irfan erdoğan
Eğitim sistemi egemenlilerin ve mücadelelerin verildiği bir alandır. Bu egemenlikler ve mücadeleler, kitap denilen araçta da yansır.
Okuldan geçen eğitimin toplumsal görevi
Siyasal politikalar ve ideoloji konusu: ideolojilerinde "geleceğin yurttaşını eğiterek hazırlama" olarak özetleyebiliriz. Bireysel olarak da başarının eğitimden geçtiği ideolojisi işlenir. Okul bitirmeye dayanan yurrttaşlıkta değer kazanma ve yurttaşların rekabet içinde dayanışması" kapitalist Batının kendi-imajının ayrılamaz parçası olmuştur. Kolonilicilik bu yurttaşlık imajını her kolonilerine eşit olarak ekememiştir, fakat her yeni ve eski kolonilerde okul (okula gitme, okuldan mezun olma, tahsil) bir kamu veya özel bürokrat sınıfın üyesi olmanın ön koşulu olmuştur (örneğin memurluğun ve profesyonelliğin tahsile göre kademeleşmesi). Böylece insanlar okul kapısından geçerek topluma girişe inanır.
Sosyal politikalar ve okulun sosyal amacı konusu: Sosyal amaç, egemen anlatım biçimiyle, toplumu eğitim yoluyla geliştirme olarak özetlenebilir. Okul eğitim süreci sosyal kontrol aracı olarak işlev yapar. Çocuklara ve gençlere egemen kuralları, gelenekleri, değerleri, umutları ve umutsuzlukları işleyen okul sistemi, egemen bir düzenin ve sınıfın resmi sosyalleştirme aracıdır. Bu karakteri nedeniyle, eğitim aynı zamanda ideolojik mücadelelerin en yoğun verildiği bir alandır.
Eğitimin kültürel politikası sorunu: Bu sorun, verilen bilginin meşruluğu tartışmasını getirir; Örneğin çocuklara neyin öğretileceği veya öğretilemeyeceği çekişmesi (klasik örnek, okullarda dua, okul kitaplarının eskiliği ve köhnemişliği, ve hatta bazı konuların ve derslerin gereksizliği ve diğerlerinin zorunluluğu)...
Eğitimin ekonomik amacı konusu: oldukça idealleştirilip özellikten çıkartılıp genelleştirilir: Okulun amacı toplumun ekonomik gelişmesiyle ve teknolojik kalkınmayla ilişkilendirilir. Kişisel anlamda, okul modern insanı yapan araç olarak nitelenerek, ekonominin üzerine kültürel çökertilir.
Toplumsal görevle ilgili olarak okul'un birbirine bağlı en az üç ana görev yaptığı görülür:
(1) Okullar ekonomik yapıyı yeniden-yaratmada (sürekliliğini ve yapısını desteklemede) gerekli koşulları yaratarak\üreterek kapitalist sermaye birikimine yardım ederler; Bunu da "başarı" ölçekleri koyarak ve kapitalist sistemi yansıtan bir eğitim yapısı içinde, kapitalist sistemin örnek yapısını üreterek yaparlar. Eğitim sisteminin (dekanından öğrencisi, kapıcısı ve çaycısına kadar) kademeli örgütlenmesi ve iş yapma biçimi genel olarak o toplumun sınıfsal örgütlenme biçimini yansıtır: Okullar iş gücünün kademeleşmiş yapısını (bağnazlığı, ırkçılığı, seksist tutumu, büyüklük ve aşağılık duyguları, bürokratik ezme ve ezilme kültürel pratikleri dahil) kendi yapısı ve pratiklerinde üretir.
(2) Toplumsal yapının ve egemen pratiklerin meşrulaştırılmasına yardım: Okullar resmi devlet ideolojisinin ve bu ideolojinin sınıfsal örgütlenme biçiminin meşrulaştırmasında en önde gelen bir kurumdur. Bu meşrulaştırma pratikleriyle eğitim sistemi hem kendi yapısını hem de içinde iş gördüğü yapıyı hem semboolik olarak hem de yapısal biçimiyle günlük faaliyetlerinde kurar, yeniden-kurar, tutar ve geçerliliğini yanıtlar. Okul sistemi ve ideolojisi kapitalizmin fırsat eşitliği, demokratik çoğulculuk ve çabayla yükselme ideolojilerini, dolayısiyle, toplumun adil ve demokratik bir rayda olduğunu ve geliştiğini anlatır.
