Medyaya Marx gibi bakmak


 

içinde: B. Çoban (2013) (der.) medyaya soldan bakmak. İstanbul: Everest yayınları.


 

MEDYA'YA MARKS'IN BAKIŞIYLA BAKMAK


                                                                                                İrfan Erdoğan, Prof. Dr. 


Giriş: Amaç ve Önem


Bu makalede Marks’ın teknolojiyle aracılanmış örgütlü iletişime (=medyaya) bakışıyla bakmanın (yani, Marks’ın kullandığı yöntemle medyayı anlamaya ve açıklamaya çalışmanın) ne ve nasıl olduğu, amaçları ve sonuçları üzerinde durulacaktır. Temel amaç giderek birden fazla sahtenin gerçeğin yerini almasıyla gerçeğin göz önünden hızla artarak silindiği bir dünyada, kendimizi, yaşamı, toplumu ve teknolojiyle aracılanmış iletişimi doğru anlama ve doğru çözüm yolları üretme çabalarına katkıda bulunmaktır. Bu amaç günümüzde dünyanın her yerinde çığ gibi büyüyüp yayılan bir pazar egemenliğinin insanlığı ve tüm varlıkların yaşam çevresini düşürdüğü feci durum ve bu duruma alternatif düşünme, hissetme ve yaşama ile ilgili olduğu için ciddi öneme sahiptir. Marks’ın yaklaşımını seçtim, çünkü bu yaklaşım var olan yaklaşımlar arasında gerçeği yakalamada ve doğru çözümler üretmede en geçerli ve en insancıl olarak ortaya çıkandır.

Önce medya ve iletişimin ne olduğunu açıklayalım ki, okuyucu medya ve iletişim dediğimizde ne demek istediğimizi somut ve doğru bir şekilde anlayabilsin. Bir mesaj, bir söz, konuşma, bir mesaj gönderme ve alma, anlam yıkma, anlam verme, şifre çözme, iletişimsel eylem ve buna benzer yaygın bir şekilde dolaşımda olan açıklamalar iletişim değildir. İletişimi içerikle, araçla, ifadeyle, temsille, sözlü veya sözsüz iletişimsel eylemle karıştırmamak gerekir. İletişim, bizim alışkanlıklarımızın aksine, bir veya birkaç cümleyle tanımı yapılacak bir şey değildir. İletişim dediğimizde, insanın fiziksel, maddi ve düşünsel var oluşunun zorunlu koşulunu anlamalıyız: İletişim insanın var oluşunun ve var oluşunu sürdürebilmesinin zorunlu koşuludur. Havanın olmaması durumunda insan olmayacağı gibi, iletişimin olmaması durumunda insan fizksel ve toplumsal olarak var olamaz. “Söz” sözle yapılan iletişimin aracıdır. Mesaj gönderme ve alma, konuşma ve anlam verme iletişim değil, iletişimsel eylemdir. Medya dendiğinde günümüzde teknolojiyle aracılanmış (televizyon ve gazete gibi) kitle iletişim araçları anlaşılır. Buna bilgisayarla aracılanmış iletişim (internet) de dahildir. Dolayısıyla, medya dediğimizde, belli amaçları gerçekleştirmek için kurulmuş örgütlü yapılar ve ilişkiler demek istiyoruz, sadece teknolojik araçlar yığınından bahsetmiyoruz.

İnsanın Kendini ve Yaşamı Üretmesi


Günümüzdeki iyi veya kötü koşullar tarih boyu kendini geliştiren  insanın kendini üretim tarzı ve ilişkileriyle nasıl ürettiğinin bir sonucudur. Dolayısıyla, “yaşayan insana ulaşmak için, biz, insanın düşündüğünden, düşlediğinden veya insanın düşünüldüğünden, hayal edildiğinden ve hikaye edildiğinden başlayarak yola çıkmayız. Biz gerçek, etkin insandan başlayarak yola çıkarız ve insanların gerçek hayat süreci temeli üzerinde bu hayat sürecinin yansımalarının ve ideolojik yansımalarının gelişmesini gösteririz” (Marx ve Engels, 1846: 14d) diyen Marks’ın yaklaşımına göre: 

     İnsanı, toplumu ve tarihini anlamanın ilk koşulu, yapılacak analizin, düşünceyi, inancı, ideolojiyi, söylemi, şirketi, devleti veya dili değil, insanı merkeze alması gerekir: Kurulacak ilk gerçek insanların kendilerini nasıl ürettiğidir (üretim tarzı ve ilişkileridir).

