CİLALI BAŞ DEVRİ 21. YÜZYILDA İNSANLIK:

DÖRDÜNCÜ GÜCÜN İLETTİĞİ: AMERİKAN ÖRNEĞİ

K. Alemdar (1999) (der.) Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar. Ankara: TUSES. s. 33-43.


DÖRDÜNCÜ GÜCÜN İLETTİĞİ: AMERİKAN ÖRNEĞİ

İrfan Erdoğan 


DÖRDÜNCÜ GÜÇ FİKRİNİN KÖKENİ 

Amerika’da ilk gazetenin çıktığında (ve sonrasında) gazete nedir sorusuna cevap verilirken, gazete halkın savunucusu, sivil özgürlüklerimizin güvenliğinin sağlayıcısı ve dördüncü güç olarak niteleniyordu. Diğer üç güç ne? Buna cevap hem siyasal gücün nasıl tanımlandığına ve tanımlamayı yapan gücün ideolojik anlayışına bağlıdır. Örneğin, 17. yüzyılda monarşilerini oluşturan diğer üç güç krallar, lordlar (aristokratlar) ve halk tabakasıydı. Gerçekte, bu üç güç dikey bir yapıdaki ilişkiler düzenini anlatır. Günümüzde bile, dünyayı dinle açıklayan egemenlikte veya görüşte, birinci güç Tanrının temsilcisi kilise, ikinci ve üçüncü kral veya başkanın başında olduğu siyasal güçtür. Yani, güç kompozisyonuna örgütlü dini de katınca, halk tabakası denen güçsüzleştirilmiş kitleden başlayıp yukarı doğru siyasal yapıda lordlardan ve krallardan ve kiliseden geçerek tanrıya uzanan bir sınıflaşma görürüz. Basınla dörtleştirilen bu güç Tanrının mülküdür, daha doğrusu, dün Tanrı adına hüküm süren ve Papalığın takdisini almış feodal lordların ve monarşilerin malıydı. 

18. yüzyılda bir ara ordu dördüncü güç olarak nitelenmeye başlandı. Elbette, ordunun yöneticileri güçlerine uygun pay almazsa, örneğin, Yeniçeriler hükümdarı tahttan edecek ve üst kademedeki yöneticilerin yerinden edilmesini ve başının kesilmesini isteyecek kadar bir doyurulmamış, tatmin edilmemiş-güce sahip olurlarsa, kısa bir dönem için dördüncü güçten birinci güce bile geçebilirler. Bunun örneklerini daha dünün Latin Amerikan cuntalarında ve Türk ordusunun özellikle 1960'larla başlayan sivil idareye direk katılmasında görebiliriz. En azından bir kez "mob," yani "saldırgan insan kitlesi topluluğunun" dördüncü güç olarak nitelendiğini belirten, Amerikan sosyologu Robert E. Park'a (1960:10) ve Hulteng ve Nelson'a (1983) göre, dördüncü güç kavramını gazete\basın için ilk olarak Lord Thomas Babington Macaulay 1828'de "Hallam's Constitutional History" makalesinde kullanmıştır: İngiliz parlamentosunda üç güç vardı; Lords of spiritual, Lords of temporal ve halk. "Gazetecilerin oturduğu gallery dördüncü güç alanı oldu. Gerçi Carlyle "Hero as a man of letters" yapıtında, dördüncü güç kavramını K. Burke'ye atfeder, fakat Burkenin yapıtlarında bu kavrama rastlanmaz. Kapitalist siyasal sistemle birlikte, üç güç yasama gücü, yürütme gücü ve judicial güç biçimine dönüşmüştür. Bu üç güç kapitalist demokrasinin bir gereğidir ve dördüncü güç olarak "basın" bu gücün geliştirici ve "halk için" gözetleyicisi anlamına kullanılır. Amerika'da basın gayri-resmi dördüncü güç olarak nitelenir (gerçi kitle iletişim kitaplarında bu kavrama çok ender olarak rastlanır.) basın diğer üç gücü, yani başkanı, kongreyi ve adalet sistemini, halkın "gözleyici, bekçi köpeği" olarak "peşindeyim adım adım, türküsünü söyleyerek" denetler. Bunu garantilemek için, Amerikan Anayasası First Amendment (Anayasaya olan ilk ekleme, değişiklik) "kongre basın özgürlüğünü kısıtlayacak yasa yapmayacak" kuralını getirmiştir. 