Özel teşebbüs olarak okullar sadece kültürel bir kurum değil, öncelikle ekonomik bir kurum olduklarından, kendi varlık ve önemlerinin de meşrulaştırılması gerekir. örneğin, Türkiyenin her kenti ve kasabasında, özel dersanelerin binalarının önünde, onlardan ders alanların rekorlarını gösteren asılı dev reklamlar, kamu eğitiminin "diploma veren" meşru örgüt olması ötesinde faydasızlığını anlatırken ve kendi reklamını yaparken, aslında tüm eğitim sisteminin amacının ve varlığının değişen ölçüde eleştirisini yapar, özelin önem ve zorunluluğunu anlatır.
(3) Okul toplumsal materyal üretime işgücü hazırlayarak, bilgi ve araştırma olanaklarıyla, kültürel ve tekniksel bilgiyle yardım eder: Toplumsal üretimin (dağıtım ve tüketim dahil) her alanında ve seviyesinde belli bilgi beceri ve teknolojinin kullanılması gerekir. Bilginin yenilenmesi, üretim biçiminin ve teknolojisinin geliştirilmesi, korunması, üretim ve tüketim için gereksinmelerin ve teşviklerin yapılması, iş bölümünün kontrolu ve yürütülmesi, teknolojik yeniliklerin sağlanmasında eğitim sistemi çok önemli bir yer alır. Üniversiteler (ve üniversitelerden gelen ve özel teşebbüsün laboratuvarlarında araştırma yapanlar ve örgütleri yürütenler) kitle üretim teknolojisinin hem insan kapitali hem teknolojik bilgi ve geliştirme kaynağıdır. Hem kültürel ve ideolojik fonksiyon görürler hem de endüstrilere değerli emek-kapitali (insan ve bilgi gücü) üreten kitle fabrikaları gibidirler.
Güç yapısının etkisi, ders programları ve Okul kitaplarının egemen içeriği
Okulda sunulan bilgi ve dünya gerçeklerini incelediğimizde, toplumdaki egemen güçlerin ve egemenlik altındakilerin kimliği ve özellikleri hakkında oldukça ayrıntılı bulgular elde deriz. Okul kitaplarında egemen güçlerin görüşleri, faaliyetleri, umutları, korkuları, dostları ve düşmanlarını buluruz. kitaplar, sadece egemen ideolojiler ifade etmez, aynı zamanda egemen sınıfların sosyal pozisyonlarını destekleyen tutumların yaratılması ve tutulmasına yardım eder.
Okul kitabları somut örneklemelerle sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal konularda tarihsel başarı ve başarısızlıkları anlatma biçimleriyle belli inançları belirleyip teşvik ederken, diğer alternatif seçenekleri sınırlarlar. Başarı daima egemen düzeninin çerçevesi içinde olandır ve başarısızlık bu çerçeveye karşıtlık veya çerçevenin belirlediği ölçeklere göre kaybetmek veya kurallar dışına çıkmaktır. örneğin, Amerikadan transfer edilen iletişim ideolojisinin Türkiyede yansıtılışında olduğu gibi, "çatışma çözümü" (örneğin devlet reformları ve grevlerin anlaşmayla çözümlenmesi) normali ve başarıyı anlatır; Çatışma ve greve gitme metodu "başarısızlık" (iletişimin çökmesi) olarak nitelenir. Başarının ve başarısızlığın, doğrunun ve yanlışın, haklının ve haksızın tanımlanmasıyla birlikte bu tanımlamaya uygun belli "çare" ve çözüm önerileri" ve faaliyetleri de gelir. Okul kitaplarının sunduğu çözüm önerileri egemen güç yapısının tutulması ve karşıtın engellenmesi biçimindedir.
