle ve ekonomik safhalarla açıklanırken, medya gelişmenin ajanları, modern ilişki biçiminin üreticileri, “artan beklentilerin taşıyıcıları” olarak nitelendi. “Artan beklentiler” “artan engellenmelere (frastrasyonlara) dönüştüğünde” medyaya bu engellenmeleri gidermede görevler verildi.
Ana yol modernleşme görüşünün tutucu ekonomi alanında yansıması Rostow'un kalkınma teorisinde açıkça görülür: Kalkınma, Rostow'a göre, beş safhada olur: .
1. Başlangıç safhasında Geleneksel toplum bulunmaktadır. Rostow’da geleneksel toplumların temel özelliği, kişi başına elde edilebilen gelir düzeyinde bir tavanın mevcut olmasıdır. Bu tür toplumlar genellikle üretimin sınırlı olması yüzünden kaynaklarının çok büyük bir kısmını tarıma ayırmak zorunda kalırlar. Tarım, emek gücünün ağırlıklı istihdam alanıdır. Yatırımların çok düşük olduğu ve klasik toprağa bağımlı üretim yöntemlerinin kullanıldığı geleneksel toplumlarda siyasi iktidar da genellikle toprak sahiplerinin elindedir.
2. İkinci safhada hazırlık aşamasındaki toplum gelir. Rostowcu modele göre, geleneksel toplumdan kurtuluş ve hazırlık aşamasına geçiş; en azından toplumun bir kısmında fikirlerin ve tutumların ekonomik kalkınma yönünde değişmesi ve dışarıdan gelen şoklarla gerçekleşmektedir. Hazırlık aşamasındaki toplumlarda öncelikle, sosyal sabit sermaye yatırımlarının gerçekleştirilmesiyle uğraşılır. Toprak reformu ve diğer araçlarla tarımda elde edilen gelirin bir kısmının sanayiye transferi veya girişimci toprak sahiplerinin gelirlerinin bir kısmını kendilerinin ticaret ve sanayiye yatırmaları bu dönemin ekonomik yapısındaki belirgin özelliktir.
3. Üçüncü safhada kalkışa geçen toplum gelir. Bir önceki hazırlık aşamasıyla arasında net bir ayırım yapılmasa da kalkışa geçme aşaması modelin en önemli kısmıdır ve sanayileşmenin ilk dönemi esas alınır. Rostow bazı ülkeler için tahmini kalkış tarihleri belirlemiştir (Tablo 1).
Tablo SEQ Tablo \* ALPHABETIC A. Tahmini kalkış tarihleri (Rostow, 1966:52)
ÜLKELER KALKIŞ
İngiltere 1783 – 1802
Rusya 1890 – 1914
Fransa 1830 – 1860
Kanada 1896 – 1914
Belçika 1833 – 1860
Arjantin 1935 -
ABD 1843 – 1860
Türkiye 1937 -
Almanya 1850 – 1873
Hindistan 1952 -
İsveç 1868 – 1890
Çin 1952 -
Japonya 1878 – 1900
Bu aşamada toplum gelişmeyi başlatan uyarıcılara olumlu ve düzenli tepki verir. Ancak yine de kalkışın gerçekleşmesi için öncelikle üç koşulun meydana gelmesi gerekir:
· Üretken yatırımların milli gelir içindeki payının %5 veya daha azından; %10 veya daha fazlasına çıkması ve böylece nüfus artış hızını aşan gelir artışının sağlanması,
· Yüksek hızla gelişen bir veya birkaç imalat sektörünün kurulması,
· Modern sektörde gelişmeyi tahrik eden ve kalkış aşamasının dış ticarette yapacağı tasarrufları iyi kullanabilecek, başlatılan gelişmeye süreklilik verebilecek siyasi, sosyal ve yönetsel bir ortamın bulunması (Rostow, 1966:65).
Kalkış döneminde kendi kendini besleyen ve sürekli gelişmeyi önleyen engeller ve direnmeler tamamen yıkılır. Tarımsal üretim yöntemlerinde köklü değişimler gözlenirken, sanayide “öncü sektör” söz konusudur. Öncü sektör, ekonomide birinci derecede gelişen ve gelişimlerinin daha başlangıç aşamasında çok hızlı gelişerek, ekonomik yapı üzerinde doğrudan veya dolaylı büyük etkileri olan sektördür. Rostow’a göre bir sektörün veya ekonomik faaliyetin ekonomik gelişmeye önderlik edebilmesinin belirli koşulları vardır:
(a) Öncü sektörün üretiminde sürekli artış için yüksek talep, (b) Bu sektöre yeni üretim fonksiyonları girmeli ve bunların kapasiteleri genişlemeli, (c) Toplum tarafından öncü sektöre gerekli sermaye sağlanmalı ve girişimciler elde ettikleri gelirin büyük bir kısmını yeniden sektöre yönelik yatırımlara harcamalı, (ç) Öncü sektör, diğer sektörlerdeki teknolojik yeniliği kışkırtmalıdır (1966:66).