Dördüncü güç kavramıyla, basına, burjuva siyasal yapısının üç ana bölümü içinde kendi başına halkın gözü ve kulağı olan, doğruyu ve haklıyı temsil eden, siyasal gücü bir bakıma teftiş eden, gözetleyen bir nitelik vererek, toplumun üretim (mülkiyet) ilişkileri yapısı dışında, bu ilişkilerin belirleyiciliğinden bağımsız, ideal bir görevsellik verilir. 

ÜÇ GÜÇÜN GETİRDİĞİ ENGELLEMELER 

18. yüzyılın İngiliz ve hemen sonrasının Amerikan entelektüelleri basının özgürlüğü zorunluluğunu savunmuşlardır. David Hume ingiliz basınının özgürlüğünün yabancıları şaşırttığını; Blackstone, 1769'da "basının özgürlüğünün özgür devlet için temel olduğunu belirtirken entelektüeller arasındaki genel tutumu ifade etmişlerdir. 1770 ve 1780'lerde, Amerikan eyalet-devletleri basının serbestliğini devlet tarafından sansür edilemeyeceğini anayasalarına koymuşlardır.(Cheyney, 1960). Elbette bu özgürlüğün kimin ve ne için olduğunu gösteren sadece basının kendi çalışma ve profesyonel pratikleri değil, aynı zamanda basın özgürlüğü anayasasına sahip devletin, bazı basına karşı tutumları, adalet sistemlerinin bu özgürlüğün devlet yapısının ve ideolojisinin işine gelmeyen yanlarını ve biçimlerinin ifadesini çeşitli yollarla sansür etme ve engelleme politikaları, ya daha önceden ya da aynı anda gelmiştir. Hemen her devlet "fitne ve başkaldırıya teşvik" (sedition) ve "iftira, şeref kırıcı ileti" (Libel) yasaları uygulanmıştır ve uygulamaktadır. Bu yasalara göre ne devlete, ne devletin organlarına, ne başkanı ve başbakanına ne hükümetine "karşı" doğru olmayan, kötüleyen, skandalcı, kötü niyetli bir şey yazabilir, söyleyebilir; Ne de ülkenin halkını nefrete veya başkaldırıya teşvik edebilir. Bu tür girişimlere karşı devletler birkaç ay hapis ve biraz para cezasından, ömür boyu hayatını hapiste geçirme ve hatta "devlete ve vatana ihanet" suçuyla kurşuna dizme veya asmaya kadar çeşitlenen durdurma tedbirleri getirmişlerdir. Buna 20. yüzyılın başlarında, komünist ajitatörlük yapma ve radikal veya "cani sendikacılığı" savunan basını durdurma eklendi (örneğin Amerika'da 1917'deki Espionage Yasası işçi sınıfı hareketlerinin ezilmesinde önemli bir araç olmuştur.) Birçok ülkede, 1920'lere gelindiğinde, basın ve ifade özgürlüğü, karşıt fikirler için ortadan kaldırıldı ve "egemen güçlerin hoşuna giden ve çıkarı paralelinde veya çıkarına tehlike olmayan fikirlerin" özgürlüğü biçimine büründü. Siyasal kısıtlamalar yanında ahlak ölçülerine dayanan, örneğin pornografiyle ilgili, yasaklamalar da getirildi. 19.uncu yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında biçimlendirilen yasal özgürlükler ve özgürlükleri belli amaçlarla (özellikle milli çıkarlar ve ülkenin bütünlüğünü koruma bahaneleriyle) kısıtlama tedbirleri anlamlı bir değişime uğramadan devam etmektedir. Mahkemeler "basın ve ifade özgürlüğünü" yayında, basimdan, söylemeden "önce" sansür olmayacağını, fakat bunun ileteni ilettiğinden dolayı sorumsuz kılmayacağı anlamına olmadığını belirtirler. Buna karşı basının kendini savunması "anayasal imtiyazı" öne sürmesi olmuştur. Bu imtiyazı mahkemeler sadece resmi ve kamu toplantılarına sınırlı olduğunu belirtmişlerdir. basın kendini bir ikinci savunmayla korumaya çalışır: Hakli, doğru, dürüst açıklama ve eleştiri.. Eğer basın yazdığını kotu amaçla yapmadıysa, sorumluluktan kurtulur. Fakat gene de yazdıklarıyla, kotu niyetli olmasa bile, bir kişinin, devlet kurumunun veya yöneticinin hakkında yazdıkları 'itibari zedeliyorsa' sorumludur. Buna karşı, basının savunusu "gerçek, hiçbir şey değil, sadece gerçek" olarak belirlenen profesyonel ideolojisi olmuştur. 