     İletişim medyası, belli zaman ve yerde insanların kendi yaşamlarını üretmek için gerekli bulduğu teknolojik araçlar arasında yer alır.

     Kendi maddi geçinme araçlarını/olanaklarını ve iletişim araçlarını üreten insanlar, hem kendi gerçek maddi yaşamlarını üretirler hem de maddi yaşamlarının düşünselini (bilgilerini, duygularını inançlarını, beklentilerini, ideolojilerini vb) üretirler.

     İnsanların maddi ve düşünsel yaşamını üretme biçimleri önce kendilerinin sahip olduğu ve yeniden üretmek zorunda oldukları maddi ve maddi olmayan her şeyin doğasına bağlıdır. Buna üretim biçimi denir. Üretim biçimi, kişilerin basitçe fiziksel varlıklarını (maddi hayatlarını) yeniden üretme olarak (basit ekonomik faaliyet olarak) anlaşılmamalıdır. Üretim biçimi, insanların neyi nasıl yaptıklarını ve kendilerini bu yapışla nasıl maddi ve düşünsel olarak yeniden ürettiklerini ifade eder. “Uyduruk Marksist” veya kurnaz ve sahtekar biliş yönetiminin sunduğu alt-yapı ve üst-yapı ikilemini veya ekonomik indirgemecilik gibi çarpıtmayı değil. 

     İletişim medyası ile, düşünceler, bilişler, duygular, inançlar, beklentiler, tutumlar, iyiler ve kötüler, özlüce yaşamın belli biçimlerde anlamlandırılması üretilir. Yani, medya materyal ve materyal olmayan egemenlikleri destekleyen materyal olmayan üretimin yapıldığı araçlardır.

     İnsanın doğası (ne ve nasıl olduğu), insanın hangi koşullarda kendini nasıl ürettiğine bağlıdır: Yani köleyi köle ve efendiyi efendi yapan, ideolojiler, düşünceler, “etkili/etkisiz söylemler veya tembellik ve çalışkanlık değildir, insanların içinde yaşadıkları örgütlü koşulların nasıl biçimlendirildiğidir. Köleliği ve efendiliği gerektirmeyen koşullarda köleliği ve efendiliği bulamayız. İnsan ancak toplumsal üretim koşulları içinde özgürdür veya köledir. Senin özgürlüğünün bittiği yerde benim özgürlüğüm başlamaz; bir işçinin ve iş yeri sahibinin özgürlüğünde olduğu gibi iç içedir; birinin özgürlüğü arttıkça diğerinki azalır çünkü özgürlük, örneğin zamanı veya yeri örgütleyebilmedir, istediğini yapabilmedir, hareket edebilmedir, düşündüğünü söyleyebilmedir, kendi varlığını istediği gibi gerçekleştirebilmedir. Örneğin, zamanını sen örgütleyemiyorsan, çalışma koşullarının örgütlenmesinde söz sahibi değilsen, söz söylemen güç ilişkileri nedeniyle engellenmişse,  bunun anlamı birileri daha çok özgürlüğe sahipken sen ya çok az ya hiç özgürlüğe sahip değilsin demektir. Yaygın izlenen iletişim medyasına sahip olanların özgürlüğü sahip olmayan kitlelerin “izleyici durumuna düşürülmüş özgürlüksüzlüğü” demektir.    

     Marksist analizde üretim ve ilişkiler demek, toplumsal bireylerin tarihsel üretimi veya toplum gelişmesinin belli bir evresindeki üretim ve ilişkiler demektir. Bu nedenle üretimden ve ilişkilerinden söz etmek için ya tarihi gelişmeyi izlemeliyiz ya da belli bir tarihi dönemle uğraştığımızı belirtmeliyiz. Yani biz gelişmeyi ele alan bir araştırma yapabileceğimiz gibi, tarihin belli bir anındaki kesiti de inceleyebilir ve açıklayabiliriz. Örneğin, bir iletişim medyasının gelişmesini veya günümüzdeki durumunu inceleyebiliriz.

