Toplumsal gündemler bilimden kadınların ve erkeklerin
dedikodusuna kadar çeşitlenen insan faaliyetlerinde, zaman ve yer içine
sıkıştırılan, toplumsal konular arasında seçilerek ön plana çıkartılıp
konuşulan ve tartışılanlardır. Toplumsal gündemlerin saptanması kitle iletişim
araçlarıyla, siyasal propagandalar ve ideolojik faaliyet ağlarıyla örülmüş
çağımızda, tesadüften ve kişilerin kendi özgür seçimlerinden çok, egemen
güçlerin ve egemen gereksinmelerin yönlendirdiği bir biçim almıştır. Mahalle
dedikodularında bile önde gelen gündemler arasında televizyon sabun
operalarının günlük hikayeleri ve kişileri yer alır. Siyasal gündemler
genellikle düzen koruma ve karşıtlığı kötüleme alanı içine sıkıştırılır.
Egemen gündemin sunduğu "sorunları' egemen gündemi malı diye her zaman dışlayamayız. Aksine çoğu kez bilimselden aile toplantılarındaki çekişmelere kadar çeşitlenen tartışmalara gireriz, girmek zorunda hissettiriliriz.
Egemen gündem masum değildir. Sadece tartışılacak konuyu saptamaz, aynı zamanda tartışmanın kurallarını, sınırlarını, tartışmaya taraf olacakları ve olmayacakları belirler. Bu belirleme direk kontrol olanaklarının olmadığı durumlarda ideolojik kontrolle sağlanır: Örneğin özelleştirme gündeminde tartışma kamu sektörü ve özel sektör arasına sıkıştırılır ve sorun özgürlük ve özgürlüğün kontrolü yapılır. Bu gündemdeki tuzak, sorunu, tarafları ve tartışmanın çerçevesini tanımlamayla gelen meşrulaştırma ve meşruluk dışında bırakmadır: Ya kamu ya da özelleştirme tarafından birini seçmek durumu. Eger kamu tarafını tutarsak kamunun özgürlüğe karşı olmadığını savunma durumuna düşeriz. Sorunun bu çerçeve dışında olduğunu sunmak ve düşünmek gayri-meşruluğa düşmektir.
Din gündemi
Din konusu egemen gündemlerde daima önemli bir yer alir. Medyada din üzerinde sık sık durulması Türkiye’de din konusunun önde gelen bir gündem olduğunu anlatır. 1İı0'lerde örgütlü din ticaretini yapan belli güçlerin siyasal politikada artan bir biçimde egemenlik kazanmaya başlaması, 1İİ0'larda Amerikan eğitimli bir başbakanın bile bu tüccarlığı siyasal kandırma politikası olarak kullanması, din gündeminin önemini çok daha artırır.
Dinde egemen gündem tartışmaları laiklik etrafında döner. Laiklik gündemine egemen çerçeveyi kurmadan yaklaşanlar, burjuva pozitivizminin tuzağına düşerler.
Din ve üretim ilişkileri
Din toplumsal üretimde belli yerlerde pozisyonlandırılmıştır. Materyal üretimde dinin yeri ilk bakışta ideolojiktir: Dini inançlar taşıyan insanlar toplumsal günlük üretime katılırlar. Bu üretim hem materyal hem de kültürel egemenliğin üretimidir. Yani inançlı insanlar, namaz kılmaktan, oruç tutmaya ve zekat vermeye, kurban kesmeden, şeker bayramında çikolata ve şeker almaya, Müslüman firmanın ürettiği suyu içmeye, Müslüman sermayenin sahip olduğu radyo ve televizyon istasyonlarını izlemeye, yargıç olup şeriata aykırı diye kitap yasaklamaya, "din düşmanlarının" kellesini kesip Azrail’e yardım etmeye, kendinden olanı işe alıp olmayanı ekmeğinden etmeye kadar çeşitlenen günlük faaliyetlerinde hem kendilerinin yaşam koşullarını yeniden üretirler hem egemenliğin hem de karşıtlığın koşullarını.