DÖRDÜNCÜ GÜCÜN GÜÇ İLİŞKİLERİNDEKİ GERÇEĞI 

Dördüncü gücün siyasal ekonomik gerçeğine baktığımızda, bu gücün birbiriyle bütünleşik iki alanda aynı anda iş yaptığını görürüz: Ekonomik ve bilinç ticareti. Dördüncü gücün diğer üç güçle ilişkisinde aradığı, bu ticarette serbestliktir. Bu "özgürlük" Amerikan medya sisteminde "devlet kontrolünden bağımsız serbest basın" olarak biçimlenmiştir; Avrupa ve Türkiye gibi ülkelerde ise "yasal veya anayasal korunmayla biçimlendirilmiş, özerk ve tarafsız" kamu yayın kurumları ve özel teşebbüs basın sistemleridir. Kamu sistemi olarak biçimlenmiş medyalarda, bilinç ticareti, materyal çıkarı ikinci plana koyan devlet ideolojisinin satışıdır. Medyanın ideolojik yapısı, iletişim teknolojilerinin büyük ölçüde geliştirilmesiyle birlikte, günümüzde, bütün sosyal, ekonomik, ve siyasal ve kültürel "demokratik kuruluşların" faaliyetlerini ve iş yapma tarzlarını etkilemiştir. İletişim teknolojisinin girmediği bir kurum kalmadığı gibi, kitle iletişim medyası diğer üç gücün kapı ardındaki "sistemi destekleyecek biçimde olan" faaliyetlerinin yayınlarının yapılmasına başlamıştır. Bu da hem yönetici sınıfların devletini demokratik ve özgürlükçü bir devlet olarak gösterir, hem kitle iletişim araçlarının oldukça güçlü olduğunu anlatır, hem de kitle iletişim sermayesiyle diğer sermayeler ve güçler arasındaki işbirliği ve rekabetin yoğunluğunu işaret eder. Çoğu kez, unutulan bir yan da, böylece, kitle iletişiminin "topluma günlük sürekli bilgi ve enformasyon sağlama, belli kişilerin (asla güç yapısının değil) yaptıkları uygunsuzlukları göz önüne serme yoluyla, toplum için "başkaldırıyı ve hoşnutsuzluğu" dile getirerek, toplumun deşarj olmasını sağlar. 

Kitle iletişiminin dördüncü güç olması, halkın gözü ve kulağı olması, demokrasinin gelişmesini ve yerleşmesini sağlaması, faaliyetlerindeki nesnellik ve objektiflik ideolojisi, kitle iletişim teknolojisini biçimlendiren ve kullanan güçlerin (a) önce milli-feodal-aristokrat sistemlere karşı verdikleri tarihsel mücadelede egemen siyasal gücü ve kontrolünü çökertmek amacıyla kullandıkları kendilerini savunma silahıydı; (b) Monarşilerin yıkılıp kapitalist devletin kurulmasıyla, medya kapitalist siyasal yapının egemen ve entegral bir parçası olurken, aynı zamanda, devletin sansürüne ve kısıtlamalarına karşı özgürlüğü ve savunulmasını temsil eden mücadeleci güç gibi görünmeye devam etti. Yani, burjuva sınıfının feodal-milli devletlere karşı egemenlik mücadelesinde özgürlükçü ve ilerici bir karakterden, ücretli\maaşlı kölelik sisteminin korunmasını amaçlayan tutucu bir karaktere dönüştü. 

