Marksist Siyasal Ekonomi Üzerine:
Spor Örneğiyle Kuramsal Yapı ve Akademik İnceleme Sorunsalı[1]
İrfan Erdoğan
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
On Marxist Political Economy:
Theoretical Structure and Academic Research
Problematic with Sport example
Summary
Academic research encloses itself
within a framework of administrative activity as a consequence of construing
communication on a linear sender-message-receiver-feedback model. Hence, all
structures associated with problems and issues of communication are regarded as
legitimate, valid and universal reality; theoretical rationales, research
questions or hypotheses, findings and conclusions are shaped according to the
objectives of administrative control. Furthermore, ruling circles are relieved
from responsibility by ascribing the consequences related with the produced
products, ideological hegemony and consciousness management to the consumer,
when post-modern active audience thesis are articulated into this approach.
Thus, for instance, communication history becomes the history of legitimization
of the capitalist market and approaches like Marxist political economy are
declared invalid by proclaiming economic reductionism, when academic
communication expressed in research, courses, meetings, symposiums and
publications engage in consciousness management in behalf of capitalist market
mechanism.
This study, contrary to the ruling
orientations, emphasized on the indispensability of Marxist political economy
in social sciences by providing a critical discussion on the issues of the
political economy of sport as an example. The main objective of the study, by
emphasizing essential features of study of sport issues employing Marxist
political economy, is to indicate that the political economy approach is rather
comprehensive and invaluable tool for research in social sciences.
Marksist Siyasal Ekonomi Üzerine:
Spor Örneğiyle Kuramsal Yapı ve Akademik İnceleme Sorunsalı
İletişimi çizgisel
gönderici-mesaj-alıcı-geri besleme modeli üzerine inşa sonucu, akademik alan
kendini dar bir yönetimsel faaliyet çerçevesi içine sınırlar. Bu bağlamda
iletişimin ele aldığı sorun ve konulardaki bütün yapılar meşru, geçerli ve
evrensel gerçekler olarak ele alınır; kuramsal gerekçeler, araştırma soruları veya
hipotezler, bulgular ve sonuçlar yönetimsel kontrol amaçlarına göre şekillenir.
Bu yaklaşıma post modern aktif izleyici tezi eklendiğinde, bilinç yönetimi,
ideolojik egemenlik ve üretilen ürünle ilgili sonuçlar tüketiciye yüklenerek
egemen çevreler sorumluluktan kurtarılır. Araştırmaları, dersleri,
toplantıları, sempozyumları ve
yayınlarıyla akademik iletişim
kapitalist pazar mekanizmasının bilinç yönetimi işine girdiğinde, örneğin,
iletişim tarihi pazarı meşrulaştırma tarihi olur; marksist siyasal ekonomi gibi
yaklaşımlar ekonomik indirgemecilik olarak nitelenerek geçersiz ilan edilir.
Bu inceleme, egemen yönelimlerin aksine
spor örneğiyle sporun siyasal ekonomisi konuları üzerinde eleştirel bir
tartışma sunarak, sosyal bilimlerde marksist siyasal ekonominin
vazgeçilmezliğini vurguladı. İncelemenin ana amacı siyasal ekonominin sosyal
araştırma için oldukça kapsamlı ve değerli araç olduğuna işaret etmektir.
I.
Giriş: Sorun ve Amaç
İletişim tanımı ve kuramsal anlatımlar
60 yıldan beri açıkça veya gizlice çizgisel gönderici-mesaj-alıcı-geri besleme
modeli üzerine kurulmaktadır. Bunun
sonucu olarak akademik alan dar bir yönetimsel faaliyet çerçevesi içine
sokulmuştur. Bu yönelim nedeniyle, iletişim araştırmalarının ele aldığı sorun
ve konularla bağıntılı bütün yapılar meşru, geçerli ve evrensel gerçekler
olarak önceden kabul edilir; sorun sunumundaki kuramsal gerekçeler, araştırma
soruları veya hipotezler, bulgular ve sonuçlar yönetimsel kontrol amaçlarına
göre biçimlendirilir. Bu yönelime "televizyon önünde özgür çözümleme yapan
aktif izleyici" savı eklendiğinde, bilinç yönetimi, ideolojik egemenlik ve
üretilen ürünle ilgili bütün tartışmalı sonuçlar tüketiciye yüklenerek bazı
çevreler sorumluluktan kurtarılır. Örneğin sporun iletişimiyle medyada örgütlü
dedikodu ve akademide ise bu dedikodunun, en iyi biçimiyle değer yargılarına
dayanan sistemli eleştirisi yapılır. Star gazetesinin İstanbul'da öldürülen iki
İngiliz için yazdıklarının kışkırtma, sosyal sorumsuzluk ve etik yoksunluğu[2] gibi
çerçeveler içinde ele alınıp çeşitli akademik çevrelerde iletişilmesi, buna en
son bir örnektir. Akademik iletişim, inceleme ve değerlendirmeleriyle, sadece
gönderenin amaçlarına uygunluk ve söylenenin imasına dayanan içerik ve söylem
analizi çerçevesi içinde kalıyorsa, sosyal bilimler ciddi bir sorunla yüz yüze
demektir. Araştırmaları, dersleri, toplantıları, sempozyumlarıyla akademik
iletişim kapitalist pazar mekanizmasının bilinç yönetimi işine girdiğinde,
örneğin, iletişim tarihi pazarı meşrulaştırma tarihi olur; marksist siyasal
ekonomi gibi yaklaşımlar ekonomik indirgemecilik olarak nitelenerek geçersiz
ilan edilir.
Bu niteliksel inceleme, günümüzde
egemen olan yönetimsel ve liberal-çoğulcu yaklaşımdan farklı bir şekilde,
marksist siyasal ekonominin sosyal iletişimi anlamada kullanılması gereğinden
hareket ederek, sporun siyasal ekonomisi üzerine eğildi. İncelemede, bir spor
dalı olarak futbolu ele alarak, sporun örgütlü yapısı ve bu yapının özellikleri
toplumsal bağlam içinde tartışıldı. İncelemenin temel amacı, bir siyasal
ekonomi incelemesinin üzerinde durduğu faktörleri, spor örneğini kullanarak,
özlüce açıklamaktır. Sporu sağlıklı yaşam, eğlence, boş zaman değerlendirme
tarzı ve taşkın taraftarların davranışları içine sıkıştırarak anlamlandırma
sadece yetersiz değil, aynı zamanda yanlış yönlendiricidir. Bu incelemede,
egemen yaklaşımların yönlendirici ve yetersiz açıklamalarının ötesine geçilmesi
gerekliliğini ve toplumla ilgili her konuda olduğu gibi sporu yeterince
anlamada siyasal ekonomi yaklaşımının gerekliliğini vurgularken akademik
araştırmacıların incelemesi için önemli sorun ve sorular ortaya koymaya
çalışıldı. Bunu yaparken, sporun siyasal ekonomisi ile ilgili kuramsal bir
çerçeve ve bu çerçeveye bağlı olarak varsayımlar silsilesi sunularak, sporda, (dolayısıyla
sporun iletişiminde ve genel olarak sosyal bilimlerde), gelecekteki
araştırmalara dönük bir çıkış noktası oluşturuldu. Böylece, spor/futbol
örneğinden hareket edilerek, siyasal ekonomi yaklaşımıyla herhangi bir
toplumsal konuyla ilgili hangi faktörlerin nasıl ele alınması üzerinde duruldu.
Yukarıda açıklanan amaç doğrultusunda,
bu incelemede spor, “belli ekonomik, ve onunla birlikte gelen siyasal, kültürel
ve ideolojik amaçları gerçekleştirmeye yönelik örgütlü etkinlik” olarak
tanımlanıp ele alındı. Bu örgütlü etkinlikte, örgüt yapısının tarihsel
biçimlenmesi, şimdiki durumu, örgüt içi ve dışı mülkiyete ve ücret/maaş
politikalarına dayanan iş bölümü ve ilişkiler, oyuncular ve seyirciler inceleme
konusu olarak ön plana çıkmaktadır.
II. Sporun Siyasal Ekonomisi ve İnceleme
alanları
Semiotics tanımına göre, oyun dünya
hakkında bir enformasyon vermeyen keyfi kurallara dayanan bir formal sistemdir. Sporla ilgili sorular bu formal
sistemin kendine başvurularak doğrulanır Bununla beraber, oyun, geniş sosyal
anlamıyla, daha geniş bir sistemin parçasıdır. Oyun sosyal ilişkiler ve
statüler networkünü harekete geçirir (Porter, 2000). Çok daha önemli olarak,
oyun örgütlü yerler ve zamanlardaki üretim biçimi ve ilişkilerinin bütünleşik
bir parçasıdır.
Sporun siyasal ekonomisi, sporla ilgili
ekonomik ve siyasal biçimlenmeleri, bu biçimlenmelerin tarihsel gelişimini,
sporu üretimi ve üretim ilişkilerini, ilişkilerdeki karşılıklı bağları
anlamlandırarak, sporu açıklamaya çalışır. Ekonomik süreçlerin başında, sporun
iş olarak örgütleniş ve iş yapış biçimi; tekelci, kartelci veya oligopolici
yönelimi ve pratikleri; spordaki sınıfsal ve pazar yapısı; pazarlama ve satış
politikaları gelir. Siyasal süreçler ise spor kuruluşlarının kendi içi ve
dışıyla olan ilişkisindeki kendi politikaları ile sporun özel ve kamu
yönetimiyle ilgilidir. Siyasal süreç sporun örgütlenme şeklini ve ilişkilerinde
yasal çerçeveyi anlatır. Bu süreçte sadece yasal biçimlenmeler değil, aynı
zamanda biçimlenme ve uygulamalardaki siyasal etki ve siyasal çatışma,
dolayısıyla da sporda kazananlar ve kaybedenler konuları önem kazanır.
Sporun siyasal ekonomisi sadece
yukarıdaki bağları kurmak ve incelemekle kalmaz; bunu yaparken siyasal ve
ekonomik spor süreçleri için toplumsal bir bağlam sunar ve böylece sporun belli
yerde ve zamandaki asıl doğasının anlaşılmasını sağlar.
Sporun siyasal ekonomisi aynı zamanda
güçlü duygusallık yarattığı ve duygusal bağları harekete geçirdiği, ateşlediği
ve sömürdüğü için seyirci davranışlarını açıklamak amacıyla, ideoloji, bilinç
yönetimi, kültür ve sosyal-psikolojiyle de ilgilenmek zorundadır. Bu ilgi, eleştirel kültürelci yaklaşımların
siyasal ekonomiyle kendilerini tamamlayıcı bir köprü kurması gerekliliğiyle
daha da önem kazanmaktadır.
Sporun siyasal ekonomisinde, en geniş
anlamıyla, kaynakların tayini ve kullanımı (ekonomi) ve kaynak tayin ve
kullanımındaki hakların ve değerlerin belirlenmesi ve uygulanması (politikalar)
üzerine eğilmek gerekir. Egemen yaklaşımlarda, toplumlarda haklar temel olarak
vazgeçilmez haklar ve mülkiyet hakları olarak belirlenir. Vazgeçilmez olarak
nitelenen (örneğin özgürlük, yaşama, temiz hava, eğitim görme vb.) haklar
mülkiyet yapısı dışında tutulup ideolojik evrensellikle sunulur. Mülkiyet
haklarına yasal düzenlemelerle yürütülen ve pazar aracıyla sahibinin isteğiyle
el değiştiren bir karakter verilir. Böylece mülk elde etme (spor tesisi kurma
veya satın alma, sporcu kiralama veya alma) ve kullanma ve de el değiştirme
(mal ve sporcu satma) ilişkileri olağanlaştırılır. Olağanlaştırılmış mülkiyet
yapısında, kurallar dışı ilişkiye girme cezai müeyyidelerle engellenir. Böylece
kurallara karşı çıkma, karşı çıkanlar için risk doğurmaktadır. Mülkiyet
haklarını belirleyen faktör, formal siyasal güç olarak görünür, fakat aslında
bu siyasal güç pazar yapısından bağımsız ve onun üzerinde nesnel bir şekilde
hareket eden ve özel yerine genel çıkarları ifade eden bir karaktere sahip
değildir. Politik yapı, mülkiyet haklarının alınıp satıldığı pazar
mekanizmasının ve çıkarlarının biçimlendirmesinden bağımsız olarak sunulan bir
yapıdır. Gerçekte bu yapı mülkiyet biçiminin bir ürünüdür ve güç ilişkilerinin
örgütsel-yasal şekli bağımsız bir yapının değil, pazar yapısına bağımlı bir
yapının ifadesidir. Bu bağlamda spor kulübü bir mülkiyeti anlatır ve sporla
ilişkili yasal ve profesyonel kurallar aracılığıyla mülkiyetteki haklar ve
kullanımlar düzenlenir. Sporda mülkiyet yapısı hem pazar ilişkilerinin nasıl
olduğunu gösterir hem de yasal ve ilişkisel düzenlemelerin çerçevesini çizer.
Sporda pazar ve iş görme ilişkilerinin şekillenmesi ve uygulanması egemen pazar
yapısının bir sonucudur; bu sonuç bağımsız ve nesnel bir siyasal irade olarak
görünebilir, fakat değildir. Sporda mülkiyet öncelikle spor takımının
kendisidir ve takım (ulusal-uluslararası) piyasalarda satılabilir. Bir spor
takımı, sahiplerinin isteğine bağlı olarak alınıp satılabilen ticari bir
organizasyondur. Bu organizasyonun mal varlığı örgütsel taşınabilir veya
taşınamaz mülkleridir. Mülkler arasında değeri üretim performansına göre
değişen sporcular en görünenidir. Sporcu, sporda mülk sahiplerinin alıp sattığı
bir emtiadır. Bu emtia insandır; emek kiralanmasıyla yapılan ve özgür olarak
nitelenen fakat ücretli kölelik biçimini ifade eden kapitalist pazar yapısında,
sporcu ücret köleliği yanında, mutlak köleliğin de ilginç bir biçimi olarak
ortaya çıkar. Bu biçimde transfer ve kontrat sistemiyle gelen emeğin yanında,
kişinin vücudunu kullanma (bedensel faaliyetler yapma) hakkına sahip olma ve
bunu pazardaki alışveriş mekanizmasının bir parçası yapma şeklinde karşımıza
çıkmaktadır. [3]
Pazar yapısındaki denge doğal bir
değişmezliği ve düzenliliği anlatmaz: Bu denge belli bir zaman ve yerdeki
mülkiyet yapısın ve ilişkilerinin egemenlik koşulunu anlatır. Pazardaki
egemenlik yapıları değiştikçe, bu yapıların yasal ve ilişkisel özelikleri
(denge) de yeniden biçimlenir. İlişkiler arttıkça ve karmaşıklaştıkça bu
ilişkilerin yasal düzenlemesinde de sayısal ve niteliksel farklılıklar
oluşturulur. Bu oluşturma kendiliğinden bir oluşum değildir, mülkiyet hakları
üzerine yapılan güç mücadelelerinin bir sonucudur.
