Bilim ve Utopya Kasim 2000, s. 8-14
İrfan Erdoğan, Doç. Dr.
Giriş
Belli bir an ve mekanda örgütlü yaşayan insanların oluşturduğu toplumsal üretim biçimi ve ilişkileri, o toplumu oluşturan önemli ögelerden olan televizyonun da örgütlenme ve iş yapış biçiminde yansır ve yansıtılır. Televizyonun yapısı ve iş yapış biçimi, özellikle ekonomik ve siyasal pazarın, belli zaman ve yerdeki egemenlik ve mücadele yapısının sonuçlarından biridir. Bu sonuç örneğin özerk bir TRT yapısı olabileceği gibi, frekans tahsisini bile engelleyerek kamunun malını ücretsiz kullanan korsan bir özel teşebbüs sistemi biçiminde olabilir.
Türkiye ve benzeri ülkeler Batının siyasal ve ekonomik yapısını transfer ederek batı tipine uygun ülke kurma çabasına girişmişlerdir. Bunun sonucu olarak, 2000 yılında bu ülkeler globalleşme, demokratikleşme, deregulasyon, decentralisation, özelleştirme, yollarından ve karşılıklı bağımlılık ve serbest pazar ideolojisinden geçerek, uluslararası kapitalist pazarın yeni-sömürgeleri durumuna düşmüşlerdir. Bu ülkelerdeki televizyon sistemi, bu yeni sömürgeciliğin üretim ve ilişki özelliklerini yansıtırlar. Kamu hizmeti gören televizyonlar da, kamu zenginliklerinin ve altyapısı hazırlanmış endüstrilerin özel teşebbüse perakende satışın, kendileri de tümüyle veya kısmen satılarak, ya parçası olmuşlar ya da devlet ideolojisinin savunucusu bir duruma düşürülmüşlerdir.
Bu makale yukardaki kuramsal çerçeveden hareket ederek Türkiye’deki televizyon sisteminin uluslararasına bağımlılığı ve bu bağımlılıktan kurtulma olasılıkları üzerinde duracaktır.
KAPİTALİST YAPILAR VE İLİŞKİLER PAZAR KOŞULLARI VE ÜRETİM İLİŞKİSİ
Medyanın teknolojik yapısı, program üretimi, dağıtımı ve tüketimi bakımından bağımsız bir yapıya sahip olması koşulları, iletişim pazarının yapısı, iletişimde tekelleşme, neyin, nerede, nasıl üretileceği ve nerede ve nasıl pazarlanacağı konusunda karar verebilme gücüyle ilişkilidir. Dünya iletişim pazarına bakıldığında, iletişim örgütlerinin ekonomik yapılanmasının dev monopoliler haline dönüştüğü (Bagdikian, 1993; Schiller, 1989; Erdoğan, 1995, Garnham, 1994), mülkiyet yapısının ve profesyonel pratiklerinin büyük sermaye ve uluslararası işbirliğine doğru farklılaştığı, teknoloji, örgüt ve program transferinin Amerikan egemenliğindeki uluslararası şirketlerin egemenliğinde olduğu görülür. Teknoloji ve program üretimi ve dağıtımı ve profesyonel ideolojiler bakımında Türkiye’de oturan sermayenin uluslararası iletişim pazarındaki konumu bağımlılık ve taklit kavramlarıyla özetlenebilir. Bu durum elbette, sadece Türkiyeye özgü değildir. Avrupa dahil bütün dünya 1980’lerde Amerikan gerçeğinin "özelleştirme ve Deregulasyon" saldırısıyla karşılaştı; 1990'lara gelindiğinde, iletişimde Avrupa ve Türkiyedeki iletişim gerçeği Amerikan tipi iletişim düzeninin yapısal olarak özelleştirdiği ve profesyonel program pratikleri ve ideolojileri açısından küreselleştirdiği bir gerçek oldu. Smythe (1977), Türkiye gibi ülkeleri, bu saldırı ve değişimde Avrupa'dan sonraya bırakmıştı; Gerçi Türkiye'de oluşum Avrupa’dakiyle beş altı yıl gibi kısa bir zaman farkıyla oldu, fakat diğer "az gelişmiş" ülkelerde, bu oluşum 1990'ların egemen gündeminin bir parçasıdır.
2000 yılında dünya, Amerikan kültürünün, özelleştirme ve deregülasyonla getirilen örgütlenme biçiminin egemenliği altına girmeye devam etmektedir. Bunun yanında, teknolojik ve ekonomik kontrol ve sermaye artık Amerikan olmaktan çıkmış ve Avrupa ve Japon dev sermayeleriyle pazarları paylaşmak zorunda kalmıştır. Sadece pazarları paylaşmamakta, medya ve iletişim ürün (programlar, filmler vb.) pazarı dışında, teknolojik ürün (araç) pazarlarını kaptırmaktadır. Fakat bu değişim, emperyalizmin temel karakterinde veya sermayenin karakterinde olan bir değişim değildir: Sermaye sahiplik anlamında ulusallıktan çıkmaktadır; fakat aynı zamanda, sermaye baskıcılığını ve politikalarını gerçekleştirme ve sürdürme aracı olarak, ulusal birimlerin siyasal ve askeri güçlerini kullanmaya devam etmektedir.
Dallas Smythe'in belirtiği gibi (1986) kitle iletişim araçları tekelci kapitalist sistemin bir buluşudur. Bu araçların amacı bütün nüfus ve öteki örgütlerin önderliği için sorunlar, değerler ve politikalar "gündemini" oluşturmaktır. Bu araçlar aynı zamanda ıizleyicileri kitle halinde üretirler ve reklamcılara satarlar. Bu izleyiciler kendilerine kitle halinde üretilmiş tüketim malları ve hizmetlerinin pazarlamasında çalışırlar ve pazarlamasında tüketilirler. Bunu P. Baran ve P. Sweezy "sivil satış çabası" diye adlandırır: İzleyicilerin üretimi, tüketimi ve çalışması (emeği) olmaksızın, tüketici mal ve hizmetlerinin kitle halinde üretimi ve büyümesi olanaksızdır.
Kapitalizmin son yüzyılda bu değişiminin ana etkisi ileti imajlar dünyası (=iletişimin soyut simgeleri ve fiziksel malların üretimi) ve bütün nüfus tarafından anlaşılan "gerçek dünyanın" doğası arasındaki farkı silmek veya bulanıklaştırmak yönelimidir. Ulusal ve dünya çapında halk ve sermaye arasındaki ana çelişki, bir taraftan sermayenin kendi güç konumunu ileti imajların etkisiyle korumak ve genişletmek yeteneğini, öte yandan kendi yaşam koşullarını denetlemek için mücadele eden halkın direnişi ve kişisel girişimleri arasındadır. İletişim, iletinin veya aracın iletişimin ana yanı olmasından uzak, halk ile başlar, halk ile biter. Halk ve ileti imajın kitle halinde üretimin arasındaki mücadelenin her an yapıldığı mücadele sitesi halkın "izleyici" yapıldığı üretim ve ilişki yeridir. Kitle halinde üretilen izleyici yaratmakla, tekelci kapitalizm sadece kendinin en başta gelen, başrolü oynayan kahramanını (ve gündem hazırlayıcısını) değil, fakat kendinin ana düşmanını, örgütlenmiş emeği bu rolden alarak üretir.
İletişimle dünya sahnesinde şiddetlenen mücadeleler arasında nasıl bir ilişki olduğu, gerçek anlamda, her siyasal ekonomik sistem enformasyonun kullanımını denetleme gücüne dayanır. Gelişmiş sanayi toplumları radyoyu kullanarak elektronik iletişimin geliştirme avantajına sahip oldular. Bu kullanış kapitalist siyasal ekonomik sistemin vazgeçilmez temeli oldu. Elektronik iletişimin, öteki kaynaklarla kullanılışı açısından, kapitalist "merkez" ile üçüncü dünya ve sosyalist ülkeler arasındaki ilişkiler dengesizdir. Tekelci kapitalizmin çelişkileri yoğunlaştıkça, bu sistemin en zayıf yanının aslında bu sistemin gücünün en çok dayandığı yan olduğu ortaya çıkar; bu iletişimdir.
