CİLALI BAŞ DEVRİ 21. YÜZYILDA İNSANLIK:

MEDIA İMPERYALİZMİ [1]

SERBEST AKIM DOKTRİNİ VE POLİTİKASI

MODERNLEŞME DOKTRİNİ VE POLİTİKASI

irfan erdogan
Uluslararası İletişim kitabımdan
Media imperyalizm kavramı konuya kültürden çok diğer faktörlere (ekonomik tabana, üretim ilişkileri, üretimin örgütlenmesi ve günlük işleyişine) eğilerek yaklaşır. Media imperyalizmi milletlerarası bir süreci ifade eder. Bu süreçte (a) media teknolojisi, bu teknolojinin yapısı, sahipliği, üretim ve dağıtımı, içeriği, (b) milli sistemler ve sistemler arası ilişkiler ve (c) bu ilişkiler biçiminin sürdürdüğü etki ve egemenlik düzeni öncelikle sözkonusudur. Media imperyalizmi media araç ve ürünlerinin (iletinin) üretimi , dağıtımı ve tüketimi ilişkilerinde belli güçlerin diğerleri üzerinde egemenliğidir. Milli ülkeler söz konusu olduğunda, medya imperyalizmi kendini bir ülkenin diğer bir ülkeyle media ilişkisinde dengeli bir alışverişin olduğu bir ilişki düzeni yerine, bir tarafın diğeri üzerinde etken egemenliği demektir.

Media imperyalizmi genel güç kaynaklarının dengesiz bir şekilde bölüşüldüğü bir dünya düzeninin neticesidir. Bu neticeyle birlikte, bu neticeyi destekleyen ve sürdüren, ticari ve siyasal stratejiler de gelir. Media imperyalizmi genel imperyalist dünya düzeninin entegral bir parçasıdır. Media imperyalizm kendiliğinden olan (örneğin turistlik) "kültürel dokunuşun" bir neticesi değildir. dokunuştan\kültürel alışverişten çok, bu dokunuşun yapısıyla ilgilidir.

Media imperyalizmi ilişkisinde egemenlik sağlayan taraf bu egemenliği ya (a) ticari ve siyasal strateji olarak ihraç eder, (b) ya da bu egemenliği kasıtsız bir şekilde veya farkında olmadan genel siyasal, ekonomik ve sosyal ilişkilerindeki egemen etkilerle yayar. Media imperyalizminde her iki durum da aynı anda geçerli olarak çalışır. Bazı yerlerde, örneğin 50,000 dolarlık bir programın veya bir milyonluk bir iletişim teknolojisi ürününün bedavaya denilecek bir fiyata satıldığı veya hibe edildiği veya yardım adı altında verildiği yerlerde, amaç kasıtlı egemenlik arayışıdır veya egemenliği güçlendirmedir.

Media imperyalizmi ilişkisinde egemenlik altında kalan taraf, bu durumu ya (a) ticari ve siyasal strateji olarak kalkınma, modernleşme adı altında bilinçli olarak ithal eder, (b) ya da ilişki sonucunda üzerindeki bu egemenlik etkenliğini yansıtmasız benimser. Burda hem ticari ve siyasi amaçlarla kasıtlı etki arayışı hem de girilen ilişki biçiminin getirdiği kaçınılmaz etkiyi görürüz. Bilinçli olarak yapılan girişimde, egemenlik altındaki imperyalist ilişkinin neticesine katılırken belli bir pay alır. Bilinçsiz girişim veya oluşum elde edilen imajlar ve umutlarla hareket edilerek yapılan ticari ve kültürel tüketimdir.

Egemenlik altında olanlar gerçekte çaresiz bir durumda değildir, etkiyi azaltabilmek için siyasal seçeneğe sahiptir. Bu da içte meşruluğu red edip, düzen değişikliği arayan mücadelelere yol açar. Gününüzün şartlarında, içte mücadele aynı zamanda imperyalizmle mücadele demektir. Kapitalist entellektüeller kitle iletişim imperyalizmi tezini "çürütürler." Bu "çürütmede" en çok öne sürülen gerekçe "seçenekte çoğulculuk" iddiasıdır. Örneğin Ogan (1988) Türkiye'de ve kalkınan ülkelerde VCR'ların (ev-videolarının) yaygınlşmasının medya imperyalizm tezinin yeniden düşünülmesine neden olduğunu ileri sürmektedir. Neden? Çünkü tüketicilerin seçme olanakları yayın yöneticileri ve sinema sahiplerinin seçip-sunduklarının ötesine gitmiş. Türkiye'de Video korsanlığı nedeniyle, video satışları düşmüş. Amerikan Film Cemiyeti heryıl 750 milyon doların milletlerarası video korsanlığı yüzünden kaybettiklerini belirtmiş. Bu da "Amerikan egemenliğinin ve imperyalizminin olmadığının bir işaretiymiş.

