Tanım sözcüğü bir şeyin ne olduğunu açıklamayla ilgilidir. Tanım yoluyla tanımlanana bir anlam yüklenir.[1] Tanım böylece açıklayıcı ve sınır belirleyici bir çerçeve çizer. Dolayısıyla, tanım belli bir yanlılığı ifade eden öznellik karakterine sahip olabilir. Bu öznellik benzer görüşteki kişilerin kurdukları bir egemenlik yoluyla nesnelleştirilmiş bir “ortak öznellik”[2] karakterini taşıyabilir. Bu nesnelleştirilmiş ortak-öznellik küreselleştirilerek evrensel değer olarak sunulabilir ve benimsenebilir.
Tanım, öte yandan, eğer tanımlananın doğası ve tanımlamayla ilgili egemenlik veya güç ilişkileri izin
verirse, nesnel veya nesnele yakın olabilir. Bu nesnellik örgütlü yer ve zamana
bağımlı öznellik olabileceği gibi, yer ve zamandan bağımsız evrensel bir
nesnellik olabilir.
İletişim tanımıyla
iletişimin ne olduğu açıklanmaya çalışılır. İletişim denildiğinde örneğin bir
insanın sinir sisteminde biçimlenen konuşma, bu konuşmanın bir başka insanın
sinir sisteminde olaylar yaratması; iki makinenin birbiriyle ilişki kurarak
konuşması; bir sesin ve/veya görüntünün bir mikrofon, verici radyo veya
televizyon sisteminden geçerek izleyicilerin olduğu yerde alınması;
hastalıkların insandan insana geçerek iletişimi; biyolojik yapı içindeki sistem
ve alt sistemlerin iletişimi; anne ve babanın bazı özelliklerinin çocuğuna
kalıtımsal iletişimle geçmesi; hayvan türleri içindeki ve türler arasındaki
iletişim; mikrobiyolojik organizmalarda ve organizmalar arasındaki iletişim;
bitkisel iletişim gibi birçok şey akla gelir. Görüldüğü gibi iletişim kavramı
oldukça kapsamlıdır; dolayısıyla geçerli tek bir tanım olasılığı ancak somut
yer ve zamandaki somut örneklerle olabilir. Bu olasılık anlamlı ve geçerli
açıklamalar getirirken, kaçınılmaz olarak durumu çok daha karmaşıklaştırır.
İnsanı, insanın örgütlü yaşamı ve yaşamdaki ilişkileri, kendini ve dışını
anlamlandırması ele alındığında, iletişimin nesnel olan bir tanımını bulmak
daha da güçleşir.
İletişim tanımları “...e
göreliklere” bağlı olarak biçimlenir. Bu biçim, “e göre” ölçütü (kıstası)
değiştikçe değişikliğe uğrar. Tanımda “e göre” tanımlananın nasıl
tanımlanacağını ve tanımlamanın alacağı biçimi belirler. Çoğu kez tanımın neye
göre yapıldığı belirtilmez. Tanımı yapan bunun ya farkında değildir ya da
bilinçli olarak referans noktası, dayanak, hareket noktası saklanır. İletişimde
görecelik sosyal yaşamın örgütlü her anını ve mekanını içine alır. Her
iletişimin bir bağlamı ve bu bağlamın bir geçmişi vardır. Bir anda birden fazla
iletişimler olabilir.
Sokağa çıkıyorsunuz, su
sandığınız akıntıdan gelen lağım kokusu burnunuzu dolduruyor ve “Allah
kahretsin gene bir boru patlamış!” diye şikayet ediyorsunuz kendi kendinize. Bu
bir iletişimdir. İletişim kendi kendine söylenen sözün kendisi değildir. Lağım
kokularıyla, patlayan borularla, sizin senelerdir içinizde birikenlerle gelen
tarihe sahip bir ilişkinin, bu şekilde (kendi kendine şikayetle) kendi içinizde
kurulmasıdır. Bu iletişimde, nasıl değerlendirdiğiniz, nasıl hissettiğiniz ve
ne dediğinizde, kamu ve sağlık politikalarıyla ilgili karar alma ve yürütmede
iktidarın ve iktidar ilişkilerinin doğası ve bu doğayla gelen güç uygulaması ve
güçsüzleştirmenin getirdiği sonuçlar yatar. Bütün bunlar kendine şikayet
biçiminde yeniden-üretilir.