Türkiyedeki özel televizyon sisteminin biçimlenişi, Amerikan ticari tarzının kötü bir kopyasıdır; Teknolojik yapıda Amerika, Avrupa ve Japonyanın teknolojik ürünleri egemendir. Televizyonun profesyonel kültürü batı tipinin en sömürgen seviyedeki biçimidir. Programlara (örneğin her tür eğlence programlarına) taklitle yansıyan sömürgen profesyonel ideolojiler, özellikle Çarkıfelek gibi Amerikan yapıları veya onların ucuz kopyalarıdır. Dolayısıyla, Türkiye’deki özel televizyonlar hem teknoloji, hem yapı, hem program, hem profesyonel pratikler ve ideolojiler bakımından yeni-sömürge bir genel yapının bütünleşik örneği durumundadır.
İLETİŞİM VE KÜLTÜR EMPERYALİZMİ
2000 yılında dünya ülkelerinde, iletişim teknolojileri ve örgütlü faaliyetlerinde, devletle halk, uluslararası, ulusal ve yerel ekonomik ve siyasal güçler, üreticiler ve tüketiciler, sosyal plancılar ve yöneticiler arasında yeni gelişme ve değişmeler sürmektedir. Ulusal politikalarla devletler uluslararası firmaların sözcülüğünü kalkınma ve iş yaratma adı altında yapmaya devam etmektedir. Enflasyonun, işsizliğin ve ekonomik sıkıntıların artarak yaşanması yanında, eğlence endüstrileri, müzikli ve televizyonlu birahanelerle, Migroslar ve Real’lerle, Internet Cafe’lerle daha da yaygınlaşıyor. Teknolojinin kendisi ve iletişim ürünleri kendi yapılarının ideoloji ve kültürünü yaymaya devam ediyor.
Kültür satışında olanlar ve kimliğini tümüyle batıyla veya post-modern durumun global kimliğiyle tanımlayanlar için elbette kültür emperyalizmi yoktur ve kavram çok rahatsız edicidir. Onun yerine karşılıklı bağımlılık, çağdaşlaşma, post-modernleşme vb vardır. Bu tür kimliğe sahip olmayan, kendini beğenmeyerek ve kendi kimliğinden utanarak kimlik krizinde kimlik aramayanlar için, kültür emperyalizmi içmek için seçtiğimiz kola denilen sıkıştırılmış havalı şekerli sudan, yediğimiz McDonalds’dan, giydiğimiz blue jeans’den, kullandığımız kavramlardan, tercih ettiğimiz televizyon programları ve filmlere kadar günlük yaşamımızın her anı ve her mekanında vardır. Kültür emperyalizmi ile, Herbert I. Schillerín belirttiği gibi, Türk toplumu kapitalist dünya sistemi içine çekilmektedir. Bu çekme, ülkelerin egemen tabakalarının cazibeyle, zorla ve bazen rüşvetle, kendi ülkelerinin sosyal kurumlarını egemen sisteme (özellikle Amerikan ticari sistemine) uygun bir şekilde biçimlendirmesi ve hatta sistemin egemen merkezinin değerleri ve yapılarının teşvik etmesiyle olmaktadır. Televizyon bu teşvikte en etken rol oynayan bir yapıya sahiptir. İletişimde kültürel emperyalizm, genel emperyalist sistemin bir alt setidir. Kendi başına özgür bir karaktere sahip değildir. Kültürel ve ekonomik alanlar birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde beraberdir. Gelişmiş şirket ekonomisinde iletişim-kültürel parça endüstrisel finans sektörlerinin ekonomik amaçlarını destekler (örneğin, tüketici toplumun yaratılması ve geliştirilmesi gibi). Kültürel üretim, otomobil üretiminden aşağı kalmayacak kadar, kendi siyasal ekonomisine sahiptir. Sonuçta, kültürel çıktı (ürün) olarak nitelenen her şey aynı zamanda ideolojiktir ve sistemin çıkarına hizmettir (Schiller,1991). Schiller’e göre (1993) emperyalizm halkın ve kaynakların sömürücü kontrolü olarak, canlı ve sıhhattedir. Aynı zamanda, emperyalizme karşıtlık ve direniş de şimdi 19. yüzyılın sonundakinden çok daha yoğundur. Baskı altında susturulmuşluk ve sessizlik son bulmuşluk demek değildir.
BAĞIMLILIK, ÜRÜN VE PROFESYONEL PRATİKLER
İletişim teknolojisinin ortaya koyduğu en önemli ürün iletişimin iletileni, gözle görüleni, kulakla duyulanıdır. Bu ürünler medya teknolojisinin özelliğine göre çeşitli araçlarla taşınarak, çeşitli araçlardan geçerek, çeşitli biçimlerde gelir. Program akımının iki ana yanı vardır: Birincisi ideolojik ve kültürel ve ikincisi de ticaridir. İdeolojik yan ticari yanı desteklemek, tüketicileri pazara alıştırmak ve bütünleştirmek için görev görür. Birinci yan bakımından, Amerikan kitle ideolojisi, kültür ve yaşam tarzı dünyada rakipsiz egemenliğe sahiptir. Dünya bu bakımdan 24 saat sürekli bombardıman edilmektedir. Bu da ne kendiliğinden ne de bu tarzın gerçek üstünlüğünden esinlenir. Tarzın sürekli olarak tekrarlanmasından, yüceltilmesinden ve yeknesaklıktan öte çoğulcu renkli ve umut verici bir görünüm içinde sunumundan; alternatifleri ortadan kaldıran pazar gücünden; ve insanlara fiziksel ve duygusal heyecan ve fanteziye kaçışla doyumu getiren eğlence özelliğinden dolayıdır. İkinci, yani ticari yanda, dünya pazarlarında Amerikan egemenliği gerileyen bir şekilde sürmektedir. Bu egemenlik altında kendi etki alanlarını genişletmeye çalışan Japonya ve Avrupa kapitalistlerini ve bu egemenlik tarzını kopya ederek kendi yakın çevresinde iş yapan diğer ülkelerin kapitalistlerini görürüz.
Türkiye televizyonlarında yaygın olan sinema filmleri, kadınların izlediği pembe diziler, polis ve macera dizileri, ve diğer programlar ya dışarıdan satın alınmıştır ya da yerli taklitlerdir. Taklitle dışarıdan alınanın ideolojik ve kültürel çerçevesi benimsenmekte ve “yerli” dili kullandığı ve konuları işlediği halde yerli olma özelliği ortadan kalkmaktadır. Yerli olan canlı spor yayınları boş vakit geçirmenin kolonileştirilmesi ve bu kolonileştirme sürecinde, sporcuların giysileriyle, saha içindeki ve televizyondaki reklamlarla mal ve dünya görüşünün satışını yapar. Çocuk programları ve filmleri alanında özel televizyonlarda büyük çoğunlukla Amerikan ve özellikle Walt Disney ürünlerine ne ticari ne ideolojik yönden dünyada ve Türkiyede bir rakip yoktur. Müzik, ithal edilen Amerikan "hayranlığının" belki de ilk ürünüdür ve Türkiye’deki özel televizyonlar (özellikle müzik kanalları) bu transferi geregince yapmaktadırlar.
Günlük iletişim faaliyetlerini idealleştiren değerler sistemi, medya profesyonelliği, profesyonel ideoloji ve iletişim politikaları dışa bağımlılığın kurulması ve yayılmasının başarı koşuludur. İletişim profesyonelliği, teknolojik araç ve ürün transferine paralel olarak ithal edilmiş bir ideolojidir. Kültürel bağımlılığın en önemli parçalarından biridir. Burada, genel Amerikan ideolojisinin ve medyayı içeren özel ideolojik değer yargılarının egemenliğinin dünyaya yayıldığını görürüz.
EGEMENLİĞE ALTERNATİFLER
Teknolojik bağımlılığa alternatif “kendi teknolojini kendin üret” biçIminde özetlenebilir. Bu olasılık, günümüzün kapitalist pazardaki ekonomik, siyasal ve askeri egemenlik koşulunda, ancak montaj endüstrisi kurmaya kadar gelebilmiştir.