Bir kere VCR türkiye gibi ülkelerde sadece şehirlerde ve belli çevrelerde vardır, ve pahalı olması nedeniyle yaygın değildir. İkincisi Amerikan Film Cemiyetinin şikayetinin anlamı şudur: O 750 milyon dolar bizimdi, korsanlar haksız olarak ceplerine indirdiler!. Bunun anlamı korsanlık sayesinde imperyalizmin son bulduğu asla değildir. Bunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok: VCR denen alete bak şöyle: Bir makine. Kabloyla Tv'ye bağlı. Makinenin içine bir teyp\kaset sokuyorsun. Teypte film var. Bu TV'yi sen üretmiyorsun (Panasonic, Sony, Hitachi falan Üretiyor, sen üretiyorum diye böbürlensen bile montajçılık üretmek değildir). VCR makinesi de Alman veya Japon. Makineyi TV'ye bağlayan kablo bile senin değil (Senin olanlar azıcık ısındı mi yangın çıkarır). Kaseti de sen üretmiyorsun (ürettiklerin tercih edilmiyor, Maxel, Sony, Fuji gibiler tercih ediliyor). Kasetteki kayıtlı filmi de çoğunlukla Amerikalı üretmiştir. Sen kaseti tutmuş bir korsandan satın almışsın, işte bu nedenle imperyalizm ortadan kalkıyor! Lafa bak!. VCR ile millet seçim olanaklarına sahip olarak özgürlüğe kavuşuyor, bu da imperyalizm tezinin geçersizliğini gösteriyor. İyi bilimsel filim valla!. E. Katz ve benzerleri çıkıp "aktif seyirci var," bu nedenle imperyalizm yok diye bu çoğulculuğa bir nitelik daha ekliyorlar. Ben zavallı da evde, Tv'ye, VCR'a, Kasete, Radyo'ya, kablo'ya, Walt Disneye, serilere ve dizilere, ve de sabun operalarına ve sabuna bakıyorum: Evimi istila eden bu kitle kültürünün kitle iletişim araçlarının ve içeriklerinin hiçbiri Kayseri'den, Yozgat'tan, Hamsiköy'den, Ulubatlı'dan, Kızılırmaktan gelmiyor. Ardından kendime bakıyorum: Ayağımda Amerikan Nike ve blue Jean'i, karnında Pepsinin gazı, kulaklarımda Amerikan popüler müziği, gözlerimde sabun operasının yaşı, içimde popüler tüketimin özlemi... Ben neyim ve kimim? Ben kendimi ne sanırsam sanayım (milliyetçi, ülkücü, komünist, ruhçu, nuhcu, mıhçı), ben kitle kültürünün insanıyım. Benim belki de kitlelerden tek farkım kim ve ne olduğumun yeterince bilincinde olmamdır (Belkide öyle sanmamdır.) Ben, ne denli çırpınırsam ve şikayet edersem edeyim, gene de herkes gibi "modern teknolojilerin" her gün yoğurduğu ve yeniden yoğurduğu sosyal ürünüm. İmperyalizmin entellektüelleri, Katz ve benzerleri, imperyalizme durmadan kılıf geçirmekle meşgul oldukları için ne bunu anlayabilir ne de anlamaya yanaşır. Evdeyken evdeki iletişim araçlarına bak: hangisi senin doğduğun köyde üretilmiş ve hangisi senin doğduğun köyün zevklerini ve dertlerini anlatıyor? Hiçbiri! Evine şimdi yoksa, yakında VCR gelecek, kablo tv gelecek, kanal sayısı yüze çıkacak. Bu arada senin köyün yok olacak, sen duygusal bakımdan köyünden binlerce kilometre uzakta olacaksın. Bunu hissedemeyeceksin bile, çünkü çoğalan ve yaygınlaşan iletişim teknolojisi sana senin için alternatifler sunmaz, kendisi için, aynı ideolojik ve ticari çevrenin amaçlarını gerçekleştirmede yeni yollar sunar. Uzun lafın kısası, kanal çokluğu, alet çokluğu, ürün çeşitliliği ve çokluğu asla imperyalizmin olmadığını veya ortadan kalktığını kanıtlamaz. Tam aksine İmperyalizmin yaygınlığının bir ifadesidir.

Ürün çeşitliliği masalı: Bir gazete bayinin önünde dur ve yüzlerce çeşit gazete, dergi, mecmua, çocuk dergisi, müzik dergisi, kadın dergisi sergilemesine bir bak. Sadece kapaklarına bak. Ve kendine sor: Ekonomik ve kültür imperyalizmi var mı? Bu soruya yanlış cevap vermek için profesör Katz, Schramm, Sussman veya Şahin Mahin olman lazım. Olmadığın için de, doğru cevabı vermek için sadece kendi kendine namuslu olman yeter.

Türkiye'de film üretimi 1980'lerde sürekli düşmeye başladı. Bunu da bazıları video korsanlığına yormaktadırlar. Gerçekte yıllık film yapımı 1970'dekinin üçte birinden bile aşağı düştüyse, VCR bunun sadece nedenlerinden biri olabilir, tek nedeni asla değil. Ayrıca, bu durumun "iletişim imperyalizmi" tezini çürüttüğünü de iddia etmek gülünçtür. Korsanlık, yani başkasının malını baba malı gibi ticari amaçla kullanma, sadece kavram ve çıkar farkının ifadesidir. İmperyalistin malını kendisi veya kendisinin ortağı, veya "korsanlar" yaymış farketmez, çünkü bu imperyalizmin olmadığını anlatmaz, imperyalistlerin karlarına "korsanların ortak olduğunu" anlatır. VCR yoluyla dış-malların Türkiye'de yaygınlaşması, TRT'yi batırmak için girişimlerde korsan yayınlar yapılması, iletişim imperyalizminin olduğunu, ve zayıfladığını değil, tam aksine salyaları aka aka saldırısını artırdığını gösterir.