Rostowcu modelde kalkınma süreci devam ederken etkinliğini kaybeden öncü sektörün yerini yeni öncü sektörler alabilmekte; süreç hızını kaybetmemektedir.
Rostow 1955 yılında yayımladığı çalışmasında Türkiye’nin kalkışa geçmesini şöyle açıklar:”Aşağı yukarı 1935’de, endüstrileşme tedbirlerinin konulmasının ortaya çıkardığı temel üstünde Türk ekonomisi son beş sene içinde dikkate değer bir hareket göstermiştir. Tarımsal gelirin ve tarımda prodüktivitenin artışı bu hareketin temelini teşkil etmiştir. Farklı iki milli siyaset altında meydana gelmiş olan bu hamlelerin kendini besleyen gelişmeye doğru bir ön yapı teşkil edip etmeyeceği, Türkiye’nin bünyevi meselelerine göre çare bulup bulamayacağı şimdiden kestirilemez” (1966:52).
4. Modelin dördüncü safhası, kendi ekonomik büyümesini kendi sağlayan “Olgunluk” aşamasındaki toplumdur. Bu dönemde ekonomik faaliyetler düzenli bir şekilde gelişmeye, modern teknoloji her alana yayılmaya başlamıştır. Milli gelirin % 10 - % 20 kadarı devamlı bir şekilde üretken yatırımlara aktarılmakta ve gelir artışı nüfus artışından daha fazla olmaktadır. Rostow, “Teknolojik bakımdan daha karmaşık üretim süreçlerine doğru ilerlenirken ekonomiye yeni öncü sektörler hakim olur.” demektedir (1966:71). Ekonomi uluslararası piyasalarda yerini bulur ve öncü sektörü karşılaştırmalı üstünlüğünü hissettirir. Olgunluk aşaması sonunda nüfusun çoğunluğu sanayi ve hizmetler sektörlerinde istihdam edilmekte; toplumsal yapıda gelişme gözlenmekte ve dünya genelinde rol üstlenilmeye başlanmaktadır.
5. Rostow, yoğun kitlesel tüketim aşamasındaki toplumla beşinci aşamaya geçer ve modelini tamamlar. Yoğun kitlesel tüketim aşamasındaki toplumun yeni öncü sektörleri, dayanıklı tüketim malları ve hizmet sektörleridir. Kaynaklar gittikçe tüketim mallarına ve kitlesel düzeyde çeşitli hizmetlerin yayılmasına yönelmektedir. Bu dönemde her ülke şu hedefleri arasında dengeyi kurmayı amaçlamaktadır:
· Sosyal güvenliği arttırma, gelir dağılımını yeniden düzenleme, çalışma saatlerini azaltma gibi refah devleti koşulları,
· Dayanıklı tüketim malları üretme ve hizmet sektörüne önem verme,
· Dünya çapında nüfuzunu arttırma ve yeni roller oynama (1966:71) [1]
Rostow’un modeli dünyanın geri kalmışına ve kalkınma çabasın içinde debelenene yardım elini uzatan insancıl ve demokratik bir sistemin aydınının nesnel bilimselliğe dayanarak hazırladığı ve sunduğu eşsiz bir yapıttır!. Gerçek anlamıyla Karl Marks’ın Komunist Manifostosu’nu çöpe atacak anti-komunist bir manifesto! İktisat biliminin şaheseri! Türkiyenin parlementosunun küçük bir azınlığın dışındaki büyük çoğunluğu o zaman globalliği ve karşılıklı bağımlılığı anlayacak kapasiteye sahip olmadığı için Anayasa değişikliği yapıp bu beş safhayı Anayasaya koymadı. Büyük kayıp! 60 ve 70’lerde ülkeyi alelane satış ayıp olduğu için oldukça dikkat ediliyordu. Şimdi parlementerinden bilim ve filim adamlarına kadar herkes satma yarışına girmiş ve “satış meşrulaştırılıyor! Satış kolaylaştırılıyor” diye laf edenler duyulmuyor. Devletin TRT’sinde siyasetçinin biri çıkmış “sizi de özelleştireceğiz!” diye böbürleniyor ve hiç kimse bu egemen söyleme karşı kabaca “ha sittir lan kimin malını kime satıyorsun” diyemiyor. Kıyasıya satış yarışı var. Rostow 1960’da bu yarışın temellerini döşüyordu. Rostow’un bu döşeyişine safha safha eleştirel bir göz atalım:
(a) Başlangıç safhası geleneksel, durgun, tarımsal toplum safhasıdır. Bunu şöyle anlayalım: Kapitalist iç ve dış sermayenin yeterince girmediği feodal ilişkilerin veya bağımsız, kendine yeterli ekonomik üretimin olduğu bir sosyal biçimlenme. Bu safhayı uluslararası sermayenin ulusal ortaklarla egemenlik kurmadığı safha olarak niteleyebiliriz. Bu safhada özellikle Amerika, “dış yardım” ve “hibeler” yoluyla içteki gelişmeyi, birikimi ve özellikle tarımdaki kendi kendine yeterliliği ortadan kaldırır.