İletişim ürünü (programlar) bağımlılığına alternatif ise “kendi programını kendin yap” politikasıdır. Bu olasılık vardır, fakat yerli program üretimi sadece yerli sermayenin,çoğunlukla uluslarasılarla işbirliğiyle, palazlanmasını sağlamaktadır. Yerli üretim ya kültürel bağımlılığı desteklemekte ya da aynı bağımlılığı kopyalayan ve kişıler arası ilişkilerde bile düşüncesizce/mankafaca tüketimi teşvik eden biçimlendirmeler sunmaktadır.
Ticari özel televizyona alternatif hem uluslararası seviyede bağımsızlık arayışları içinde geliştirilmeye çalışılmış hem de kapitalist sistemin kendi içinden çıkmıştır. Bu yönde pratik cevaplar aranmış, alternatif medya kuruluşları ortaya çıkartılmıştır.
Televizyon program akışı ve kültürel hegemonyaya karşı pratik çözüm arayışları özellikle 1970’lerde UNESCO bünyesinde gelişip yayılmıştır. Fakat UNESCO’nun girişimleri ve alınan tedbirler 1980’in sonunda Amerikanın UNESCO üzerindeki egemenliğini yeniden elde etmesi ve özelleştirme ve neo-liberalizmin dünyada hızlandırılmasıyla birlikte cidi bir oranda geriledi. UNESCO'da ve diğer girişimlerdeki başarısızlığın en önde gelen nedeni üçüncü dünya ülkelerini temsil edenlerin temsil ettikleri güç yapılarının dünya kapitalist pazarına olan bağımlılıkları ve bu pazardaki çıkarlarıdır. Dünya ekonomik düzeninin değişimi sadece ileri kapitalist ülkelerin pazar politikalarında ve ilişkilerinde değişiklikle gerçekleşemez (ki zaten böyle bir değişiklik gönüllü olarak vazgeçme ile değil, egemenlik mücadelesinin bir sonucu olarak gerçekleşebilir). Aynı zamanda, bağımlılık, iç sömürü ve emperyalist ilişkilerin egemen olduğu üçüncü dünya toplumlarının sosyo-ekonomik ve siyasal yapılarında da değişiklik zorunludur (ki bu da ancak sınıf mücadelelerinin belirlediği egemenlik durumuna bağlıdır).
Bütün dünyada özellikle 1980’lerde artan bir şekilde kamu hizmeti televizyon örgutlenmesi ciddi özelleştirme ve deregulasyon saldırısına uğramaya başladı. Avrupa’da Italya zaten 1970’in sonlarında özel televizyon ve Amerikan tipi programlar bolluğuyla dolup taşıyordu. Amerikan televizyon programlarının dünyadaki egemenliğine karşı ciddi hoşnutsuzluklar Avrupa Birliğinden gelmeye başladı. Fakat Avrupalılar kendi kültürlerini Amerikan ticari kültürel saldırısına karşı ne program transferi ne de taklit konusunda başarılı bir şekilde koruyabildi. Onun yerine, Avrupada iletişim alanında devleşen özel teşebbüs şirketleri çıktı (Erdoğan, 1995; Mattelart,1987; Meyer, 1988; Modelski, 1979; Boyd-Barret, 1994).
Kapitalist sistemin Amerika’da kendi içinden ticari medyaya karşı alternatifler üretildi ve geliştirildi. Başlangıç kamu yayıncılığıyla oldu. Kamu yayıncılığı şebekeye doğru gelişti ve Kamu yayını sistemi (Public Broadcasting System;PBS) olarak devam etmektedir. PBS sistemi TRT gibi yapılanmamıştır; devletin ve siyasal partilerin tamamiyle konrolu dışındadır. Bu televizyon (en azından benim bildiğin New York Kanal 13), Front Line ve çocuk programları gibi oldukça değerli programlar yanında, Ingiliz kaynaklı “yüksek kültür” sanat ürünlerini ve klasikleri sunarak elitist bir karakteri de taşımaktadır. PBS’i sonradan halkın kullanımına açık televizyon (public access television) takip etti. Kablo yayınıyla, kabloya da uygulandı. Fakat hiçbir alternatif televizyon popüler sömürü medyasının gücünü elde edemedi.
Egemen kapitalist pazarda anlamlı alternatifin çıkabilmesi ve tutunabilmesi en azından iki temel koşula bağlıdır. Birincisi sermaye ve bu sermayenin televizyon girişiminde yaşama olasılığıdır. İkincisi bu sermayenin alternatif televizyon programları üretme olanaklarını kullanabilmesine izin veren bir yasal, ticari ve kültürel ortamın ve ciddi kamu politikalarının olması gerekir. Türkiye’de alternatif sermaye olasılığı (örneğin din sömürüsü yapan sermayenin televizyon yayınlarında olduğu gibi) vardır. Fakat özellikle, bu sermayenin ideolojik yönelimini ve program politikasını destekleyen günlük veya periodik finans desteğinin olması gerekmektedir. Bunun için de sermaye çevrelerinin yeterince reklamsız desteği gerekir. Bunun olma olasılığı ise kapitalist pazarda azdır. Bu olsa bile (örneğin dini sermayenin kendi televizyonunu desteklemesinde olduğu gibi), yasal ve egemen kültürel yapı alternatifin gelişmesine ancak egemen pazar ideolojisine uyum durumunda izin verebilir.
O zaman geriye sadece iki seçenek kalmaktadır. Birincisi özerk kamu televizyonu kurulmasıdır. Bu da ancak TRT’nin özerkleştirilmesi, kendi finans gereksinimini kendi tayin etmesi ve devletten, siyasal partilerin ve diğer çıkar gruplarının itirazlarına boyun eğmeden, finansını sağlaması ile gerçekleşme olasılığına sahip olabilir. Ayrıca, TRT’nin devlet ideolojisinin kaba propagandasını yapan araç biçiminden çıkartılıp, “devletin çikarıyla tanımlanmayan kamu çıkarını” temel alan bir yayın politikası güden bir biçime dönüştürülmesiyle gerçekleşebilir. Devletin herhangi bir kurumu (Ordu Saati, Polisinizi Sevin, MİT ve Görevimiz Tehlike gibi) program yapacaksa, kendisi yapabilir. Toplumda kendi görüş ve çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışan diğer insanlar ve gruplara nefes alma alanı tanımayarak, onları kızlık muayenesine tabi tutması için, o toplumda buna yatkın bir egemen kültürel ve ahlak yapısının olması gerekir.
Bu yapının ve aynı zamanda ekonomik soygunların, trilyonluk hırsızlıkların ve Mafya ilişkilerinin olduğu bir ortamda, TRT’yi yasal olarak özerkleştirme olasılığı vardır, fakat bu yeterli değildir. Sahipliğin devletin ve siyasal partilerin konroluna izin vermeyecek, siyasal ve ekonomik çıkarlara hizmet etmeyecek, hiç değilse burjuva ideolojisinin çok seslilik ve serbestlik ilkesini gerçekleştirebilecek bir şekilde yeniden yapılandırılması gerekir. Bu tür yapılandırma ve program politikası değişimi olasılığı Türkiye’nin siyasal ve ekonomik kültürel yapısında oldukça azdır. Bu nedenle, TRT’nin Amerikadaki “Public television” veya daha güçlü olarak BBC gibi olabilme olasılığı şimdilik pek yoktur.
İkinci seçenek Amerika’da uygulanan halkın kullanımına açık sistemdir (public access television). Bu yolla Amerika’da hem farklı ideolojik görüşteki insanlar ve gruplar kendi düsüncelerini özellikle yerel yayın yapan televizyonlarla duyurma olasılığına kavuştular, hem de yeni-sömürge devletler Amerikadaki ajanları ve aktif destekcileri yoluyla Amerika’da yaşayan vatandaşlarına propagandalarını yapma olasılığını elde ettiler. Bu televizyonlar ulusal televizyonların kapsamı ve seyirci potansiyeline sahip değildirler. Fakat şebekeler kurarak ve program paylaşımıyla güçlenme potansiyeline sahiptirler; ve hatta satelite şebekeler kurabilirler. Halkın kullanımı (public access) için yasal biçimlenme ve bunun uygulama olasılıklarının sağlanması gerekir. Elbette Türkiye gibi yasaların güçlü tarafından kullanıldığı ve gerektiğinde çiğnendiği, gerektiğinde yok sayıldığı; iç mekanda sigara içme yasağının uygulamasının bile sigara içenler tarafından edepsizce engellendiği bir egemen kültürde, bunun olasılığı da azdır. Siyasal politikalar ekonomik pazarın dışında, onun üzerinde ve ona ragmen yapılmamaktadır.