Birzamanlar bir profesör benim önüme çok kalın bir doktora tezi koyup, "bak biz de araştırma yapıyoruz" demişti. O zaman Araştırma metoduna çok meraklıydım. Lazarsfeld'in Pittsburgh'de metod üzerine dersine dışardan gidiyor ve vaktimin çoğunu kompütür odasında geçiriyordum. Önüme konan teze şöyle bir göz attım: Tezi yazan Ankara'nın bilmemne semtinde yaptığı araştırmayı bırak Türkiye'yi bütün Orta Doğu ülkelerine genelleştirerek empiricismin içine etmiş. Ogan (1993) benzer şekilde, iletişim imperyalizmi tezini çürütmek için yaptığı araştırmada Türkiye'yi temsil eden "örnek" olarak Kavaklıdere ve Kurtuluş semtlerini almış. Tez de şu: VCR'ın Türk halkına alternatif tercihler sunması ve imperyalizm tezini çürütmesi... Eğer olanakların el vermiyor da, Ankara'da Türkiye'yi temsil edecek örnekleme yapmak istiyorsan, hiç değilse, Profesör Nermin Abadan'ın ta 1960'ların ortasında ahlaklıca ve profesyonelce yaptığı örnekleme yolu gibi bir yolu seçmek gerek. Yok, bu yol da uzun, ben daha kestirmeden gitmek istiyorum dersen, hiç değilse, örneğini "nerde VCR var" diye VCR'ın varlığını bol bol temsil eden bir şekilde değil, "nereler gerçekte türk halkının çoğunluğunun yapısını temsil eder" diye sorarak, örneğin Dışkapı, Eski Ankara, Etlik, veya Ulucanlar gibi semtlere gidersin. Ogan Kavaklıdere ile Kurtuluşu "örnek" olarak alıyor. Kavaklıdere'yi seçmek hele araştırmanın geçerliliğini tümüyle yitirtir: Türkiye gibi ülkelerde kavaklıderede yaşayan sınıf nüfusun yarısını falan değil, sadece büyük azınlığını temsil eder. Elbette orda bir sürü video dükkanları olacak. Elbette ordaki insanlar büyük çoğunlukla yabancı film ve programların olduğu video'ları kiralayacaklar. Kavaklıdere video endüstrisinin kolayca müşteri bulacağı yerlerden biridir. Bu nedenle elbette çoğu Kavaklıdere gibi bölgelerde tezgahlarını kuracaklar, kale dibinde değil. Kurtuluş bölgesi işçi sınıfından çok, "durumları iyi" olanları temsil eder. Elbette Kurtuluşta kavaklıdereden çok az video dükkanı bulursun. Ogan Kavaklıdere'de Tv. programları stoklarının % 80'inin yabancı olduğunu belirtiyor. Bu oran Kurtuluşta % 50'ye düşüyor. (Eski Ankara bölgesine git, bakalım kaç VCR bulacaksın. Etlik'te VCR satan varsa, git bak. Ağla-inle, dua et, vur-kır-gebert filmlerinin egemenliğini görürsün. Vur-kır-gebert Amerikan Hollywood'unun taklitçiliğini ve ağla-inle de hem bizim film geleneğimizi ve hem de yeni-modern sabun-operası sabunlaması taklitini yaparak onları "Türkleştirir." Bunların yanında elbette, örneğin Türk siyasal güldürüsünün örnekleri vardır.)

Bağımlılık (ve kültürel imperyalizmin göstergesi) sadece "yabancı programları seyretme yoğunluğu ile seyredenlerin bu programları üretenlerin kültürel değerlerine yakınlığı" ilişkisi değildir. Bu konuyu çok dar bir çerçeve içine sokmadır. Yabancı ürün kullananlar bu ürünlerin kültürel anlayış ve değerlerine, bu malı kullanmayanlardan (kullanamayan değil) çok fazla bağımlı olduğunu belirtmek sadece gerçeğin bir bölümünü görmektir. Kullanış bağımlılığa çoğunlukla relatif bir yoğunluk getirir. Fakat bağımlılığın olması ille ki kullanmayı gerektirmez. Bağımlılık belli duygu, his, düşünce, anlayış, dünyayı görüş ve davranış biçimini içerir. Ticari satışın ve ideolojinin gücü, kullanamayanların, kullanan ve olanı görerek ve duyarak içinde beslediği kendinden-iyi-olan-başkası-olma özlemidir. Kapitalist sömürü, satış, reklam bu özlemleri gıdıklar. Bu birincisi. ikinci olarak, Örneğin "yerli film endüstrisini yardımla-destekleyerek, yabancı satışlardan elde edilenle beslenerek güçlenirse, yerli yapıma geçer, böylece kültürel imperyalizm ve ekonomik bağımlılık azalabilir" görüşü yanıltıcı bir yaklaşımdır. Çünkü kültürel ve ekonomik imperyalizmin sadece kendi atına kendi binerek kendisinin geldiğini söyleyen kim ki? Amerikalının dediği gibi bir kazı yolmanın bin türlü yolu vardır. Imperyalizm bin yolu da kullanır. Açıkça, uluslararası iletişim sömürünün örgütlenmesi tek bir boyut göstermez. Uluslararası firmanın direk yatırım yapması, direk sahipliği yanında, yerel özel ve kamu teşebbüsleriyle ortaklıklar, anlaşmalar ve çeşitli biçimdeki işbirlikleri vardır: Direk yatırım ve sahiplik, kamu örgütüyle ortak yatırım, yerel özel teşebbüsle hisseli girişim, yerel özel teşebbüsü paravana ve ajenta veya şube olarak kullanma, dikey-entegrasyonun alttaki bir dalı olma, yatay-zincirin bir parçası olma gibi... Bu biçimler önceki sayfalarda belirttiğim Amerikan örgütlenme biçimlerinin biri, birkaçı veya hepsinin uluslararası alana transferini içerir. Bu durumda, Örneğin türk film endüstrisi egemen imperyalist ilişki düzeninin içinde bu egemenliği yansıtacak bir şekilde yer alarak iş görür. Bu düzenin iş görme ve başarı biçimi ve içeriği, yerli yapımlarda da model olarak kullanılır. Bu nedenle 'yerli malı kullan" belki daha-çok-yerli ve daha-az yabancı sermayeyi zenginletir, fakat imperyalizmle mücadelede imperyalistlere hizmet eder. Bu nedenle, seçenek "yerli malı kullan" veya "imperyalistin malını kullanma" değil, olanın bilincine varma ve ona göre seçimler yapma ve ona göre anlamlandırmaya çalışmadır. Amerika'da, örneğin, insanlık durumunu doğru yansıtan ve insanca çareler arayan iletişim ürünleri az değildir. Fakat dünya pazarlarında bunlar büyük azınlığı temsil ederler ve görünmeyen bir köşeye itilmişlerdir. Birçok kişi türk kitle iletişiminde bu tür sunumları kesintisiz yapacak iç ve dış kaynaklar kolayca bulabilir, ve destekleyebilir. Bu da tabi büyük sermaye ister ve büyük sermayenin de ne tür sunumlar peşinde olduğunu her gün televizyonu açtığımızda görürüz.