Din ve kapitalist sömürü
Burjuva bilimi dini inançları hurafeyle, gericilikle, eski ve köhnemişlikle niteleyip, yaradılışı ve insanların nasıl yönetileceği ilahi açıklamasını red ederler. Onun yerine ampirik deneylemeyle yanıtlamaya dayanan pozitivizmi savunurlar. Burjuva bilimi nesnellik iddiasındadır. Fakat ne denli nesnel olduğu tartışma konusudur. Nasıl ki Kuran'a dayandığını söyleyen ve Kuran'ın belirleyici materyal tabanını ortadan kaldırıp ilahiliğe bağlayan şeriatın ilmi kendi içinde kendini belirleyen güç yapısıyla geçerli (veya geçersizse), pozitivist bilim kendi teorik varsayımları, bu varsayımların test mekanizmaları ve sonuçlarıyla geçerli (veya geçersizdir). Pozitivist bilim bilimin doruğu ve bir başlangıcın ulaştığı son değildir. Şeriatın eleştirici özgürlüğe kesinlikle yer vermemesi, materyal temelle olan tutarsız ilişkisinden, dolayısıyla soruşturmayı reddederek egemenliğini sürdürme çabasındandır. Burjuva pozitivist bilimini nesnel olarak ilan etmek, özgürlüklerin temsilcisi olarak göğe çıkarmak, bu bilimin kapitalist örgütlü soygun ve gaddarlıklarla olan direk ilişkisini görmemek veya görmemezlikten gelmektir. Şeriatın gericiliğiyle ve elinde kılıç Allah yoluna cenk ederek katlettiği insan sayısıyla, pozitivist bilimin ilerici ve modernliğiyle sadece Vietnam’da ve Kamboçya’da katlettiği insanların sayısını ve yarattığı insanlık durumunu karşılaştıramayız bile. Körfez savaşanda, pozitivist bilimin hipotez testlerinin sonucu olarak, örneğin, Amerika'da ve İngiltere’de bugün bu savaşta test edilen silahlarla ilişkide bulunan askerlerin çocukları sakat doğmaktadır. Kim bilir Korfez bölgesinin insanlarına ne olmaktadır. Nasıl ki Şeriat belli materyal ilişkiler düzeninin bir yasal parçası ve şeriatın ilim iddiası bu parçanın bütünleşik bir parçasıysa, göğe çıkarılan burjuva pozitivist-ampirik bilimi de kapitalist ücretli-kölelikle insanları yoksun ve yoksul bırakma ve başkaldıranları özgürlük ve demokrasi adına ezme düzeninin görevsel bir parçasıdır.
Elbette burjuva demokrasisi ücretli-kölelik ilişkilerinin getirdiği sömürgen ve baskıcı yalın gerçeklerle ayakta duramaz; Özgürlük, fırsat eşitliği, demokrasi, vatan, millet, seçme ve seçilme hakkı gibi efsaneler\mitler yaratması ve bunlarla hem umutlar vermesi hem de umutların gerçekleştiğini gösteren örneklerle gelmesi gerekir. Bu da giderek hurafelerin yaratılması ve süregelen hurafelerin kullanılmasını zorunlu kılar. Bu sadece kapitalist dünya gerçeğinin bir yanı. Diğer yanı ise, gene toplumsal üretim ilişkilerine dayanır: Kapitalist bireyci güç ve çıkar mücadelesi, üretimi yapan ve onları zenginleştiren kitlelerin yönetiminde, sadece kendi sisteminin yarattıklarıyla yetinemez duruma gelmiştir. Binlerce yılın tek dinli çıkar politikasının mücadelesiyle daima yüzsüze kalmışlardır. Fakat Türkiye’de bu güçlerin kafası Atatürk’ün burjuva devrimiyle (yani burjuvaların yaptığı devrimden çok, burjuva ideolojisini benimseyen devrimle) ezilmiş ve siyasal sahneden atılmıştı. Çok partili sisteme geçişte, Cumhuriyetin siyasetçilerinin inanç sömürü politikasıyla araç olarak kullanılmaya başlandı. Dinin araç olarak siyasette kullanılması burjuvaların yapacakları en tehlikeli oyunlardan biridir: Çünkü dinin siyasal sahnede ve güç mücadelesindeki yeri birkaç yüzyıllık burjuva tecrübesinden çok daha eski ve uzundur. Amerika'da bile bu kullanımlarda din tüccarlarının burjuva temsilciler yerine kendi-tüccarlarını başkan seçtirme girişimlerini getirmiştir. Tanrı adına öldürmeleri de... Türkiye’deki laik-burjuva siyasetçilerinin din sömürüsü de elbette örgütlü dinin, kendinden olmayan ve dini politikaya alet edenlere karşı, dinin inançlı temsilcilerinin siyasal alana atılması ve gerçek temsilciliği getirmesi gereğinin ardında gitmesini getirecekti. Bu da tanrının temsilcisi siyasal partinin kurulmasına yol açacak ve güçlenmesine neden olacaktı. Kısaca, laik-burjuvazi kendi eliyle kendini tuzağa düşürmüş durumdadır.