Gene de, böyle bir sistemin olasılığı göz ardı edilmemelidir. “Public access” televizyon kanallarının kurulması, bunun için gerekli yasal değişikliklerin yapılması gerekir. Bu televizyon sistemi devlet tarafından özel televizyonlardan alınan frekans kullanım kirası ve diğer vergilerden elde edilen gelirle desteklenebilir. Kamu kurumları ve özel şirketlerin bu kanalları kamu servisine yardım çerçevesi içinde desteklemeleri için teşvikler getirilebilir. Sistemin yaygınlaşması ve güçlenmesi için, iletişim fakültelerinin ve çıkar gözetmeyen kuruluşların (örneğin, Halkevlerinin, sendikaların, çevre koruma derneklerinin, Atatürkçü düşünce derneklerinin) programlar yapmaları ve yaptırmaları, ve bunların dağıtımı ve paylaşımı için şebekeler kurulması gerekir. Elbette sorun gene program yapımı ve dağıtımı için okulların, kurumların, derneklerin vb. gerekli parayı nasıl sağayacaklarıdır. Sendikalar program üretim ve dağıtım birimleri kurabilirler (elbette böylece bazılarının cebine giren haksız paradan biraz kesmek gerekecektir). Sol adına solu sömüren kitap ve basım evleri katkıda bulunabilir. Sanatkarlar ve sporcular kitlelerden aldıklarının bir kısmını bu tür destek için ayırabilirler. Destek medya profesyonellerinden, doktorlardan, hukukculardan ve üniversite öğretim üyelerinden de gelebilir.
“Public access” televizyon kamusal alan yaklaşımıyla gerekçelendirilmekte ve savunulmaktadır (Aufderheide, 1992; Garnham, 1990; Sholle, 1995). Bazıları bunu Avrupa sosyal haklar geleneğine bağlayarak demokratik vatandaşlığın bütünleşik bir parçası olarak ileri sürmektedir (Murdock and Golding 1989, 182-183).
Dığer bir seçenek, Amerika’daki kamu yayını (Public Broadcasting) türü bir sistemin kurulmasıdır. Bu sistem ya TRT’nin yanında kurulabilir ya da TRT yasal olarak ortadan kaldırılıp, herşeyinin Amerikan tipi kamu yayıncılığı biçiminde şekillendirilmesi için yeniden tahsisi ile gerçekleştirilebilir. Elbette buradaki “kamu yararı” TRT’ninki gibi devlet ideolojisiyle tanımlanan bir çerçeveye oturtulmaz. Bu sistem izleyicilerden aldığı bağışlar ve bu bagışların tutarı veya iki misli kadar devlet tarafından sağlananan destek ile özerk yayın yapabilir. Bu yeni kamu yayın sistemi şebekeler yoluyla Türkiye çapında bir yayın alanına sahip olabilir (eğer TRT’nin olanaklarını devralırsa, zaten sahiptir). Yeni televizyon teknolojilerinin ve kablo televizyon yayınlarıyla ilgili olanakların, “kamu yararına yayın ilkesi” çerçevesinde, kamunun kullanımı için sağlanması da gerekir.
Kapitalist siyasal, kültürel, sosyal, iletişim pazarı meli malılar ile (normatif kurallarla), formalist ve humanist idealismlerle yürümemektedir. Alternatif televizyon veya yayın konusu, ekonomik ve siyasal politikalar, kültürel gelenekler ve yapılar, egemenlik ve mücadele durumuyla ilgili ve onların biçımlendirdiği bir konudur. Diğer bir deyimle, alternatif televizyon sistemi, kamu yayınının biçimlenmesi, teorilerin ve düşüncelerin değil toplum tarihinin, üretim biçimi ve ilişkilerinin bir ürünüdür (Garnham, 1994; Hamada 1997:37).
Email utopya@bilimutopya.com.tr
Ayrıntılı tartışma için Kayaklar
Alvarez, Sally. (1996). Do You Have a Labor Program on Your Community Channel? Community Media Review, 19(2), 7, 27-28.
Arévalo, Roberto (1995, July 20). Behind the Scenes: Mirror Project Director Reflects on his Latest Endeavor. Somerville Journal.
Arévalo, Roberto. Director, The Mirror Project, Somerville, Massachusetts. Telephone interview, August 25, 1995.
Aufderheide, Patricia. (1992, Winter). Cable Television and the Public Interest. Journal of Communication, 42(1), 52-65.
Bagdikian, B. (1993) Media Monopoly. Boston: Beacon press. (4th ed.)
BBC (1992) Extending Choice: The BBC's role in the new broadcasting age London, BBC
BBC (1996) Extending Choice in the Digital Age London, BBC
Chomsky, Noam (1997) Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda. New York: Seven Stories Press.
Committee for Labor Access. (1996) Grant proposal, Chicago, Illinois.
Curran, J. and M. Gurevitch (1992). (ed). Mass Media and Society. NY: Edward Arnold.
Deep Dish TV Network Directory: A Networking Tool and Resource Guide for Producers, Programmers and Activists. (1988). Deep Dish Television Network, New York.
Denver Area Educational Telecommunications Consortium, Inc. v. Federal Communications Commission, (1996) 135 L Ed 2d 888.
Downing, John. (1984). Radical Media: The Political Experience of Alternative Communication. United Kingdom: South End Press.
Duncan, Larry. (1996). Labor Television Beyond the Beltway. Community Media Review, 19(2), 13, 22-24.
Erdoğan, I. (1995). Uluslararası iletişim. İstanbul: Kaynak Yayınları.
Erdoğan, I. (2000). Kapitalizm, Modernleşme, Post modernism ve iletişim. Ankara: Erk.
Federal Communications Commission v. Midwest Video Corporation, (1979) 440 U.S. 689.
Garnham, Nicholas (1994) 'The Broadcasting Market and the Future of the BBC' p11-19 in The Political Quarterly Vol 65 No 1 January-March 1994 Oxford, Blackwell
Garnham, Nicholas. (1990). Capitalism and Communication: Global Culture and the Economics of Information. Newbury Park, CA: Sage Publications.
Golding, P. & G. Murdock (1992). “Culture, communication and political economy”. in Golding, P. & M. Gurevitch (ed) Mass Media and Society. NY.
Hamada, Junichi (1997) 'Advanced "Public" and Public Broadcasting: Toward a Theory of "Public Subjectivity"in Broadcasting' p37-53 in Studies of Broadcasting no 33 Tokyo, NHK Broadcasting Culture Research Institute.
Kellner, Douglas. (1990). Television and the Crisis of Democracy. San Francisco, CA: Westview Press.
Laclau, Ernesto & Mouffe, Chantal. (1985). Hegemony and Socialist Strategy. New York: Verso.
Liakos, Gregory. (1992, December 17). Reflecting Youth: SCAT's Mirror Project Looks at Teen Experiences. Somerville Journal..
Lopez, Cynthia. Program Director, Deep Dish Television Network, New York. Telephone interview, August, 1995.
Marcus, Daniel. (1991). Tales from the Tiger Den: A History of our Deconstruction. In D. Marcus (Ed.), ROAR! The Paper Tiger Television Guide to Media Activism. (pp. 31-32) New York: The Paper Tiger Television Collective.
Murdock, Graham & Golding, Peter. (1989, Summer). Information Poverty and Political Inequality: Citizenship in the Age of Privatized Communications. Journal of Communication, 39(3), 180-195.
Schiller, Herbert I. (1989) Culture Inc.--The Corporate Takeover of Public Expression. New York: Oxford University Press.
Schiller, Herbert I. (1991). Not yet the post-imperialist era. Critical Studies in Mass Communication. 8, (1, March), 13-28.