Uluslararası iletişimde, Amerika "kültürel korumacılıkla" karşılaştığında, bu ideolojiyi "serbest akıma devletlerin sansür koyduğu" savunusuyla kullanır. Bu sunum aslında burjuva toplumundaki ve uluslararasındaki egemen gerçekleri göstermekten çok saklamadır: Çünkü devletin "dördüncü güç" medyayla ilişkisindeki köstekleyici ve engelleyici yasaları ve uygulamaları, devletin toplum üstünde olan ve mücadele edilmesi gereken bir güç olduğunu göstermez ve anlatmaz. Devlet yönetici sınıfların genel çıkarlarının örgütlü ifadesidir ve özel çıkarlarının çatıştığı siyasal mücadele alanıdır. Ayrıca, örneğin, basında kağıt kıtlığı olması veya yaratılması, sansür olması ve bu sansürün bazıları üzerinde uygulanması ve diğerleri üzerinde uygulanmaması veya (örneğin Türkiye'de uluslararası porno magazinlere) uygulanmasının gülünçlüğü, bu siyasal alandaki mücadelenin ekonomik güç ilişkileriyle ne denli yakından bağıntılı olduğunu gösterir. Devlet yasaları ve uygulamaları bütün toplumun çıkarlarına göre biçimlendirilmiş bir karaktere sahip olamaz, çünkü yasaların biçimlenmesinde halk dışarıda bırakılmıştır ve halkın çıkarlarını temsil eden hiçbir güç yasal biçimlenme ve tartışmalarda yer almaz. Yasaları ve uygulamaları korumak veya değiştirmek isteyenler arasındaki mücadele, halkın medya kullanarak seyirle katıldığı, halka rağmen olan bir mücadeledir. Devlet, bu mücadelede kendi çıkarları için yarışanların birbirini mahkemeye vermesi, kararlar alınıp bu karaların temyizi için başvurulmasında "hakemlik" rolünü oynar. Bu hakemlik rolünde de elbette "hakimler" tarafsız değildir. Hakimlerin materyal çıkarı olduğu gibi ideolojik anlayış tarzları karar vermeleri etkileyebilir. Örneğin TRT kurumunun ortadan kaldırılması veya Amerikan kamu iletişimi gibi dilenci durumuna düşürülmesi saldırısında, özel teşebbüs karşısında, uzun medya geleneğinin getirdiği anlayış biçiminin bazı entelektüeller tarafından savunulmasını ve TRT kurumu çıkar yapısını direniyor bulur. Dinamik mücadelenin dinamik sonucu dinamik ilişkilerin olduğu ekonomik pazardaki uygulamaların ve durumun yansıması olarak belirir. Burada, yansımayı ille ki aynı anda, aynen siyasal yapıda ifadesini bulması olarak nitelemiyorum: Pazar ilişkilerinde kurulan üstünlükle sağlanan egemenlik, eğer bu egemenlik önceki güç ilişkileri durumunun biçimlendirdiği yasallığa aykırı düşüyorsa ve bu yasalardan faydalanan güçler hala yeterince güçsüzleştirilmemiş veya yeni-pazar dengesine entegre olmamışsa, genellikle belli bir müddet sonra gerçekleştirebilir, çünkü direnme vardır. Buna günümüzden örnek, "dördüncü güç" fikrinin kamu iletim sistemiyle önemli olarak benimsendiği Avrupa ve Türkiye gibi ülkelerde, özelleştirme ve deragulasyon arasındaki zaman farkını ve direnişi verebiliriz. Özelleştirme, bu ülkelerde sermayenin büyük hücumları ve gayri-meşru pazar ilişkileriyle (gayri-meşru yayınlarla) "oldu bittiye" getirilerek gerçekleştirilmiştir. Örneğin Türkiye iletişim pazarında sayısız özel radyolar ve Tv istasyonları içten ve dıştan kamu mülkiyetinde olan hava-yolunu işgal ettiklerinde, bu ekonomik güçleriyle gelen siyasal güçlerini de kullanarak, devlet yapısında değişim tartışması ve çatışmasını getirmişlerdir. Fakat gerçek değişim önce kitle iletişimi üretim biçimindeki özelleştirme uygulamasıyla gelmiştir ve bu uygulamayı yasal değişiklikler takip etmiştir. Dolayısıyla, takip eden yasal değişiklikler, ekonomik yapıdaki ilişkilerin bir yansıması olarak kendini gösteren pazar gerçeğinin siyasal alandaki ifadeleridir. Bu ifadeler son zamanlardaki iletişim mücadelesinde “deragulasyon" olarak anlamlandırılmaktadır. Eskiden bu ifadeler "regulasyon\düzenleme" olarak anlamlandırılırdı. Deregulasyonla gelen yasal biçimlendirme aslında pazara bağımlı yeni-regulasyondur (yeniden-düzenlemedir). Yeni regulasyonun 1980 ve 1990'lardaki deregulasyon olarak isimlendirilen biçimi, devletin aracılığını minimuma indirmeye çalışan ve pazardaki değişikliklerin yasal engellemelerle karşılaşmadan siyasal yapıda anlık meşruluğunu arayan girişimlerdir. Böylece, görünüşte pazar özgürlüğü kazanılmış ve değişime engeller ortadan kalkmış olur. Gerçekte, bu görünüm uluslararası ve ulus içi tekelleşmelerin egemen olduğu dünya pazarında dev şirketlerin pazar gündemini kurma ve yürütmesini getirir ve "küçük güzeldir" ideolojisinin laftan öte geçersizliğini yanıtlar (Erdogan, 1995 ve 1996). 