Sporu anlama ve anlamlandırma, eğlence,
boş zaman etkinliği ve vücut ve ruh sağlığını geliştirme girişimi olarak
bireysel alana indirgendiğinde; oldukça yetersiz açıklamalar ortaya çıkar.
Sporu, spor kulübünün kendi iç dinamiğine bakarak da açıklamak yetersizdir;
çünkü bu dar kalıbın içine sıkıştırma spor kulübü ve ilişkilerini düzenleyen,
yaratan, biçimlendiren ve değiştiren yapıları, örgütlenmeleri ve güçleri ihmal
eder ve doğru anlamlandırma ve açıklamalara ulaşmayı da büyük ölçüde engeller.
Sporu, şahane gösteriye, maç kazanma ve
kaybetmeye, Televole'den geçerek vekaleten elde edilen seks ve dedikoduya, seyircilerin
taşkınlığına, birbirine ve sporcuya dayak atması gibi alana sıkıştırmak ise
duygusallıkları sömüren ve yöneten ideolojik bilinç yönetiminden öteye çok az
geçer.
Sporun kapitalist mülkiyet yapıları ve
ilişkileri içinde ele alınması gerekmektedir. Ekonomik anlamda pazarda kimin
kime ne ödediği, neleri neden ve nasıl aldığı ve sattığı ve bu ilişkideki
siyasallık, yani sporcuyu cezalandırma, ödüllendirme, spor takımı alıp
satmaktan, kara para aklamaya, dış piyasadan kaliteli mal (yabancı sporcu)
ithal etmeye kadar çeşitlenen pazar ve ücret politikaları sporun siyasal
ekonomisinin önde gelen sorunsalını oluşturur.
Kapitalist sistemlerde ne ekonomik ne
siyasal alan serbest bir pazar yapısına sahiptir. Serbest pazar, ekonomik,
siyasal ve askeri güç kullanımıyla birlikte gelir ve ideolojik satıştan öte bir
geçerliliğe sahip değildir. Örgütlü spor kapitalist mülkiyet yapısının bir
parçasıdır ve sporda da serbest pazardan bahsetmek geçersizdir: Pazar
örgütlülüğü anlatır ve örgütlülük de, mülkiyet yapısı ve ilişkileri ile güç
uygulaması ve şekillenmesidir. Her pazarda olduğu gibi spor pazarı da diğer toplumsal
örgütlenmelerin içinde, onlarla birlikte ve iç içedir; siyasal ve ekonomik
kurumsal çevrenin dışında serbest bir karaktere sahip değildir.
Özellikle günümüzde yaygın olan
“deregülasyon” ve “serbest piyasa ekonomisi” savıyla gelen ve serbest pazarı
başkaları üzerine uygulayan ve kendileri üzerine uygulanması olasılığını
ortadan kaldıranların ideolojik propagandasına göre, “devlet pazardan elini
çekmelidir”. Bunun kapitalist üretim biçiminde geçerliliği yoktur, çünkü
pazarlar hem mikro hem de makro anlamda siyasaldan ayrı olarak var değildir ve
olamazlar. Mülkiyet yapısı ve ilişkilerinin düzenlenmesi kaçınılmazdır ve bu da
işin ve ilişkinin tanımlanmasını, dolayısıyla politikaların saptanması ve
yürütülmesini gerektirir. Örgüt içi mikro ve genel makro pazarlardaki
tanımlamalar (mülkiyet hakları ve düzenlemeler) evrensel doğrulara ve
nesnelliklere göre değil, mülkiyetin çıkar gereksinimlerine göre yapılır. Bu
nedenle, kapitalist yapılarda tekniksel anlamda içsel etkinlik yaratılmaya
çalışılır ve özellikle Türkiye’deki gibi yapılarda, toplumsal bakımdan etkin
olmayan ve haksızlıkların egemen olduğu meşruluk krizindeki yapılar ortaya
çıkar. Bu krizler, sporda örneğin Fenerbahçe Spor Kulübü Futbol Takımının
1999’daki performansı, takım yönetimi ve seyirci beklentileri arasında olan
ilişki biçimleri gibi sonuçları beraberinde getirir. Elbette, krizlerle
birlikte tanımlanmış düzeni sağlamak için, pazarla hiçbir ilişkisi kurulmayan,
fakat aslında pazar mekanizmasının koruyucusu olan polis ve adli merciler işe
sokulur. Fenerbahçeli oyunculara küfreden, saldıran ve döven seyirciler önceden
tanımlanmış meşru ilişkiler çerçevesi dışına çıktıkları için yasal yaptırımlar
ile yüz yüze gelirler. Pazardaki ilişkilerde meşrulaştırılmış tarzlar,
egemenliğin de ifadeleridir. Bu egemenlik, spor kulüplerinde çalışanlar,
sporcular ve bir haftalık gelirini bir maç seyretmek için harcayan taraftarlar
arasındaki dengesiz güç yapısının, kaynakların haksız dağılımının ve etkinliğin
değiştirilmesi için yükselen sesleri, "olmayan serbest pazara” tehdit
olarak niteler. Aslında, serbest pazar, serbest olarak insan ve doğal
kaynakların talanı, serbest olarak emeğin ve sporda çalışanların sömürüsü,
serbest olarak fiyatların, biletlerin, ücretlerin ve sporcuyu oynatma veya
satmanın olduğu bir egemenliği anlatır. Dikkat edilirse, serbest pazar ve
sporda siyasetin olmadığı savlarıyla gelenler, bu kavramları kendi ekonomik
çıkarları için siyasal anlamda kullanmaktadırlar.
III.
Sporda Örgütsel Yapı ve Ürün: Temel İç ve Dış Çevre
Geçmişte spor yerel günlük hayatın
belli zamanlarda düzenlenen ve yerel insanların toptan katıldığı organik bir
parçasıydı. Bunun yanında, geçmişten beri, örneğin Roma İmparatorluğunda,
arenalarda düzenlenen spor insanları yönetmede "ekmek ve sirk politikasının"
önemli bir parçası olarak süregelmektedir. Sporun tarihsel gelişimi
toplumlardaki üretim biçimi ve ilişkilerindeki değişimin özelliklerine göre
olmuştur. Günümüzde spor, kapitalist pazarın en faal olduğu alanlardan biridir.
Spor dış çevreden alınarak sermayenin mülkiyetindeki iç çevreye taşındı. Spor
bireysel görünse bile bireyden ve cemaatin kontrolü ve gündeminden alınarak
sermayenin yönetimi altına girdi. Sporun yapıldığı dış çevre kaldıysa (örneğin
koşu yolları), o çevre de yeniden düzenlenerek spor yapanlara yönetimin bir
ifadesi olarak sunuldu. Sokak futbolu düzensiz sokaktan alınarak, parklarda
düzenlenen alanlara ve Türkiye gibi ülkelerde paralı "halı sahalara"
taşındı. Böylece sporun ekonomisi, siyaseti ve kültürü değişime uğratılarak
yeniden biçimlendirildi. Bu biçimlendirme eğlencenin ve boş zaman
etkinliklerinin ekonomik, kültürel ve
siyasal anlamlarda kolonileştirilmesinin önemli bir parçasıdır.
Sporun örgütlü eğlence olarak çıkışı ve
gelişmesi hem siyasal yönetim hem de ekonomik amaçlara hizmet rolüyle
ilişkilidir ve insanın toplu yaşamasıyla birlikte başlamıştır. Günümüze
gelindiğinde spor siyasal ve ekonomik örgütlenmede oldukça karmaşık bir yapıya
ulaşmıştır. Bu yapının anlaşılmasında ilk adımlardan biri formal özelliklerinin
incelenmesidir.
Bir spor dalı olarak futbolda temel
birim, futbol takımı biçiminde olan firmadır. Yasal olarak bu firma dernek
olarak bile tanımlanmış olabilir. Firma, spor kulübü biçiminde
şekillendirilmiştir. Bu temel birim kendi başına bir üretim yapamaz;
maç/karşılaşma yapamaz; turnuva düzenleyemez. Dolayısıyla, futbolda üretim bir
birimle yapılmaz birden fazla birimin katıldığı müsabaka biçiminde düzenlenen
ilişkiyle yapılır. Dolayısıyla, futbol olgusu, birim içi ve birimler arasında
rekabet şeklinde biçimlendirilmiş; örgütlü ortak ilişkiyle yapılan üretimin
sonucudur. Birimler arası rekabet müsabaka şeklinde düzenlenmiştir. Lig ve özel
maçlarla gerçekleştirilen bu ortak üretimle ticari bakımdan geçerli bir ürün
üretilir.
a.
Sporcu:
Sporda oyuncular örgütte zorunlu ve kritik bir yer alır; takım (atletler,
futbolcular, basketbolcular, hentbolcular vb isimleri verilen) oyunculardan
oluşturulur; bireysel ya da takım sporu yapılması sporcunun niteliğini önemli
ölçüde değiştirmez. Seyirciler atletlerin performansı için para öderler; iş
dünyası reklam verir ve sponsor olur. Sporcu sermayesi oyun becerisi olan
bireydir. Bu beceri onun ekonomik kapitalidir. Sporda, beceri ekonomik
sermayeye dönüştürülür. Bu sermayenin değerini belirleyen ise spor pazarının
yapısıdır. Bu yapı spor becerisini (emeği) sömürürken, aynı zamanda, sporu kitlelere zenginlik ve ün kazanma yolu
olarak sunar. Bu sunumla sistemin demokratik ve rekabetçi karakteri, aşağı
sınıflardaki bireylerin becerilerini kullanarak üst sınıfa geçebilecekleri
vurgulanır ve kapitalist sistem meşrulaştırılır. Bu rekabete katılanlar
arasında burjuva çocukları yoktur, çünkü onların gelecekleri farklı biçimde
şekillenmiştir. Böylece, en güçlünün en çok ödülü hak ettiği görüşü (Darwinci
yasa) desteklenerek, yeni sağ politikalar kendilerine destek alanı
bulurlar.
b.
Sporcuyu temsil edenler: Sporcuyu temsil eden
menajerler, meslek kuruluşları ve sendikalar olabilir. Bunların oluşumu örgütlü
sporun yer aldığı kültürel, siyasal ve ekonomik çevrenin özelliklerine göre
değişir. Temsil sorunu sermaye ile emek arasındaki güç/iktidar dengesizliğiyle
ilgilidir. Bu amaçla emek örgütlenerek sosyal üretimle yaratılan artı-değerden
daha fazla pay alma mücadelesine girer. Temsil, burjuva demokrasilerinde olduğu
gibi, temsil edenler temsil edilenler olmadığı veya kendi çıkarını temsil
etmeye başladığı andan itibaren farklı bir yapıya dönüşür.
c.
Sahiplik: Spor kuruluşlarına özel kişiler,
gruplar ya da diğer şirketler ve örgütler sahiptir. Günümüzde, birçok büyük
firma, medya kuruluşları, reklamcılar, sponsorlar ve spor pazarlayıcıları spor
klüplerine sahiptir veya ortaktırlar. Sporcular, spor kulübünün yer aldığı
karşılaşmaları gerçekleştiren ve bu iş için para alan elemanlardır ve kulübe
sahip değildirler. Sahiplik özel mülkiyet biçiminde şekillenir. Sahipler kulübü
yöneten kadronun en yüksek kademesini (başkan ve yönetim kurulunu)
oluştururlar. Yönetim kadrosu karar verme ve uygulamayla ilgili iş bölümüne
göre dikey bir şekilde yukarıdan aşağı doğru sıralanır. En aşağı kademede
yönetimsel karar verme olanağından yoksun günlük rutin işleri gören,
(çoğunlukla eski sporcu ve spor hayranları) çalışanlar yer alır. Ekonomik
mülkiyet aynı zamanda siyasal güç/iktidar ile yakın işbirliği içindedir.
d.
Örgüt çevresi: Spor örgütüyle (birimle) doğrudan
ilişkili örgütlü (dış) çevre lig sistemini oluşturan kurum ve kuruluşlardır.
Bunların yanı sıra örgüt çevresi, toplumun siyasal, ekonomik ve kültürel
yapılarında doğrudan veya dolaylı olarak etkileşimde bulunan öğeleri içerir.
Özellikle iş dünyası ortaklıkları büyük spor kulüplerinin dev şirketler halini
almasını sağlamıştır. Böylece kulüplerin siyasal ve sosyal önemleri artmıştır.
Artışla birlikte, güncel ilgilerde önemli olan bazı konular siyasal ve dinsel
alandan alınıp, biçim değiştirilerek spor alanına taşınır. Bir zamanlar
"en büyük tanrı" iken, “en büyük Fenerbahçe, En büyük Galatasaray, En
büyük Trabzonspor” yarışı teşvik edilir. Siyasetçiler futbol maçlarında boy
göstermeye başlarlar. Televole ve spor sayfaları ve spor haberlerinde siyaset
adamları da tavırlarını açıklarlar. Spor örgütleri, iş dünyası ilişki ve
ortaklıkları yoluyla tek düzelik yerine şirketler ve çıkarlar arası ilişkilerde
farklı yapısal özellikler gösteren şebekeler ağını oluştururlar. Bu ağda takıma
sahip olan şirketler, takıma sponsorluk yapan şirketler, medya firmaları,
reklamcılar, spor pazarlayıcıları vb. yer alır.