(b) İkinci safhada, en azından toplumun bir kısmında fikirler ve tutumlar ekonomik kalkınma yönünde değişir. Bu safhayı şöyle anlamlandırabiliriz: Batı emperyalizminin yönetici sınıflarından ve ekonomik güçlerinden bazılarıyla işbirliğine girmeye başlanması safhası. Bu safhada Batı'nın siyasal, ekonomik ve kültürel yapıları transfer edilir ve toplumun boğazına sokulmaya başlanır. Sanki daha önce, hiç kimse içinde bulunduğu koşulları daha iyiye götürmek istemiyordu ve birden bire Batıdan alınan ilhamla fikir ve tutumlar ekonomik kalkınma yönünde değişmeye başladı. Kapitalistler gelmeden önceki medeniyetlerin gelişmesi nasıl oldu? Tesadüfen mi? Kapitalizmin gelişmesi nasıl oldu? Kapitalizm dünyanın doğuşundan beri mi vardı? Saçmalığa bakın: Sanki “az gelişmiş ülkelerin tarihi”, daha doğrusu gelişme tarihi, kapitalizmle başlıyor ve kapitalizmle bitiyor. Evet, gerçekte, az gelişmiş ülkelerin az geliştirilme tarihi kapitalizmle başlar. Ondan önceki tarihleri, kapitalist ideoloji tarafından, gelişmeye ve kalkınmaya engel olarak nitelenir. Gerçekten engel olsaydı; örneğin Anadolu medeniyetleri nasıl oldu da zengin bir kültür ve gelişmeye sahip oldular? Bu safha, çıkar peşinde koşan ve karının büyük kısmını yeniden yatırıma sokan özel ve kamu elitlerinin ortaya ilk kez çıkmasının sağlandığı safha olarak nitelenmektedir. Sanki evvelce, kapitalist gelinceye kadar, hiç kimse yatırım yapmak istemiyor, yatırım yapanlar da karlarını çömlekle yere gömüp saklıyormuş gibi. Ayrıca, “yatırım ve kar “ denen artı değerin gaspı da nereden geldi birden bire? Amerikan yardımı ve Marshall Planı yoluyla olmalı! Bu safhanın anlamı oldukça açıktır: İkinci safha yeni koloniciliğin yönetici sınıflar arasında düşünsel temelinin atıldığı safhadır.
(c). Üçüncü safha “kalkış, uçuşa geçme” safhasıdır. Bunu şöyle anlamlandıralım: O zamana kadar Türk köylüsü ve işçisi yan gelip yatıyordu, bir iş yapmıyordu. Erkekler sabah akşam kahvede oturuyor ve kadınlar dedikodu yapıyordu. Uluslararası sermayenin yardımı ve içteki elitlerin bazılarının işbirliğiyle hareketlendirilerek, oturdukları yerden kaldırıldılar: Böylece Türk halkı hareketlendi. Bu safhayı belli sermayenin uluslararası ortaklarla kalkınmaya başlaması safhası olarak da niteleyebiliriz. Bu safhada, ulusal denen sermaye ya büyümek ya da uluslararası sermayenin baskısı altında erimek zorunda kalmanın ilk kabuslarını görmektedir. Bu safha, örneğin, Hacı Şakir'in, Procter & Gamble önünde, Hayat suyunun Danone karşısında ya yok olması ya da ortak sömürüyü seçmede başlangıç safhasıdır. Bu safhada hala, “ulus kurma” söylemleri ve ulus devlet yoluyla dış sermayeye zorlaştırıcı engeller vardır. Bu safhada iç sermaye “tüketici” denen halka en küçük bir saygı göstermeksizin, örneğin otomobil’de olduğu gibi parayı önceden alıp uzun bir süre sonra ürünü vererek, en büyük vurgunları vurur. Elbette, kendi imajında bir dünya yaratma peşindeki emperyalist sermayenin serüveni önünde bu tür iç sömürü, ortaklık ve engeller asla arzu edilmez. Kaçınılmaz sonuç, uluslararası sermayenin 18. yüzyıldaki Avrupa’daki sömürü koşullarını Avrupa dışındaki ülkelerde kendisi için sürdüren postmodern 1990’ları yaratmaktır.