İki arkadaş karşılaşıp
sarıldıklarında, iletişim olur. Fakat iletişim sarılarak birinin diğerine mesaj
göndermesi, öbürünün de mesajı alıp ona geri-besleme yapması gibi mekaniksel
bir süreç değildir. Sarılma eyleminin kendisi göründüğü şekliyle ilişkinin,
eylemin veya iletişimin doğasını açıklamaya yeterli değildir. Bu oluşun bir
başlangıç ve gelişme tarihi vardır. Bu tarih iki kişinin yakınlığının doğasını
anlatır. Bu tarihle sarılma eylemi, ilişkisi ve iletişimi asıl anlamını
kazanır.
Deprem olan bölgeye götürülmek
için yüklenen kargo Ankara’dan alınıp deprem bölgesi yerine başka yere
götürüldüğünde, tek bir iletişim değil, birbirine bağlı bir çok iletişim olur.
Bu oluş da kendiliğinden olmaz. Belli amaç ve çıkarlara göre karar verme ve
uygulamayla olur. Bu oluşta etik ve kültürel değerlerin, sefalet ve felaketten
kâr sağlayan fırsatçılığın ciddi izleri vardır. Bankaların deprem bölgesine
yardım için para toplayıp işletmeleri sürecinde gene birçok iletişimler olur.
Bu iletişimler eski çağlarda tefeci olan ve günümüzde finans ve yatırım
sermayesinin sahibi olan bir azınlığın çok duyarlı insanlar olduğunun
propagandasını yapar. Bu propagandanın altındaki gerçek farklı bir şeyi iletir:
Kapitalizm felaketlerden bile çıkar sağlar ve bu çıkar sağlama iletişimi çıkar
sağlama yollarını çeşitlendirip mükemmelleştirme tarihine sahiptir.
Çalışan insanlar maaşlarının
artmasına en küçük bir etkide bulunamayıp, kendi kaderlerinin başkaları
tarafından tayin edilmesine zorunlu olarak katıldıklarında, iletişim olur.
Medya ve aydınlar tarafından kapitalizmin ücret/maaş politikaları demokrasi ve
özgürlük olarak sunulduğunda gene iletişim olur. Bu iletişimin tarihi ücretli
köleliğin başlangıcı ve gelişmesi tarihidir. Bu tarih ve iletişim, mülkiyet ve
güç ilişkileri ve bilinç yönetimi etkinliklerinin belli bir zaman ve yerdeki
doğasını anlatır.
Kamu hizmetinde çalışan
politikacıların ve üst yöneticilerin kamudan maaş alıp kamu zenginliklerini
özel teşebbüse “peşkeş” çekmeleri, birçok şeyin yanında etik sorusu akla
getiren bir iletişim olur. Bu iletişimin yoğunlaşma tarihi Amerikan güdümlü
özelleştirme fırtınasının başlatıldığı 1980’in ortalarına kadar gider. Bu tarih
“bağımsız ulus kurma” hayaliyle didinen ulusal liderlerin ortadan kalkıp
onların yerini yeni-sömürgeci, “küreselleşme, özelleşme, serbest ticaret”
bilinci taşıyan liderlerin almasıyla etkinliğini kazanır. Bu tarih kamu
zenginliklerinin özel çıkarlara satış tarihidir ve bu ilişkiyi meşrulaştıran
(özelleştirme, demokratikleştirme, küreselleşme, yerelleşme, serbest rekabet,
özgürlük gibi) iletişimlerle desteklenir.
Üzerinde “meyve suyu” yazılı bir
şekerli kimyasal suyu içerken kutunun üzerindekileri okuyup içtiğin şeyin
içinde meyve suyundan başka her şeyin olduğunu “anlamadığında” ve hala meyve
suyu içtiğini sandığında, gene iletişim olur.[3] Bu
iletişimin tarihi halkla ilişkiler, reklamcılık ve kitle iletişimiyle
desteklenen bir “kitle üretimi için tüketim kültürünün” bilinç yönetimiyle
gelen geri-zekalılaştırma tarihidir. Bu tarihte sahteler sahi (gerçek, doğru)
yapılır.
Yaşayan her canlı doğal olarak
sağlıklı yaşamayı ve canlı kalmayı seçer; eğer seçmezse, o canlı ya ciddi bir
depresyondadır ya da önemli bir zihinsel özürden dolayı yaşamını sürdürme
dürtüsünden yoksun kalmıştır. İnsanın iç ve dış mekanlarda yaşanabilir havaya
hakkı vardır. Sermaye ve devlet bu hakkı, zehir saçan teknolojileri kullanarak
insanların elinden aldığında ve bunu kalkınma olarak sunduğunda, iletişim olur.