Schiller, Herbert I. (1996) Information Inequality--The Deepening Social Crisis in America. New York: Routledge
Sholle, David. (1995). Access Through Activism: Extending the Ideas of Negt and Kluge to American Alternative Media Practices. Paper distributed at the 45th Annual Conference of the International Communication Association, Albuquerque, New Mexico.
Smythe, D. W. (1977). Communications: Blindspot of Western Marxism. Canadian Journal of Political and social theory. Vol. 1 (3), pp. 1-27.
Smythe, D. W. (1986). “Culture, Communication Technology and Canadian Policy”. Canadian Journal of Communication, (12) 2, pp. 1-20.
Sparks, Colin (1995) 'The Future of Public Service Broadcasting in Britain' in Critical Studies in Mass Communication 12 (1995) p325-341
St.Louis, Anderson. (Producer & Director). (1993/4). Living Large [Video] Somerville, MA: The Mirror Project.
U.S. Congress. (1992, October 5). Cable Television Consumer Protection and Competition Act of 1992, Public Law 102-385 [S. 12], 106 stat. 1460-1503.
Medyanın teknolojik yapısı, program üretimi, dağıtımı ve tüketimi bakımından bağımsız bir yapıya sahip olması koşulları, iletişim pazarının yapısı, iletişimde tekelleşme, neyin, nerede, nasıl üretileceği ve nerede ve nasıl pazarlanacağı konusunda karar verebilme gücüyle ilişkilidir. Dünya iletişim pazarına bakıldığında, iletişim örgütlerinin ekonomik yapılanmasının dev monopoliler haline dönüştüğü (Bagdikian, 1993; Schiller, 1989; Erdoğan, 1995, Garnham, 1994), mülkiyet yapısının ve profesyonel pratiklerinin büyük sermaye ve uluslararası işbirliğine doğru farklılaştığı, teknoloji, örgüt ve program transferinin Amerikan egemenliğindeki uluslararası şirketlerin egemenliğinde olduğu görülür. Teknoloji ve program üretimi ve dağıtımı ve profesyonel ideolojiler bakımında Türkiye’de oturan sermayenin uluslararası iletişim pazarındaki konumu bağımlılık ve taklit kavramlarıyla özetlenebilir. Bu durum elbette, sadece Türkiyeye özgü değildir. Avrupa dahil bütün dünya 1980’lerde Amerikan gerçeğinin "özelleştirme ve Deregulasyon" saldırısıyla karşılaştı; 1990'lara gelindiğinde, iletişimde Avrupa ve Türkiyedeki iletişim gerçeği Amerikan tipi iletişim düzeninin yapısal olarak özelleştirdiği ve profesyonel program pratikleri ve ideolojileri açısından küreselleştirdiği bir gerçek oldu. Smythe (1977), Türkiye gibi ülkeleri, bu saldırı ve değişimde Avrupa'dan sonraya bırakmıştı; Gerçi Türkiye'de oluşum Avrupa’dakiyle beş altı yıl gibi kısa bir zaman farkıyla oldu, fakat diğer "az gelişmiş" ülkelerde, bu oluşum 1990'ların egemen gündeminin bir parçasıdır.
2000 yılında dünya, Amerikan kültürünün, özelleştirme ve deregülasyonla getirilen örgütlenme biçiminin egemenliği altına girmeye devam etmektedir. Bunun yanında, teknolojik ve ekonomik kontrol ve sermaye artık Amerikan olmaktan çıkmış ve Avrupa ve Japon dev sermayeleriyle pazarları paylaşmak zorunda kalmıştır. Sadece pazarları paylaşmamakta, medya ve iletişim ürün (programlar, filmler vb.) pazarı dışında, teknolojik ürün (araç) pazarlarını kaptırmaktadır. Fakat bu değişim, emperyalizmin temel karakterinde veya sermayenin karakterinde olan bir değişim değildir: Sermaye sahiplik anlamında ulusallıktan çıkmaktadır; fakat aynı zamanda, sermaye baskıcılığını ve politikalarını gerçekleştirme ve sürdürme aracı olarak, ulusal birimlerin siyasal ve askeri güçlerini kullanmaya devam etmektedir.
Dallas Smythe'in belirtiği gibi (1986) kitle iletişim araçları tekelci kapitalist sistemin bir buluşudur. Bu araçların amacı bütün nüfus ve öteki örgütlerin önderliği için sorunlar, değerler ve politikalar "gündemini" oluşturmaktır. Bu araçlar aynı zamanda ıizleyicileri kitle halinde üretirler ve reklamcılara satarlar. Bu izleyiciler kendilerine kitle halinde üretilmiş tüketim malları ve hizmetlerinin pazarlamasında çalışırlar ve pazarlamasında tüketilirler. Bunu P. Baran ve P. Sweezy "sivil satış çabası" diye adlandırır: İzleyicilerin üretimi, tüketimi ve çalışması (emeği) olmaksızın, tüketici mal ve hizmetlerinin kitle halinde üretimi ve büyümesi olanaksızdır.
Kapitalizmin son yüzyılda bu değişiminin ana etkisi ileti imajlar dünyası (=iletişimin soyut simgeleri ve fiziksel malların üretimi) ve bütün nüfus tarafından anlaşılan "gerçek dünyanın" doğası arasındaki farkı silmek veya bulanıklaştırmak yönelimidir. Ulusal ve dünya çapında halk ve sermaye arasındaki ana çelişki, bir taraftan sermayenin kendi güç konumunu ileti imajların etkisiyle korumak ve genişletmek yeteneğini, öte yandan kendi yaşam koşullarını denetlemek için mücadele eden halkın direnişi ve kişisel girişimleri arasındadır. İletişim, iletinin veya aracın iletişimin ana yanı olmasından uzak, halk ile başlar, halk ile biter. Halk ve ileti imajın kitle halinde üretimin arasındaki mücadelenin her an yapıldığı mücadele sitesi halkın "izleyici" yapıldığı üretim ve ilişki yeridir. Kitle halinde üretilen izleyici yaratmakla, tekelci kapitalizm sadece kendinin en başta gelen, başrolü oynayan kahramanını (ve gündem hazırlayıcısını) değil, fakat kendinin ana düşmanını, örgütlenmiş emeği bu rolden alarak üretir.
İletişimle dünya sahnesinde şiddetlenen mücadeleler arasında nasıl bir ilişki olduğu, gerçek anlamda, her siyasal ekonomik sistem enformasyonun kullanımını denetleme gücüne dayanır. Gelişmiş sanayi toplumları radyoyu kullanarak elektronik iletişimin geliştirme avantajına sahip oldular. Bu kullanış kapitalist siyasal ekonomik sistemin vazgeçilmez temeli oldu. Elektronik iletişimin, öteki kaynaklarla kullanılışı açısından, kapitalist "merkez" ile üçüncü dünya ve sosyalist ülkeler arasındaki ilişkiler dengesizdir. Tekelci kapitalizmin çelişkileri yoğunlaştıkça, bu sistemin en zayıf yanının aslında bu sistemin gücünün en çok dayandığı yan olduğu ortaya çıkar; bu iletişimdir.
Türkiyedeki özel televizyon sisteminin biçimlenişi, Amerikan ticari tarzının kötü bir kopyasıdır; Teknolojik yapıda Amerika, Avrupa ve Japonyanın teknolojik ürünleri egemendir. Televizyonun profesyonel kültürü batı tipinin en sömürgen seviyedeki biçimidir. Programlara (örneğin her tür eğlence programlarına) taklitle yansıyan sömürgen profesyonel ideolojiler, özellikle Çarkıfelek gibi Amerikan yapıları veya onların ucuz kopyalarıdır. Dolayısıyla, Türkiye’deki özel televizyonlar hem teknoloji, hem yapı, hem program, hem profesyonel pratikler ve ideolojiler bakımından yeni-sömürge bir genel yapının bütünleşik örneği durumundadır.