SERBEST AKIM DOKTRİNİ VE POLİTİKASI[2].



Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında Fransız, Alman ve Ingiliz ajansları dünya pazarlarını aralarında paylaşmışlar ve yeni-gelenlere kapıları kapatmışlardı. Bu duruma karşı, Amerikan haber ajansları uzun süre kendisi için hareket özgürlüğü talep etti. Avrupa kapitalistlerinin egemenliklerine karşı şikayet etti. Bunu yaparken de, aynı zamanda, onların bir şubesi gibi çalışmak zorunda kaldı. 20'inci yüzyılın ortalarına doğru, Amerikan siyasal ve ekonomik egemenliği milletlerarası ticarette kaideleri saptamaya başladı: Serbest dünya ticareti, pazarlara serbest girme, ve malların ve informasyonun serbestçe akımı... Gerçekte bunun anlamı Amerikan firmalarının dünyayı istedikleri gibi soyması özgürlüğüydü. Bu doktrinle, dünyayı Amerikan firmaları, AP ve UPI için, güvenilir bir yer yapma amaçlanır.

Serbest akış doktrini nedir? Bu doktrine göre:

1. Informasyon "serbest pazar" kanunlarına göre devri deveran eder. Bizim derviş gibi. Böyle olunca, hiçbir ülkenin bu dolaşımı engellemeye, bu dolaşımı durdurmaya, bu dolaşımın önüne köstekler koymaya hakkı yoktur.

2. Bu ne demek? Milletlerarası ilişkilerde, milletlerarası hukukun milletlerin "bağımsızlığı" ve milletlerin "iç işlerine karışmama" ilkesini geçersiz kılmak demektir.

3. Doktrine göre, informasyonun milletler arasındaki devri\dolaşımı kişiler ve örgütler tarafından güvenceye alınmalıdır.

4. Devlet bu süreçte sadece subordinate bir rol oynar ve kitle iletişimi faaliyetleri için hiçbir yüküm altına girmez. Devletin işi ne bu faaliyetleri kontrol ne bu faaliyetlere girmedir.

5. Kapitalist medya her türlü yasal sorumluluktan, siyasal ve ahlaksal baskılardan serbest olmalıdır.

Bu doktrin Amerikan iletişiminin dünya egemenliğini meşrulaştıran bir formüldür.

Özellikle 1970'lerden beri UNESCO'da dünyada egemen olan milletlerarası informasyon akımının milletlerarası ilişkilerin gereksinmelerine ve yönelimlerine uymadığı savunulmuş ve Amerikan ve batının egemenliğine karşı değişiklikler önerilmiştir. Bu önerilerileri yapanların ileri sürdüğüne göre:

1. Milletlerarası information akımına geri bırakılmış ülkeler belli katkıda bulunurlar.

2. Fakat informasyon akımı gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere doğru tek yönlüdür. Dolayısıyla bunun dengeli bir hale getirilmesi gerekir.

Serbest akım düzenine karşı artan bu tür ve benzeri tepkilere karşı egemen güçler kendilerini savunmak zorunluluğu altında kaldılar. Bu amaçla çeşitli stratejiler uyguladılar:

Amerika (Ingiltere ile birlikte), serbest akım ilkelerine sıkı sıkıya sarılarak, savunmaya ve saldırıya geçti. İlk kullandığı da uluslararası iletişimde informasyonun "serbestçe, önüne engeller konmaksızın akması" politikasını ileri sürmek oldu. Bunda da şampiyonluğu Amerika yapar. Amerika egemenliğini korumak için informasyonun serbestçe akışı kuramı ardında gizlenir ve bu kuramı sürekli öne sürer. Aynı Amerika, Avrupa haber ajansları dünya pazarını bölüştüklerinde, pazarda yer bulamayınca pazara girmek için yırtınırken, Avrupalıların aynı iddiasıyla yüzyüze gelmişti. Bu durumdayken izledikleri politika ve şikayetler, kendileri pazara girip egemenlik elde ettikten sonra değişti.

Baskılara karşı çözüm olarak, Amerika "teknolojiyi daha fazla ve yaygın elde etme" çözümüyle geldi. Yani, modern iletişim araçlarına, televizyona, dergiye, gazeteye, radyoya sahiplik doğal olarak dengenin kurulmasını sağlayacaktı. Teknoloji bu şekilde "kurtarıcı olarak gösterildi. Bu da, sadece geleneksel iletişim imperyalizmini değil, aynı zamanda yeni computer şebekelerinin ve uydu yayın sistemlerinin milletlerarası alanda yaygınlaşmasını da olumlu bir ışıkta sundu. Gelişen ve yaygınlaşan teknolojiye sarılınması savunuldu ve savunulmaktadır. Amerika 1980'in sonunda, Birleşmiş Milletler'de egemenliği tekrar ele geçirdiğinde, ilk işlerinden biri Birleşmiş Milletlerin ve UNESCO'nun politikasını bu yönde biçimlendirmek oldu. Yeni İletişim Düzeni çabaları boğulduktan sonra, Birleşmiş Milletler politikası Amerikan politikası oldu: Sevgili Amerika ve gelişmiş ülkeler geri bırakılmışlara iletişim alt yapılarının ve kapasitelerinin gelişmesi için yardımda bulunacak... Bu tür yaklaşımla, milletlerarası iletişim akımı konusu tek bir konuya indirgenir: iletişim teknolojisi. Yani, iletişim teknolojisine sahiplik ve kullanma sorunu halledecek. Gerçekte, sorunun önemli bir parçası bu teknolojiye sahiplik ve kullanmadan gelmektedir. Amerikanın teknoloji transferi ve yardımı düzeni değiştirmez, tam aksine destekler. Zaten amaç da budur. Amerika'nın iddiasının aksine, teknolojinin varlığı otomatik olarak dengeli informasyon, informasyonu serbestçe elde etme, katılma ve eşitsel iletişimi garantilemez. Dünyadaki bugünkü durum bunun en açık ispatlayıcı göstergesidir. Bugünün egemen teknolojisi ve bu teknolojinin kullanılışı sadece kültürel egemenliğin etkililiği ve yaygınlaşması için bir enstrüman değil, aynı zamanda bu egemenliğin vücutlaştırılmasıdır. Bu teknolojinin kendisi ve kullanılışı sosyal ve kültürel iletişimin temel alt yapısını etkiler. Teknoloji beraberinde önceden kurulmuş\hazırlanmış\tesbit edilmiş örgütsel yapılar, süreçler, belli ilişki tarzları ve belli profesyonalizm getirir. Diğer bir deyimle, teknoloji o teknolojiyi tasavvur eden, kuran, design eden ve geliştirenlerin amaçlarının ve yapılarının bir ifadesidir. Bu teknolojinin yeni bir toplum ve şartlar yaratacağı ideolojik bir söylemdir. Teknoloji havadan düşmemiştir, sosyal bir yapımdır\inşadır ve kontrol eden güçlerin hizmetindedir.