Kalkışın olması için yatırım gerekir; yatırım için iç tasarrufun kullanılması gerekir; tasarruf için harcanandan fazla üretim gerekir; harcanandan fazla üretim için bunu yaratacak yatırım gerektirir. Yani, bu değerlendirmeye göre, geleneksel toplumlar bir çıkmaz çemberinde dönmektedirler. Çare nedir?: İç olmadığı ya da çok yetersiz olduğu için, ekonomik büyümeyi sağlayacak yatırımları dış yardım ve borçlanmayla gerçekleştirmek gerekir. Bu safhada yatırım oranında dramatik artış ortaya çıkar. Bu artışın sonucu olarak gerçek kişi başına düşen üretim önemli oranda artar. Bunu da şöyle anlamlandıralım: Dış yardım ve borçlanmalar ve de dıştan gelen sermaye sonucu, yatırım oranı artar. Bu yatırımın sonucu olarak gerçek kişi başına düşen üretim, önemli oranda artar ve üretilenin üstüne kapitalistler yatar. İstatistikle yalan söyleneceğini bilmeyenler için oldukça inandırıcı bir yalan: Bizim mahallenin ortalama geliri bir milyondu. Mahalleye Coca Cola firması geldi ve mahalledeki süpermarket yoluyla “zenginlik üretildi.” Şimdi mahallenin ortalama geliri on milyon oldu. Kişi başına artış on misli oldu. Acaba? Peki süpermarketin gelirini bu ortalamaya katmazsak ne olur? İstatistikle yapılan sahtekarlık ortaya çıkar. Kişi başına artış orantılı bir şekilde toplumun insanlarının tümüne yansımadıkça, kalkınma toplumun değil bazı çıkar çevrelerinin kalkınması olur.
Rostowcular ve bunun etkisindeki kalkınma plancıları yılda % 6-7 kalkınma sağlamak için dış sermayeye başvurdular. Bunun anlamı da şudur: Bu teoriyle düpedüz sermayenin, özellikle uluslararası banka/finans sermayesinin ve belli teknolojilerin transferinin sözcülüğü yapılmakta, uluslararası sermayenin ve ortaklarının doğal zenginlikleri paylaşma ve sömürme saldırısı meşrulaştırılmaktadır. Diyelim ki bu “yardım-saldırıyla” üretim arttı. Bu artan üretim toplumdaki insan sayısına bölünürse, insanlara daha önce düşen payın arttığı görülür. Artış kalkınma planlarında, ekonomik konferanslarda ve propaganda girişimlerinde kaydedilir ve bilimsel bir şekilde anlatılır. Bu arada üretilenin ve yaratılan artı değerin üzerine kimin yattığından, sermayenin zenginleşirken, emekçi insanların yoksun ve yoksul bırakıldığından bahsedilmez. Ülke yatırımlarla, artan üretimle kalkınıyor: Üreten insanlar ürettiklerinden yoksun bırakılırken, üretilenler popüler kültürün aç gözlü asalakların yaşadığı kentlere ve diğer ülkelerin kentlerine taşınırken, kalkınanın kim olduğu anlatılmıyor. Bir mahalleden birinin o mahalleyi soyup soğana çevirerek kalkınması, nasıl oluyor da mahallenin kalkınması oluyor? Elbette kişi başına düşen üretim artar, fakat bunun anlamı kapitalistlerin bunu işçi ve köylülerle paylaşacağı mıdır? Elbette 1990'ları 1960'larla karşılaştırırsak, yolsuz, elektriksiz, buzdolapsız, radyosuz köyler göremeyiz. Bu durum paylaşıldığını değil, kaçınılmaz olarak emperyalist kitle üretiminin ürünlerini ücretli/maaşlı kölelerin satın alabilme seviyesinde tutulmaları gerekliliğini gösterir. Aksi taktirde, ne kapitalizmin hayal ve frastrasyonlu umutlar yaratan ideolojisi ne de kapitalist sistem ayakta durabilir.