Amerika ve Avrupa arasındaki medya ilişkilerinde süregiden çatışmalar 1989'da Avrupa topluluğunun aldığı "kota" kararıyla kızıştığında, iki kıta arasındaki medya ve güç anlayışı farklılığı daha da açıklığa kavuştu. Avrupa kapitalizmi medyayı öncelikle "kültürel güç" olarak görmekte veya, hiç değilse, bu şekilde sunmaktadır. Amerika ise, Avrupa'nın "kültürsellliğini" kendi kapitalistlerini korumak için hazırlayıp sunduğu bir kılıf olarak tanımlamakta ve "kotaların" serbest ticarete aykırı olduğunu savunmaktadır. Amerikan kongresinin araştırma kolu olan Office of Teknolojik Assessment iletişim üzerinde üç ana görüş belirtmiştir: (1) Pazar görüşüne göre iletişim eşittir pazardaki mal. Dolayısıyla, iletişim servisleri satılan ve alınan emtiadır. (2) Ekonomik görüş, iletişimi ekonomik büyüme ve kalkınma için sıçrama tahtası olarak tanımlar. Buna göre, iletişim teknolojileri ve modern iletişim alt-yapısı global ekonomide gerileyen Amerikan rekabetçiliğini düzeltmek için kullanılan bir araçtır. Amerika, Avrupa'nın aldığı engelleyici kararlarla Amerikanın bu girişimini kösteklediğini belirtmektedir. (3) Sosyal görüş, akademik çevrede yaygın olarak benimsenen fakat iletişim politika yapıcıları arasında rağbette olmayan anlayıştır. Bu görüş iletişimin kültürel rolü\gücü üzerine ağırlık verir ve iletişim servisini kullanma, toplumda güç, zenginlik ve pozisyon elde etme üzerinde durur. Amerika bu görüşü red eder, çünkü kabulün anlamı Avrupa'nın görüşüne ve politikasına katılmadır. Bu nedenle, Amerika, savunduğu ikinci görüşe değil, gerçekte iletişimin pazar gücü görüşüne sahiptir (Brown, 1991). Avrupa'nın "kültürün gardiyanı" geleneği, Amerikanın kültüründe (iletişim politikasında) emtia olduğu geleneğiyle karşılaşınca mücadele kaçınılmazdır. Bu mücadelede de kitle iletişim teknolojilerini biçimlendiren ve kitle üretimi yaparak dünyaya yayan Amerikanın egemenliği devam etmektedir. Dolayısıyla, uluslararasında, dördüncü güç, ticari amaçlarla kullanılan ve ekonomik ve siyasal güç uygulamalarıyla çalışan egemenlik ve mücadele aracıdır. 

DÖRDÜNCÜ GÜCÜN ÇALIŞMASI: KÖTÜYE GİDİYOR? 

Dördüncü güç, "devletin engelleyici, yöneltici girişimlerine rağmen" veya devletin engelleyici girişimleri olsun olmasın, gerçekte dördüncü güç olarak mı görev yapmaktadır? 

Eğer dördüncü gücü demokrasi olarak nitelenen bir egemenlik düzenini ve ideolojisini "devletin siyasal kurumları tarafından sansür edilmeden, kısıtlanmadan, engeller konmadan, yayması" olarak nitelersek, bu soruya cevap evettir. Bu evet cevabıyla birlikte, gazeteciler "modern Robin Hood" kılığına bürünür, "televizyonun dünyaya açılan pencere olduğu," "kameranın gözünü kırpmadığı (yani gerçeği olduğu gibi, anını bile kaçırmadan kayıt ettiği)," iletişim profesyonelliğinin toplumun siyasal bilinçlenmesine ilettiği nesnel ve tarafsız bilgilerle katkıda bulunduğu, demokratik çoğulculuğun simgesi ve yayıcısı olduğu (Noam Chomski'nin deyimiyle) "propagandaları" gelir. Elbette, kitle iletişiminin yaptığı propagandayla sınırlı değildir. 