Bir diğer tedbir de, örgütlü karşılığa karşı örgütlü karşılık oldu. Kapitalist ülkeler, aralarında toplanarak serbest akımı destekleyen bildiriler yayınladılar. Örneğin 1981 Tallories Bildirisi bu ülkelerin, yani informasyonu alan değil, yöneten ülkelerin fikrini yansıtan bir toplantının sonucudur. Bu bildiriyle, serbest akışa karşı her türlü engellemeye karşıtlıklarını belirttiler, hükümetlerin\devletlerin genel çıkarları kişinin çıkarları üzerinde tutup akışı kösteklemelerinin özgürlüğe ve demokrasiye aykırı olduğunu anlattılar, devletin kişi için var olduğunu, varlığının kişinin haklarını kısıtlamak değil, korumak olduğunu savundular, egemen sistemdeki egemen pratiklere karşı her türlü tedbirin ve değişikliğin karşısında olduklarını belirttiler. Bildiriye baktığında, özgürlük ve demokrasi ilkeleri konuşuyor havasıyla dolar heyecanlanırsın. Gerçekte, sunuşta kapitalist egemenliğin çıkarları genelleştirilerek herkesin çıkarları yapılmaktadır. En büyük oyun da "kişi, birey" sözüdür. Bildiride veya herhangibir kapitalist sunuşta "kişi" denildiğinde, bu kişi sen veya ben değiliz, kapitalist firmadır. Amerikan sisteminde, firmalar, tüzel kişiler olarak, özel kişilerin sahip olduğu haklara da sahiptir. Kişinin özgürlüğü dendiğinde, gerçekte firmanın hak ve özgürlükleri denmek istenir. Biz de, bunu bizim özgürlüklerimizi savunuyor sanırız. Ne zamandan beri tilki tavuk ilişkisinde, tilki tavuğu yememe hakkını ve özgürlüğünü savundu? Tam aksine, tilki herkesin yeme ve yenilme hakkına ve özgürlüğüne sahip olduğunu ve bunun doğasallığını ve evrenselliğini, ve bu hak ve özgürlüğün herkesin olduğunu ve kimsenin elinden alınmasının veya kısıtlanmasının doğru olmadığını savunur ki işi tıkırında gitsin. Tilkiyle işbirliğindekiler ve ne dendiğini anlayamayacak hale getirilmiş birçok tavuk da buna alkış tutar. Şak şak da şak şak!

Tabi uluslararası örgütler egemen güçlerin egemenliklerini uyguladığı bir başka yerdir. Bu örgütlerde uluslararası politikalar çatışır ve gerçek zaferi kazanan dünya düzeninin hakimleridir. Ufak tefek kayıplar ve yenilgiler bu düzenin de "demokratik" olduğu hissini destekler.

Burda bir diğer gerçeğe eğilmek gerekir: Dünya üzerinde her an büyük oranda iletişim akımı olmaktadır. Geri bırakılmış ülkelerden milletlerarası sermaye için gerekli haber ve informasyon, bilgi sürekli akar. Bu akış da tabi kitle iletişim araçlarıyla, özellikle televizyonla, olmaz. Kitle iletişimiyle olan akış egemenin politikasını test eden bir göstergedir. Bu akış politikaların biçimini düzenlemede yardımcı olur. Kitle iletişimiyle bu ülkelere akan bilgi, bu ülkelerdeki tüketiciler için, ideolojik ve tüketim bilgisi ötesinde, değersiz bilgi ve informasyondur. Fakat bu ülkelerden dışa akan bilgi ve informasyon büyük değere sahiptir: Kitle iletişimiyle toplanan ve dışa iletilen informasyon bile... Bu ülkelerde informasyonu toplayanlar ve profesyonel süreçten geçirenler büyük ölçüde batı sermayesinin ücretli ajanlarıdır. (Ajanı kötü veya iyi anlama değil, bir pratik biçimi anlamına kullanıyorum, casus anlamına falan asla değil.) Bu informasyon toplama ve yayma gündemi egemen profesyonel pratiklerle saptanır. Bu pratiklerle yapılan informasyon seçimleri bu ülkedeki iç pazar ve ideolojik gereksinmelere göre ölçülenir.