Örgütlü dinin hortlatılışı
İnsan inançları birileri tarafından örgütlendiğinde, karşımıza
egemen ekonomik sömürüye ve siyasal yönetime çeşitli yollarla ortak olan bir
güç yapısı çıkar. Bu yapı örgütlendiği andan itibaren ekonomik çıkarlarını
gerçekleştirmek ve sürdürmek için Tanrıyı kullanarak örgütlü siyaset yapmaya
başlar.
Burjuva politikalarının sonucu olarak örgütlü din yeniden hortlatılmış ve siyasal sahnede burjuva siyasal demokratik oyununu Makyavellinin güler yüzüyle yaparken, aynı zamanda yerel idareleri ele geçirmeyle başlayan yaygın bir dayanışma iletişim ağı kurup geliştirmişlerdir. Bu iletişim ağı kapitalizm dünyasında, Marksistlerin (sömürü amaçlamadıkları için) başarılı olamadıkları, ekonomik faaliyetler dayanışmasına uzatılarak güçlendirilmiştir. Gerçekte ağın kuruluşu ve yaygınlaştırılması ekonomik temelin tekelci pazarda kendini güçlendirebilmekte seçmek zorunda olduğu en birinci alternatiftir. Ağ bir kez kuruldu mu, gelişme olanağı, var olan inançların sömürüsünü yapmayı gerektirir ki bu da modern iletişim araçlarıyla ve camilerden geçerek sözlü iletişimle desteklenen bir yaygınlaşma potansiyeline sahiptir. Marksistler bu bakımdan şanssızlar çünkü Marksist iletişim halkın inançlarının sömürüsü değil, egemen bilinç ve inanç yapısıyla çatışan bilgiye ve enformasyona dayanır. Dolayısıyla Marksist (örneğin Marksist basın), dayanışma ve iletişim ağı entelektüel sınıf, gençler ve işçi ve köylü sınıfları arasındaki militanlar ve sınıf bilincinde olanlarla sınırlıdır.
Mücadeleci basın ve örgütlü din
Türkiyede, örgütlü dinin yarattığı ve sürdürdüğü bilişsel ve davranışsal sorunlar kapitalist devlet yönetiminin ve sınıfının hem kendi amaçlarına uygun şekillerde kullanmak hem de çözmek zorunda kaldığı ciddi sorunlar arasındadır. Bu aynı zamanda her ideolojik yanlılıktaki bilim adamlarının ve basının da sorunudur. Bu nedenle, örneğin Bilim ve Ütopyanın din üzerinde aydınlatıcı ve oldukça değerli sunumları bulunmaktadır. Fakat burjuvanın örgütlü dini kullanarak kitleleri kontrol ve yönlendirme sorununu durmadan tekrar tekrar sunmak, ne denli aydınlatıcı ve önemli olursa olsun, materyal ilişkiler gerçeğinde çok daha önemli sorunları bir yana itmektir. Dini inanç ideolojik üst yapıyla ilişkilidir (egemen kültür endüstrilerinin bütünleşik bir parçasıdır) ve alt yapının, yani toplumsal maddi ve maddi olmayan üretim tarzı ve ilişkilerinin değişmesiyle değişecek bir sorundur. Kapitalist yönetim önce örgütlü dini laiklik gerekçesiyle "zenginlikleri onlarla paylaşmamak için hem siyasal hem de ekonomik alanların dışına itmiştir; ama aynı zamanda, örgütlü dini sermayenin sömürü düzeninin metafizikle ve hurafelerle desteklemek için besleyerek kullanmaya başlamıştır.