Teoriye göre kalkışla üretim metodu da değişir: Bu teori ve kalkınma planlarıyla, imalat ve servis endüstrilerinin genel ekonomik yapı içindeki payının artması ve tarımın payının azalması amaçlanır. Bu amaçla, tarımda büyük sermayenin toprakları kapması ortaya çıkarken ve küçük çiftçiler ihmal edilirken, kentsel endüstrileşme teşvik edilir. Bu ekonomik büyüme ölçüsüne, sonradan, bu teorinin mantığına uygun yeni göstergeler eklenmiştir: Okuma-yazma, eğitim seviyesi, sağlık koşulları ve servisleri, ev ve yerleşim koşulları gibi kentleşme ölçüleri kalkınma ölçekleri olarak kullanılır.
Toplumda imalat ve servis endüstrilerinin ağırlık kazanmasıyla, ekonomi, geleneksel pozisyondan kalkışı takip eden, sürekli büyümeyi teminat altına alan verimliliğe geçer. Bu iddiayı da şöyle okuyabiliriz: Kırsal alanlarda küçük çiftçiler topraklarını kaybeder ve proleter duruma düşer, büyük intensif tarım ve hayvancılık sermayesi oluşur. Tarım alanları zenginliğin ve yaygın sefaletin yaratıldığı, üretilenin başka alanlara taşındığı, ve doğal yapının özellikle madencilik ve hayvancılıkla talan edilip, işi bittikten sonra tahrip edilmiş biçimde terk edilen yerler haline getirildiği soyulmuş alanlar olur.
(d) Dördüncü safha, kendi ekonomik büyümesini kendi sağlayan “Olgunluk” safhasıdır. Rostow'un 1955'deki ince hesabına göre, Türkiye’nin 1970'lerin sonunda bu dördüncü safhaya geçmiş olması gerekirdi. Bu safhayı şöyle okuyalım: Ülkenin yeni koloniciliğe geçişi bitirip, emperyalist pazar içine bütünleşmesinin tamamlanması safhası. Bu safhada, teoriye göre, dış yardım ve dış sermayenin uzattığı ele ihtiyaç kalmayacak biçimde sermaye birikimi ve teknolojinin uygulanması oluşacaktır. Dış borçlar teşekkür edilerek, ödenecek; dış sermayenin eli sıkılarak minnettarlık belirtilip geriye geldiği ülkeye gönderilecektir. Bu safha, ideolojik “uyutmacanın” ve hayalperestliğin dördüncü katıdır. Bugün dünyanın hiçbir “az gelişmiş ülkesi” bırakın borçlarını, borç faizlerinin faizlerini ödeyecek durumda değildir. Uluslararası örgütlü tefeciliğin elinde ülkeler ebedi borç köleliği içine sokulmuşlardır. Kalkınma planları ve uygulamaları bu tefeciler ve ortakları tarafından yürütülmektedir. Gerçekte, dördüncü safha, uluslararası pazarın o ülkede dayanıklı bir alt yapı kurduğu safha olarak anlaşılmalıdır. Bu safhayı aynı zamanda, 1990’larda Türkiye gibi ülkelerdeki uluslararası pazarla bütünleşmenin önemli ölçüde sağlandığı safha olarak da niteleyebiliriz. Bu safha, yeni-sömürgeciliğe geçiş sürecinin olgunlaştığı safhadır.
(e). Beşinci safha, yüksek seviyedeki kitle tüketimine rağmen, ekonomik büyümenin devam ettiği son safhadır. Bu safhayı da şöyle anlayalım: Uluslararası sermayenin ve ortaklarının kitle üretim sanayilerinin kitle tüketimiyle sürdürülmesini sağlayacak tüketici kitle üretiminin ve kültürünün egemen olduğu safha... Bu safhada, artık kitle üretimi sadece gelişmiş ülkelerin geniş kentlerindeki ve az gelişmişlerin birkaç kentindeki “hali vakti fena olmayan” asalak kitlelerinin veya ücretli/maaşlı servis hizmetinde çalışan kölelerin güdümlenmiş tüketim gözü dönmüşlüklerini karşılamak gibi sınırlı kar alanından çıkmıştır ve azgelişmiş ülkelerde oluşturulan kitle tüketicilerini de gereksiz tüketimle içine almıştır.