Serbest akımın gerçek anlamına yakından bakarsak, bugünkü durumda şu anlamlara geldiğini görürüz (Tabi herkeste aynı miğde ve aynı göz olmadığı için, bunun herkes tarafından aynı şekilde görüldüğünü iddia edemeyiz):

a) kapitalist değerlerin, anlayış ve düşünü tarzının kontrol ve engele karşılaşmadan iletimi.

b) Amerikanlaşmaya yol döşeme.

c) Alternatif rejimlerin destabilization'i (ki bunun doğu blokunu parçalamada büyük yardımı oldu. Şimdi, doğu blokunun halkı kapitalist gerçeğin ne olduğunu çok yakından, tecrübeleyerek, içlerinde hissetmeye başladılar. İşsizlik neymiş, evsizlik ve sokakta yaşama neymiş, açlık neymiş, sefillik neymiş tadıyorlar. Özellikle Doğu Avrupa ve beyaz Rus rejimlerinin insanları o eski güvenceli hayatı özlemeye başlamışlardır bile. Kapitalizmin sunduğu hayallerle ne ev döşenir, ne karın doyurulur, ne iş bulunur ve yaratılır, ne de hemencecik köşe dönülür. Neden? Çünkü bu hayalleri verenlerin, yayanların amacı kendi villalarını döşemek, karınlarını doyurmak, köşeyi birkaç keza daha dönmek içindir. Soyut hayallerin ve umutların kitleleri, özellikle böyle bir şeyi tecrübelememiş doğu blokunun insanları, hayallenen somutluğun kendileri için olmadığını kısa zamanda göreceklerdir. Bu da Almanya'da olduğu gibi milliyetçi faşizm olarak Türk azınlıkları falan suçlama ve onlara saldırma yönünde yöneltilecektir. Sorumlu\suçlu bulmak gerek. Sorumlu\suçlu olarak gösterilen de da daima bir diğer sefil gruptur.

d) Amerikan media transfer faaliyetlerini ve girişimlerini eleştirisiz bir şekilde kabullenmeye yol açma. Bugün Türkiyede yayın yapan televizyonlar (sakın türk televizyonu deme gafletine kapılmayalım!), kompütür softwareleri, yazıcılar, gazete bayilerini dolduran dergilerin serbestçe Türkiye'ye girmesi buna en güzel örnektir. e) Bizim gibi ülkelerin entellektüel ve kültürel bakımlardan bu ülkelere bağımlılığını destekler ve artırır.

f) Neo-koloniciliğin bağımlılığını güçlendirir.

g) Milletlerarası media ve diğer ticari firmaların iş görmesi ve ürünlerini ve ürünle gelen fikirlerini satabilmesi için yerler hazırlar.



MODERNLEŞME DOKTRİNİ VE POLİTİKASI

Kapitalist dünya, kültürel imperyalizm ve medya imperyalizmi tezlerine karşı, demokratikleşme, liberalleşme, iletişimin serbest akımı ve özgürlük sloganlarının yanında ve bu sloganlarla birlikte, modernleşme doktrini ve politikasıyla cevap verir. Uluslararası egemen iletişim düzeninin yapısı ve pratikleri, bu egemen sistemi tek yönlü, baskıcı, yok edici, sömürücü, saptayıcı, uyutucu olarak sunmaz. Onun yerine "halkla ilişkiler," reklam, ve propaganda teknikleriyle olduğundan farklı bir şekilde anlatır. Bu anlatım gerçekte güç ve güç ilişkilerinin biçimlendirdiği bu sistemin haklılığını ve meşruluğunu savunmadır. Bu savunmayla getirilen "dünyayı anlama ve yorumlama biçimi" sadece belli ilişkiler düzeninin çıkarının sembolsel ifadeleridir. Bu ifadelere göre:

(a). "Karşılıklı avantaj kanunu" her ülke için geçerlidir. Neden? Kapitalist sistem için geçerli olduğundan. Adam Smith (1776) tarafından öne atılıp geliştirilen bu kanuna göre, çeşitli ülkelerdeki varolan kaynaklara bağımlı olarak ekonomik faaliyetlerdeki yerel ve bölgesel uzmanlaşma mümkün olan en etken\verimli iş bölümüdür. Yani, elindeki teknoloji ve sahip olduğu kaynaklara göre, patates yetiştiren patates yetiştirir, nükleer silah yapan nükleer silah yapar, otomobil üreten otomobil üretir, Gaz yapan gaz yapar. Bu da doğal ve etken bir global işbölümüdür. Amerika, Avrupa ve Japonya televizyon ve kitle tüketim maddeleri üretir, az gelişmiş ülkelerin halkları bunları üretmede en ucuz iş gücü olarak kullanılır, sonra da bu mallar dünyaya sürülür. Bu en etken\verimli iş bölümüdür. Adam Smith'in takipçileri bu en etken\verimli lafında önemli bir gerçeği ya unutuyorlar ya da göz ardı ediyorlar: Kimin için etken\verimli? Tabi ki az ücretlerle ve ucuz hammaddeyle üretim yapan kapitalist sermaye için, çalışan için değil. Kapitalist için iyi olan herkes için iyidir? neden? Çünkü, örneğin kapitalist ucuza mal ederse, tüketici de ucuza alır. Bu doğru olsaydı, örneğin Coca cola, Pepsi Benzin ve meyva falan Türkiye'de Amerikadakinin iki misli fiata satılmazdı. Pazarda fiatın tayininde maloluşun oynadığı rol karını artırma girişimlerinin bir parçasıdır. En son hangi firma "hey millet, maliyetimizi düşürdük, satış fiatlarımızı da düşürüyoruz" diye reklam yaptı ve pazara geldi? Tabi kapitalist düşünü tarzı dünyaya baktığında sadece kendini gördüğünden, kendisi için iyi ve geçerli olanı dünya için iyi ve geçerli olarak ilan eder. Neticede kapitalist ekonominin kapitalist için geçerli olan gerçekleri herkes için de geçerli olur, ve de kazan kapağı bulur. Onlar ermiş muradına... Peki biz? Siz de "onlar ermiş muradına" masallarıyla muradınıza ermiş olacaksınız.