Dördüncü gücün, yukarda güç ilişkilerinde belirttiğim gibi, demokrasiyi oluşturan "güç" olması veya "demokrasiyi oluşturan üç gücü denetleyen ve gözetleyen" dördüncü güç olması, günümüzün kapitalist toplumlarının yapısal gerçeğinde geçersizdir. Bu geçersizlik fikir basının ortadan kalkmasıyla çok daha belirgin bir biçimde kendini göstermişti. Bu gerçeği Amerikanın kendi basın profesyonelleri de 1970'lerden beri olan gelişmelerde çok iyi görmekte ve hissetmektedir. Örneğin, gazeteci editor Suires (1994) bunu dördüncü gücün ölümü olarak nitelemektedir: Basın geleneksel olarak halk merkezli, özel mülkiyette, kamu ruhlu, öncelikle demokrasinin korunmasıyla ilgilenen, siyasal bakımdan aktif teşebbüstü. Basın bu üstün karakterini kaybetmiştir; Artık kamu çıkarına kendini adamış kurum değil, onun yerine en yüksek seviyede kar sağlama peşinde koşan ticarettir. 1972'den beri basında kamu ilgisi, sosyal ve siyasal konuları anlama seviyesi sürekli bir şekilde geriledi. "Toplumun kendini gördüğü ayna olan" gazetecilik, büyük ölçüde çarpıtılmış, pratikleri ticarileşmiş ve farklı amaçlar için kullanılmaktadır(Squires, 1994:9,10). Vietnam savaşı habercilerinin verdikleri haber ve gönderdikleri ve basılan resimlerle, Gulf savaşındaki yayınlar ve iletilen resimler arasında uçurum farkı görürüz: Gulf savaşını ordu ve dördüncü güç el ele dayanışma içinde, bizim akşam yemeğimizde iştahımızı kanla veya ızdırapla kaçırmayacak, modern teknolojinin şahane ve şapşallatıcı teknolojik görünümleriyle sundular. Gulf savaşı haberleri NY'ta televizyona yapışmış halka (ben dahil) teknolojinin baş döndürücülüğünün reklamını yaptı. Dördüncü güç, gulf savaşında Bush yönetiminin "hizmetçi cariyesi" görevini yaptı. Savaşa karşı herhangi bir eleştirinin olmadığı gibi, yaygın bir destekleme vardı (Carroll, 1991). Örneğin, Squires'in (1994:11) anlattığı "yanan ırak askerinin" resmini görmedik. Ken Jarecke'nin çektiği bu resmi gazeteler basmadı, AP resim editörleri resmi göndermeyi red ettiler. Dünyanın diğer ülkelerinin özgür basını anladıkları 1990'larda, Amerikanın en hayati kurumu olan basın Amerikan tecrübesinden kaybolmaktadır. Gazetecilikte maliyet kontrolü, kar ve tüketicilere kur yapma ön plana geçti. 1990'a gelindiğinde haber tanımı değişti: Haber artık profesyonel gazetecilerin kolektif değerlendirmelerinden geçerek "arındırılmış" enformasyon olmaktan çıktı ve geniş enformasyon toplama ve dağıtma sistemi içine herhangi bir yere yerleştirilmiş herhangi bir kişinin alabileceği herhangi bir enformasyon oldu. Halkın ne izlemek istediği şimdi, geleneksel ölçülerden çok daha değerli bir ölçü yapıldı (Squires, 1994:13). Günümüzde, iletişim endüstrileri diğer üç güce kamu hizmeti amacıyla haber toplamak için gitmemektedir; iletişim endüstrilerinin bir bölümünün diğerlerine karşı kendi çıkarlarını koruma savaşı vermek için gitmektedir; Örneğin, gazete endüstrisinin bütün çabası telefon firmalarının gazetecilerle rekabet etmek için kablo-tekelini asla kullanamamasını yasal teminat altına almak için gitmektedir. 

Dördüncü gücü elbette egemen ideoloji hala dördüncü güç olarak kabul ederler ve savunurlar. Medyanın "beşinci kol olması" fikrine karşılık, dördüncülük savunulur (örneğin, Tusa, 1992). Dördüncü gücün birinci güç olan kiliseden çok daha "güvenilir" olduğunun araştırmalarla bulunması, kilise mensuplarını üzer (Christian Century, 1994). 