Aynı şekilde, sigara denen zehirle kendini ve diğer insanları zehirlemeyi
bireysel özgürlüğün ifadesi sanan, beyinleri “nikotinlenmiş vücutları
tarafından yönetilen” zavallı ve kendine ve insana saygısız insanlar, bizi
kanser olma tehlikesiyle karşı karşıya getirdiğinde iletişim olur;[4] hem de
iğrenç kokulu ve kanserli bir iletişim. Bu iletişimde, Türkiye gibi ülkelerde,
haksızın haklıyı, iyiyi ve doğruyu ezen edepsiz pişkinliği ve baskınlığı
vardır. Bu duyarsızlık ve bağımlılığın baskınlığı altında, insan ve çevre için
iyi ve doğru olan susturulmuş, zehrin içildiği iğrençleştirilmiş ortamda suçlu
duruma düşürülmüştür. İşte bu egemenlik ve boyun sunma durumu, sigara
endüstrilerinin, ortakları olan devletlerin, içenlerin ve duman altı olarak
zehirlenenlerin oluşturduğu süregelen bir tarihsel iletişimi (ilişki ve
biçimini) anlatır. [5]
Bir Fransız şirketinin ve içteki
ortaklarının sömürüsünü açığa vuran biri “Atatürk ilkelerine hakaretten”
mahkemeye verildiğinde, iletişim olur. “Ne zaman Atatürk ilkeleri ulusal
bağımsızlık değil de yeni-sömürgeciliği teşvik oldu” diye soran kişi bölücü
olarak nitelendiğinde, gene iletişim olur. Bu iletişim “Atatürk’ün bağımsızlık
savaşı, yurtta sulh, cihanda sulh” gibi görüşlerinin içinin boşaltılıp küresel
sömürü ve sömürüye katılan güçlerin egemenliklerini korumak ve sürdürmek için
kalkan olarak kullanılmasıyla başlayan bir geçmişe sahiptir.
Birisi her işini yapan eşeğine
(veya karısına –eşi değil) hak ettiği dersi verip dövdüğünde, iletişim olur.
Elbette bu iletişim kendiliğinden olmaz. Döven el kendiliğinden kalkmaz ve
dövülen kendiliğinden “dövüyor, ama gene de seviyorum” demez. Bu dövme işini
bazı hunhar bireylere değil, hunhar bireyleri yetiştiren egemen yapış
şekillerine bağlamak da bir iletişimdir. Bu iletişimin, sorunu bireye bağlayan
bir dünya görüşü ve bu dünya görüşünün çıkıp geldiği ve desteklediği bir
materyal ilişkiler düzeni vardır. “Kızını (karısını, eşeğini) dövmeyen dizini
döver” “atasözü” bir egemen ilişki biçimini meşrulaştıran bir iletişimdir. Laf
olsun diye üretilmemiştir: Somut insan ilişkilerinin meşrulaştırıcı bir
ifadesidir. Eşek biçim değiştirip karmaşık bir üretim ilişkileri içinde pahalı
bir otomobil olduğunda, eşeğe fiske bile vuramazsın. Çünkü endüstriyel üretim
ve tüketim ilişkileri içinde kendini özgür ve özgün sanan bireyin “bağımlı
sürüngen” yapıldığı yeni bir ilişki ve iletişim biçimi kurulmuştur.
E-posta ile bir mesaj yazıp
gönderildiğinde ve gönderilen e-posta okunduğunda veya okunmayıp çöpe
atıldığında iletişim olur. Aynı şekilde, patrondan veya müdür denilen köle
başından herhangi bir şey istemekten korkulduğunda, iletişim olur.
Burnunu karıştıran veya
parmağıyla dişindeki kırıntıları temizleyen biri, yaptığıyla karşısında oturan
birine bir şeyler söylediğinin farkında bile olmayabilir veya karşısındakinin
ne düşüneceği veya hissedeceği umurunda bile değildir. Burnunu veya ağzını
karıştıran kişi hem kendisiyle hem de dışıyla iletişimdedir.