(b). Çevreye zehir saçan dumanlı fabrika bacası ve beyinleri kirleten medya sayısı ve bu teknolojilerin transferi modernleşmenin göstergesi olarak sunulur. Bir kez bir sürü teknolojik malzemelere, maddelere, uçaklara, silahlara, un fabrikalarına, çimento fabrikalarına, televizyon yükselticilerine, stüdyolorına, kabloya, televizyona falan sahip oldun mu, tamam modernleştin! Ama kardeşim, bu teknoloji başka bir ülkenin başka insanlarının kendi ihtiyaçları çerçevesi içinde belirlenmiş, çerçevelenmiş ve ona göre biçimlenmiştir. Benim ihtiyaçlarım bu teknolojinin çerçevesi içine girer mi? Girmeyebilir de. Merak etme. Girer, çünkü teknolojinin ideolojisi ve aklı yoktur, tek taraflı değildir, neutraldir. Teknolojinin nüralliği, belki birkaç istisnalar dışında, eğer varsa, ideolojik bir tanımlamadır. Nütral teknoloji hiçbir şekilde hiçkimse tarafından kullanılmayan, hiç bir biçimde kendini göstermeyen teknolojidir. Kısaca, nütral teknoloji olmayan teknolojidir. Yani, nütral teknoloji ideolojik kandırmacadır. Teknoloji nütral olamaz. Kitle iletişimi teknolojisinin yapısının nütrallikle ilişkisi, nütralliğe karşı olmasıdır. Kitle iletişimi teknolojisi sadece nütralliğe değil, demokratik iletişim tarzının kurulup geliştirilmesine de engeldir. Örneğin televizyon teknolojisi demokrasi,kalkınma, insanlık, eğitim, öğretim, milletlerarası anlayış ve iletişim gibi bir sürü iyi insanların özlediği ve aradığı ilişkiler düzenini getirecek bir yapıya sahip değildir. Elitist ve totaliteryan, tek yönlü, yukardan aşağı empoze edilen bir teknolojidir. Eğer bu teknolojinin ürünlerinin dünyanın en ücra köşesine yayılması nedeniyle, uluslar arasında ortak anlayış, dayanışma, birbirini tanıma, birbirine sempati hisleri gibi olumlu neticeler ortaya çıkaracağını beklemek balığın kavağa çıkmasını beklemek gibidir. yani, bu teknolojinin "dünyaya açılan pencere" olduğu ve demokrasiyi geliştirdiği nerde görülüş? Kazara, bir balık kavağa çıkarsa, bu tür neticeler baskıcı ve monopolist bir teknoloji düzeninin yarattığı arzu-edilmeyen yan ürün ve karşıtlığın uluslararasılaşmasıdır. Uluslarasılaşan teknoloji düzeninin yaygınlaşmasına karşı yaygınlaşan uluslararası karşı-mücadelenin bir görünümüdür. Kitle iletişim araçları teknolojik yapıları nedeniyle tek taraflı iletişim biçimini desteklerler. Nutral değildirler. Bu araçların demokratik iletişim amaçlarıyla kullanılması ancak bu araçların önemli yapısal değişimde geçmesiyle sağlanabilir. Bu yapısal değişim de, "informasyon, bilgi, mesaj, ve ilgi" üretiminde üretenlerle tüketenler arasında sahtekarlığa, kandırmacaya, ideolojik oyuna, halkla ilişkilere ve baskıya yer vermeyen, üretenle tüketenin iç içe olduğu bir iletişim teknolojisiyle olur. "Çarkı Felek" ve 900-çevir-gazı-yanmasın yapısıyla değil...

Kitle iletişimi teknolojisinin bugünkü örgütsel yapısı da biçimlendirildiği fiziksel yapıya uygun olarak, bu teknolojinin sermayenin elinde, sermayenin sermayesinin gösterdiği yönde kullandığı bir diğer sermaye biçimindedir. Başka birşey değildir.

Burda çok önemli bir gerçeği aklımızdan hiç çıkarmayalım: İdeolojik ve ticari görevi dışında, kitle iletişim araçları milletlerarası iletişimde sadece sınırlı bir öneme sahiptir. Gerçek önemli iletişim milletlerarası firmaların telefon, kompütür, videoteks, faks ile yaptıkları iletişimdir. Uydularla kitle iletişim araçları ve programlarının dünyanın her yerine ulaşmasını imformasyon bolluğu ve patlaması olarak niteleyenlerin ideolojik dar gözlükleriyle göremedikleri veya görmemezlikten geldikleri gerçek şu: Egemen kitle iletişim araçlarının kişilerin günlük hayatlarında kendi çıkarlarını sağlama yönünde karar vermelerindeki "informasyon akımıyla" yakından uzaktan hiçbir ilişkisi yoktur. Gerçekte sözü edilen "bol informasyon akımı" belli ideolojilerin günlük pratiklerinin çeşitli ve bol görünümleridir. Bunların en başında da "haberler" gelir. Sen en son ne zaman "haber" dinleyip planladığın bir faaliyeti geliştirdin veya yeniden düzenledin? İdeolojinin "haber" oyunu izleyiciyi kendi günlüğünü hazırlamada yardım etmez asla, onun yerine, ideolojinin gündemini izleyiciye işler: Arkadaşlar arasında, işte, evde, birahanede, kahvede, misafirlikte ideolojinin kurduğu bu gündemler çerçevesinde tartışmalar olur. Arkadaş arkadaşa küser, Karı koca kavga eder, camiden çıkılıp kafir taşlanmaya gidilir, büyükbaş politikacıları alkışlamak veya yuhalamak için nutuk yerlerinde toplanılır, dinsiz ve imansızlara ilk cehennem ateşini sağken tattırmak için toplantı binalarını ateşe vermeye ve bunu huşu içinde seyretmeye koşulur, yanıp da ölmeyen Allahsızların Allah'ın bir an önce canlarını alması için dua edilir. Kısaca, kitle iletişim araçlarının "informasyon" ile hazırladığı gündem bu biçimlerde faydalıdır.