Örgütlü yaşam siyasal güç tarafından
kurallara bağlanmıştır. Örgütlü yaşamın ticaret ve eğlenceyle ilgili bir
parçası olarak spor kulüpleri siyasal gücün yasal düzenlemeleri ve kontrolü
dışında değildir. Dolayısıyla spor, ekonomi, finans, sağlık ve kamu güvenliği,
çevre, işçi ilişkileri, mekan kullanımı yasaları ve düzenlemelerini etkileyen
kamu politikalarının da konusu olur. Devlet kurumları spor tesisleri için
sermaye sağlayan birinci kaynak durumundadır. Sporun ulusal ve uluslararası
politikalar, ekonomik kalkınma ve bireysel çıkarlarının gerçekleşmesi için
siyasal önemi nedeniyle birçok ülkede sporla ilgili bakanlıklar, spor
otoriteleri ve kuruluşları vardır.
Sporda kamu, seyirci, müşteri,
taraftar, oy ve vergi veren olarak, sadece spor kulübünun ve spor
etkinliklerinin varoluş koşulu değil; aynı zamanda spordan geçerek çıkar
sağlayan bütün örgütlü yapıların da sağlayıcısıdır. Seyirciler sporun var
oluşunun zorunlu koşulu olmalarına rağmen örgütlü olmadıkları için spor ve kamu
kuruluşlarının ekonomik ve siyasal politikalarında doğrudan bir etkiye sahip
değildirler.
IV.
Spor Kulübü, Liglerin Ekonomik Yapısı ve İlişkiler
Birimlerin, yani spor kulüplerinin
sahipliği tamamıyla özel sermayenin mülkiyetinden okul takımlarında olduğu gibi
kar-amaçlı olmayan örgütlenmeye kadar değişebilmektedir. Spor faaliyetlerinin
gerçekleştirildiği ligler, örneğin futbol ligi, günümüzde tamamıyla özel
sermayenin sahipliğindedir. Bazı kulüpler tek bir kişinin mülkiyetinde olurken,
bazıları da kolektif ortaklık, anonim
şirket ortaklığı, bir firma veya holdingin sahipliği, ya da bir kamu kurumunun
sahipliği olarak biçimlenmektedir. Egemen mülkiyet biçimi özel sermayedir.
Futbolda İstanbulspor A.Ş., Çanakkale Dardanelspor, Kombassan Konyaspor,
İstanbul Büyükşehir Belediyespor; basketbolde Efes Pilsen, Ülker, Türk Telekom,
Tofaş; hentbolda Halkbankası yukarıda özetlemeye çalışılan mülkiyet yapısının,
incelenmesi gereken, Türkiye’deki örnekleridir.
Spor işinde kazanç birbirini
destekleyen iki temel öğeye sahiptir: Maç kazanma ve ekonomik kar. Spor işinde,
hemen hemen bütün dünyada kazançlarla ilgili muhasebe
hilelerinin/sahtekarlıklarının yapıldığı düşüncesi hakimdir. Bu da temelsiz
dedikoduların ötesindedir: Çünkü, örneğin, spor kulüpleri gelir ve harcamaları
kulübün diğer yatırımları ile birleştirilerek, muhasebede “kitabına uydurma”
yöntemi gerçekleştirilebilmektedir. Eskime/yıpranma gibi kalemler yoluyla
amortisman giderlerini artırma ve vergiden düşme; sahiplere ve yüksek yönetimde
yer alan ortaklara yüksek maaşlar ödeyerek masrafları (genel yönetim
giderlerini) çoğaltma gibi…
Klüplerin yaptığı iş diğer şirketler
gibidir: Eğlence olarak adlandırılan bir ürün satılır. Birim maliyetler,
harcamalar, giderler ve gelirler, şirket ekonomisinin bütün özelliklerine
sahiptir: kar veya zarar edilir.
Sporun kentlere ve ulusal ekonomiye
katkılarının çok önemli olduğu söylenemez. Spor faaliyetlerinin kentsel
ekonomik dinamizmin belirleyicisi olduğu iddialarının ayrıntılı bir biçimde
araştırılması gerekir. Sporun ideolojik satışını yapanların iddialarının aksine
takımlar, stadyumlar, karşılaşmalar metropolitan ekonomik kalkınmanın
lokomotifi olmamışlardır ve olamazlar.
Kapitalist sermayenin politikaları
zaman zaman, ideolojik veya bireysel ego nedenleriyle ticari karı bazen ikinci
plana itilerek, sporun şan, güç, şeref vb. amaçlarla gösteri aracı olarak
kullanıldığı gözlemlenmektedir. Ancak FB, GS veya BJK gibi kulüpler, kapitalist
rekabetin yoğunlaştığı ortamda asla böyle bir lükse sahip değildirler.
Kulüplerin ekonomik gelirlerinin en
önemli kalemini ürün satışından elde edilen gelirler oluşturmaktadır:
Doğrudan
gelirler: Stadyumdaki bilet satışından elde
edilen gelirlerden alınan pay
Dolaylı
gelirler: Forma üzeri reklamlar, stadyum
reklamları, televizyon ve radyo yayın hakları, kulüp arması/amblemi taşıyan
malların pazarlamasından elde edilenler, sporcu-kulüp-şirket özel reklam
anlaşmaları, stadyumlardaki satış mağazalarından alınan gelirler.
Spor kulüplerinin giderlerinde ise iş
gücüne (sporcu, kulüp çalışanı vb.) ödenen ücretler
ve sporcu transferi adı altında gerçekleşen satın almalar en büyük harcama
kalemini oluşturmaktadır. Seyahat ve
idman harcamaları da bazen oldukça kabarık olabilmektedir.
Donanım/Mekan
giderleri: Spor takımları için birincil sermaye
maliyetleri arasında yer alan spor malzemeleri popüler spor tüketimini de
sağlayan bir işkolu olmuştur. Kendi spor tesisleri (stadyumları, spor salonları
ve idman alanları) olmayanlar için kira harcamaları; tesisleri olanlar içinse
bakım ve onarım, vergi vb. masraflar ortaya çıkmaktadır.
Yönetim
maliyeti: Yöneticilere ödenen ücretler,
çoğunlukla haksız kazancın bir örneği olarak, oldukça yüksek bir maliyet kalemi
olabilir. Türkiye gibi ülkelerde para aklama amacıyla da bu kalemin ne ölçüde
kullanıldığı üzerinde düşünülmesi gereken bir sorunsaldır.
Futbol liginde para kazanma ve
kaybetmede koşullar çok dengesizdir. Futbol takımları arasında (hem ligler
içinde hem de ligler arasında) uçurum olarak nitelenebilecek kar ve zarar
farklılıkları vardır. İngiliz Süper Ligi futbol takımlarından Manchester
United’ın yıllık karı ile Avrupa Şampiyonlar Liginde mücadele eden
Galatasaray’ın yıllık karı (daha doğrusu mevcut durumdaki zararı) arasındaki
fark veyahut Trabzonspor Kulübünün yıllık kazancı ile Altay Spor Kulübünün
yıllık kazancı arasındaki fark bu durumun göstergeleridir. Büyük birkaç takım
varlıkları ve ilgili pazarlarla (özellikle medya ve reklam) ticari
ilişkilerinin nicel ve nitel fazlalığı nedeniyle diğerlerinden çok büyük
avantaja sahiptirler.
Sporun örgütlü formal yapısının
ötesinde ekonomik biçimlenişinin incelenmesi sporu anlamada önemli bir akademik
gereksinimdir. Türkiye’de örgütlü sporun gelişmesi trilyonların el değiştirdiği
şirket yapısına doğru olmuştur. Bu yapının oluşmasını sağlayan önde gelen
nedenler televizyon, reklamcılık, kara para aklama, uyuşturucu ticareti ile
gelen pazar ilişkileri ağı olabilir ve bunlar inceleme sorunu olarak ele
alınmalıdır. Spor (özellikle futbol takımları), güçlü İstanbul sermayesinin
zengin üç kulübünün egemenliğinde gelişmiştir. Ancak takım performansı ile
sermayenin zenginliği her zaman bire bir gitmemiştir. Ankara’da Gençlerbirliği
Spor Kulübünün yönetimi zengin sermaye gruplarının denetiminde olmasına rağmen
faaliyetlerini gerçekleştirdiği spor branşlarında performansı artmamış ve
rakiplerine kıyasla başarısız olmuştur. 1999 yılında, Fenerbahçe Spor Kulübünün
performansı ise sermayenin gücüne rağmen profesyonel performans kaybının bir
diğer örneğidir.
Sporda büyük sermayenin egemenliğiyle
birlikte oldukça ciddi değişmeler ortaya çıkmıştır:
1. Seyirciler stadyumda ve stadyum
dışında (kablolu, decoderli, ödemeli Tv) seyir için daha fazla gidere
katlanmışlardır. Böylece, tüketici kitlesi olarak seyirciler sermayenin
kazancını artırırken, seyirciler ile seyircilerin spordan sağladıkları doyum
arasında dengesizlik artmıştır.
2. Yerel takımlar güçsüzlük ve
çekicilik yoksunluğundan dertlenir bir şekilde aynı yerellik içinde bile geniş
taraftardan yoksundur. Bu yoksunluğa sadece seyirci tercihi değil, aynı zamanda
seyirci tercihini etkileyen medyanın spor gündemindeki büyüğe ve büyüklere
yönelik sunumu da sebep olmaktadır. Markaya, iyiye, güçlüye bağlanmayı ve
yönelmeyi teşvik eden tüketim kültürü, reklamcılık ve spor eğitimi buna önemli
katkıda bulunmaktadır.
3. Büyüme ve pazardaki tekelleşmenin
bir sonucu olarak, stat dışındaki yayın hakkını tek bir medya şirketi
almaktadır. Böylece medya sunumu bir şirketin imtiyazı olurken, Tv kanalları da
parayı ödeyen sayılı seyircilere 90 dakikalık seyir imtiyazı sağlamaktadır.
Böylece sporda iletme ve tüketimde imtiyazlar ile ekonomik ve psikolojik
ayrıcalıklar yaratılmaktadır.
4. Oyuncular spor faaliyetlerini
gerçekleştirebilecekleri takım bulmakta zorlanmakta ve bu zorluğu dış pazardan
satın almalar (ithaller, transferler) daha da artırmaktadır.
5. Bilet satımı ve stadyumda elde
edilen tüketici artı-değerinin paylaşımının büyük kısmını stadyum sahipleri,
satıcı şirketler ve spor takımı sahipleri almaktadır. Stadyum dışı seyirle (Tv
sunumları yoluyla) yaratılan değer (son yıllarda dünya genelinde yaygınlaşan ve
ülkemizde de tartışmalara yol açan havuz sistemine rağmen) spor kulüplerinden
çok Tv şirketleri, reklamcılar ve diğer aracılar tarafından paylaşılan
kazançtır.
6. Kapitalizmde sermayenin gasp ettiği
emek gücü ve ücretli kölelik sporda da kendini gösterir (Erdoğan, 1997).
Sporcuların emtia olarak alım satımında, satış konusu olan ücretli-köleye bir
gelir sağlanır. Sporcuya belli bir değer (para) verilirken, en büyük değer
satışa taraf olan sahipler ve aracılar arasında el değiştirir.[4]
7. Spor karşılaşmalarının yayın
haklarının satımında hak sahibi ile spor şirketleri arasında değer el
değiştirir.
8. Spor tesisleri (stadyum, salon) içi
reklamlarda ve satışlarda kazançlar mülk (tesis) sahibinindir.
Spor alanında büyümeyle beraber ortaya
çıkan tekelleşmeler ve oligopoller için toplumsal ve ekonomik değerlerin kötü
ve sorumsuz kullanımından geçerek gelen yüksek karlar olabilir; fakat toplumun
genel ekonomik, psikolojik ve kültürel sağlığı için aksinin olma olasılığı daha
fazladır.
Sporda mülkiyet, tekelleşmeyle veya
oligopolist yapıyla toplumun genel sağlık ve çıkarına zarar verecek biçimde bir
kez şekillenince, toplumun bu tekelleşmeyi kırması ve pazarı toplum çıkarına
göre düzenlemesi de meşru olarak ortaya çıkar. Kamu gücüyle yapılması gereken
bu düzenleme gereklidir; çünkü özel gücün tekelleşmiş çıkarına karşı toplumu
korumanın başka olasılığı yoktur. Sosyal sorumluluk ilkesine bağlı kalınarak
tekel veya oligopol olunamaz. Böyle bir iddia tekelci pazarın halkla ilişkiler
aracılığıyla imaj yaratma ve bilinç yönlendirme faaliyetidir. Çıkar-Kar
maksimizasyonu üzerine kurulmuş bir yapının içeriğinde sosyal sorumluluk ancak
çıkar-kar hesabına uygun olduğunda var olabilir.
A.
Tekelci yönelim ve nedenleri
Profesyonel spor kulüpleri diğer ticari
endüstriler de olduğu gibi benzer nedenlerle tekelciliğe yönelirler: Ürün
üretimini kontrol etmek, rekabeti ortadan kaldırarak pazar egemenliği elde etme
ve kendi ürününün fiyatını artırmak, rekabeti azaltmak için pazara yeni
kulüplerin girişini engellemek, çalışma maliyetlerini kontrol etmek gibi
nedenler en başta gelenlerdir. Türkiye’de anti-tröst yasaları olmadığı için,
tekelleşme, kartelleşme veya birkaç firmanın oligopolist pazar durumu yaratması
daha kolaydır. Örneğin bütün lig maçlarının yayın hakkını tek bir televizyon
şirketinin elde etmesi kaçınılmaz olarak hem yayın politikasında hem de
seyirciye alternatif tanımayan fiyat ve kullanım koşullarını belirleme
politikasında tekelciliği getirmektedir. Spor (Futbol, Basketbol, Hentbol vb.)
Ligleri getirdiği kısıtlamalarla yeni takımların kurulması ve gelişmesi ile ve
mevcut takımların bazılarının varlığını sürdürmesini engelleyerek (profesyonel
lig takımlarının amatör kümeye düştüğü bir sistem kurarak), güçlü takımlardan
yana olan ve başka liglerin kurulmasını engelleyen bir tekel olarak
nitelenebilir. Ne Dünyada ne de Türkiye’de hiçbir takım başarısız olup küme
düşmekle amatör olmaz; ya da karşılaşmaları kazanarak profesyonelliğe terfi
etmez. Kulüpler, federasyon ve tek lig sistemi bu bağlamda soruşturulmalı ve
irdelenmelidir.