İLETİŞİM VE KÜLTÜR EMPERYALİZMİ
2000 yılında dünya ülkelerinde, iletişim teknolojileri ve örgütlü faaliyetlerinde, devletle halk, uluslararası, ulusal ve yerel ekonomik ve siyasal güçler, üreticiler ve tüketiciler, sosyal plancılar ve yöneticiler arasında yeni gelişme ve değişmeler sürmektedir. Ulusal politikalarla devletler uluslararası firmaların sözcülüğünü kalkınma ve iş yaratma adı altında yapmaya devam etmektedir. Enflasyonun, işsizliğin ve ekonomik sıkıntıların artarak yaşanması yanında, eğlence endüstrileri, müzikli ve televizyonlu birahanelerle, Migroslar ve Real’lerle, Internet Cafe’lerle daha da yaygınlaşıyor. Teknolojinin kendisi ve iletişim ürünleri kendi yapılarının ideoloji ve kültürünü yaymaya devam ediyor.
Kültür satışında olanlar ve kimliğini tümüyle batıyla veya post-modern durumun global kimliğiyle tanımlayanlar için elbette kültür emperyalizmi yoktur ve kavram çok rahatsız edicidir. Onun yerine karşılıklı bağımlılık, çağdaşlaşma, post-modernleşme vb vardır. Bu tür kimliğe sahip olmayan, kendini beğenmeyerek ve kendi kimliğinden utanarak kimlik krizinde kimlik aramayanlar için, kültür emperyalizmi içmek için seçtiğimiz kola denilen sıkıştırılmış havalı şekerli sudan, yediğimiz McDonalds’dan, giydiğimiz blue jeans’den, kullandığımız kavramlardan, tercih ettiğimiz televizyon programları ve filmlere kadar günlük yaşamımızın her anı ve her mekanında vardır. Kültür emperyalizmi ile, Herbert I. Schillerín belirttiği gibi, Türk toplumu kapitalist dünya sistemi içine çekilmektedir. Bu çekme, ülkelerin egemen tabakalarının cazibeyle, zorla ve bazen rüşvetle, kendi ülkelerinin sosyal kurumlarını egemen sisteme (özellikle Amerikan ticari sistemine) uygun bir şekilde biçimlendirmesi ve hatta sistemin egemen merkezinin değerleri ve yapılarının teşvik etmesiyle olmaktadır. Televizyon bu teşvikte en etken rol oynayan bir yapıya sahiptir. İletişimde kültürel emperyalizm, genel emperyalist sistemin bir alt setidir. Kendi başına özgür bir karaktere sahip değildir. Kültürel ve ekonomik alanlar birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde beraberdir. Gelişmiş şirket ekonomisinde iletişim-kültürel parça endüstrisel finans sektörlerinin ekonomik amaçlarını destekler (örneğin, tüketici toplumun yaratılması ve geliştirilmesi gibi). Kültürel üretim, otomobil üretiminden aşağı kalmayacak kadar, kendi siyasal ekonomisine sahiptir. Sonuçta, kültürel çıktı (ürün) olarak nitelenen her şey aynı zamanda ideolojiktir ve sistemin çıkarına hizmettir (Schiller,1991). Schiller’e göre (1993) emperyalizm halkın ve kaynakların sömürücü kontrolü olarak, canlı ve sıhhattedir. Aynı zamanda, emperyalizme karşıtlık ve direniş de şimdi 19. yüzyılın sonundakinden çok daha yoğundur. Baskı altında susturulmuşluk ve sessizlik son bulmuşluk demek değildir.
BAĞIMLILIK, ÜRÜN VE PROFESYONEL PRATİKLER
İletişim teknolojisinin ortaya koyduğu en önemli ürün iletişimin iletileni, gözle görüleni, kulakla duyulanıdır. Bu ürünler medya teknolojisinin özelliğine göre çeşitli araçlarla taşınarak, çeşitli araçlardan geçerek, çeşitli biçimlerde gelir. Program akımının iki ana yanı vardır: Birincisi ideolojik ve kültürel ve ikincisi de ticaridir. İdeolojik yan ticari yanı desteklemek, tüketicileri pazara alıştırmak ve bütünleştirmek için görev görür. Birinci yan bakımından, Amerikan kitle ideolojisi, kültür ve yaşam tarzı dünyada rakipsiz egemenliğe sahiptir. Dünya bu bakımdan 24 saat sürekli bombardıman edilmektedir. Bu da ne kendiliğinden ne de bu tarzın gerçek üstünlüğünden esinlenir. Tarzın sürekli olarak tekrarlanmasından, yüceltilmesinden ve yeknesaklıktan öte çoğulcu renkli ve umut verici bir görünüm içinde sunumundan; alternatifleri ortadan kaldıran pazar gücünden; ve insanlara fiziksel ve duygusal heyecan ve fanteziye kaçışla doyumu getiren eğlence özelliğinden dolayıdır. İkinci, yani ticari yanda, dünya pazarlarında Amerikan egemenliği gerileyen bir şekilde sürmektedir. Bu egemenlik altında kendi etki alanlarını genişletmeye çalışan Japonya ve Avrupa kapitalistlerini ve bu egemenlik tarzını kopya ederek kendi yakın çevresinde iş yapan diğer ülkelerin kapitalistlerini görürüz.
Türkiye televizyonlarında yaygın olan sinema filmleri, kadınların izlediği pembe diziler, polis ve macera dizileri, ve diğer programlar ya dışarıdan satın alınmıştır ya da yerli taklitlerdir. Taklitle dışarıdan alınanın ideolojik ve kültürel çerçevesi benimsenmekte ve “yerli” dili kullandığı ve konuları işlediği halde yerli olma özelliği ortadan kalkmaktadır. Yerli olan canlı spor yayınları boş vakit geçirmenin kolonileştirilmesi ve bu kolonileştirme sürecinde, sporcuların giysileriyle, saha içindeki ve televizyondaki reklamlarla mal ve dünya görüşünün satışını yapar. Çocuk programları ve filmleri alanında özel televizyonlarda büyük çoğunlukla Amerikan ve özellikle Walt Disney ürünlerine ne ticari ne ideolojik yönden dünyada ve Türkiyede bir rakip yoktur. Müzik, ithal edilen Amerikan "hayranlığının" belki de ilk ürünüdür ve Türkiye’deki özel televizyonlar (özellikle müzik kanalları) bu transferi geregince yapmaktadırlar.
Günlük iletişim faaliyetlerini idealleştiren değerler sistemi, medya profesyonelliği, profesyonel ideoloji ve iletişim politikaları dışa bağımlılığın kurulması ve yayılmasının başarı koşuludur. İletişim profesyonelliği, teknolojik araç ve ürün transferine paralel olarak ithal edilmiş bir ideolojidir. Kültürel bağımlılığın en önemli parçalarından biridir. Burada, genel Amerikan ideolojisinin ve medyayı içeren özel ideolojik değer yargılarının egemenliğinin dünyaya yayıldığını görürüz.
EGEMENLİĞE ALTERNATİFLER
Teknolojik bağımlılığa alternatif “kendi teknolojini kendin üret” biçIminde özetlenebilir. Bu olasılık, günümüzün kapitalist pazardaki ekonomik, siyasal ve askeri egemenlik koşulunda, ancak montaj endüstrisi kurmaya kadar gelebilmiştir.
İletişim ürünü (programlar) bağımlılığına alternatif ise “kendi programını kendin yap” politikasıdır. Bu olasılık vardır, fakat yerli program üretimi sadece yerli sermayenin,çoğunlukla uluslarasılarla işbirliğiyle, palazlanmasını sağlamaktadır. Yerli üretim ya kültürel bağımlılığı desteklemekte ya da aynı bağımlılığı kopyalayan ve kişıler arası ilişkilerde bile düşüncesizce/mankafaca tüketimi teşvik eden biçimlendirmeler sunmaktadır.
Ticari özel televizyona alternatif hem uluslararası seviyede bağımsızlık arayışları içinde geliştirilmeye çalışılmış hem de kapitalist sistemin kendi içinden çıkmıştır. Bu yönde pratik cevaplar aranmış, alternatif medya kuruluşları ortaya çıkartılmıştır.