Bu siyasal fayda yanında, aynı zamanda ekonomik faydası da vardır: Reklamcılıkla kitle tüketimciliğini teşvik etme ve böylece ekonomide canlılık sağlama gibi... Kitle iletişiminde kameranın önünde süzülen ve büzülen profesyoneller bile, bırak direk reklamları, giyiniş ve biçimleriyle ticari ürün satışı yaparlar. Medianın her anı doğrudan veya dolaylı reklam bombardımanıyla doludur. Televizyonun her hangibir anında, herhangibir programında, farketmez ne olursa olsun en az birşeyin reklamı yapılır. Peki bu reklam informasyonu insanların kendileri için kendilerinin ihtiyacı olan tüketim mallarını seçmesinde nesnel ve kaliteli bir rol oynarlar mı? Eğer reklamlar psikolojik sahtekarlık ve kandırmaca olmasaydı, eğer her reklam kendi ürününün kalitesini ve rakiplerinden üstünlüğünü ve farkını ve de fiatını verseydi oynarlardı belki.

Reklamcılık seksüel çağrışıma ve engellenmiş hislere dayanan teşhirci-sahtekarlığın ticarileşmiş adıdır.

(c). Modernleşme, informasyonun nesnel olarak apolitikal olduğunu, yani politik olmadığını, Tanrının birliğine inanır gibi, kabul etmeyi gerektirir. Kitle iletişimcileri, özellikle, haber profesyonelleri buna yürekten inanırlar (acaba?). Ayrıca politik olsa ne yazar ki: Aktif izleyici informasyonu güzel gönlünün arzu ettiği şekilde değerlendirir. Informasyonu güzel gönlünün çektiği gibi değerlendiren sadece Gönüldür. Gönül de gönüllü olarak "informasyon patlaması" nedeniyle, aldığı ağır yaralardan dolayı öbür dünyaya göç etti.

(d). Modernleşme "fikirlerin özgür pazar yeridir." Bu özgür pazar yerinde fikirler karşılaşır, el sıkışır, oturur tartışırlar, ve demokratik ve özgürlükçü bir şekilde çözüme ulaşırlar: Ardında altıncı filosu, füzeleri, polisi, ordusu, gizli teşkilatı, işkenceci adalet sistemi olan kazanır. Modernleşme demek fikirlerin özgürlüğü demektir. Fikirler özgürce yayılmalıdır. İyi ama, bu ne biçim modernleşme ve ne biçim özgürlük? Oklar hep tek yönlü. Fena halde batıyor.

(e). Modernleşme siyasal yapıda, siyasal biçimde, çoğulculuk, yani seçim ve çok partililik demektir. O zaman Amerika ilkel bir ülke, çünkü sadece bir parti var, o da ikiye ayrılmış, hep aynı sakızı çiğniyorlar: Vergiler, cinayetler... Onlar çiğnedikce vergiler ve cinayetler hep artıyor. Bizde bir sürrüü parti var. Biz moderniz!

(f). Özel teşebbüsler insan gibi aynı haklara sahiptir. Bu sayede özel teşebbüs kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanmayacağını belirten yasalardan faydalanır. Bir çeşit dokunulmazlık kazanır.

(g). Kişi kişiliğini ancak mal sahipliğiyle kazanır. Kapitalist ideoloji sahip olma hırsıyla dolu bireyciliği teşvik eder ki, mülkiyet haklarını kutsallaştırsın, mallarını kolayca satabilsin, ve kişiyi mal ve mülk elde etme peşinde koşan iki ayaklı ördek olarak biçimlendirsin.

(h). Tek dil kullanmanın (ingilizcenin) teşviki.

Kapitalist kalkınma anlayışı çeşitli tezler, teoriler, yaklaşımlar içinde sunulmuştur. Bu yaklaşımların gerçekte aralarında esaslı farkılılıklar göremeyiz. Pozitivist functionalizmin en yaygın yaklaşımı "Yetişme" ve 'yeniliklerin\icatların yayılması kuramıdır. Bu yaklaşımlar üçüncü dünya ülkelerinin endüstrileşmiş ülkelerle aynı karakterlere sahip olduğunu, farkın endüstrileşme seviyesindeki farklılık olduğunu savunurlar. Bu "gerideki" ülkeler "ilerdekilere" yetiştikleri zaman, modernleşeceklerdir. Yetişebilmek için de, bu ülkeler (a) modern teknolojiye sahip olmaları gerekir, bunun da en kestirme yolu satın almaktır. (b) Teknolojiyle birlikte, bu teknolojiyi kullanacak, işletecek bilgi, tecrübe, tutumlar ve değerler sistemine, yani profesyonelliğe de sahip olmaları gerekir. Bunu için de kafa yormalarına gerek yoktur, çünkü bunu da Batıdan transfer edebilirler. Bunun anlamı, yetişebilme, kalkınabilmek için, bu ülkeler belli bir teknolojiyi bu teknolojinin ideolojik takımıyla (profesyonalizm, değerler, bilgi, eğitim, beklentiler gibi) birlikte ithal etmelidirler.



[1]. Bak: Boyt-barret, Murdock, Tunstall, Schiller; Bruno; Flora; Fejes; Galtung; Dyson; Kenneth; Luther.

[2] Bak: Nordenstreng; Gordon; Legum; Meha; Shattuch; Larsen; Wert



[3]. Bak: Tunstall, Sky Barons.
Share:

Translate

Çok Okunanlar

YENİLER

Blog Arşivi

Labels Etiketler

Burs ve Kitap

Kitaplar BEDAVA

Kitaplarımın hiçbiri kesinlikle satılık değildir (olası istisnai durum için lütfen okuyun). Gerçi birkaç öğrenciye burs vermek için  bi...