Sporda uluslararası karakterin
güçlenmesiyle birlikte, spordaki sermayenin uluslararası alana akımı da
artmıştır. Bu sermayenin kullanımının düzenlenmesi mülkiyet haklarına karışma
olarak nitelenebilir. Fakat mülkiyetin toplumsal ekonomik-siyasal birimde
(ulusta) mutlaklığının toplumsal zarara neden koşuluyla sınırlanabilir olması
meşrulaşmıştır ve gereklidir: Bir toplumun zenginliklerini kullanarak yaratılan
değerin örneğin İsviçre bankalarında ve dış ülkelere aktarılması kabul
edilemeyeceği gibi; bu ülkenin gençlerini geliştirerek spora kazandırma ve
kullanma yerine, bu toplumun değerini sahiplikten geçerek dıştan emtia (mal)
ithal etme mülkiyet yapısının özel seçeneğine terk edilemez. Kamu gücü bunu da
topluma yararlı bir biçime dönüştürme yolunda sınırlamalıdır. Uluslararası
alanda sporcunun işçi statüsünde kabul edilmesi ve emeğinin kiralanması/satışı
konusunda ülkeler arası dolaşım hakkına (Avrupa Birliği ülkelerinde futbolda
yabancı oyuncu kısıtlamasının kaldırılmasını sağlayan Bosman Kararlarında
olduğu gibi) sahip kılınması mülkiyet, rekabet ve ulusal spor politikası
alanındaki tartışmaların yoğunlaşmasına yol açmıştır.
Türkiye’nin sadece birkaç kentinde birden
fazla spor kulübü vardır ve Trabzonspor istisnası dışında, spor gündeminde yer
alan takımlar büyük şehir takımlarıdır. 1999 yılı sonu itibariyle Futbol
Birinci Ligi’ndeki 18 kulübün 4’ü İstanbul, 2’si Ankara ve 2’si İzmir;
Basketbol Birinci Ligi’ndeki 14 takımın ise 7’si İstanbul, 2’si Ankara ve 2’si
İzmir kulübüdür. Diğer kentlerden sadece 10’unun futbol birinci liginde yer
alan kulüp takımı vardır. 50 kulübün yer aldığı Futbol İkinci Ligi içinde
durumun pek farklı olduğunu söyleyemeyiz: 8 İstanbul, 2 Ankara ve 2 İzmir
futbol takımı ikinci ligde mücadele etmekte; gruplarında şampiyonluk mücadelesi
vermekte ve ulusal ve yerel basının ilgi odağı metropollerdeki kulüplerin
dışına nadiren çıkmaktadır.
Üç büyükler diye adlandırılan kulüpler
(Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş) ile Trabzonspor, kongrede seçilen,
medyanın desteğini sağlamış, kişi ya da grupların (sermaye sahiplerinin)
mülkiyetinde olurken; diğer şehirlerde kulüpler yerel yönetimler (belediye, il
özel idaresi vb.), kente yatırım yapmış sermayedarlar ya da holdingler ile kimi
kamu kuruluşlarının öznel bir bölümünün sahipliği ve denetimi altındadır.
Türkiye’de kulüplere sahiplik aynı zamanda yatırımda bulunan kapitalist
sermayedarın reklamını yapması; spor kulübünü kullanarak yatırım yaptığı diğer
işkollarında rakiplerine karşı avantaj sağlaması ve sahibi olduğu diğer
yatırımlarının tüketimini yönlendirmesi açısından önem kazanmıştır. Özellikle
büyük kulüplere sahipliğin ve yönetimlerinde görev alınmasının nedeni bu
noktalarda da aranmalıdır. Yerel yönetimlerin ve politikacıların spor kulübü
sahipliği ise gerek siyasal bağların güçlenmesinde gerekse başarının psikolojik
doyum sağlaması ve başarıdan yerel yöneticinin kendisine pay çıkarması
açısından önemlidir.
B.
Mülkiyetin biçimlenişi
Türkiye’deki spor kulüplerinde sahiplik
nasıl biçimlenmiştir? Spor Kulüpleri özel statüye sahip derneklerdir. Dernekler
Yasası gereğince kulübün üyeleri, temel organ olan Genel Kurul’a katılma ve
Yönetme Kurulu’nu seçme hakkına sahiptirler. Yasal anlamda her üyenin iki yılda
bir düzenlenen Genel Kurul’larda bir oy hakkı vardır. Ancak gerçek durum,
kulüplerin “sermaye gruplarınca” yönetildiğini gösterir. Fenerbahçe Spor Kulübü
örneğinde olduğu gibi, kulübün geçmişten beri süregelen sahipleri, Kulüp Genel
Kongre’sinde oy kullanacak üyelerin üyelik aidatlarını yatırmakta; böylece
üyelerin oylarını kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmekte olasılığı elde
etmektedir.
Sahiplik kulüpler arasında farklılık
göstermektedir. Büyük kulüplerde, birkaç sermaye grubunun yönetimi ele geçirmek
için mücadele ve ittifakları olurken;
küçük kulüplerde bir sermayedarın ya da sermaye grubunun dönemsel egemenliği
gözlenir. 1990’lı yıllar, futbolun idaresinde, kamudan (hükümetten) bağımsız
özerk yönetime geçildiği ve özerkliğe geçilir geçilmez büyük sermaye
holdinglerinin, mafyanın, tarikatların kulüplerde örgütlendiği yıllar olmuştur.
Aile veya grup şirketi şeklinde örgütlenen spor kulüpleri ile holdinglerin imaj
yenileme ve halkla ilişkiler faaliyetine dönüşmüş spor kulüpleri son yirmi yıldaki
transformasyon ve çağ atlamanın ürünleridir. "Takım sahipleri güçlerini
(tek başına ya da ortaklaşa) kullanarak, pazarda kendileri dışındakilerin
egemen duruma gelmesini engelliyorlar mı?" sorusunu, Türkiye Bayanlar
Voleybol Ligi’nde 17 yıl üst üste şampiyon olan (1973-1989) Eczacıbaşı Holding
Spor Kulübünü inceleyerek belki yanıtlayabiliriz. Türkiye Profesyonel Futbol 1.
Lig’inde 1959 yılından beri yalnızca 4 takımın şampiyon olması (üçü ulusal ve
uluslararası burjuvazinin sermaye birikimini sağladığı İstanbul’un takımıdır)
bir diğer dikkat çekici noktadır. Futbolda sermaye ve sahiplik ile sahipliğin
oligopolistik yapısı, amatörlükten profesyonelliğe, profesyonellikten özerliğe
değin kılık değiştirerek var olagelmiştir. Sporun kartelci veya bireysel
sahipliğinde pazar, seyirciler, rekabet, takımlar, lig, oyun kalitesi ve
oyuncuların sermaye sahipleri için anlamı büyük bir oyundur: Oyunun
kurallarının kimlerce koyulacağı (federasyon), kimlerin oynayacağı (sporcular),
kimlerce yönetileceği (hakemler), kaybedenin kimler tarafından hakarete
uğrayacağı, dövüleceği (holiganlar, amigolar), kazananın kimler tarafından
ödüllendirileceği (bakanlar, başbakanlar), sporcuların kimler tarafından
değerlendirileceği (medya) ve sporun kimlerce izleneceği (seyirciler/taraftarlar)
belirlenmiştir. Sporda sermayenin düzeni tehdit edilir, mevcut yapısı
kırılırsa; bu durum öncelikle kulüp sahiplerinin aleyhinedir.
Spor kulüplerinin sahipliği asla
bireysel (birbirinden bağımsız) firmalar gibi düşünülmemelidir. Kulüpler riske
dayalı ortaklık (joint venture) değildirler; fakat ortak üretim olmadan
kulüpler var olamazlar. Spor takımları özünde bireysel firmalardır; fakat
varlıkları diğer spor firmalarının (hiç değilse, bir spor ligi oluşturacak
sayıda firmanın) olmasına bağlıdır. Sahiplik rekabetin de sınırlarını çizmekte
ve kulüpler pazarda ikame edici değil tamamlayıcı mallar olarak karşımıza
çıkmaktadır.
C.
Spor pazarı, kontrol ve sınırlamalar
Birçok iş/ticaret faaliyeti gibi, spor
takımları da bir pazara hizmet ederler (daha doğrusu bir pazarları vardır).
Temel pazar yöreseldir. Liglerde ise bu pazar ülke (Türkiye) çapındadır. Ligde
başarılı olan takımın pazarı sınırlı bir zaman ve dönem için uluslararası
(Avrupa) olmaktadır. Pazarın genişliği temel gelir parametresini belirlediğinden
takımın başarısı için vazgeçilemezdir. Yerellik içine sınırlanmış bir pazarda
başarı kısıtlıdır. Geniş pazardaki takımlar hem karşılaşmalarda hem de iş
dünyası faaliyetlerinde çoğunlukla daha başarılıdır. Bunların yanında pazarlama
ve takımı yönetim becerileri finansal başarıyı etkileyen diğer faktörler
arasında önde gelenlerdir. Bu pazarın incelenmesi akademik bakımdan önemlidir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer
önemli konu da oyuncuların maaşları üzerindeki kontrol ve oyuncuların
transferleri üzerine sınırlamalardır. Gerek Türkiye’de gerekse FIFA/UEFA üyesi
ülkelerin futbol liglerinde oyuncu transferlerinin yılın belli zamanlarında
gerçekleştirilmesine izin verilmektedir. Son yıllarda yapılan ulusal ve
uluslararası yönetmelik değişiklikleri ile oyuncu transferi süresi
esnekleştirilmiş ve spor kulüplerinin profesyonel futbolcularla uzun süreli ya
da ileriye dönük anlaşmalar yapabilmelerine olanak sağlanmıştır. Ancak
uluslararası oyuncu piyasası tümüyle uluslararası kurumların (FIFA/UEFA) kontrolündedir.
Avrupa Birliği üyesi ülkelerde sporcuya ödenen maaşların kulüp bütçesinin belli
bir yüzdesini aşamaması; AB üyesi diğer ülkelerden oyuncu transferi sırasında
oyuncunun eski sahibi olan kulübe bonservis ücreti ödenmiyor olması
uluslararası yapının belirlediği çalışma sınırlılıklarını gösterir. Türkiye’de
Futbol Federasyonu’nun biçimlendirdiği transfer ve sözleşme yapma süresi, her
yıl “serbest transfer yapma hakkını kazanan futbolcular için 1 Haziran-31 Ocak
tarihleri arasında; sözleşmesi sona erecek olan kendi oyuncuları ile 1 Şubat
tarihinden itibaren” şeklinde sınırlanmıştır. Yabancı oyuncu transferinde ise
oyuncu kısıtı getirilmiş, transfer süresi sınırlanmış ve FIFA şartlarına
uygunluk esas alınmıştır.
Spor pazarında diğer bir sınırlama
pazara giriş sınırlamalarıdır. Bu sınırlamalar pazar sorunlarının çoğuna neden
olur:
1. Pazarın emrediciliği: Eğer serbest
giriş imkanı var olsaydı, yerel/bölgesel takımlar kurulur ve spor pazarını
elinde tutanların kendi çıkarlarına uygun talepleri reddedilebilirdi.
2. Gelir dengesi: Özellikle bazı şirket
takımlarının (özellikle salon sporlarında faaliyet gösterenlerin) son yıllarda
İstanbul’a yerleşmeleri, kulüpleri ve tesislerini İstanbul’a taşımaları
karşılaşma gelirlerini, medya gelirlerini (reklam, yayın hakları vs.) artırmak
amaçlıdır. Bu tarz bir sınırlayıcılık (Pazar çapını büyütmek için metropolitan
faaliyet alanı zorunluluğu) ancak bu tür gelirlerin İstanbul dışında da aynı
olması durumunda ortadan kalkabilir.
3. Trilyonları aşan transferler ve
yüksek maaşlar: Spor pazarı serbest değildir; pazarda sporcular kendilerinin
pazarlayıcısı/menajeri/spor ajanı olsalar bile spor serbest olarak yapılamaz.
Yüksek transfer, maaş ve primler yoluyla oyuncular sahiplerin elde ettikleri
tekelci karın bir kısmını sahiplenmektedirler. Sporcular yüksek kazançlarla
spor kartelini yenmemişlerdir, yenemezler; kartelle birleşmektedirler.
4. Marjinal pazarlar: Kar amaçlı
takımlar diğer sahiplik modellerinden daha geniş pazara ve daha çok gelire
gereksinim duyarlar; çünkü yeni yatırımcıları ve sermayeyi çekmek ve piyasada
tutmak için yeterince kar varolmalıdır. Tek sahiplik aynı zamanda seçkin
klüpler diye tanımlanan büyük kulüplere yatırım yapacak kişi ve grup türlerini
de sınırlar. Tek sahiplik birçok pazarda karlara engeldir.
D.
Lig ve sahiplik: Lig sahiplerinden farklı mı?
Bu sorunun Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki yanıtı kesin bir “hayır”dır. Profesyonel sporda ligler
kartellerdir. Amerikan Profesyonel Basketbol Ligi (NBA) personeli (başkan da
dahil) sahiplerin işçileridir. Gizli işbirliği, sigara dumanı dolu odalarda
komplo üreten toplantılar yapmak anlamına gelmemelidir. Amerikan profesyonel
sporlarında, ligin kendisi gizli işbirliğidir. NBA’in faaliyetlerini
gerçekleştirdikleri ofisleri vardır; konferanslar ve basın toplantıları
yaparlar; diğer firmalar gibi yaptıkları işten (ligin işletilmesi,
müsabakaların gerçekleştirilmesi) dolayı vergi öderler. Ancak ligler iktisadi
anlamda bir kartelin bütün özelliklerini taşır. Ligleri sahiplikten farklı
olarak ele alan incelemeler büyük şüpheyle karşılanmalıdır. Muhtemelen bu
incelemeler sahte farklılıklar bularak/kullanarak/yaratarak kartelin devamını
ve mülkiyet ilişkilerini meşrulaştırmaktadırlar.