Televizyon program akışı ve kültürel hegemonyaya karşı pratik çözüm arayışları özellikle 1970’lerde UNESCO bünyesinde gelişip yayılmıştır. Fakat UNESCO’nun girişimleri ve alınan tedbirler 1980’in sonunda Amerikanın UNESCO üzerindeki egemenliğini yeniden elde etmesi ve özelleştirme ve neo-liberalizmin dünyada hızlandırılmasıyla birlikte cidi bir oranda geriledi. UNESCO'da ve diğer girişimlerdeki başarısızlığın en önde gelen nedeni üçüncü dünya ülkelerini temsil edenlerin temsil ettikleri güç yapılarının dünya kapitalist pazarına olan bağımlılıkları ve bu pazardaki çıkarlarıdır. Dünya ekonomik düzeninin değişimi sadece ileri kapitalist ülkelerin pazar politikalarında ve ilişkilerinde değişiklikle gerçekleşemez (ki zaten böyle bir değişiklik gönüllü olarak vazgeçme ile değil, egemenlik mücadelesinin bir sonucu olarak gerçekleşebilir). Aynı zamanda, bağımlılık, iç sömürü ve emperyalist ilişkilerin egemen olduğu üçüncü dünya toplumlarının sosyo-ekonomik ve siyasal yapılarında da değişiklik zorunludur (ki bu da ancak sınıf mücadelelerinin belirlediği egemenlik durumuna bağlıdır).
Bütün dünyada özellikle 1980’lerde artan bir şekilde kamu hizmeti televizyon örgutlenmesi ciddi özelleştirme ve deregulasyon saldırısına uğramaya başladı. Avrupa’da Italya zaten 1970’in sonlarında özel televizyon ve Amerikan tipi programlar bolluğuyla dolup taşıyordu. Amerikan televizyon programlarının dünyadaki egemenliğine karşı ciddi hoşnutsuzluklar Avrupa Birliğinden gelmeye başladı. Fakat Avrupalılar kendi kültürlerini Amerikan ticari kültürel saldırısına karşı ne program transferi ne de taklit konusunda başarılı bir şekilde koruyabildi. Onun yerine, Avrupada iletişim alanında devleşen özel teşebbüs şirketleri çıktı (Erdoğan, 1995; Mattelart,1987; Meyer, 1988; Modelski, 1979; Boyd-Barret, 1994).
Kapitalist sistemin Amerika’da kendi içinden ticari medyaya karşı alternatifler üretildi ve geliştirildi. Başlangıç kamu yayıncılığıyla oldu. Kamu yayıncılığı şebekeye doğru gelişti ve Kamu yayını sistemi (Public Broadcasting System;PBS) olarak devam etmektedir. PBS sistemi TRT gibi yapılanmamıştır; devletin ve siyasal partilerin tamamiyle konrolu dışındadır. Bu televizyon (en azından benim bildiğin New York Kanal 13), Front Line ve çocuk programları gibi oldukça değerli programlar yanında, Ingiliz kaynaklı “yüksek kültür” sanat ürünlerini ve klasikleri sunarak elitist bir karakteri de taşımaktadır. PBS’i sonradan halkın kullanımına açık televizyon (public access television) takip etti. Kablo yayınıyla, kabloya da uygulandı. Fakat hiçbir alternatif televizyon popüler sömürü medyasının gücünü elde edemedi.
Egemen kapitalist pazarda anlamlı alternatifin çıkabilmesi ve tutunabilmesi en azından iki temel koşula bağlıdır. Birincisi sermaye ve bu sermayenin televizyon girişiminde yaşama olasılığıdır. İkincisi bu sermayenin alternatif televizyon programları üretme olanaklarını kullanabilmesine izin veren bir yasal, ticari ve kültürel ortamın ve ciddi kamu politikalarının olması gerekir. Türkiye’de alternatif sermaye olasılığı (örneğin din sömürüsü yapan sermayenin televizyon yayınlarında olduğu gibi) vardır. Fakat özellikle, bu sermayenin ideolojik yönelimini ve program politikasını destekleyen günlük veya periodik finans desteğinin olması gerekmektedir. Bunun için de sermaye çevrelerinin yeterince reklamsız desteği gerekir. Bunun olma olasılığı ise kapitalist pazarda azdır. Bu olsa bile (örneğin dini sermayenin kendi televizyonunu desteklemesinde olduğu gibi), yasal ve egemen kültürel yapı alternatifin gelişmesine ancak egemen pazar ideolojisine uyum durumunda izin verebilir.
O zaman geriye sadece iki seçenek kalmaktadır. Birincisi özerk kamu televizyonu kurulmasıdır. Bu da ancak TRT’nin özerkleştirilmesi, kendi finans gereksinimini kendi tayin etmesi ve devletten, siyasal partilerin ve diğer çıkar gruplarının itirazlarına boyun eğmeden, finansını sağlaması ile gerçekleşme olasılığına sahip olabilir. Ayrıca, TRT’nin devlet ideolojisinin kaba propagandasını yapan araç biçiminden çıkartılıp, “devletin çikarıyla tanımlanmayan kamu çıkarını” temel alan bir yayın politikası güden bir biçime dönüştürülmesiyle gerçekleşebilir. Devletin herhangi bir kurumu (Ordu Saati, Polisinizi Sevin, MİT ve Görevimiz Tehlike gibi) program yapacaksa, kendisi yapabilir. Toplumda kendi görüş ve çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışan diğer insanlar ve gruplara nefes alma alanı tanımayarak, onları kızlık muayenesine tabi tutması için, o toplumda buna yatkın bir egemen kültürel ve ahlak yapısının olması gerekir.
Bu yapının ve aynı zamanda ekonomik soygunların, trilyonluk hırsızlıkların ve Mafya ilişkilerinin olduğu bir ortamda, TRT’yi yasal olarak özerkleştirme olasılığı vardır, fakat bu yeterli değildir. Sahipliğin devletin ve siyasal partilerin konroluna izin vermeyecek, siyasal ve ekonomik çıkarlara hizmet etmeyecek, hiç değilse burjuva ideolojisinin çok seslilik ve serbestlik ilkesini gerçekleştirebilecek bir şekilde yeniden yapılandırılması gerekir. Bu tür yapılandırma ve program politikası değişimi olasılığı Türkiye’nin siyasal ve ekonomik kültürel yapısında oldukça azdır. Bu nedenle, TRT’nin Amerikadaki “Public television” veya daha güçlü olarak BBC gibi olabilme olasılığı şimdilik pek yoktur.
İkinci seçenek Amerika’da uygulanan halkın kullanımına açık sistemdir (public access television). Bu yolla Amerika’da hem farklı ideolojik görüşteki insanlar ve gruplar kendi düsüncelerini özellikle yerel yayın yapan televizyonlarla duyurma olasılığına kavuştular, hem de yeni-sömürge devletler Amerikadaki ajanları ve aktif destekcileri yoluyla Amerika’da yaşayan vatandaşlarına propagandalarını yapma olasılığını elde ettiler. Bu televizyonlar ulusal televizyonların kapsamı ve seyirci potansiyeline sahip değildirler. Fakat şebekeler kurarak ve program paylaşımıyla güçlenme potansiyeline sahiptirler; ve hatta satelite şebekeler kurabilirler. Halkın kullanımı (public access) için yasal biçimlenme ve bunun uygulama olasılıklarının sağlanması gerekir. Elbette Türkiye gibi yasaların güçlü tarafından kullanıldığı ve gerektiğinde çiğnendiği, gerektiğinde yok sayıldığı; iç mekanda sigara içme yasağının uygulamasının bile sigara içenler tarafından edepsizce engellendiği bir egemen kültürde, bunun olasılığı da azdır. Siyasal politikalar ekonomik pazarın dışında, onun üzerinde ve ona ragmen yapılmamaktadır.