Okul kitaplarının sosyal adalet, iş, zenginlik, fakirlik ve endüstriyel işçi sorunlarını sunuş biçimi güçlünün gücünü ve güçsüzün güçsüzlüğünü bireyselleştirerek kişiye indirgeme şeklindedir. Yoksulluk kişilerin başarısızlıklarının bir sonucudur; Yoksulluğun ekonomik kaynakların bölüşümü ve kullanılması (mülkiyet ilişkileri) ile ilişkisi kesinlikle kurulmaz. Bu ilişkiyi kuranlar da "serbest rekabetin" ve "fırsat eşitliğinin" düşmanı olarak nitelenirler. Eğitimle yayılan egemen ideolojinin ön sırasını şu görüş alır: Okul ve benzeri şekilde biçimlenmiş "kişiyi değiştirme" faaliyetleri başarıya giden yol olarak tanımlanırken, ekonomik yapı ve bu yapıyla biçimlenen diğer yapılaşmaların karakterleri ve sonuçları yok sayılır.
Okul kitapları milliyetçilik üzerine inşa edilir ve sınıf olmadığı veya sınıfı öne çıkaran ideolojilerin geçersizliğini işlerler: Herkesi "bir ulkenin yurttaşı' kapsamı içine sokarlar. Çalışan sınıfın çıkarları görüş açısından yazılmış okul kitabı yoktur; Ekonomiyi işleyen okul kitapları özel teşebbüsün karını artırmak için kullandığı yönetim tekniklerini ve işçinin "verimliliğini artırma" politikalarını (işgücünü azaltma, işe son verme, firmayı kapatip daha ucuza işgücü ve kaynak olan yere gitme, ücretleri artırmama dahil) sosyal bakımdan meşru olarak işlenir; Bu işleme biçimi de demokratik ve nesnel olarak sunulur. işçi sınıfı direnişini ve ekonomisini işleyen kitap ve öğretmenler "ideolojisel" veya "siyasallaşmış" olarak nitelenir. Elbette sorun bu nitleme seviyesinde kalmaz: Bu kitap ve öğretmenden "meşrulaştırılmış" kurtulma yolları aranır. Tarih kitapları kahramanlik destanları ve egemen güçlerin savaş ve barış ilişkilerinin öyküleriyle doludur.
Belli grupların (örneğin özel teşebbüsün, kamu teşebüsü üzerinde) meşru sosyal-ekonomik, kültürel veya siyasal güce sahip olduğu ve digerlerinin "yarışta kaybeden beceriksiz acizler" olduğu görüşü bu meşru grupların desteklenmeyi hak ettiği fikrini doğurur. Doğru dürüst iş yapmayan KiT'leri desteklemek haksızın ve doğru olmayanın yanında olmak demektir; "Halka istediğini verdiğini sürekli anlatan" özel teşebbüs ancak istediğini almak istemeyen kafadan kontaklar tarafından istenmez.. Eğer McDoalds'ı bana vermese aç, Pepsiyi vermese susuz, levys'i vermese donsuz, ve Nike'ı vermese ayakkabısız mı kalırdım? Ben istemesem, hiç verirler miydi. Suç ve zevk benim!.. Soru: Ben istemesem giderler mi dersin?
Okul kitaplarını okuyan yoksullaştırılmış kitlelerin çocukları, kendi gerçeklerinin üzerine oturtulan egemen sınıf çıkarlarının sembolsel ifadeleriyle bombardıman edilirler. Bourdieu'nun belirttiği gibi, bunu, materyal ilişkilerdeki baskı ve şiddete ek olarak, kültürel ve sembolsel tecavüz olarak nitleyebiliriz. Özelleştirmeyle, bu tecavüz daha da şiddetli bir biçim alır: Atatürk Cumhuriyetinin miliyetçi-burjuva-idealist ideolojisinin 20. yüzyılın sonundaki emperyalizm ve emperyalizmle ortaklıktaki siyasal ve ekonomik pazar gerçekleriyle uyuşmaması normaldir: Özelleştirmeyle aranan ve özelleştirmeyi meşrulaştıran üst-yapısal değişim, bu uyuşmamazlığı ortadan kaldırarak Atatürk idealizmini bu alanda da öldürüp yeniden-gömmedir. Atatütkü kalkan yapanlar ise Atatürkçülüğü yeni sömurgecilik politikasında kullananlardır.