Liglerin bağımsız olarak sunulduğu
ancak kamu-özel kulüp işbirliğinin neticesi olduğu diğer ülkelerde, lig ve
sahiplik, ABD’de yaşanan şekilde kendini göstermemektedir. Uluslararası
firmaların sponsorluğunda gerçekleştirilen, isim ve yayım hakkı piyasa
koşullarına bırakılan futbol liglerinin tümüyle kulüplerden ayrı olduğu söylenemese
de; farklılık federasyonların ve uluslararası örgütlerin (FIFA/UEFA) yapısından
kaynaklanmaktadır.
E.
Yüksek kaliteli oyuncu arzı (sabit midir?)
Liglerde çok kısa dönemde çok büyük
yayılma, beceriyi geri plana iter. Fakat uzun dönemde, ligdeki her
yayılma/genişleme, oyun kalitesindeki gelişmeyi de beraberinde getirir.
Fırsatlar arttıkça, bireylerin sporculuğa özenmeleri ve kariyerini sporda
arayanlara kendilerini geliştirmeleri için sağlanan teşvikler de artar. Beceri
havuzu sabit değildir. Spor yapmaya hevesli milyonlarca genç vardır ve beceri
havuzunun biteceği söylenemez.
Mevcut oyuncu seçimi metotları
verimlilikten ve etkinlikten yoksundur. Her yıl transfer yoluyla genç oyuncular
ve diğer takımlardan da yetenekli oyuncular transfer edilir. Bunların özellikle
büyük takımlarda becerilerini sergileyemeyerek, harcanmaları olağandır. Pek çok
genç, umutla, saha kenarında yedek olarak sırasının gelmesini beklerken
unutulup gider. Bunların bir veya birkaçının oyuna alınması ve başarısı bu
durumu yadsımaz; fakat yanıtlar. İncelenmesi gereken konu, takımların,
özellikle büyük takımların her yıl yaptığı yeni transferlerin sayısı ve
transfere harcanan para ile bu transferlerin kaç tanesinin, kaç dakika
oynadığıdır? Fenerbahçe Spor Kulübü her yıl şöhretli yıldızlar, genç yetenekler
ve amatör altyapı oyuncularından bir iki düzinesi ile trilyonlarca liralık
anlaşmalar yapmakta; bu oyuncuların çoğu kariyerlerini yedek kulübesinde
sürdürmektedirler. Genç bir oyuncunun performansını tahmin etmek zordur; çünkü
bilimsel ölçüleri yoktur. Performans, psikolojik, sosyal, ekonomik pek çok
faktörün bileşkesi olarak sürekli değişen biçimlerde karşımıza çıkmaktadır.
Kendisinden çok şeyler beklenen oyuncuların hangilerinin ne derece becerili
olduğu bilinemediği gibi; yeterince başarılı görünmedikleri için kimi
oyunculara deneme şansı bile verilmez.
F.
Lise ve kolejler: Küçük takımların büyük takımlara yıldız yetiştirmesi
Ulusal sermaye karakterini, sermayeyi
kullanış biçimiyle yitirmiş olan spor sermayesi, dışarıdan yıldız sporcular
transfer ederek kazançlarını maksimize etmektedirler. Sermayenin bu karakteri
nedeniyle, Türkiye’de sporcu yetişmesi ve yetiştirilmesinin teşviki gereksinimi
Futbol yöneticileri için ortadan kalkmaktadır. Sporcu yetiştirme kaynağı olarak
geliştirilmesi gereken mahalle\semt kulüplerine; ilköğretim, lise ve üniversite
aşamalarındaki okul spor kulüplerine yatırım yapmak, onları teşvik etmek, bu
kulüplerin kaynak olarak kullanılması düşünülmediği için gerçekleşmemektedir.
Spor kulüplerinin bu gereksinim olmasa bile (kendi altyapısının yeterliliği
halinde), isimlerini taşıdıkları yöreye yatırım yapma kültürü de gelişmemiştir.
Ayrıca Türkiye’de onları bu tarz yatırıma zorlayacak yasal kurallar da
geliştirilmemiştir. Dolayısıyla, sadece spor sermayesi alanı değil aynı zamanda
yasal biçimlendirme alanı da bu anlamda duyarsızdır. Türkiye’de spor
kulüplerinin altyapıya ve sporcu yetiştirmek için gençlere yönelik
yatırımlarının, göstermelik, imaj geliştirici ya da vergilerde avantaj sağlayan
bir etkinlik olup olmadığının da incelenmesi gerekir.
Türkiye’de devletin, teşvik ve
destekleyici ödemeler aracılığıyla, profesyonel futbol liglerine ve spor
kulüplerine yardımlar yapması 1950’lerden beri olağan bir durumdur. “Demokrat
Parti, bir yandan koltuk çıktığı yeni burjuvalar ve diğer yandan bürokratlar
aracılığıyla, futbol devlet iç içeliğini kısmen sağlamıştır. Bir de, daha sonra
gelenekselleşecek olan af uygulamalarıyla, Profesyonel kulüpler birer işletme,
birer işveren oldu. Ama mali denge bir türlü sağlanamadığı için vergi borçları
birikiyor, meblağ yükseldikçe af tasarıları hazırlanıyor ve kulüpler devlete
karşı "eli mahkum bağımlı ve saygılı’ tavırlarını sürdürmekten başka yol
bulamıyorlardı” (Kozanoğlu, 1996:201-202). Teşvikler, yardımlar alan, vergi muafiyetinden
ve sık sık çıkarılan aflardan yararlanan spor kulüplerinin kamudan bu
aldıklarına karşılık kamuya ne verdiği üzerinde durulması gereken bir husustur.
G.
Performans ve sermaye bağı; Zenginliklerin ve gelirlerin paylaşımı
Sorulması gereken sorular, “Medyada ön
plana çıkan takımlar hangileridir ve bunun nedeni ne? Performans ile sermaye
arasında ne tür bir bağ vardır? Bu bağın özelliği neye göre değişmektedir?”
şeklinde sıralanabilir.
Türkiye’de spor karşılaşmalarının ve
özellikle futbol maçlarının hasılatı kulüplerin temel gelir kalemini
oluşturmaktadır. Futbol Federasyonunun 1988 tarihinde çıkarılan yasa ile özerk
bir yapıya kavuşmasından önce maç hasılatlarının % 48’inin kesintilere gittiği
bilinmektedir (aktaran Güney, 1990:265-266). Futbol stadyumlarının yapılan
düzenlemelerle tek maçlık ya da bütün sezon olarak kulüplere kiralanması,
1990’lı yıllarda çift haneli milyar liraya varan hasılat rekorlarının
kulüplerin kasasına girmesini sağlamıştır. Son birkaç yılda ise spor
karşılaşmalarından elde edilen gelirden çok daha büyük rakamlar,
karşılaşmaların Tv kanallarından yayınlanması için ödenen ücretlerden elde
edilmektedir. Gelirin dağılımında ekonomik ve siyasal güç kendini örgütlü
biçimde göstermektedir. Futbol karşılaşmalarının yayın haklarının bir Tv
kanalına açık artırma ile satılması örgütlü olan tüm tarafların kazancını
garantiler. (Örgütlü) Federasyon ligdeki bir takımın bir başka Tv kanalına
yayın hakkını satmasına izin vermez (İstanbulspor ve Fenerbahçe’nin bir dönem
başka bir Tv kanalı ile anlaşmalı olması örneğindeki gibi). Bunu yapan kulüp
cezalandırılır ve karşılaşmalarını yayımlayamaz. Yayım haklarının satışından
elde edilen gelir havuz sisteminde bölüşülür. Bölüşme, aralarında anlaşmış
kulüplerin (örgütlenmiş dört büyüklerin) paranın çoğunu diğer kulüplerin ise
azını alması şeklindedir. Zenginliğin paylaşımı zengin kulüplerin
zenginliklerini sürdürmesini garantileyen bir ilişki olarak karşımıza çıkar.
H.
Sporda Düzenlemeler: Oyunun Kaideleri
Örgütlü oyun kavramı, ilişki ve
iletişimin doğasından kaide olduğunu anlatır. Aksi taktirde oyun olmaz. Oyunda
kaidelerin olması için bir kamu yasası veya örgütlü bir yapının bunu
düzenlemesi gereksinimi ancak oyunun siyasal veya ticari örgütlülüğün bir
parçası olmasıyla birlikte ortaya çıkar. Oyunun kuralları oyun ilişkisi içinden
çıkıp yükselir ve kültürel olarak şekillenir: Birdir bir, çelik çomak, ip
atlama, çeşitli atlama ve taş oyunları gibi oyunların kuralları dış bir güç
tarafından belirlenmez. Kurallar, oyun ilişkisindeki bireylerden bir veya
birkaçının egemenliklerinin ifadesi de değildir. Bütün bu farklı yapılanmalar
oyunun siyasal ve ekonomik sermayenin elinde ticari ve ideolojik emtia
olmasıyla oluşturulur. Kuralların oluşturulması, ceza ve ödüllerin
belirlenmesi, denetleme ve uygulama için formal örgütlenmeler geliştirilir.
Bunlar kamu kurumu ve özel yapılar olarak biçimlenir.
Futbolda, kurallar uluslararası
örgütler (FIFA/UEFA) tarafından konulur ve bu sporun gerçekleşmesi (pazarda
emtia olarak kullanılması) konulan kurallara uyulduğu sürece mümkündür.
Kurallar kapitalist sermayenin etkin olduğu kurum ve kurullarca konulmakta;
malını pazara sunmak isteyen güçlerde bu kurallara uymaktadır. Türkiye’de
futbol kurallarını (uluslararası düzenlemelerin aktarımını ve ulusal
düzenlemelerin yapılmasını) federasyon düzenlemekte ve cezai müeyyidelere
Merkez Hakem Komitesi’nce karar verilmektedir. Oyunun kurallarını belirlemede
(her sezon kaç yabancı oyuncunun takımda yer alacağı dahil) ve ceza
koyma/kaldırmada (örneğin yıldız oyuncuya ceza verilmemesini sağlayacak ya da
verilen cezayı tahkim kurulunda kaldırtacak kamuoyu oluşturmada) kulüplerin
kısmen etkili olduğunu vurgulanabilir. Sahiplik ulusal ve uluslararası
egemenliğin karakterine bağlı olarak kurallar üzerinde etkisini göstermektedir.
V. Spor, Eğlence Endüstrisi, Bilinç Yönetimi
ve Ekonomi
Spor vücut biçimlendirme ve biçimini
muhafaza etme gibi kapitalist endüstrilerin yönlendirmesinde koşudan aletli
jimnastiğe, birçok amatör girişimlerden okullardan milyarlarca dolarlık
profesyonel spor kuruluşlarına kadar çeşitlenen farklı pazar ve pazarlama
alanını içerir. Kültürel ve ekonomik etkinlik yanında, spor sınıf
farklılıklarını ve sınıf geçişlerini de anlamlandırır.
Spor endüstrisinin birincil işi spor
etkinlikleri üretmektir. Bunun için takımlar ve ligler düzenlenir. Bu
düzenlemeler okul takımlarından, kümelere ve liglere, bireysel performanslara,
yerel, ulusal ve uluslararası turnuvalara kadar değişir.
Spor endüstrisinin ikincil işi spor
etkinlikleriyle ilgili ticari işlerdir:
·
Oyunlarda yiyecek,
içecek vb. ile spor statları/ salonları çevresinde mal satış yapanlar.
·
Reklamcılar: sporu
kullanarak ürün tanıtma ve satmaya çalışanlar.
·
Sponsorluk: Takımları
ve turnuvaları finansal bakımından destekleyenler
·
Takımla, ligle,
olaylarla vb ilgili mal ve hizmet satan firmalar
·
Spor faaliyetlerini
destekleyici firmalar (spor malzemeleri ve egzersiz ürünleri satanlar)
·
Menajerler\ajanlar ve
temsilciler
·
Basın: Günlük
gazetelerle spor endüstrisi arasında başından beri daima birbirini besleyen
karşılıklı bir ilişki olmuştur. Özel spor gazeteleri ve dergileri bu ilişkiden
çıkıp büyümüştür.
·
Radyo ve Tv: Radyo maç
yayınlarıyla ve spor haberleriyle bir ürün üretti ve bunları kamu radyosu
yoluyla halka sundu. Buna sonradan Tv katıldı. Özel radyo ve Tv’lerin çıkmasıyla,
bu ürün mal olarak pazarlanmaya başladı ve ürünün parasal değerini veren
kullanma hakkını aldı. Böylece, maç yayınlama ve seyretme mülkiyet ilişkileri
içinde trilyonlarca lirayı bulan önemli bir emtia değeri kazandı. Televizyon,
sporu hem büyük spor kulüpleri hem de kendisi için altın yumurta yumurtlayan
tavuk yaptı. Tv’nin kameralarla ve profesyonel çekimlerle yarattığı ürün canlı
seyirden daha iyi ve değerli bir özellik kazandı. Sporun emtialaşmasına ve
büyük bir ticaret faaliyeti olmasına en büyük katkıyı Tv yaptı. Takımlara,
liglere, örgütlere ve sporculara tahayyül edemeyecekleri miktarda finans
kaynakları sundu. Televizyon kamu gücünü düzenleyici olarak spora karışması
gereksinimini de artırdı. Yayın hakları üzerindeki tartışma ve çekişmelere
kaçınılmaz olarak taraf oldu ve yeni yasal düzenlemeler getirildi. Bunun sonucu
olarak, sporun siyasal ekonomisinde siyasalın önemi daha da arttı. Ayrıca
televizyon yayınları spor kulüplerinin geleneksel gelir kaynaklarını kurutacağı
korkusunu ve olasılığını da artırmıştır (bilet satışlarının azalması, reklam,
hibe gibi).
Karın birden bire arttığı bir alana
büyük sermayenin sarkması elbette beklenir. Bunun sonucu olarak firmaların spor
kulüplerini almaları veya kendi adlarına spor kulüpleri kurmaları ya da spor
kulüplerinin oyuncularını sponsorlukla giydikleri formaya firma isimlerini
yazarak yürüyen canlı reklam tabelası yapmaları sermaye sisteminde olağandır.
