Bilim ve Ütopya, Mart 1995, s.44-45.
İrfan erdogan
Kendisine hem iletişim hem taşıma hem enerji kaynağı olan eşeğini döven Orta Anadolunun hayvanlara (kadına, kıza ve çocuğuna karşı da çeşitli ifadesini bulan) gaddarlık kültürü , modern çağın kapitalist teknolojik düzeni ve kendini insancıl olarak satan kültürel vahşiliğiyle karşılaşınca ne olur? Hemen, “Vay, ortak nasılsın” diye el sıkışır ve sarılırlar. Sarılış o sarılış: Anadolu eşşeği ve Türkçeyi unutur F-16 konuşmaya başlar. Bu sırada Koca Erciyes dağı kaybolur ve ne kimse farkına varır ne kimse kılını kıpırdatır ne kimse sesini çıkartır, çünkü, belli istisnalar dışında, herkes ya kendisinin sandığı kendisinin olmayan vatanı başkaları için kurtarma peşinde ya da köşeyi dönme yarışında, ya kadeh tokuşturuyor, ya küvette kürek sallıyor öfkeli, ya ticaret ve iş adına birini soyuyor, ya da örgütlü terrör faaliyetlerine zorunlu veya arzuyla katılarak egemen-başkalarının günlük gündemleri ücretli\maaşlı veya bedavadan kendini adayarak yürütüyor... Büyük işler dururken Erciyes’le, çevre ve insan sağlığıyla uğraşmak gülünçtür.
1994 yaz ayı. New york'un çıldırtıcı nem ve sıçağından ve insanı insanlıktan çıkaran peyzajından kaçabilmek büyük bir özgürlük deyip, bencilce, kendimi anavatana attım. Kayseriye gidiyorum. yanımda da kuzenim. Kayseriye kırk kilometre falan kalınca Erciyes dağının haşmetli görünümü önünümzdeki peyzajı süsler. Hava biraz bulutlu. Ufuk tamamiyle toz ve dumanla kaplı. Kuzenime "biraz sonra Erciyesi görürüz" dedim. Tecrübe, çocukluktan beri gide gele Erciyesin nerde görüneceğini biliyorum. Bekliyorum. Hayret, Erciyes görünmüyor. Küçüldü mü yoksa? Kayseriye 30 kilometre işaretine geldik hala Erciyesten eser yok. Ben şaşkınım, çünkü koca dag görünmüyor. Kaybolmuş. Kuzenim oralı bile değil. Hatta benim merakıma biraz şaşıyor: Uçacak değil ya, biliyoruz ki Erciyes yerinde duruyor. Kente girmek için 20 kilometre işaretinden sonra sola dönüyoruz, sağımızda Erciyesin peyzajın tümünü olmasa bile % 80'ini kaplaması gerekir. Fakat Erciyesin, bırak parçasını, tümünden eser yok. şehrin içindeyiz. ?aşkınım. Sadece Erciyesin yanındaki ikizlerden bir tanesi görünüyor. Kuzenim benim sürekli ısrarıma gülüyor. Evet, Erciyes orda. Orda olmasına orda da, ama nerde, görünmüyor ki. Erciyesin olduğu yer ve hava tamamiyle igrenç bir renkle kaplı. Bilmeyene orda kocaman bir dağ olduğunu söylesen sana "hayal görüyor zavallı, keçileri kaçırmış" diye güler. Kayserililere bakıyorum. Herkes işinde gücünde. Sokaklar insan kaynıyor. Kimse Erciyesin kaybolduğunun farkında değil. Bir diğer kuzenimin ofisine gidiyoruz. Bizde kuzen bol. Orda bir kız var. Kıza soruyorum "Erciyese ne oldu?" Kız şaşkın şaşkın “deli mi ne” diye bana bakıyor. Ben devam ediyorum: "Erciyes dağı yok olmuş" Kız gülüyor ve "olur mu öyle şey" diye karşılık veriyor. Ben soruyorum "Dışarı çıkmadın mı?
Çıktım.
Erciyes kayıp, görmedin mi?
Nereye gidecek, orda işte.
Orda değil, olsa görünür.
Görünüyordur, belki başı biraz dumanlıdır.
Başının falan dumanı kalmamış, duman her yeri kaplamış.
