1960'larda iletişim modernleşmenin ölçüsü olarak kullanılıyordu. 1970'lerde ve sonrasında iletişim teknolojilerinin hızla geliştirilmesi, gelişmiş ülkelerde özel ve kamu yönetimlerinde yaygın bir şekilde yeni iletişim teknolojilerinin kullanılması, “enformasyon toplumu” veya “global köy” ideolojilerinin çıkmasına ve önem kazanmasına neden olmuştur. Bu ideolojiler iletişimdeki gelişmeyi, özellikle 1990’larda bilgisayar, telekomünikasyon ve digital teknolojilerin karışımıyla ulaşılan teknolojik durumu, “ilerlemenin kendisi” olarak gösterdiler ve iletişim teknolojisine bağlı teknolojik determinizm ve gelişme görüşleri değer kazandı. Uydu, bilgisayar, digital ve enformasyon şebekelerinin 1990’daki hızlı gelişmeleriyle iletişim teknolojilerinin etrafında odaklanan masallaştırmalar (mitler yaratmalar) para yapmaya başladı. Bu mitler özellikle halkın bitmiş-ürün kullanıcısı olduğu kitle iletişiminde “teknolojik determinizm” yaklaşımı içinde toplanmaktadır.
Niceliksel çokluktaki çöplük içinde “enformasyon bulma” umuduyla debelenen insanlara “information highway” sanki onlarınmış gibi sunulmaya başlandı. Aydınlanmanın mülkiyet ilişkileri düzeni içınde eritildiği bir dünyada “yeni aydınlanma” uydurusu ortaya atıldı. Özgürlüğün ve iletişimin pazar düzeninde kontrol edildiği bir dünyada “iletişim özgürlüğü ve enformasyonun serbest akımı” propagandası kontrol eden güçlerin sözcüleri tarafından yayıldı ve savunuldu. İletişim teknolojilerine, sanki evrensel bir sahiplik varmış ve erişme\elde etme oluyormuş gibi bir karakter verilerek “enformasyona evrensel sahiplik ve faydalanma” ideolojisi yayıldı. Teknolojik tek yönlülüğü ve baskıyı ideolojik biçimlendirmeden geçerek ortadan kaldırmak için, uyduru söylemlere, “interactive media” ve “two-way media” söylemi katıldı. Bu söylemlerde kim neyi kimin ve ne için kullanıyor veya kullanamıyor gibi sorular her zamanki gibi göz ardı edildi. Eğer bu ideolojik biçimlendirmelerin temelini üretim tarzına bağlarsak, egemen yapıları meşrulaştıran beyin yönetiminden öte bir karaktere sahip olmadığı ortaya çıkacağı için, yeni bir temel yaratılmıştır: Ürün ve hizmetler; ve bunlardan geçerek “tüketim demokrasisi” söylemi… Bitmiş ürünler ve hizmetlere dayanarak sunulan demokrasi, özgürlük ve bolluk görünümü ve gösterimi meşrulaştırılamayacağı meşrulaştırmada belli ölçüde rol oynamaktadır. Bu meşrulaştırmaları da bilinçli olarak yapanlar bu demokrasi ve ozgürlüklerden faydalandıkları söylenen halktan bireyler değildir. Aslında, bilinçli sunumların altında üretim ilişkilerindeki gerçek materyal ve materyali destekleyen materyal olamayan amaçlar yatmaktadır. Bu amaçları ürün ve hizmetlerden kaynaklanan enformasyon “super highway,” elektronik demokrasi, serbest akım ve özgür iletişim gibi söylemlerle karşılaştırdığımızda, farklı sonuçlarla karşılaşırız: Amaçlarla söylemlerin anlattıkları birbiriyle uyumsuzluk içindedir. Tek uyum: Bu ideolojik söylemler yoluyla bu amaçlar meşrulaştırılmaktadır. Meşrulaştırılan amaçlarla sermayenin insan ve doğa kaynaklarını talanla halkın sırtından sürdürdüğü serüvenlerine kamu desteği elde edilir. Örneğin “information highway” için yapılan harcamalar benim için değil, sermaye içın yapılmakta; bu yapma da sermayenin çıkarına değil, halkın\kamunun çıkarına olarak sunulmaktadır: Halka hizmet sloganlarının ardında yatan gerçek bu tür bir ideolojik beyin yönetiminden geçen meşrulaştırmadır. Benim gibi böyle bir yorum yapılıp farklı sonuçlar çıkartıldığında, uluslararası-şirketler düzeninin ve ortaklarının sözcülüğünü yapan postmodern “critical” aydınların “entelektüel” açıklaması, en anlamlı biçimiyle, postmodern çokluktaki çıkarların kamu yorumu (public articulation) ve çıkar bütünü (Yerxa,1994) olarak sunulur. Böylece, ideolojik biçimlendirme ve imajlarla “kandırma” yeni bir meşrulaştırıcı söylemle tatlı-dillendirilmektedir.