Gene de, böyle bir sistemin olasılığı göz ardı edilmemelidir. “Public access” televizyon kanallarının kurulması, bunun için gerekli yasal değişikliklerin yapılması gerekir. Bu televizyon sistemi devlet tarafından özel televizyonlardan alınan frekans kullanım kirası ve diğer vergilerden elde edilen gelirle desteklenebilir. Kamu kurumları ve özel şirketlerin bu kanalları kamu servisine yardım çerçevesi içinde desteklemeleri için teşvikler getirilebilir. Sistemin yaygınlaşması ve güçlenmesi için, iletişim fakültelerinin ve çıkar gözetmeyen kuruluşların (örneğin, Halkevlerinin, sendikaların, çevre koruma derneklerinin, Atatürkçü düşünce derneklerinin) programlar yapmaları ve yaptırmaları, ve bunların dağıtımı ve paylaşımı için şebekeler kurulması gerekir. Elbette sorun gene program yapımı ve dağıtımı için okulların, kurumların, derneklerin vb. gerekli parayı nasıl sağayacaklarıdır. Sendikalar program üretim ve dağıtım birimleri kurabilirler (elbette böylece bazılarının cebine giren haksız paradan biraz kesmek gerekecektir). Sol adına solu sömüren kitap ve basım evleri katkıda bulunabilir. Sanatkarlar ve sporcular kitlelerden aldıklarının bir kısmını bu tür destek için ayırabilirler. Destek medya profesyonellerinden, doktorlardan, hukukculardan ve üniversite öğretim üyelerinden de gelebilir.
“Public access” televizyon kamusal alan yaklaşımıyla gerekçelendirilmekte ve savunulmaktadır (Aufderheide, 1992; Garnham, 1990; Sholle, 1995). Bazıları bunu Avrupa sosyal haklar geleneğine bağlayarak demokratik vatandaşlığın bütünleşik bir parçası olarak ileri sürmektedir (Murdock and Golding 1989, 182-183).
Dığer bir seçenek, Amerika’daki kamu yayını (Public Broadcasting) türü bir sistemin kurulmasıdır. Bu sistem ya TRT’nin yanında kurulabilir ya da TRT yasal olarak ortadan kaldırılıp, herşeyinin Amerikan tipi kamu yayıncılığı biçiminde şekillendirilmesi için yeniden tahsisi ile gerçekleştirilebilir. Elbette buradaki “kamu yararı” TRT’ninki gibi devlet ideolojisiyle tanımlanan bir çerçeveye oturtulmaz. Bu sistem izleyicilerden aldığı bağışlar ve bu bagışların tutarı veya iki misli kadar devlet tarafından sağlananan destek ile özerk yayın yapabilir. Bu yeni kamu yayın sistemi şebekeler yoluyla Türkiye çapında bir yayın alanına sahip olabilir (eğer TRT’nin olanaklarını devralırsa, zaten sahiptir). Yeni televizyon teknolojilerinin ve kablo televizyon yayınlarıyla ilgili olanakların, “kamu yararına yayın ilkesi” çerçevesinde, kamunun kullanımı için sağlanması da gerekir.
Kapitalist siyasal, kültürel, sosyal, iletişim pazarı meli malılar ile (normatif kurallarla), formalist ve humanist idealismlerle yürümemektedir. Alternatif televizyon veya yayın konusu, ekonomik ve siyasal politikalar, kültürel gelenekler ve yapılar, egemenlik ve mücadele durumuyla ilgili ve onların biçımlendirdiği bir konudur. Diğer bir deyimle, alternatif televizyon sistemi, kamu yayınının biçimlenmesi, teorilerin ve düşüncelerin değil toplum tarihinin, üretim biçimi ve ilişkilerinin bir ürünüdür (Garnham, 1994; Hamada 1997:37).
Email utopya@bilimutopya.com.tr
Ayrıntılı tartışma için Kayaklar
Alvarez, Sally. (1996). Do You Have a Labor Program on Your Community Channel? Community Media Review, 19(2), 7, 27-28.
Arévalo, Roberto (1995, July 20). Behind the Scenes: Mirror Project Director Reflects on his Latest Endeavor. Somerville Journal.
Arévalo, Roberto. Director, The Mirror Project, Somerville, Massachusetts. Telephone interview, August 25, 1995.
Aufderheide, Patricia. (1992, Winter). Cable Television and the Public Interest. Journal of Communication, 42(1), 52-65.
Bagdikian, B. (1993) Media Monopoly. Boston: Beacon press. (4th ed.)
BBC (1992) Extending Choice: The BBC's role in the new broadcasting age London, BBC
BBC (1996) Extending Choice in the Digital Age London, BBC
Chomsky, Noam (1997) Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda. New York: Seven Stories Press.
Committee for Labor Access. (1996) Grant proposal, Chicago, Illinois.
Curran, J. and M. Gurevitch (1992). (ed). Mass Media and Society. NY: Edward Arnold.
Deep Dish TV Network Directory: A Networking Tool and Resource Guide for Producers, Programmers and Activists. (1988). Deep Dish Television Network, New York.
Denver Area Educational Telecommunications Consortium, Inc. v. Federal Communications Commission, (1996) 135 L Ed 2d 888.
Downing, John. (1984). Radical Media: The Political Experience of Alternative Communication. United Kingdom: South End Press.
Duncan, Larry. (1996). Labor Television Beyond the Beltway. Community Media Review, 19(2), 13, 22-24.
Erdoğan, I. (1995). Uluslararası iletişim. İstanbul: Kaynak Yayınları.
Erdoğan, I. (2000). Kapitalizm, Modernleşme, Post modernism ve iletişim. Ankara: Erk.
Federal Communications Commission v. Midwest Video Corporation, (1979) 440 U.S. 689.
Garnham, Nicholas (1994) 'The Broadcasting Market and the Future of the BBC' p11-19 in The Political Quarterly Vol 65 No 1 January-March 1994 Oxford, Blackwell
Garnham, Nicholas. (1990). Capitalism and Communication: Global Culture and the Economics of Information. Newbury Park, CA: Sage Publications.
Golding, P. & G. Murdock (1992). “Culture, communication and political economy”. in Golding, P. & M. Gurevitch (ed) Mass Media and Society. NY.
Hamada, Junichi (1997) 'Advanced "Public" and Public Broadcasting: Toward a Theory of "Public Subjectivity"in Broadcasting' p37-53 in Studies of Broadcasting no 33 Tokyo, NHK Broadcasting Culture Research Institute.
Kellner, Douglas. (1990). Television and the Crisis of Democracy. San Francisco, CA: Westview Press.
Laclau, Ernesto & Mouffe, Chantal. (1985). Hegemony and Socialist Strategy. New York: Verso.
Liakos, Gregory. (1992, December 17). Reflecting Youth: SCAT's Mirror Project Looks at Teen Experiences. Somerville Journal..
Lopez, Cynthia. Program Director, Deep Dish Television Network, New York. Telephone interview, August, 1995.
Marcus, Daniel. (1991). Tales from the Tiger Den: A History of our Deconstruction. In D. Marcus (Ed.), ROAR! The Paper Tiger Television Guide to Media Activism. (pp. 31-32) New York: The Paper Tiger Television Collective.
Murdock, Graham & Golding, Peter. (1989, Summer). Information Poverty and Political Inequality: Citizenship in the Age of Privatized Communications. Journal of Communication, 39(3), 180-195.
Schiller, Herbert I. (1989) Culture Inc.--The Corporate Takeover of Public Expression. New York: Oxford University Press.
Schiller, Herbert I. (1991). Not yet the post-imperialist era. Critical Studies in Mass Communication. 8, (1, March), 13-28.
Schiller, Herbert I. (1996) Information Inequality--The Deepening Social Crisis in America. New York: Routledge
Sholle, David. (1995). Access Through Activism: Extending the Ideas of Negt and Kluge to American Alternative Media Practices. Paper distributed at the 45th Annual Conference of the International Communication Association, Albuquerque, New Mexico.
Smythe, D. W. (1977). Communications: Blindspot of Western Marxism. Canadian Journal of Political and social theory. Vol. 1 (3), pp. 1-27.
Smythe, D. W. (1986). “Culture, Communication Technology and Canadian Policy”. Canadian Journal of Communication, (12) 2, pp. 1-20.
Sparks, Colin (1995) 'The Future of Public Service Broadcasting in Britain' in Critical Studies in Mass Communication 12 (1995) p325-341
St.Louis, Anderson. (Producer & Director). (1993/4). Living Large [Video] Somerville, MA: The Mirror Project.
U.S. Congress. (1992, October 5). Cable Television Consumer Protection and Competition Act of 1992, Public Law 102-385 [S. 12], 106 stat. 1460-1503.