Elbette Marksist basın dahil alternatif basında din ve diğer ideolojik yorumlar, incelemeler ve araştırmalar sunulacaktır: Bu tarihsel mücadelelerin kaçınılmazıdır. Fakat pozitivizmin ana gündemi olan fikirler/düşünceler ve söylemler üzerine inşa edilmiş tartışmalara saplanarak, ana gündemin ortadan kaldırılmasına farkında olmayarak katılmak, "egemen güç yapılarına işlevsel olan alternatifler" durumuna düşmek demektir. Özellikle, tekrar belirteyim, Türkiye'de din gündemi özellikle egemen sistemin kendi yarattığı sorunlarla gelen "ilgi ve yönetim gündemidir". Bu gündemde alternatif ve Marksist mücadelenin yeri, "dinin kitlelerin afyonu olduğu" çarpıtmasıyla desteklenen komunist düşmanlığında, insanın kendi fiziksel varlıgını sürdürebilmesi (insanca yaşabilecek maddi koşullara sahip olabilmesi) üzerine kurulu açıklamalarla ve anlatılarla desteklenen bir çerçeve içinde olmalıdır: Gerçek düşmanın özel sermayenin diktatörlüğü olan kapitalist sistem olduğunu anlatarak, halkı aydınlatma, bilinçlendirme düşüncesi oldukça gülünçtür (ama anlatırız). Elbette "anlatma" ile öğrenmeyi sağlama gereklidir, ama "kendine işlenmiş olanlar dışında hiç bir şeyi öğrenmek istemeyen ve bu öğrenmeye şiddetle karşıt olan insanlara "anlatarak öğretme" olasılığı ortadan kaldırılmıştır. Yaşam koşullarından geçerek öğrenme de örgütlü dinin işlediği "Tanrının bizi yoksullukla sınadığı" ve yoksulluğu için şikayetin Tanrıya isyan olarak nitelendiği egemen kültür/bilinç ortamıyla, bu ortadan kaldırma çok daha güçlendirilmiştir. Belki Tanrıyla ilişkileri sadece "inanç olanlar" (bireysel çıkarlarla biçimlendirilmiş inanç olmayanlar) arasında enformasyon/haber almaya ve bilgiyle ilgilenmeye meraklı olanlar kulak verebilir. Elbette, "tanrı yapıp tanrı satanlar" kesinlikle dinlemezler, çünkü onlar için tanrı ticarettir, finanstır, endüstriyel sermayedir. Tanrısını kaybetme korkusuyla doldurulmuş inanan insan için, Tanrının emrettikleri olarak bildiklerinden kopma demek, dünyasının yıkılması demektir. Tanrı yapıp satan din tüccarları için Tanrının desteğini kaybetmek, en kötü ihtimalle satamadığı için sadece iflas etmektir. Dolayısıyla, her ikisi de değişime karşı şiddetle direnmek zorundadır. Bu durumda, mücadeleci basın egemen din gündemini, bu gündemin akla gelebilen tüm anlamlarını, amaçlarını ve sonuçlarını anlamını irdeleyecek ve açıklayacak biçimde ele almalıdır. Aynı zamanda, egemen din gündeminin mücadeleci gündemler içindeki yerini ve ilişkisini incelemeli, saptamalı ve ona göre egemen gündemi değerlendirerek yeniden biçimlendirip kendi gündemi çerçevesi içinde sunmalıdır. Asla. tarih boyu yapılan tüm örgütlü katliamların, zalimliklerin ve sömürülerin yürütücüsü veya yürütücü ortağı olan örgütlü dinlerin metafizik işlevsel saçmalıklarını bilimle ve bilmeyle anlamlı bağlar kurarak, aslında örgütlü dinlerin birileri tarafından kötüye kullanıldığı ve gerçek özelliklerinden saptırıldığı saçmalığıyla tarih boyu insanın ve insanlığın acı çekmesine doğrudan neden olan