Bu sırada ofise birkaç kişi giriyor. Erciyes kayıp diyorum onlara da "Ne gırgır herif, veya kabak gibi laf" diye düşünüp gülüyorlar. Erciyes kaybolmuş, cin Kayserlilerin haberi bile yok. Nasıl olur da farkında olmazlar, koskoca dağ göz önünden silinip gitmiş. Yanımda saatlerce oturan ve şaşkınlığıma şaşan kuzenim bile bir kez "evet, irfan, dağ görünmüyor" diye beni tasdik etmedi. Koca dağın kaybolması hissedilmiyor bile, en küçük bir önem taşımıyor. Ne televizyonlar, ne radyolar, ne de gazetelerde "Erciyes bizimle saklambaç mı oynuyor?" veya "Erciyes Ağrıya gezmeye gitmiş" gibi bir haber var. Bırak erginleri, meraklı olması gereken gençler ve küçük çocuklar bile, hiç değilse, "bugün Erciyes kayıp" demeyi bile düşünmüyor, demeye bile gerek duymuyor. Kadınlar Meksika'nın tele-romanlarının hayal dünyasının penceresinden dışarı bakıp "aaa, Erciyese de ne oldu?" diye bir çift dedikodu bile yapmıyorlar. Milliyetciler çadırlarını kurdukları Erciyes eteklerini, vatan ve millet kurtarma nutuklarından sonra, binlerce foşetler ve atıklarla terkediyorlar. ilericilerin bazıları (Kayseride ilerici varsa, tabi) insanlık durumuyla uğraştıkları için burjuvaların uğraştığı çevre ve insan sorunuyla uğraşmayı revizyonistce buluyorlar. Müslümanlar her hafta sonu mesire yerlerini çöplüğe çevirip gidiyorlar. Köyümüzdeki amcamın su kenarındaki güzelim bahçesi Kayserlilerin atıklarıyla dolu. Otuz sene evvel berrak akan sular şimdi pis-yeşil ve iğrenç renkte akıyor. İnsanlar bu iğrençlik ve pislik içinde sanki "hayat bu işte' der gibi yaşıyorlar. insanların, yaşamlarının bağlı olduğu kendi çevrelerinde olana bu denli, görmeyi bile red edecek şekilde, gözü kapalı katılmaları ciddi bir durumun ifadesidir. Eğer ben siyasetten, kurttan kuştan, vatanın milletin bütünlüğü ve bölünmezliği ideolojik uyutmacalarından bahsetmeye kalksaydım, yedisinden yetmişine kadar herkes atılarak katılırdı. Güzel. Koyun gibi pasiflikten çok daha iyi. Ama Erciyes yok, kayıp,"yoksa sattınız mı?"
Gülüyorlar.
Valla siz kayserliler yaparsınız, muhakkak Almanlara satmışsınızdır.
Satmamışlar. Hafta sonu gördüm. Tekir yaylasına çıktık. Erciyesin dizi. Amerika'da kirli dereler ve nehirler gördüm: Suyu bembeyazdır. Kazara içersen, senin ne olacağın, ne zaman ne renk alacağın, nerelerinde neler çıkacağı belli olmaz. Tarlalar bile sulanmıyor bu sularla. Tekirde küçücük bir dere var. Kıvrıla kıvrıla aşağı doğru yol alan dereden koyu iğrenç renkli birşey akıyor. Nükleer savaştan sonraki sular böyle olacak herhalde. Olsa n'olacak ki, içecek kimse kalmayacak o zaman. Kazara kalanlar, yavaş yavaş acılar içinde ölürken canlı kaldıklarına pişman olacaklar. İnsanlar dizilmiş dere boyuna piknik yapıyor. Dere bakıyor: "Ne yaptınız bana" diyecek demesine de içini organik pislikler ve ağır metaller kaplamış. Kendinden başkası olmuş dere. Peki insanlar? Dedim ya, insanlar piknik yapıyor. Kullanıyor ta ki kullanamıyacak hale gelinceye kadar. Ve terkediyor. İnsanda bireysel olarak kendinin sahip olduğunu düzenleyerek ve yeniden düzenleyerek gösteriş edepsizliği ve onun dışındakine kıskanç veya hunharca sömürücü ve bozucu duygusuzluğu egemen olmuş durumda. Erciyeste yol boyu esen rüzgarla tempo tutmuş salınan çayırlar, otlar selviler yok: Taşlara takılmış, gitmem diye rüzgara direnen plastik torbalarla dolu etraf. Milliyetcilik siyasal-sloganları yazılmış dağın gögsüne. Dünya türklerinin mi ne kurultayı olmuş. Obak obak gelmişler. Cengizhan ve Atilla da varmış. Yenmiş içilmiş eğlenilmiş, nutuklar atılmış, vatan kurtarılmış: şehir tozlu, şehir dumanlı; Dağlar taşlar, akan sular pislik içinde; Erciyesin tepesinde sürekli durduğunu bildiğim kar yok, sadece kar izi kalmış. Villa denen, surlarla çevrili, gaspedilmiş milyarlarca lira harcanarak yapılmış beton yığınları doganın güzelliğine bir küfür gibi sıralanmış Erciyesin eteklerinde. Erciyes alev alev yanıyor kızgınlığından. Erciyes erimiş. Tükenmiş. Erciyes dumandan ve havasızlıktan boğuluyor. Erciyes kanserli. Erciyes birgün patlayacak. Kimin başına dersiniz?
irfan Erdoğan, New York february 17,1995