DÖRDÜNCÜ GÜCÜN ÇALIŞMASI: TRUVANIN ATI 

Medya temel olarak iki biçimde şekillenmiştir: Özel ve kamu sektörü. Kamu sektörü sadece yayın alanında görev yapmaktadır ve tekelci gücünü yitirmiştir. Medyanın egemen ekonomik yapısı özel ticari firma biçimindedir. Özel ticari firmayı da, işinin enformasyon ve bilgi olduğunu iddia ederek, idealleştirme yaşanan siyasal ve ekonomik pazar gerçeklerine aykırıdır. Medyanın egemen örgütlenme amacı günümüzde kar yapmaktır. Bu örgütlenmeyi de sadece medyaya sınırlayarak ele almayalım. Bu medya, enformasyonun ötesinde, kendi içinde ve kendisinin bağımlı olduğu sayısız teknolojik birimlerden ve bunların üretimlerinden, çeşitli şekilde örgütlenmelerinden, medyayla direk bağıntısı olan reklamcılık ve egemen siyasal propaganda yapıları ve faaliyetlerinden oluşur. Gerçekte, karşımızda dev endüstriyel yapılar görürüz ve bu yapıların amacıyla tüketici, daha doğrusu ücretli\maaşlı köle durumuna düşürülmüş insan kitlelerinin amaçları arasıdaki ilişki çok özel karakterlere sahiptir. Egemen karakter: Kapitalist mülkiyet ilişkilerinde sermaye birikimin garantilemek ve bunu garantileyen örgütlü yapıları sürdürmektir. Dolayısıyla, bu egemen karakterin belirlediği amaçlar, ücretli ve maaşlı çoğunluğun çıkarlarıyla taban tabana zıddır. Bu zıtlık, dördüncü gücün idealleştirilmiş görevlerinin ideolojik propaganda veya bilinçleri yönetmek amaçlı olduğunu gösterir. Bu amaç da dördüncü gücün kasıtlı olarak bu iş için örgütlendiğini anlatmaz. Hatta dördüncü güç bu amaçla veya "kamu hizmeti amacıyla" örgütlense bile, "kamu hizmeti amacı" tanımlamasının kendisi bilinç yaratımı ve yönetiminin meşrulaştırılmasından öteye gidemez.(Eğer herhangi bir nedenle giderse, hemencecik geri çekilir). Dördüncü gücün ideal amaçları (örneğin basın ahlakı ilkeleri) belirlenmiştir; Bu belirlenme sistemin ideolojik yapısının günlük faaliyetlerin gerçeğinin çok küçük bir bölümünü yansıtan sahte-bilinçtir. Gerçek amaçlar ve bu amaçlarla gelen kasıt, günlük gerçek medya faaliyetleri ağında yaratılır ve yeniden-yaratılarak sürdürülür. İlkelerle konulan ideal amaçlarla, günlük pratiklerde kendini gösteren amaçlar arasındaki küçük çakışmalar (istisnalar) medyanın bilinçlendirme faaliyetlerinde sanki medyanın ve kapitalist toplum yapısının egemen karakteriymiş gibi sunulur. Medyanın devlet kurumlarındaki kişilerin yaptıkları uygunsuzlukları ve özel teşebbüsü yaptıkları büyük soygunları, yolsuzlukları bildirmeleri ve bu bildirmeyle ortaya çıkan tartışmalar, kapitalist düzenin demokratik ve çoğulcul karakterde olduğu görünümünü verir. Bu görünümle, kitle iletişim medyası dördüncü güç veya halkın gözü ve kulağı kılıfına bürünür. İstisnalara ve istisnalarla gelen esneklik görünümüne yer vermeyen sistem, kendini asla demokrasi ve özgürlük sistemi olarak satamaz. Milyonlarca aileye ve gence "okul ile başarı arasında direk bağıntı olduğu" fikrini yutturabilmek için, hiç değilse, okuldan mezun olan çalışan sınıflardan birkaçının basit memurluk ötesinde başarıya ulaşarak "çalışarak herkes zengin olabilir" ideolojisini yanıtlaması gerekir. Böylece, "bir mahallede yaratılan bir zengin alkışlanırken, kendilerini buldukları yaşam koşullarını tutabilme mücadelesi içine sokulmuş mahallenin geri kalanları yarışta kaybedenler olarak nitelenirler. Demokratik rekabet ve fırsat eşitliği hayalinin, böylece, gerçekte, ücretli\maaşlı kölelerin kendi aralarındaki rekabeti olduğu değil de, sanki herkesin her sınıftan herkesle rekabeti olduğu da desteklenir. Medya, satışlarında bu destekleme görevlerini görerek zenginletir ve zenginler. 

Medyanın amacı kendinin ve egemen yapının her alandaki satışını yapmaktır. Dolayısıyla, örneğin evimize milyonlarca lira vererek aldığımız ve en egemen bir köşesine yerleştirdiğimiz televizyon, bizim dünyaya açılan penceremizden çok, günlük yaşam yerimizi ve bilincimizi işgal etmek için biçimlendirilmiş, ev içi ve dışı ilişkilerimizin özelliklerini değiştirip belli kalıplar içine sokan ve günlük ilişki gündemimizi biçimlendirmemizde belirleyici bir yer alan Truvanın atıdır. 