veya ortak olan bir örgütlü yapıyı meşrulaştırmamak gerekir. Örgütlü dinin "kutsal kısır döngüsü, geri kalmışlığının kaynakları" zaten "kutsal kavramıyla" gelen değişmezliğinde ve bu değişmezliğin hem metafizik --denemeye ve deneye dayanan bilme ötesi inanç-- yapısında hem de örgütlü dinin yöneticilerinin ve o dini kullanan güçlerin amaçlarını gerçekleştirme biçimlerinde yatar. Örgütlü Hıristiyanlık gibi, örgütlü İslam güçleri de, örgütlü özel sermayenin demokrasi denen diktatörlük sistemine bütünleşmesiyle ortaçağdan kurtulur ve çağdaş mı olur? Örgütlü Hıristiyanlık ilk okuldan üniversite ve üniversite üstü eğitime kadar uzanan okullarında "müspet bilim" öğretirken ve Amerika'da Katolik okullarının "en iyi eğitim veren okullar" olarak öne çıkarken, Örgütlü Hıristiyanlık güçleri metafiziği terk mi ediyorlar? Hayır, Örgütlü Hıristiyanlık güçleri, kapitalist özel teşebbüs sistemi yıkıp onun yerine Hıristiyan özel teşebbüs sistemini kurma amacı yerine, egemen sistemi meşru olarak kabullenme ve dümenini sistem içinde yürütmeyi seçiyorlar. Yani tarih boyu örgütlü dinlerin yaptığını yapıyorlar: Kendileri güce sahip olamadıklarında, güce sahip olanlarla işbirliğine giriyorlar. Yani, örneğin, şimdi, örgütlü İslam güçlerinin Türkiye'de Şeriat ve belki de dünyayı fetihlerle Müslümanlaştırma "kutsal amaçlarını" bırakıp, özetle, kapitalist özel sermaye sistemini meşru olarak görmeleri ve o sisteme bütünleşmeleri süregetirilen Orta çağlıktan kurtulup çağdaşlaşması mı oluyor? Bakın, tarih boyu toplumları soyan ve katliamlar yapan en önde gelen iki ortak güç vardı: Örgütlü din ve o dinin kontrol ettiği örgütlü yönetim güçleri veya örgütlü yönetim ve o yönetimin ortağı ve kontrol ettiği örgütlü din güçleri. Gerçek bu kadar açık. Günümüzde de bilimi kullanarak maddi soygun yapan güçler ve o güçlerin metafiziğe ve hurafeye dayanan örgütlü teolojik güçler birlikte dünyandaki insan ve doğayı hunharca kullanıyorlar. --Müslümanlaştırma ile ilgili bir not: Allah dünyada herkesin Müslüman olmasını isteseydi, Herkesi Müslüman yapardı. Yapmadığına göre, demek ki istememiş. O halde, bir yerleri Müslüman veya Hıristiyan yapmaya çalışma, Allah'ın yarattığı dünyayı, sanki Allah becerememiş gibi, Allah adına Allaha rağmen yapma anlamına gelmiyor mu? her şeye kadir olan Allah’ın, sana onun adına, hem de Allah’ın yarattıklarını öldürerek, dini cihana yaymak, "Allah’ın yarattığı kulun canını ancak Allah alır" gibi inanca aykırı değil mi? (Bu soruya elbette Allah’ın işine karışmayı haklı çıkaran yanıtlar Kurana falan dayanarak verilmiştir). Verine yanıtlar ne olursa olsun, ortaya çıkan asıl gerçek şudur: tarihin istilacı güçleri, istilalarını haklı çıkarmak için, her zaman yaptıkları gibi, Tanrıyı kendi yaptıklarına ve yapmadıklarına ortak ederek, hem katil olmaktan kurtulmakta hem de şeref, güç ve onur kazanmaktadır.
Marksizm ve din
Herkese Marks'ın din hakkındaki görüşlerini okumasını öneririm. Oldukça duygulu, duyarlı ve geçerli bir açıklama. Benim web blogunda var.