Özellikle öğretmenlik özel teşebbüş sisteminde ticari bir meslek durumuna dönüştürülür ve klasik idealizmini (doğru veya yanlış) yitirir; Öğretmen bilgi-emeğini belli bir ücret karşılığı satar ve alıcı da özel teşebbüstür. Bu alışveriş ilişkisinde, örgütlü sermaye iş koşullarını büyük ölçüde tanımlayandır. İş koşullarıyla birlikte örgütün genel ideolojisi de belli egemen pratikler içinde tanımlanır. Öğretmen bu ideolojinin izin verdiği çerçeveler içinde karşıtlık tezleri öne sürebilir. Marksist tez öne sürülmesi gerekirse, daima "demokrasiyle" karşılaştırma yapılır ve en iyi şekliyle "ideal bir ütopya" olduğu sonucuyla bitirilir. Amerikan okullarındaki ilk, orta ve lise seviyesindeki 0kul kitaplarının en "liberal" olanlarında böyle bir sunum vardır. Ünivesitlerde ise, genel tutum böyledir.
Öğrenci velilerinin "direnişi" Türkiye gibi ülkelerdeki kamu sisteminde ve "eti senin kemiği benim" kültüründe yoktur. Bireyselleştirilmiş ve bensellik kültürünün eğitim sisteminde yerelleşmiş eğitimde velilerin aktif olarak çocuklarının geleceği için hem okul toplantılarında hem de yerel seçimlerde tartışmalar açtığı ve tartışmalara katıldığını görürüz. Veliler öğrencilerden çok daha aktif ve çıkarını arayan olarak ortaya çıkarlar. Ateşli tartışmaların olduğu toplantılara rağmen genellikle velilerin karşı olduğu egemen süreçler kısa bir süre dursa veya değiştirilse bile tekrar devam eder. Özel okullarda bu olasılık da ticarilik içinde eritilmiştir: Parana göre konuşursun!! Eger daha iyi ve kaliteli eğitim istiyorsan, o zaman daha çok para isteyen ve endüstriyel yapıyla daha yakından ilişkili olan okula gönderirsin çocuğunu!. En çok gürültü yapan veliler, çocukları için en çok yatırım yapıp en çok verimi talep edenlerdir. Bu tür kişilerin de ne seviyede bir eğitim aldıkları ve sosyo-ekonomik pozisyonda olduklarını tahmin etmek güç değildir.
Öğrenciler kendilerine neyin nasıl öğretilecegi hakkında hiçbir söze sahip değildir.
Kamu eğitim sisteminde öğrenciler "yoğurularak ezilen ve biçimlenmeye zorlanan" kültürel "maldır." Özel teşebbüs okulunda bu kültürel mal ticari mal özelliğini alır. Hem kamu hem de özel teşebbüs sisteminde öğrenciler egemen örgütlü yapıyı benimsemek zorundadırlar; Çünkü alternatif ya okul düzeninin değiştirilmesi ya da öğrencinin tasını tarağını toplayıp gitmesidir. Genellikle "sorunlu" öğrenciler "başarısız" öğrencilerdir" ve ya bürkoratik süreçlerden geçerek dışlanırlar ya da kendileri terkederler. Toplu direnişler ise okul reformu isteyen "başkaldırılar" "boykotlar" ve "okul işgalleridir." Bu yöntem de meşrulaştırılmış örgütlü yoğurma sisteminde "gayri-meşru" ilan edildiği için, egemen güçlerin şiddetli karşıtlığı ve tedbirleriyle bastırılarak sonuçlandırılır.