Amerikan ideolojisinde, kitle iletişimi siyasal güçler dahil, toplumun genel bilinci ve gerçeğinin ileticisi olarak ortaya çıkar. Kitle iletişiminin gücü yaptığı sosyal ileticilikte ve bu ileticilikle özgürlüklerin sürdürülmesi fikrinde yatar. Bu güç, aslında, özel teşebbüsün ekonomik ve ideolojik faaliyetlerini serbest olarak yapmasıyla ilgilidir: İletişim özgürlüğü mülkiyet haklarının korunmasıdır. Amerika’da First Amendment ile garantilenen basın özgürlüğü, gerçekte mülkiyet özgürlüğüdür ve korunan ise mülkiyettir. 

Özetlersek, kitle iletişiminin dördüncü güç olduğu kavramına Amerikan sisteminin Lasswell'ci iletişim formülü ve "izleyicilerin aktifliği ve sınırlı etki" görüşü içinde pek yer verilmez. Onun yerine, kitle iletişim araçlarının demokratik kurumlar içindeki yeri, özgürlüğün ifadecisi ve demokratik geleneklerin ileticisi ve gelişmesine yardım edicisi olarak nitelenerek, basın profesyonelliği ideolojisi içine yerleştirilir. Kitle iletişiminin gücü, demokratik düzende demokratik bilinçteki halka demokratik bilgi ve enformasyonu anında veren ve böylece demokratik kurumların ve ilişkilerin gelişmesinin ve yaygınlaşmasının sağlamasında aranır ve gösterilir. Bu güç de, etkileme değil, bilgilendirme olarak sunularak, kuramsal zıtlık ortadan kaldırılır. 

Kitle iletişiminin dördüncü güç veya demokratik bilincin ajanı olması, hem medyanın örgütlenmesi ve amacıyla, hem de kapitalist düzenlerin yapısal gerçekleriyle uyuşmayan ideolojik sahte-çerçevelemedir. Egemen medya, kapitalist demokrasinin ve kurumlarının entegral bir parçasıdır. Egemen medyanın enformasyon kaynağı demokrasinin üç gücü olan kurumlardır ve bu kurumlarla geçimsizlik demek sadece enformasyon kaynağının kuruması değil ciddi engellemelerle karşılaşmak demektir. Medya Çoğulcul-demokrasi ve fırsat eşitliği anlayışının dostu olmaktan daha çok, düşmanıdır; Evimize aldığımız (okuduğumuz, dinlediğimiz, seyrettiğimiz) Truvanın modern atıdır. 


REFERANSLAR 


Park, R. E. (1960). The natural history of newspapers. In Wilbur Schramm (ed.) Mass Communications. (2nd ed.) Ill:University of illinois Press, s. 8-23.

Cheyney, E. P. (1960) Freedom and restraint: A short history. In Schramm (ed.) op. cit. s. 203-218.

Christian Century (1994). Fourth estate ranks ahead of first estate. Vol. 111, no.7, s.810.

Clandinen, D. (1994). Yesterday's Paper. In Ripley, C. (ed.) s. 16-21.

Carroll, V. (1991). The scarcity of Anti-war editorial voices. Washington Journalism Review, vol 13, no. 1, s-14-15.

Erdogan, I. (1995). uluslararasi iletişim. Istanbul: Kaynak yayınları.

Erdoğan, I. (1996). İletişim nedir: Egemenlik ve mücadeleye giriş. Ankara: ümit yayınevi (basılacak).

Brown, D. H. (1991). Citizens or consumers: U. S. reactions to the European Community's Directive on television. Critical Studies in Mass Communication, vol. 8, s. 1-12.

Hulteng, J. L. ve R. P. Nelson (1983). The Fourth Estate. NY: Harper & Row. (2nd. ed.).

Ripley, C. (1994) (ed.). The media and the public. NY: HWWilson Co.

Squires, J. D. (1994). Death of the fourth estate. Ripley, C. (ed.) op. cit. s. 9-16.

Tusa, J. (1992). Word of honour. New Statesman and Society. vol 5, no. 184, Jan. 10, s.18-20.

Share:

Translate

Çok Okunanlar

YENİLER

Blog Arşivi

Labels Etiketler

Burs ve Kitap

Kitaplar BEDAVA

Kitaplarımın hiçbiri kesinlikle satılık değildir (olası istisnai durum için lütfen okuyun). Gerçi birkaç öğrenciye burs vermek için  bi...