Spor ticari bir örgütlenme yanında aynı
zamanda eğlence endüstrisinin de bir parçasıdır; bu endüstrinin karakterlerini
paylaşır; ana fonksiyonu kaçışla, deşarjla, kazanma duygusundan geçerek
sağlanan doyumla “bilinç yönetimine” önemli katkıda bulunur. Sporun sattığı
eğlencedir ve göründüğü gibi masum değildir:
·
Yıldız oyuncular zor
şeyleri şahane bir şekilde yaparak gösteriyi eşsiz yaparlar. Oyuncuların
becerilerini değerlendirirken biz kendi aramızda/mahallemizde ki oyun
deneyimlerimizden hareket ederek doyum sağlarız. Oyuncuların ayağını, kafasını
ve vücudunu kullanma biçimleriyle maharetleri gösterilir ve topu kontrol ve
karşı takımla ve kendi takımı oyuncularıyla olan oyun ilişkisinde seyirciler
duygudan duyguya sürüklenirler. Bu duygusallıkta diğer bazı eğlencelerden
farklı olarak şiddet ve sınırlanmışlıktan kurtulma sergilenir. Şiddet sadece seyirciler
tarafından maç öncesi, maç sırasında ve maç sonrası çeşitli boyutlarda
uygulanmakla kalmaz. Saha içindeki mücadelede oyuncular hakem tarafından
görülmediklerini tahmin ettiklerinde veya kurallara rağmen gerekli
gördüklerinde şiddet kullanırlar (itmek, çelmelemek, vurmak, maç sonrası çıkan
kavgalar gibi). Oyunda sadece kurallar içinde hareket ederek bir kazanma elde
etmek değil, aynı zamanda kuralları kırma ve bu kırmada yakalanmama, ceza
görmeme veya cezayı en aza indirme çabası ve stratejisi uygulanır. Dolayısıyla
futbolda şiddet hem futbolcular hem de seyircilerin davranışlarında vardır.
·
Sporda kazanan ve
kaybeden, sahada, oyun sonunda ortaya çıktığı için belirginsizlik söz
konusudur. Belirginsizlik tahminler yapılmasını ve bu da spor yoluyla spor
üzerine kumar oynamayı (spor loto, toto ve meşru olmayan bahisler vb.) ortaya
çıkartır. Kumar veya şans oyununda sporda oldukça büyük miktara ulaşan meşru ve
gayri meşru bahisler yapılır.
·
Kendini özdeştirme ve
projection/yansıtma sporda oldukça yaygındır. Erkekler kendilerini sporla ve
atletlerle ve takımla özdeşleştirirler. Böylece tutulan takım “bizim veya
benim” takımım olur. Yıldız sporculara karşı eş zamanlı olarak bir hayranlık
ile gizli kıskançlık ve öfke vardır. Hayranlık yıldızın iyi oyunu ve gol atması
sonucu kişiler arası iletişimde övgülerle sergilenir. Sporcu kötü oynadığında,
gol kaçırdığında ve takım yenildiğinde gizli öfke sporcuya, sporculara ve
takıma karşı küfürler, protesto ve şiddet ile dışa vurulur.
·
Sporda kayıtlarla bir
tarih korunur ve bu tarih önemli oyunlardan önce, oyun sırasında veya sonra
istatistikler ve görüntüler biçiminde yeniden sunulur. Böylece takımların ve
sporcuların performansları kaydedilir ve ölçülür. Takım ve sporcu performansı
sadece maçı seyredenlerin ortak (anlık) hafızasında değil, aynı zamanda
kayıtlanmışı seyreden kitlelerin ortak bilincinde oluşturulur.
·
Futbolun sunduğu
eğlencede takım tutmadan geçerek gelen sadakat vardır. Bu sadakat piknikte veya
mahallede oynanan futbolda ki takıma bağımlılıktan farklı olarak süreklilik
taşır. Türkiye’de ilginç olan durum, ABD gibi ülkelerden çok farklı bir
yansımadır. Örneğin Amerika’da seyirciler kendi yerel takımlarını tutarlar;
fakat Türkiye’de metropol İstanbul’un üç takımı Türkiye’nin hemen her yerinde
taraftarların büyük çoğunluğu tarafından desteklenmektedir. Yerel takımlar
ikincil seviyede kalır. Seyirci bağımlılığı önce bir İstanbul takımına
(padişaha) ve sonra (eğer seçerse) kendi kentinin takımınadır (derebeyine,
ağaya, şeyhe). Bu sadakatte ırk, sınıf, din, yerel veya ulusal öğeler rol
oynamaz; Onun yerine egemenle, güçlüyle ve güçle kendini özdeştirme duygusu,
kölenin efendisiyle kendini özdeştirerek egemen olana katılma vardır.
Anadolu’da insanların İstanbul kompradorlarının takımlarını tutması Anadolu
insanının cemaat tutkularının/bağlarının zayıf olduğuna işaret etmektedir.
Büyük kentin cazibesi bu zayıflıkla gelen kendinden olmayan güçlüye hayranlıkla
birleşince; Fenerbahçe, Galatasaray veya Beşiktaş egemen seçenek olur. Böylece,
kimlik arayışındaki kendini beğenmeyen BEN kendine kendinden olmayan bir kimlik
bulur.
·
Futbolda ulusal
sadakat milli maçlarda ve büyük takımlardan birinin diğer ülke takımlarından
biriyle yaptıkları maçlarda ortaya çıkar. Ulusal bağımlılıkta hareket noktası
ulusal kimliktir ve bu kimlikte güçsüz olunduğu bilindiği durumda bile güçlülük
iddiası varır. Böylece, hiç değilse “biz Avrupa’dan geri değiliz” düşüncesi
spor dünyasının günlük bilincine yer etmiştir ve sürekli canlı tutulur. Günlük
insanlar arası ilişkilerde en çok iletişilen konulardan birinin spor olduğu
düşünülürse, bunun ekmek ve sirk politikaları açısından ne denli önemli olduğu
ortaya çıkar.
·
Siyaset, iş\ticaret ve
günlük hayat spor kavramlarıyla, metaforlarıyla ve dersleriyle
zenginleştirilir.
·
Dünyanın her yerinde
insanlar her gün spora önemli ölçüde zaman, para ve duygusal yatırım
yapmaktadırlar.
·
Her ülkede spor
kahramanları rol modeli, kültürel ikon ve ulusal sembol olarak nitelenirler.
·
Takım tutmayla
birlikte cemaat kıvancı ve bağlığı gelir. Fakat kendi cemaatinin takımını
ikincil plana iten veya hiç önem vermeyen bir yapıda, cemaatin bizlik duygusunu
ve dayanışmasını sağlayacak ve sürdürecek önemli bir unsur eksik demektir.
Kayseri takımını tutmayan, onun yerine İstanbul takımını tutan Kayserili için
özlemler ve özlenen bağlar İstanbul’dur. Takım tutmayla insanlar takımla
kendilerini özdeştirmeden geçerek kendilerini bir yere bağlarlar. Bu yer ya
kendi kentleridir ya da tuttukları takımın kentidir. Spor takımı o takımın
olduğu yere olan ilgiyi artırmak için bir araç olarak kullanılmaktadır.
İstanbul seyircisi belki de kendi yaşadıkları bölgenin takımına sadakati olan
tek seyircidir denebilir. Fakat gerçek anlamıyla bunun doğru olabilmesi için
Beşiktaş semti veya Beşiktaş takımının bulunduğu bölgede Beşiktaşlıların büyük
çoğunluğu oluşturması gerekir. İstanbul dışında, belki de sadece Trabzon ve
İzmir’de, yerel takımların İstanbul takımları kadar tutulma/desteklenme
olasılığı vardır.
Kendi bölgesinin takımını tutma veya
tutmamak hem bireysel hem de kolektif bir deneyim özelliğini anlatır.
·
Profesyonel takım
sporları, aynı zamanda, sosyal ve siyasal entegrasyon araçlarıdır. Bu
entegrasyonu ulusal bizlik duygusunu ve aitliği yaratarak, tutarak ve teşvik
ederek sağlarlar. Fakat siyasal, ekonomik ve kültürel meşruluk krizinde olan
ülkelerde, sporun bağımlı kılıcılığı ve sosyal entegrasyon görevi baştan
çıkarıcı bir hal alır: Aynı ülke içinde hunhar sömürü ve talanla zenginliklerin
ve yoksullukların yaratıldığı bir ortamda kendi takımının kazanması ve
kaybetmesi taşkınlıklar, yağmacılık ve şiddet için mazeret olarak
kullanılır.
VI.
Spor, Siyaset ve İdeoloji
Spor kamu politikasında ve dolayısıyla
ideolojik bilinç yönetiminde eski imparatorluklardan beri yer almaktadır.
Sporun en yaygın görünen sunumları arasında şahsiyet/kişilik kurma, kazanma
arzusunu teşvik, gerçek lideri belirleme, haklı oyun vardır. Bunların hepsinde
ortak olan faktör rekabet ve rekabetteki meşruluktur. Spor, siyaset ve ideoloji
bağı bundan çök daha karmaşıktır. Girişte açıklandığı gibi spor ne ekonomiden
ne de siyasetten uzak ve onlarla ilişkisiz bir toplumsal etkinliktir. Aksine
ekonomi ve siyasetin olmadığı spor günümüzde yoktur. Sporun siyasetten,
ideolojiden ve bilinç yönetiminden bağımsızlığını sunan anlatım örnekleri
incelenirse oldukça farklı sonuçlar elde edilir:
“Ne solcuyum ne de sağcı, futbolcuyum,
futbolcu” sözü belki de spora yüklenen siyasalsızlık (apolitik olma)
karakterini özetlemektedir. Sporun ve siyasetin yan yana olmadığı, birbirine
karışmadığı, sporun siyasetsiz olduğu sadece ideolojik bir uyduru olmasının
ötesinde sporun politikadan korunması için özel spor kuruluşları tarafından
yürütülmesi gerekliliği apolitikliğin garantisi olarak ileri sürülmektedir, ki
bu da bilinç yönetimi amaçlıdır.
·
“Spor bir oyundur, bir
iş/ticaret değildir; dolayısıyla devlet veya hükümet yasa ve kurallarından,
düzenlemelerinden uzak olmalıdır” görüşünün geçersizliğini ispata gerek yok,
çünkü profesyonel spor trilyon liralık bir ticari girişimidir. Öylesine ticari
bir girişimdir ki, yeni futbol takımlarının aynı bölgede çıkması veya kurulması
olasılığı dahi ortadan kaldırılmıştır.
·
Spor ve siyaset
tarihte oluşumlarından beri birbiriyle iç içedir. Sporun otorite, istisna,
kaynak, kolaylıklar, kayırma ve imtiyazlı ulaşma için siyasal desteğe ihtiyacı
vardır. Bu nedenle politikacılarla, hükümetle, ekonomik ve sosyal çıkar
gruplarıyla ve sermayedarlarla daima ilişkidedirler.
·
Örgütlü spor oldukça
özelleştirilmiş ve ticarileştirilmiştir; fakat stadyumların kurulması,
işletilmesi ve maçlar daima siyaset ve siyaset ilişkileri içinde olmuştur.
Siyasetçiler siyasal reklam için maçları zaman zaman kullanmaktadır. Maçlarda
ve maç sonlasında spor siyasetçilerce kullanılarak ideolojik propaganda
gerçekleştirilmektedir.
·
Sporun kentsel
gelişmeye katkıda bulunduğu da oldukça şüphelidir ve araştırma konusudur.
Spor kulübünün kente prestij sağlaması öncelikle psikolojiktir ve
taraftarların nasıl hissettiği takımlarının başarısı ve gücüyle ilişkilidir. Bu
da oldukça değişkendir; örneğin 1999 sezonunda Fenerbahçe Spor Kulübü futbol
takımının performansı Fenerbahçeli taraftarlar için bir utanç kaynağıydı.
Prestij aynı zamanda medyanın spor takımını nasıl sunduğuyla da ilişkilidir.
Kazanan takımlar insanlarda bizlik duygusunu desteklerken; kaybeden takım
birlikten çok moral çöküntüye ve hoşnutsuzluğa neden olabilir.
·
Takımların cemaat
hayatına pozitif etki ettiği ve birlik ve beraberliği teşvik ettiği iddiasının
da üzerinde önemle durulması gerekir. Özellikle takımları kaybettikten sonra
taraftarların takıma ve etrafa karşı saldırganlıkları; farklı takımı tutan
seyircilerin birbirine karşı düşmanca tutumları bunun böyle olmadığına işaret
etmektedir. Sporun bu tür fonksiyonu ancak uluslararası karşılaşmalarda
medyanın kışkırtıcı sunumuyla ön plana çıkartılmaktadır.
·
Sporun faydaları
genelleştirilerek haddinden fazla gösterilirken maliyetleri üzerinde
durulmamaktadır. Faydanın herkese mal edilmesi yanlış yönlendiricidir çünkü
materyal fayda sporun sahiplik ve yönetim kademesinde olanlar için vardır.
Giriş ücretleri, paralı seyir, sporla ilgili karar verme süreçlerinde genel
halk siyasal karar vererek katılmanın dışında bırakılmıştır. Bunun sonucu
olarak spor ve spor politikalarında kamu güveni hem azalmış hem de bazı
takımların yönetimine karşı şiddet ve öfke duyguları ekilmiştir.
VII.
Sporun Siyasal Ekonomisinde Seyircilerin Konumu
Lig karşılaşmalarının özellikle büyük
kentlerde başlaması ve oradan diğer kentlere yayılması seyirci ve sermaye
potansiyeliyle ilişkilidir. Kentleşme sermayenin spora yatırım yapmasını ve
takımların kurulmasını da beraberinde getirmiştir. Televizyonun günümüzdeki
egemenliğine rağmen, gene de büyük lig maçlarının nüfus bakımından çok olan
metropollerde yapılması arzusu egemendir ve böyle de olmaktadır.
Türkiye, Avrupa ve Amerika'da maç
öncesi, maç sırası ve özellikle maçtan sonra olanların anlamı, gençlere içinde
yaşadıkları gerçeği görmedikleri (veya görüp de anlayamadıkları) önemli bir
yanının incelenmesi gerektiğini vurgulamaktadır: Spor kulübü ne demek ve spor
ilişkisinde seyircinin yeri ne?
A.