Egemen bilgi ve ideolojilere karşıtlık, örgütlü günlük faaliyetleri aksatmadıkça, öğrencilerin red edebileceği ve direnebileceği bir mücadele alanıdır. Bu alan da elbette "sınav ve not vererek" değerlendirme süreci içinde egemen pratiklerin baskıcı kontrolu altında tutulmaya çalışılır. Bir amaç için boyun sunma ve ödün verme gerekliliği mücadeleye çeşitlilik katar; Bu çeşitlilik okulda tur atan Jandarmalar veya okula çağrılan polisle süslenince eğitim ve mücadele daha da "enteresan" bir konuma girer. Bu tür güçlülükle, egemen ideolojik pratikler bu alanda güç yoksulluğuyla karşı karşıya kalır.
20. yüzyılın başında tekelci kapitalizme geçişle birlikte, ailenin çocuğunu "çalışma\iş dünyasına hazırlama" (örneğin bizde kasabalarda olduğu gibi çocuğuna bir meslek öğretme) kontrolunu yitirdiler (Altenbaugh, 1993). Aileler iş-çevresiyle olan yakın ilişkiden koptular. Bu sırada gelişen "kalitesiz işçi" pazarında iş bulma olanakları ortaya çıktı. Bu gelişmeler sırasında, okullar meslek ve bakma (çocuk\genci yetiştirme) sorumluluğunu yüklenince, ailenin çocuğunu yetiştirme ve çalışma dünyasına hazırlama rolü önemini yitirdi (Burda, kendi okulları ve bağlantılarıyla çocuklarının geleceğini güçleriyle ellerinde tutan egemen sınıfların ailelerinden bahsetmiyorum.). Okul disiplin ve kurallarıyla aile otoritesinin yerini aldı. Fakat aslında aile otoritesinde ve ilişkisinde, ortaklaşalık, dayanışma, aile değerleri, sevgisi ve yapısı vardır. Ailedeki yapı ve amaç okuldakinden farklıdır. Okuldaki otorite ve amaç "çalışma\iş yeriyle" ilgilidir ve çalışma dünyasının ekonomik, siyasal ve kültürel yapısal özelliklerini ve değerlerine geçerlilik ve egemenlik verir.
Yoksulaştırılmış kitlelerin çalışma\iş yerine olan "elde etme" (iş yerinin sahibini tanıma, yüzyüze ilişkiler, çalışma yerinin yakınlığı ve insan ilişkilerindeki yerel karakteri) ortadan kalkınca ve okullar yukarda belirttiğim rolü üstelenince, yoksullaştırılmış sınıfların aileleri çocuklarının geleceklerini kontrolu yitirdiler. Kontrol egemen sınıfların ekonomik ve kültürel\eğitim pazarının eline geçti. Bu süreçler sırasında önemlibir diğer değişim de oldu: Okul özgürleştirici, yetenekleri geliştirici ve ideal öğrenim yeri olma yerine yoksullaştırılmış sınıfların çocukları ve aileleri için "ekmeğini kazanma ve aç kalmamayı (yaşamını sağlamayı)" temsil eden bir araç durumuna dönüştü. Bunu hem öğrenciler hem de aileleri çok iyi bilincindeydirler. Bu durum Türkiyede de, özellikle özelleştirme ideolojisi ve faaliyetlerinin ışığı altında, egemen olma yolundadır: Okulun varlığı, özelleştirme ile, açıkça yeni kuşakları yatay-rekabetçi bir şekilde çalışma dünyasında 'başarıya" götüren bir araç olarak anlamlandırılır. Bu araç gençler ve aileleri için iş bulma ve fazla para kazanmak için geçmek zorunda oldukları bir kapı olur. Eğitim böylece kapitalist pazar gereksinmelerinin yanında, verdiği gerçek ve sahte umutlarla kapitalist ideolojinin bir aracı biçimine dönüşür: İnsana insanlığını ve özgürlüğünü kazandırma değeri olarak eğitimle insan arasına "para" girer ve insan insanlığını kazanmayı parayla satın alma ve eğitim de bu amaçta bir maşa durumuna gelir.