Yukarıdaki örneklerden açıkça
görüleceği gibi, iletişim oluyor, ama kendiliğinden olmuyor. İnsan yapıyor:
İletişim insanların yaptığı bir şeydir veya yapmak istediği bir şeyi
gerçekleştirebilmesinin kaçınılmaz koşuludur. iletişimde insanın orada olması
(mekansal ve zamansal aynılık olması) ve hatta insanın olması gerekmez. Diğer
canlılar veya iki mekaniksel veya elektronik araç arasında da iletişim
olabilir.
İletişim insanın yaptığı bir şey
olduğu için kendi başına bir hayata sahip değildir: İletişim domates üretmez.
İnsan iletişim yoluyla domates üretir. İletişim olmaksızın ne insan ne de
topluluklar varlık ve yaşamlarını sürdürebilirler.[6] İletişim
insanla başlar ve insanla sürer gider. İletişimde anlam kelimelerde, sözde,
sembollerde veya vücut hareketlerinde değil, insan ilişkilerinin örgütlü yer ve
zaman içindeki doğasındadır. Göz kırpma ancak belli bağlamdaki insanla ve
ilişkiyle iletişim olabilir. “Seni seviyorum” sözü ancak kimlerin, ne koşulda
ve ne bağlamda ne tür bir ilişkiyi yürütmeye çalıştıklarıyla anlam bulur. “Seni
seviyorum” semboller dizisi olarak hiç bir insan gerçeğinin göstergesi olamaz.
Yazılı, sözlü ve görüntülü şifrelere bakarak yapılan, bağlamdan yoksun
genelleştirmeler basit veya mitleştirilmiş şahane uydurular ötesine pek
geçemez.
[1] İletişim tanımlamalarında, hemen her
iletişim kitabında bulunan tanımlamalar için kaynak kullanmadım. Bu
tanımlamalar için, verdiğim kaynaklar yanında, şu kaynaklar kullanıldı: Bowers,
Waite ve Bradac, (1984); MCQuail (1975); Silverstein (1974); Halloran (1969);
Gitlin (1978); Hardt (1992); Schramm (1972).
[2] İntersubjectivity: Belli bir egemen
grubun veya alt-grubun kendi öznelliğini nesnellik olarak benimsemesi ve
sunması.
[3] Peki, bu meyve suyunu almaya karar
verirken, alırken, içerken iletişim olmaz mı?
[4] Dikkat burada ben bağımlılığının farkında
olan ve diğer insanları zehirlememek için elinden geleni yapan sigara
tiryakilerinden bahsetmiyorum. Böyle duyarlı insanlar için üzülüyorum.
[5] "Egemen" kavramı “kontrol ve
yönetme ilişkisinin bir sonucu” olarak ele alındı. Egemenlik ilişkisi, kontrol
ve kontrole karşı direniş girişimleri olarak tanımlandı. Egemenlik, belli bir
yerde ve zamanda, belli koşullarla gelen, yasal ve ideolojik süreçlerle
meşrulaştırılmış ve çeşitli baskı yollarıyla sürdürülen bir ilişkiyi anlatır.
Dolayısıyla, egemenlik denildiğinde, belli bir gücün belli bir zaman ve yerde
kurduğu ve mücadeleler içinde sürdürülen bir ilişkiler düzeni anlatılmaktadır.
Egemenlikte, karşıtlık egemenliğin dışında değildir: Karşıtlık, üzerinde
egemenlik kurulanların (gönüllü boyun sunanlar dahil) tepkisidir. Boyun sunuş
veya mücadele biçimleri egemenliğin yoğunluğu ve kapsamını gösterir. Bunun çok
önemli bir anlamı vardır: Egemenlik belli bir yer ve zamandaki ilişkiler
koşulunu anlatır ve dinamik bir yapıya sahiptir. Egemenlik sadece egemenin
ekonomik, siyasal ve kültürel güç kullanımını anlatmaz, aynı zamanda, üzerinde
güç uygulaması yapılanın yaşam ve kendini içinde bulduğu duruma çözüm
mücadelesini ifade eder. Burjuva bilimindeki "ikna, davranış
modifikasyonu, çatışma yönetimi" gibi kavramlar, özgürlükçü insan
ilişkilerini değil, dikey-ilişkiler düzeninde egemenliğin kurulması ve
sürdürülmesi girişimlerini (ve karşı mücadeleyi) anlatır. Conor'un belirttiği
gibi (1994), nerede egemenlik varsa orda direniş veya en azından direniş
potansiyeli vardır.
[6] Schramm ve Porter da toplumun olabilmesi
için iletişimin zorunlu olduğunu belirtmektedir (Schramm ve Porter, 1982:2,3;
1971:17).