Marksist anlayış, dinin, iletişim yoluyla bilinçlendirmeyle, yasaklamayla, cami kapatmayla vb. değişmeyeceği görüşüne dayanır. Dini inanç diğer tutum ve inançlar yanında belli bir yer kaplar. Din, insanın evrensel varlık sorusuna verdiği veya kendisine egemen bir kültür tarafından verilen cevaptır. Dinin örgütlenmesiyle birlikte biçimlenen anlam ve bu anlamın materyal orijini kapitalist pazar ilişkilerinde farklı bir anlama gelir: Din sömürenler için materyal bir temele dayanır, ama sömürülen kitleler için materyal ilişkiler temelinden ya soyutlanmıştır ya da yanlış bağlarla bağlanmıştır. Dolayısıyla, kalıcılığı, ücretli-kölelik düzeninde yoksun bırakılmışların öbür dünyada rahat edeceklerine dayanan evrensel tesellisi olmasındandır. Bu kalıcılık egemen siyasal, ekonomik ve kültürel güçlerin bilmeyi biçimlendirme uygulamalarıyla desteklenmekte ve sürdürülmektedir. Dolayısıyla, Marksizm’in gündeminde, insanın evrensel sorusunun cevabı olan dini inancın yeri, bunun tanınmasıyla batlar. Din bilinciyle insanı değiştirme gibi bir çabayla, insanı kendini kendi gördüğünden farklı bir biçimde görmeye zorlamak, Marksist anlayışa aykırıdır. İnsan dini inancıyla kendi başına bırakılmalıdır. Sadece dini inançları değil, bütün inançlarından dolayı hiçbir insan, iyi amaçlar kılıfıyla olsa bile, rahatsız edilmemelidir. Bu görüş, kapitalist mülkiyetin korunması olan ve mülkiyet ilişkileri içinde anlamını yitiren soyut özgürlük ve bireycilik ile aynı değildir. Fikirlerden başlayarak sağlanmaya çalışan değişim çabası, pozitivist akılcılığın kafa kırma politikaları ve polis işkenceleriyle insanı değiştirme uğraşıdır ki aslında egemen sömürü düzenini sürdürme işinin bütünleşik bir parçasıdır. Marksizmin bireyle ilgisi, bireyin diğer birey tarafından sömürüsünü ve yaşam koşullarından yoksun bırakarak köleleştirilmesini getiren toplumsal üretim biçiminin değiştirmesi üzerine inşa edilmiştir. kısaca, Marksizm açıklama ve anlama işine, ne din ne de başka bir inanç sistemiyle başlar; onun yerine, yaşayan insanın "yaşanan yaşamını yapma/üretme koşullarını ele alarak" başlar.
Burjuva gündeminde, örgütlü dinin gericilik olarak nitelenmesi, kapitalist çıkar, ilerleme ve modernlik anlayışına göre ortaya çıkar: Kapitalizmin çağdaş olarak nitelediği göstergelere uymuyorsa (ve kapitalist çıkarlara ters düşüyorsa), o zaman ya gericidir, ya solcudur, ya teröristtir, ya marjinaldir (köşede bucakta kalmıştır), ya aşırıdır. Aslında, birileri tarafından örgütlenen din, en iyi şekliyle, kendini ve kendi çıkarını temsil eden bir güç yapısıdır. Özgürlük, hak, hukuk vesaire taslayan kapitalist demokraside bunun oldukça normal nitelenmesi gerekir, çünkü örgütlü din ve kapitalizmin uzantısı-faşizm/Nazizm egemen burjuva sermayesi için gerektiğinde kullandığı siyasal amaç gerçekleştirme araçlarıdır. Bu araçlar kendi bağımsızlığını ilan edecek kadar kendini güçlü hissettiğinde, burjuvazi için hem siyasal hem ekonomik tehlike olmaya başlar ve engelleme mekanizmaları işe koşulur. Bu mekanizmaların etkili bir biçimde çalışması egemen güçlerin kontrol kabiliyetine bağlıdır. Bu da, Türkiye gibi ülkelerde, sadece komünistlere ve azınlıklara karşı etken bir biçimde çalışır. Ama küresel kapitalistlerin çıkar politikalarına uygun örgütlü din güçlerinin, "batı düşmanlığı kılıfıyla" sürdürdükleri sistem değiştirme --aslında laik özel teşebbüsün yerine din tüccarı özel teşebbüs sistemini kurma -- amacıyla çalışmalarına izin verilir.
Marksizm’in din anlayışının pozitivist laiklik ilkesiyle ilişkisi, bu ilkeyi benimseme değil, burjuva egemenlik ilişkileri içinde açıklamaktır. Laiklik Marksizm’in malı veya kavramı değildir. Burjuvaların feodal sistemle egemenlik mücadelesinin ifadelerinden biridir. Örgütlü dini siyasal sahneden atması yanında, laikliğin inanç özgürlüğü burjuvazinin serbest ticaret özgürlüğüdür, serbest ticaret doktrininin entegral bir parçasıdır.
Irfan Erdogan
New York, Ocak 1996
Düzeltmeler: Temmuz 2024