Kalkınmanın ve gelişmenin engelleyici baş düşmanı olarak “aşağı sınıfların doğurganlığının” verilmesi ve sistemli bir teori olarak “nüfus planlamasının” çare diye sunulması, daha önce özlüce belirtildiği gibi Malthus'la başlar. Aslında, Malthus'un amacı, gelişmeye karşı olan bir engeli ortadan kaldırmak değil; medeniyete karşı olan bir tehlikeyi bertaraf etmekti. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki “modernleşme ve kalkınma” ideolojilerinde, “doğurganlık” ekonomistler tarafından, kalkınmadaki kazancı ortadan kaldıran ve atılan her ileri adımı geri götüren ekonomik yük olarak nitelenmiştir. Sosyolog ve sosyal-psikologlar tarafından, bu ekonomik nedenlere, yeniliklere direnişin çoğalması, yükselen beklentilerle elde edilen tatminlerin nüfus artışıyla azalması nedeniyle hoşnutsuzlukların artması da eklendi. Siyasal sosyologlar tarafından, nüfus artışı, siyasal istikrarsızlığa ve demokratik süreçlere engel olan ana faktörlerden biri olarak nitelendi. Amerika’nın egemenliği altındaki BM ve UNESCO tarafından yenilmesi gereken bir düşman olarak ilan edildi. Nüfus ve doğum kontrolü politikaları modernleşme politikalarının temel taşlarından biri yapıldı. Hedef olarak öncelikle kırsal alanlar seçildi. Yeniliklerin yayılması teorisi ve girişimlerinin “modern tutumların yayılması” kılıfında gelen propagandasının altında, nüfus planlamasının gerçekleşmesiyle kontrol amacı da yatar. Nüfus planlaması Rostow'un kalkınmasının safhalarında “kalkışın” gerçekleşmesi için zorunlu bir gereklilik olarak sunuldu. Ekonomik kalkışın nüfus kontrolü olmadan olmayacağı öne sürüldü. Dış yardım politikaları ve kapitalist sermayenin kontrolündeki uluslararası finans ve kalkınma örgütleri (Dünya Bankası ve IMF gibi), ülkelerin kalkınma planlarında nüfus planlamasını, yardımın ön şartı olarak koştular. USAID'in stratejisi 1965'lerde bu alanda ağırlık kazandı. Dünyanın her yerinde demografik incelemeler başlatıldı. Bu incelemeler için eğitim ve yardım fonları kuruldu. Ford ve Rockefeller Nüfus Konsülü'nü kurdular ve nüfus kontrolü girişimlerini desteklemeye başladılar. Nüfus Sosyolojisi, demografik sosyoloji ve iletişim sosyolojisiyle birlikte, nüfus kontrolü doktrin ve stratejilerinin çizilmesi işine girişildi. İlk olarak, dünya ülkelerinde tutum araştırmaları yaparak hedef nüfus hakkında veriler toplandı. Bu toplama sırasında, nüfus kontroluyla ilgili sorular sorarak, aynı zamanda, tepki yaratmadan, nüfus kontrolü politikasının stratejisini belirleyecek tutumların ölçülmesi ve nüfus planlaması fikrinin ve gerekliliğinin ilk iletişimini, araştırma adı altında hedef kitleye yapmak amaçlandı. Örneğin, bir araştırmada “Çok çocuk doğurmanın kadının sıhhatini bozduğu tıp araştırmalarına göre saptanmıştır. Doğurduğun çocuklardan sonra, kendi sıhhatinde olumsuz bir değişme hissettin mi?” şeklinde biçimlendirilmiş bir sorunun gerçek amacında evet veya hayır cevabının önemi ikincildir. Birincil amaç, sorudaki ilk cümleyle verilen bilgi ve aktarılan anlayış biçimidir. Kitle iletişim araçlarıyla yapılan nüfus planlaması propagandasıyla, araştırma adı altında verilen kasıtlı bilgiler desteklenerek tutum değişiklikleri yaratılmaya çalışılır. Bu çaba doğum kontrolü araçlarının bedavaya ve ucuza satılması eklenerek teşvik edilir ve davranış biçimi değişimi kolaylaştırılmaya çalışılır. Nüfus kontrolü programları çalıştı mı? Çalışmadı. Bu da bazen, yoksullar kitlesinin insanlarına, kendi istekleri dışında, zorla veya haberi olmadan kısırlaştırma politikalarının uygulanması gibi baskı yollarına gidilmesini getirdi.
Nüfus planlamasının amacı, “artan nüfusun nasıl besleneceği” değildir; eğer kapitalizmin amacı “nüfusu beslemek” olsaydı, her şeyden önce, örneğin Amerika’nın her yerindeki açları beslerdi. Kentlerde birçok büyük küçük binalar terk edilmiş boş dururken ve milyonlarca kişi sokakta yatarken, bunları kullanarak insanlara sığınak sağlardı (Erdoğan, 1995). Nüfus planlaması politikası, ekonomik ve siyasal pazarda sermaye için, istikrar ve süreklilik sağlama politikasıdır ve “kitlelerden korkunun” getirdiği yeni uzantılardan biridir.