Spor ve ilgili endüstriler için stadyumda ve diğer yerlerde seyirci
Sporda seyirci ilk bakışta giriş
parasıyla maç süresince yer kullanımı ve seyir hakkını alan müşteri olarak
görünür. Stadyumda maç seyreden seyircinin spor endüstrisi ve stat içi ve dışında
satış yapan hizmetler sektörü için önemi, televizyonun ve reklamcılığın spora
yaygın bir şekilde girmesiyle çok büyük değişiklikler göstermiştir. Seyirci
olmak için stadyuma gitme gereği ortadan kalkmış ve televizyon stadyumdaki maçı
evde oturma odasına ve grup izlemesi için kahvehaneye getirmiştir. Böylece
seyir konumunun stadyumla sınırlanması ortadan kalkmış ve geniş kitlelere Tv
yoluyla ulaşılması gerçekleşmiştir. Seyirde olan bu yer ve zaman çeşitlenmesi
yanında bir diğer önemli değişim daha olmuştur. Bu değişimle, seyirci
müşterilik yanında, çok daha fazla para getiren bir emtiaya dönüşmüştür:
Televizyon spor yayınlarında seyirci televizyon firması için hem (paralı
yayında) müşteri hem de emtiadır. Müşteri olması açıktır. Emtia olmasını
açıklamak gerekir: Spor yayını yapan televizyon şirketi maç sırasında reklam
veren firmalardan reklam zamanı için para almaktadır. Televizyonun aslında
reklamcıya sattığı zamanın değeri hesaplanmış seyirci çokluğuna (rating) göre
ayarlanmaktadır. Böylece televizyon şirketi seyircilerin dikkatini (yayın
zamanı süresinde televizyon seyredenlerin nicel çokluğunu, yaş ve cinsiyet
özelliklerini kullanarak) reklamcıya satmaktadır. Televizyon şirketiyle reklam
şirketi arasında el değiştiren değer reklamcının televizyoncuya verdiği para ve
televizyoncunun reklamcıya sunduğu belli demografik özelliklere sahip
seyircidir.
Bugünkü ticarileşmiş futbol, işçi
sınıfı erkeğinin gençken kendi arkadaşları arasında amatör olarak ve ligde
seyirci olarak giriştiği bir sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik faaliyettir.
Örneğin futbol Türk toplumunda hem sınıf farkını hem de sınıf içindeki cinsiyet
farkını üretir, hem ekonomik hem de ideolojik bir görev görür. Son yıllarda
seyirci profilindeki değişim kızların da artan bir şekilde futbola seyirci
olarak katılması yönünde olmaktadır. Fakat kızların, örneğin Amerika’daki gibi
futbol oynama ve bunu oldukça becerili bir şekilde yapmaları görülmemektedir.
Bunun da elbette önde gelen nedenlerinden biri, kültürel yapının ötesinde spor
yapma alanlarının yokluğu ve teşvik olmamasıdır.
Seyirci olarak stadyuma gidenlerin çoğu
için ödedikleri bilet ücreti ve maça gidiş ve gelişte harcadıkları para aylık
gelirlerinin önemli bir kısmını alıp götürmektedir.
B.
Seyirci psikolojisi?
Takım tutan seyirci yerel, bölgesel ve
ulusal ayırımlar ve sloganlarla törensel, giyimlerle, renkler ve sergilenen
sembollerle ve otoriteye boyunsunu ve direnişle alt-kültür öğelerine sahiptir.
Trabzonspor yenilmiş, Trabzonlu gençler
öfkeli bir şekilde sokaklara dökülmüşler ve küfürler ederek atarak oraya buraya
saldırıyorlar. Ankara'da gençler ellerinde bir spor takımının bayrağı
arabaların içine dolmuş sokaklarda korna çalarak ve bağırarak dolaşıyorlar.
Fenerbahçe yenilmiş ve taraftarlar Fenerbahçe yönetimine ve oyuncularına
lanetler yağdırıyor ve ellerine geçen oyuncuları dövüyorlar. Bunu açıklarken,
takımı kazandığında ve kaybettiğinde yaptıklarıyla gençlerin ezilmişliklerini
ve cinsel yaşam bunalımlarını böylece giderdiği akla geliyor. Elbette sorun
sadece psikolojik bunalımdan şiddet sergileyerek kurtulmanın çok ötesindedir.
Sorun gerçekte, çağımızın ekmek ve sirk konusu ve sorun bu ekmek ve sirk
ideolojisini ön plana çıkaran siyasal-ekonomik ilişkiler düzeni içinde yaşanan
durumla ilişkilidir. Bu durum da bir ülkenin sınırları ötesinde egemen
uluslararası ilişkiler düzeninin beraberinde getirip işlediği ve beslediği bir
karaktere sahiptir.
Gençlerin spor ilişkisindeki
taşkınlıklarının bu yapıdaki anlamı ne? Gençlerin ev, çevre ve egemen kültürel
ilişkiler içinde duydukları ezilmişlik ve yenilmişliklerinde kendilerine
psikolojik ezme fırsatı veren spor düzeninin egemen yapısını bilinçsizce
desteklemek mi? Gençlerin kazancı belki daha çok ekonomik, siyasal ve seks
sıkıntılarından kaynaklanan "psikolojik boşalmadır". Gençliğin
siyasaldan uzaklaşarak sporda şiddete yönelmesi ve bazılarının suç işlemesi
meşruluk krizindeki bir siyasal ekonomik sistem için oldukça önemli bir
kazançtır. Öfkelerin ve tatminsizliklerin gerçek nedenlerine yönelme yerine
spor alanına yönelerek deşarj olmasında egemen düzenin kazancı kendi varlığını
koruma, sürdürme ve geliştirmede önemli bir güç olan gençliğin bir kısmının
siyaset meydanında etkinliklerini düzenlemesidir. Trabzonluların Trabzonspor’u
tutup TS amblemi ile övünç duymaları ve gençlerin sokaklara dökülüp yaptıkları
eylemler, Roma arenalarında gruplaşmış kölelerin ve köle-köylü-seyircilerin
zafer çığlıkları ve övünç\gurur hisleriyle paralellik taşır. Bu paralelliğin ve
Trabzonspor Kulübünün Trabzon’a getirdiğinin anlamı, örneğin İngiliz emperyalizminin
Afrika’ya getirdiği ve Afrika’dan götürdüğüne benzer: İngiliz emperyalizmi
Afrika'ya tanrının kitabını ve düzenini getirdi ve Afrikalılar tanrı aşkı ve
hissiyle doldular ve kendilerinden geçtiler. Afrika'ya bu soyut hisleri getiren
İngiltere ise Afrika'nın altınını ve maddi zenginliklerini alıp götürdü.
Sadece Türkiye’de değil, gelişmiş
kapitalist ülkelerde de, örneğin kibar (!) İngiliz medeniyetinin ve Avrupa’nın
diğer ülkelerinde de, insanlar neden maç öncesi, maç sırasında ve sonrasında
etrafına saldırıyor? Bunun önemli bir nedeni insanın yaşadığı ve kontrol
edemediği yenilgiler dünyasında, yenme umuduyla geldiği maçtaki yenilgiyi kabul
edememesi ve yendiğinde de güçlülüğünü şiddete kadar varan coşkuyla ifade
etmesi mi? Kamusal alanın ve ifadenin yoğun polis kontrolü altında tutulduğu
Türkiye gibi ülkelerde, taşkınlık yapan taraftar tek başına olsa elinden hiç
bir şey gelmezdi. Hiç bir taşkınlığa girişemezdi. Maçla ilgili taşkınlık,
ücretli-köleliğin getirdiği iş dünyasındaki (fabrikadaki, iş yerindeki)
yenilgiye boyun sunma bağlamından farklıdır. İşten atılma ve işsiz kalma
korkusu yoktur. "Takım tutma" ile gelen davranış yenilgide ( veya
kazandığında) öfkeyi ( veya sevinci) içine atmak zorunluluğunu doğurmaz.
“Okulumuza öğretmen istiyoruz” diye pankart açan küçük çocukları terörist diye
mahkemeye veren garip bir düzen için, taşkınlık gösteren taraftar ve ırkçı
şiddeti teşvik eden basın tehlikeli değildir. Seyirci, baskı altında
engellenmişliklerinden deşarj olmanın risksiz olasılığıyla şiddet kullanmaya ve
düzene tehlikeli olmayan kamu düzenini bozmaya yatkındır. Benzer psikolojiyle
dolu bu sürü içinde, birikmiş öfkesini çıkartabilecek ve sıyrılıp gidecek güçte
hisseder kendini. Bu nedenle, sürü gibi gruplar halinde şehrin sokaklarına
dökülür; "takımı" yenildiği için küfürler yağdırarak dolaşır;
Avrupa'da İngiliz seyircisi olarak, sokaklarda rezalet çıkartır; ABD’de maçtan
sonra gruplar halinde saldırılar yapar. Amerika’daki saldıranların
psikolojisinde "spor takımı tutma psikolojisi" hiçbir rol oynamaz.
Amerika'da, Amerikan takımlarının arasındaki maçlarından veya konserlerden
sonraki olay, kendini birden bire bir grupta bulan ezilmişliğin ırkçı dışa
vurulmasıdır. İngiliz, Latin Amerika, Avrupa ve Türkiye’de ise seyircilerinin
saldırganlığı, milli maçların dışında, ırkçılıktan çok dini inanç gibi (parti
tutar gibi) takım tutma ve ezilmişliğin öfkesiyle ile bağıntılıdır. Burada
sürülüğün nedenini sürüde bulan ve beslediği sürüden bile ödü kopan kapitalist
sürü psikolojisi anlayışından bahsetmiyorum. Faşist\kapitalist düzende faşistçe
ezilenlerin faşistçe ezilmelerinin öfkesini faşistçe davranışla,
yapabileceklerini anladıkları durumlarda, faşistçe ifade edip geçici rahatlık
sağlamalarından bahsediyorum. “Efendi, centilmen spor seyircisi” burjuva seyir
tarzını da savunmuyorum. Ezilmişin öfke dolu psikolojisini ve bu öfkesinin
egemen düzene tehlikeli olmayacak bir şekilde (gerçekte faydalı bir şekilde)
ifade alanını ve tarzını açıklamaya çalışıyorum. Özlüce bir bilinç yönetiminin
başarısını açıklıyorum. “FB! FB!” diye bağırıyor, kendinden geçiyor ve
saldırıyor. Fakat kafasından neden bir kez şunlar geçmiyor: FB’nin her yıl ülke
içi ekonomiye katkısı ne? Sahiplerinin cebini doldurma, dev iç ve dış
firmaların reklamını yapmada araç olma, ve "küvette kürek çektiğinden
haberi olmayanlara" saldırgan sevinç vermeden öte bulunduğu kente faydası
ne? FB'deki yabancı oyuncuların anlamı ne? Sporun mu küreselleşmesi yoksa
sermayenin uluslararası reklam sermayesiyle işbirliği mi? FB veya herhangi bir
takım kimin ve kime ve neye hizmet ediyor? Trabzonlu gençler neden,
"Trabzon'un adını kullandığı için Trabzonspor'dan fukara okullara spor
yardımı yapmasını isteriz!", "Trabzonspor’un kazandığı paranın hiç
değilse bir kısmının Trabzonu geliştirmek için Trabzon'da kalmasını
isteriz!" diye sokağa dökülmüyor? Neden, kapitalist sömürüde kendi
çıkarını arayan kapitalistin düşünü tarzıyla hareket etmiyor? Ne ve kim
olduğunu bilmeyecek kadar neden ve nasıl beyinleri esir alınmış? Neden sadece
egemen bilinç yönetiminin gereklerini yerine getirmekten başka bir davranış
sergilemiyorlar? Bu sorulara pozitivist-empiricismin "survey
research" yöntemiyle tutumlar ölçülerek veya Star gazetesindeki metin
incelenerek geçerli ve güvenilir cevaplar verilemez.
Seyirci psikolojisi, ekonomik, siyasal
ve kültürel faktörlerden bağımsız bir tutum sergileme veya "metin"
olarak ele alınmamalıdır. Tutumlar ve davranışlar ve metinler üretildikleri
bağlam içinde incelenmelidir.
VIII.
Sonuç
Siyasal ekonomi açısından yapılan
inceleme, spor örneğinde olduğu gibi, hem incelenen konuyla ilgili her faktörü
ve faktörler arasındaki bağı, hem de
incelenen konunun toplumdaki yerini ve görevini anlamak için gereklidir.
Siyasal ekonomi incelenmesinde
öncelikle incelenen konuyu tarihsel gelişmesiyle birlikte örgütlü zamanlar ve
yerler bağlamında ele almak gerekmektedir. Bunu yaparken temel ilgi üretim
biçimi ve ilişkileri üzerine kurulmalıdır. Bu bağlamda, üretimin yapısı ve
ilişkilerinin gelişimi ve durumu öncelik kazanmaktadır. Buna bağlı olarak
makalede tartışılan ve aşağıda özetlenen inceleme konuları ve soruları önem
kazanır:
Spor kulübü örgüt olarak sahiplik
biçiminden başlayarak aşağı doğru inen geniş bir yönetim ve günlük yürütüm
kadrosuna sahiptir: "Bu yönetim kadrosunu oluşturanlar İstanbullular,
Ankaralılar, Trabzonlular mı? Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ın ve Trabzonspor'un
sahipleri kimler? Bu spor kuruluşları örgütsel ve ekonomik çıkar yapısı
bakımından bulundukları kenti veya semti mi temsil etmektedir? Beşiktaş
semtinin, Ankara’nın ve Trabzon’un adını kullanarak elde ettikleri milyarlarla
bulundukları kentin ekonomisine ve insanına ne gibi bir yarar sağlıyorlar? Her
yıl büyük spor klüpleri trilyonlarca para elde etmekte ve harcamaktadır.
Kapitalizmde kimse kimsenin ismini, göz yumulmazsa, bedavadan kullanarak
milyarlar vuramaz. Kazanılan paranın ne kadarı spor kulüplerinin bulunduğu
kentin ekonomisini geliştirmede kullanılıyor? Ne kadarı o kentte yatırılıyor ve
kentin gelişmesine faydalı oluyor? O kenti ve kent halkını kullanarak para
kazanan spor kulübünün gelirlerinin bir kısmının o kentte harcanması gerekmez
mi? Bir kentin veya semtin adını kullanan bir spor kulübünün o kentteki
gençlerin sporculukta gelişmesine ve takımda yer almasına öncelik vermesi
gerekmez mi? Yerel gençlik sakat mı yoksa becerilerinin gelişmesine önem
verilmiyor ve becerili olanlar kullanılmıyor mu? Spor Kulüpleri, sporun teşviki
ve gençlerin gelişmesi için okullara, parklara ve kamu spor alanlarının
açılması ve yürütülmesine ne kadar yardım ediyor?