1960'larda ilerici Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuduğum Rostow'un kitabı, İngilizce’de anlamlı bir şekilde “komünist olmayan manifesto” diye alt başlık taşıyordu. Düşünelim bakalım, bizdeki çeviride, bu küçük başlık konuldu mu yoksa, hasır altı mı edildi.
Baran ve Hobsbawn'a (1961) göre, Rostow'un kalkınma safhaları teorisi bize bazı safhaların olduğundan başka hiçbir şey söylemez. Gerçekte, yukarıdaki tartışmalarımda görüleceği gibi çok şey söyler: Rostow'un tarihsel ve sosyolojik iddiasına rağmen, ekonomik kalkınmayı tek bir kalıba indirger. Tarihin akışında sosyal ve siyasal evrimi ateşleyen “motorun” özelliğiyle ilgili hiçbir öneride bulunmaz. Marks ise bu soruya oldukça kapsamlı bir cevap getirmiştir: Üretim biçimi, ilişkileri, araçları ve güçleri arasındaki ilişkinin toplum gelişmesini belirlemesi...
Frank'a göre (1975:6) Rostow'un safhalarının gelişen ülkelerin geçmiş ve gelecekteki gerçekleriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Bu tür ülkelerin çoğunda bu safhalar yokluklarıyla dikkati çeker. Rostow'un ilk iki safhası hayal mahsulüdür, üçüncü safhası olanaksızdır; son iki safhası ütopyadır.
Amerikan dış politikasının sözcüsü ve savunucusu Rostow sayesinde, daha dün geleneksel durgun toplumken, bugün modern hareketli toplum olduk. Modern okulları, fabrikaları ve büroları doldurduk; Sevinçliyiz hepimiz, yaşasın bunu bize öğreten öğretmenimiz; bizi kalkındıran kapitalistimiz ve elbette Amerika'mız, canımız. İlginç olan ve gözden kaçan bir diğer gerçek de, Beş Yıllık Planlarla ulaşılması gereken amaçlara çoğu ülkelerde belli ölçüde ulaşıldı. Büyüme amaçlarına az çok varıldı. Fakat kitlelerin yaşam koşullarında ya çok az, ya da hiç değişiklik olmadı. Pek çok kerelerse gerileme oldu. Bu da bize, kalkınma anlayışında çok önemli bir noksanlığın veya yanlışlığın olduğunu gösterir. Bu da en azından şu soruya cevap aramayı getirir: Kapitalist ekonomik büyüme, eğer yoksulluğu, eşitsizliği ve işsizliği ortadan kaldırmıyorsa, kalkınma mıdır? Ne tür bir kalkınmadır? Kimin için ve ne pahasınadır?
Modernleşmenin ekonomisi, az gelişmiş denen ülkelerin geri bırakılmasının garantisini sağlayan uluslararası pazar sisteminin örgütlü ve planlı faaliyetlerinin meşrulaştırılması; kalkınma adı altında kapitalist ekonomik düzenin satışıdır.
1960'lardan beri Türkiye beş yıllık planlarla kapitalist kalkınma anlayışını kullanmaktadır. Bu planlarla kalkındık epey de, kalkınan kimler ve kaç kişi? Elbette, kalkınma fikri 1960'ların basitliği ve sınırlılığı çerçevesinde kalmadı: 1990'larda kapitalist dünya pazarına bütünleşmeyle, “her mahalleden bir zengin” fikri modern tekelci kapitalizme aykırı düştüğü için, kapsamını genişleterek, “her ülkeden birkaç zengin” ilkesine dönüştü. Serbest akım ve rekabet ilkesi politikları, “bu birkaç zenginden biri olma” çabasının önündeki engelleri devletin kaldırması garantisini getirerek, “demokratik çoğulculuğu” sağlamaya devam etmektedir. Bu çoğulculuğun iç-düşmanlarına karşı “halkın güvenliğini korumak için” polis ve ordu en modern silah ve eğitimle donatıldı. Demokratik çoğulculuk ve halk güvenliği ne tür bir uyduru, ne için, neye ve kime karşı?
1970'e gelindiğinde “kalkınma” anlayışı, bütün ilginin topyekün ekonomik büyüme olduğu yaklaşım tarzından, yoksulluk, eşitsizlik ve işsizlik sorunlarıyla uğraşmayı ön plana getirerek ilgi alanını genişletti.
[1] Rostow’un beş sayfhasının sadece özetini Tolga Tellan yaptı.