Kanadalı edebiyatçı-iletişim bilimcisi Marshall McLuhan'ın 1960'lardaki teknolojinin saptayıcılığına dayanan görüşleri 70'lerde oldukça tutuldu ve McLuhanist hareket başladı. McLuhan teknolojik saptayıcılıkta tek başına değildi; D. Bell ve ardından Brzezinski’nin görüşleri birbirini destekledi. Teknolojik determinist ideoloji bu saptayıcılıkla, yeni iletişim teknolojilerinin “ideolojilerin sonunu” getirdiği, siyasal devrimlere saplantıyı ve uğraşmayı tamamıyla geçersiz yaptığını ilan ederek kendini evrenselleştirme çabasına girdi: Eski devrimlerle uğraşmanın yerini “iletişim devrimi” aldı. Bu devrimle global köy (ve global kentte) tüketim arzusu gelişti, kolektif sosyal sorumluluk gelişti; gençlik isyanı, kadınların başkaldırısı, moda devrimi, soda devrimi, kısaca yeni toplumlar yaratıldı. Bu “devrimlerin” savunucuları, bilimde ve siyasal alanda, ideolojik yelpazenin en yobaz ve “komünist” düşmanlığını da temsil edenleridir. Bu “ideolojinin sonu” ve yeni devrimler görüşü, Amerika ve Batı'da hemen yükselip moda gibi hemen düştükten sonra, en çok taraftarı, en az taraftar bulması gereken yerlerde bulmaya başladı: Sömürülen ülkelerin entelektüel çevrelerinde.
Özellikle 1960’larda bağımlılık, bağımlı kalkınma, eşit olmayan veya asimetrik karşılıklı bağımlılık tezleri iletişim alanında da hem egemen ideolojiyi eleştirici hem de alternatif anlayış olarak hızla gelişti. Yeni sömürgeciliğe\emperyalizme karşı olan mücadele, aynı zamanda yeni kolonicilik, bağımlılık, emperyalizm ve iletişim emperyalizmi görüşlerini de getirdi. İletişimin siyasal ekonomisine ağırlık veren medya emperyalizmi ve kültürel egemenlik teorisi geliştirildi. Bu gelişmeye karşı Amerikanın serbest enformasyon ve iletişim akışını ateşli bir şekilde savunduğu gözlendi. Serbest akım tezi Amerika'nın özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki dünyaya yayılmasıyla birlikte gitti. Amerika serbest akımı evrensel olarak sunmaya çalışırken, koloniciliğe karşı olanlar ve bağımsızlık mücadelesi verenler bir ülkenin özgürlüğünün bir diğer ülkenin özgürlüğünün başladığı yerde bittiğini ileri sürdüler. Rosa Luxemburg'un ifadesini kullanan Hintli bir delegenin belirttiği gibi “serbest akım, özgür tavuklar arasındaki özgür tilki gibidir” (Mattelart, 1991). Serbest akım doktrini, dünyadaki ilişkilerde güç ilişkisinin yokluğunu iddia eder.
GELİŞMEME, İLETİŞİM VE SINIRLI PAZAR YAPISI
Egemen kapitalist pazar güçlerinin 1990’lara gelindiğinde “neden az gelişmişlik devam etmektedir” sorusuna cevaplarında önde gelenlerden biri de, “küçük ülkeler sınırlı pazara sahiptirler görüşüdür. Medyayı desteklemek için zenginlik yaratacak birkaç kişi var; ufak Avrupa ülkeleri, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg milli ürün üretecek kaynaklara sahip değildir. Üçüncü Dünya Ülkeleri'nde kişi başına düşen zenginlik\gelir de azdır. Bu ülkelerde medya büyümesi için, uluslararası firmalar gerekir. Bu ülkelerde kaynakların kullanış şekli, reklama dayanan özel medya için reklam endüstrisinin gelişmemişliği, kaynaklarının kıtlığı, “uluslararası medyanın gitmesine yol açar ve medyanın gelişmesine engeldir” açıklamasına neden olmaktadır. Dünya Bankası'nın da savunduğu bu görüş, pazarın talebe göre ayarlandığını öne süren temele dayanır. Bu temel de uluslararası pazarın ekonomik yapısına, işleyişine ve siyasal ideolojisine aykırıdır.