Günümüzde spor sermayesi ulus içi ve
uluslar arasında iş yapan büyük sermayedir ve bu sermayenin vatanı,
sahiplerinin nüfus kağıdı ötesinde, gerçekte yoktur. Bu nedenle, bu sermayenin
kısıtlanması, sömürdüğü yerel ve ulusal yere karının bir kısmını yatırması için
yasal müeyyidelerin getirilmesi dahil, gelişimi ve özelliklerinin incelenmesi gerekir.
Spor endüstrisinde büyük takımları
sadece ulusal ve uluslararası müsabakalar değil, aynı zamanda oyuncu
kompozisyonu da yerel karakterden çıkarmakta ve uluslararası şirket karakteri
kazandırmaktadır. Büyük spor klüplerinin oyuncular yerel mi? Nereden transfer
edilmişler? Transfer sisteminin anlamı ne? Sende olmadığı, sen üretmek
istemediğin, veya üretemediğin, yetiştirmediğin veya yetiştiremediğin için
"ithal" etmek mi? Anadolu’nun kentleri kendi sporcularını
yetiştiremeyecek kadar beceriksiz mi? Eğer bu doğruysa, Trabzonspor kuruluşunun
ilk yıllarında başarıya kiminle ulaştı? Büyük spor kuruluşlarının oyuncu
yapısına bakılırsa, sadece örgütsel mekanının ve adının yerel olduğu görülür.
Spor politikalarının ciddi bir şekilde
incelenmesi gerekir. Bir spor kulübünün o şehrin adını veya o şehrin bir
semtinin ismini kullanarak o şehri veya semti temsil ettiğini iddia etmesi
ticari ideolojinin bilinç yönetimidir. Gençlerin ve sporseverlerin o spor kulübüyle
kendilerini eş tutup saldırganca davranışlar göstermesi ise bu ticari
ideolojinin başarısının göstergesidir.
Spor ticarettir ve her ticari örgüt
gibi spor takımı ve her mal gibi sporcu da alınıp satılır. Seyirci bu ticarette
hem müşteri hem de büyük para kazandıran değerli bir emtiadır. Ticari örgüt
olarak takımın ticari ilişkideki kazancı başarısına bağlıdır. Başarısı da
kaliteli mal (= oyuncu) alışverişine. Bu nedenle "alış veriş"
sezonunda alıcı ve satıcılar pazarlıklarla vakitlerini geçirirler. Yıldız
düzeninin sporcuları ücretli\maaşlı emekçi olmaları yanında, alınıp satılan ve
gerektiğinde atılan mal durumundadırlar. Yıldızlar yıldızları sönmeden ve
söndükten sonra kendilerini ticari düzenin çıkar sağlama gereklerine göre
ayarlamazlarsa, sokakta, çayhanede veya meyhanede geri kalan yaşamlarını
geçirirler. Diğer sporcular ise toplumdaki her emekçinin karşılaştığı ve
güreştiği sorunlarla didişerek yaşam sürdürmeye mahkumdurlar. Sporcuların
durumları reklamcılık ve kitle iletişimiyle satışın çapı genişledikçe,
Amerika'da ve Avrupa’da olduğu gibi, daha da iyiye gider: Spor örgütü ve emekçi
mallar (= yıldız sporcular) ticari malları sergileyen ve “reklamla satan” etken
bir araç olurlar.
Spordaki kapitalist örgütlenme ve iş
yapış biçiminde kazansa da kaybetse de parayı sermaye kendine ayırıyor ve
taraftarlara da soyut duygularla bazen böbürlenmek bazen de saldırmak kalıyor.
Ekmek, sirk ve umut konusunun en açık örneklerinden biri bu: Paylaşılması
gereken ekmeği biri alıyor ve zimmetine geçiriyor; diğerlerine de, ekmeğin
üstüne yatılma sürecinde yapılan hizmetin karşılığı olarak biraz kırıntı ve en
önemlisi umut veriliyor gevelemesi için. Taraftar sirkte bazen gülerek, bazen
heyecanla soluğu kesilmiş vaziyette, bazen kızgın, bazen üzgün ve bazen gözlerinde
yaş kemirip duruyor umudu… Kendi yaşam koşullarının temel gereksinimlerini bile
etkileme olasılığından yoksun bırakılmış ve ücretli\maaşlı köle durumuna
düşürülmüş insanlığın insanlık durumu.
Sporun siyasal ekonomisi hem akademik
anlamda incelemelerde kullanılmalı hem de anlamlı bulgularından ve
sonuçlarından spor politikalarında faydalanılmalıdır.
Kaynakça
Allison,
P. (1991). "Big Macs and Baseball Caps: The Americanisation of
Auckland." Metro, 124: 124-130.
Alt,
J. (1983) "Sport and Cultural Reification: from ritual to mass
consumption." Theory, Culture & Society, 1(3).
Appadurai,
A., (1990) "Disjuncture and difference in the global cultural
economy", Theory, culture and society, 7: 295-310
Archetti,
E.P. & A. Romero (1994) "Death and Violence in Argentinian
Football." Football, Violence and Social Identity. R. Giulianotti, N.
Bonney & M. Hepworth (der.) içinde. London: Routledge.
Beamish,
R. (1993). "Labor relations in sport: Central issues in their emergence
and structure in high-performance sport." Sport in Social Development. A.
Ingham & J. Loy (der.). 187-210.
Best,
S. (1989) "The commodification of reality and the reality of
commodifications." Current Perspectives in Social Theory, 9: 23-51.
Bourdieu,
P. (1998). "The Olympics: An agenda for analysis.", On television. P.
Bourdieu. İçinde. New York: The New Press. 79-82
Clarke,
A., & Clarke, J. (1982). "Highlights and action replays - ideology,
sport and the media." Sport, culture & ideology. J. Hargreaves (der.)
İçinde. London: Routledge & Kegan Paul. 62-87.
Clarke,
J. (1978). "Football and Working Class Fans: tradition and change"
Football Hooliganism: the wider context. , in R. Ingham (der.) London: Inter-Action İmprint.
Cole,
C. L. (1999) "P.L.A.Y., Nike, and Michael Jordan: National Fantasy and the
Racialization of Crime and Punishment." Center for Cultural Values and
Ethics, Department of Kinesiology, Women's Studies Program, The Unit for
Criticism and Interpretive Theory, University of Illinois at Urbana-Champaign,
Louise Freer Hall South Goodwin Avenue, Urbana, IL 61801.
Cole,
C., & Hribar, A. (1995). "Celebrity feminism: Nike Style Post-Fordism,
transcendence and consumer power." Sociology of Sport Journal, 12:
347-369.
Collins
Dictionary. (1989). Sport maddesi. London: William Collins Sons.
Critcher,
C. (1979). "Football Since the War." Working Class Culture: studies
in history and theory. J. Clarke, C. Critcher & R. Johnson (der.).İçinde.
London: Hutchinson.
Donnelly,
P. (1988). "Sport as a site of 'popular' resistance." Popular
cultures and political practices. I. Gruneau (der.).İçinde. Toronto: Garamond
Press. 69-82.
Donnelly,
P. (1996) "The local and the global: Globalization in the sociology of
sport." Journal of Sport and Social Issues, 23: 239-257.
Duncan,
M., & Brummett, B. (1989). "Types and sources of spectating pleasure
in televised sport." Sociology of Sport Journal, 6 (3): 195-211.
Duncan,
M., G. Chick & A. Aycock (der.) Diversions and Divergences in the Fields of
Play. Greenwich, CT: Ablex Publishing.
Dunning,
E., P. Murphy & J. Williams (1988). The Roots of Football Hooliganism,
London: Routledge.
Erdoğan,
İ. (1997). İnsanın Zincirine Vuruluşu. Ankara: Doruk.
Erdogan,
İ. & K. Alemdar. (1994) Popüler Kültür. Ankara: Ümit.
Finn,
G.P.T. (1994) "Football Violence: a societal psychological
perspective" Football, Violence and Social Identity. R. Giulianotti, N.
Bonney & M. Hepworth (der.). İçinde. London: Routledge.
Fiske,
J. (1993) Power Plays, Power Works. London: Verso.
Giulianotti,
R. & Armstrong, G. (1999) "Avenues of Contestation: Football Hooligans
Running and Ruling Urban Spaces." Working Papers in Sport and Leisure
Commerce, No. 3, (University of Aberdeen) (University of Hull),
Giulianotti,
R. & J. Williams (eds) Game without Frontiers: football, identity and
modernity. Aldershot: Avebury.
Giulianotti,
R. (1995) "Participant Observation and Research into Football Hooliganism:
some reflections on the problems of entrée and everyday risks from a
comparative study." Sociology of Sport Journal, 12(1).
Giulianotti,
R. (1995b) "Football and the Politics of Carnival: an ethnographic study
of Scottish fans in Sweden." International Review for the Sociology of
Sport, 30(2).
Goffman,
E. (1963) Behavior in Public Places: notes on the social organization of
gatherings. Glencoe: Free Press.
Güney,
Tamer. (1990). Futbolun Perde Arkası. İstanbul.
Hoch,
P. (1971) Rip Off the Big Game. London: Boyars.
Hoch,
P. (1973) The Exploitation of Sport by the Power Elite. London: Boyars.
Hutchins,
B. & Phillips, M. (1997). "Selling permissible violence: The
commodification of Australian Rugby League 1970-1995." International
Review for the Sociology of Sport, 32: 161-176.
Jackson,
S. J. (1993). "Beauty and the beast: A critical look at sports
violence." Journal of Physical Education New Zealand, 26 (4): 9-13.
Jackson,
S. J. (1993). "Power plays at work: From contested terrain to the
manufacture of consent. Play." Theory & Research, 1 (2): 153-164.
Jackson,
S. J. (1998) "Doing a little Sole Searching: Critical Reflections on Nike
and Globalization." Journal of Physical Education New Zealand, 31 (1):
14-17.
Jackson,
S. J. (1998). "Marketing Aggression: Sport, Violence and
Advertising." Occasional paper series, 98 (1): 1-21. Centre for Peace and
Conflict Studies, University of Sydney.
Jackson,
S. J. (1999) "Sport, Violence, and Advertising in the Global
Economy." Working Papers in Sport and Leisure Commerce, No. 4, School of
Physical Education, University of Otago Dunedin New Zealand.
Jhally,
S. (1989). "Cultural studies and the sports/media complex." Media,
sports and society. L. Wenner (der.). Newbury Park, CA: Sage. 70-93.
Jhally,
S.(1987). Codes of advertising: Fetishism and the political economy of meaning
in the consumer society. New York: St. Martin's.
Kozanoğlu,
Can. (1996). Türkiye’de Futbol: Bu Maçı Alıcaz! İstanbul: İletişim.
LeBlanc,
R. (1996). The political economy of the Pink Dollar in Sport & Leisure.
University of Otago, New Zealand.
Lefebvre,
H. (1991) The Production of Space, Oxford: Blackwell.
Maguire,
J., & Bale, J. (1994). "Introduction: Sports labour migration in the
global arena." The global sports arena: Athletic talent migration in an
interdependent world. J. Bale & J. Maguire (der.). London: Frank Cass. 1-21.
Mattelart,
A. (1994) Mapping World Communication: War, Progress, Culture. Minnesota:
Univerasity of Minnesota Press.
McKay,
J. (1995). "'Just Do It': corporate sports slogans and the political
economy of 'enlightened racism." Discourse: Studies in the Cultural
Politics of Education, 16 (2): 191-201.
Moores,
S. (1993). Approaching Audiences In Interpreting audiences: The ethnography of
media consumption (pp. 1-10). London: Sage.
Porter,
G. (2000) Kulturstudier, Kültür dersi
ders notu. http://www.eng.umu.se.
Redhead,
S. (ed.) The Fashion and the Passion, Aldershot: Avebury.
Redhouse
Dictionary. (1995). Sport maddesi. İstanbul.
Rowe,
D. (1996). "The global love-match: Sport and television." Media,
Culture & Society, 18 (4): 565-582.
Sage,
G. (1997). "Labor Organization in the global economy of sporting goods
manufacturing and a new social movement." Paper presented at the
International Sociology of Sport Association conference, Oslo, Norway, June
28-July 1.
Schiller,
H. I. (1971) "Madison Avenue Imperialism" TRANS-ACTION, March-April
issue.
Türk
Dil Kurumu Sözlüğü. (1996). Spor maddesi. Ankara:TDK Yayınları.
Türkiye
Futbol Federasyonu. (1998). Profesyonel Futbol Talimatnamesi. Ankara.
Wagner,
E. (1990) "Sport in Asia and Africa: Americanization or
Mundialization?", Sociology of Sport Journal. 7(4): 399-402.
Webster
Dictionary. (1999). Sport maddesi. NY.
Young,
K., & Smith, M. D. (1988-89). "Mass media treatment of violence in
sports and its effects." Current Psychology: Research & Reviews. 7(4):
298-311.
[1]
Bu makalenin yazılmasında bana yardımları için öğrencilerimden, G.Ü. Yüksek lisans
öğrencisi Tolga Tellan'a ve A. Ü. İletişim Fakültesi Araştırma görevlisi ve
doktora öğrencisi Gül Karagöz'e çok teşekkür ederim.
[2]
Etik yönetimle ilgilidir ve etik yoksunluğu gibi kavramlar belli değer
yargılarının, yani belli bir endüstriyel pratiğin ideolojisinin ideal tip
olarak benimsenerek yapılan değerlendirmeyi anlatır.
[3]
Bu sporcu kölelerin küçük bir azınlığı trilyonluk değere sahip sermayedir.
[4]
Kapitalist sistem, emekçileri mülkten ayırır ve emeğini satan durumuna düşürür.
Bu yüzden sporcu/oyuncu/futbolcu kaç milyon dolar alırsa alsın, profesyonellik
adı altındaki ücretli köledir.