Küçük pazar savını ele alalım: Neye göre küçük? Belçika küçük. İngiltere de küçük, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın kendi ülkelerindeki doğal kaynak zenginlikleri, örneğin Türkiye veya Güney Afrika’dan daha mı fazla? Daha doğrusu avuç içi kadar İngiltere’nin veya Almanya’nın zenginliği avuç içi kadar ülkesini sömürmeye mi dayanıyor? Soruyu şöyle soralım: Avrupa ve Japonya’nın zenginliği kendi kaynaklarını sömürmeye mi dayanıyor yoksa dünya pazarındaki emperyalist sömürüye mi? Fransa, Almanya, İngiltere ve Japonya’nın sadece kendi siyasal sınırları içindeki kendi zenginlikleriyle “modern endüstrilerini çalıştırdıklarını düşünebiliyor musunuz? Hatta geniş toprak ve kaynaklara sahip Amerika için de bu soruyu sorabiliriz. Çalışır mı? Çalışırsa ne kadar, ne kapasitede çalışır? Zenginliğin yaratılması veya fazlalığı, sömürünün kapsamına bağlıdır. Bu kapsam da İngiltere ve Fransa gibi ufak toprakların, kendi doğal kaynaklarını ve kendi emeğini sömürüsüyle gerçekleşemez. Koca Amerika kıtasının bile zenginliğinin kaynağı bütün dünyadır. Her zaman belirttiğim gibi, az gelişmiş ülkelerde pazar fakir, bu nedenle uluslararası firmalar gitmez deniyor. Eğer pazar fakirse ve ödeyemeyecek kapasitedeyse, o zaman bizim köyde Coca Cola'nın, televizyonun, radyonun, çamaşır makinesinin işi ne? Elbette ödeme kapasitesi önemlidir. Bizim köyde BMW satan satıcı yok. Benzer şekilde, New York'ta helikopter satan dükkan da göremezsin. Kaliforniya'da F16 satan bakkallar da yok. Pazar ve pazarın alış gücü anlayışı, yerelliğin ötesinde düşünülmelidir.
Geri bırakılmış ülkelerdeki kültürel endüstrilerin sınırlı olması ne demek? Kültürel faaliyetleri, kapitalist özel teşebbüsün veya devletin kamu kurumu olarak tanımladığı örgütler (tiyatrolar, baleler, sinemalar) olarak nitelersek, sınırlarsak; o zaman karşımıza kapitalist anlamda gelişmemişliğin veya az gelişmişliğin olduğunu görürüz; nedeni de özel teşebbüs sisteminin o ülkedeki durumundan dolayıdır. Fakat kültür endüstrisini kültürün ticariliği ötesinde, toplumun kendini günlük üretim biçimi olarak ele alırsak, her ülke kendi özel karakterlerine uygun kültürel endüstrilere sahiptirler. İlla ki bu endüstrilerin, kitle kapitalist kültürünün kitle üretim endüstrileri olması gerekmez. Kitle kültürünün modern ve ileri kültür olduğunu ilan etmek de doğru değildir.
Elbette kitle medya sistemini kurmak oldukça büyük sermaye ister. Bu nedenle ve aynı zamanda kontrol nedeniyle medya birçok ülkede devlet kurumu içinde yer almıştır. Fakat medyanın pahasından bahsetmeden önce, medyanın gerekliliği, ne için, kimin için, ne tür amaç ve sonuçlar için gerekli olduğunu saptamamız gerekir. İşe maliyetten başladığımızda, ilk ve en önemli adımı atlamış oluyoruz.
Eğer bugün televizyonu ortadan kaldırsak, bir damla bile gözyaşı dökmeyecek ve sevinecek insanlar da epey çoktur. Çünkü televizyon bir egemenlik sisteminin yönetimini kolaylaştıran ve sömürüsünü ve kontrolünü yaygınlaştıran bir araçtır. Köleliğimizin tutkallarından en önde gelenidir.