     Marks’ın yaklaşımına göre toplumsal yaşamın üretimi sırasında insanlar kaçınılmaz olarak, belli ilişkilere girerler. Bu ilişkiler insanların yaşamlarını üretim ilişkileridir. Bu üretim ilişkileri üretimin maddi güçlerinin belli bir zaman ve yerdeki durumunu ifade eder. İletişim medyası örgütlenme ve ilişki biçimleriyle bu durumun bütünleşik parçasıdır. İletişim medyasında yapılan düşünsel üretim ile hem iletişim medyası örgütlenmesiyle gelen maddi yaşam yeniden üretilir (medya sahiplerinin maddi zenginlikleri ve çalışanların çoğunun maddi ve düşünsel yoksullukları yeniden üretilir) hem de genel toplumun maddi ve düşünsel koşulları desteklenir. Dolayısıyla, medyanın birinci, dördüncü, beşinci veya altıncı güç olması veya halkın gözü ve kulağı olması, nesnellik, tarafsızlık, etik, sosyal sorumluluk gibi söylemler biliş yönetimi uydurularıdır. 

     Belli üretim tarzı ve ilişkileri içinde kendini maddi olarak üreten insan, aynı zamanda bilme/bilinç biçimlerini de üretir. İnsanın varlığını belirleyen bilinci değildir. İnsanın sosyal varlığı bilincini belirler (Marx ve Engels, 1846; Marks, 1859: 52): İnsanın neyi nasıl bildiği sosyal varlığının üretim biçimine bağlıdır: “Aşık atma veya cirit oyununun varlığı aşık ve cirit gibi maddi üretimin varlığına ve bu üretimin ilişkisel yapısına bağlıdır. Televizyonda bir dizinin olması (dizinin düşünülmesi ve üretilmesi), televizyonun ve televizyon programlarının varlığına ve bu varlığın ve bu varlığın içinde bulunduğu toplumsal yapıdaki koşulların insanın dizi yapmayı düşünmesine bağlıdır. Soyut düşünceler ve soyut üzerine düşünülen soyut düşünceler bile ancak onu düşündürecek bir somutluğun varlığına bağlıdır: İnsanın tekeri düşünebilmesi için tekeri düşünmesini gerektirecek bir yaşam koşulunun olması veya yaşam koşulunda “altı köşeli tekerle ilgili deneyimin ve bu deneyimin düşüncesi/bilgisi” olması gerekir: Düşünceler yaşam koşulu ve bu koşulun düşünceleri üzerine inşa edilebilir; yok/olmayan üzerine inşa edilemez; var olandan hareket ederek olmayanın tasarımı yapılır.

     İnsan kendi tarihini kendini içinde bulduğu koşullarda yapar. Dolayısıyla, insan düşüncesiyle ve örgütlenmiş maddi koşuluyla “reklamlarda sunulanın, kültürelciler gibilerin veya yazarın öldüğünü ve alıcının özgürlüğünü savunanların bize işlemeye çalıştığı gibi özgür özne değildir. Ama koşulların da kurbanı değildir.

     Düşünceler, ideolojiler, söylemler hiçbir şey yapamaz, çünkü “yapan özne” değildirler; yapan özne düşünceleri ve ideolojileri taşıyan insandır.

     Her şey ekonomi, ekonomik indirgemecilik yapmayalım” diyen kurnazların ve buna inanarak bu örgütlü kurnazlığın sözcülüğünü ve savunusunu  “bilgiçlik taslayan cehaleti” yeniden üreterek yapanların iddialarının aksine, dünyayı düşünceler, duygular, inançlar, ideolojiler, söylemler veya dil yönetmez. Dünyanın yönetiminin temelinde düşünceler, ideolojiler, inançlar, duygular değil, düşünceleri, inançları, duyguları ve ideolojileri kullanarak maddi üretim yapan ve üretilen zenginlikleri paylaşan bir üretim tarzı ve bu tarzın ilişkileri vardır. Medya sahipleri medya işine girerken “Allah rızası” veya “demokrasi için” girmezler, “Allahı veya demokrasiyi kullanarak ve suçlarına Allahı, insanlığı, demokrasiyi ve özgürlüğü ortak ederek (alet ederek) maddi güç ve statü elde etmek için girerler. Yoksul bile güç ve statüsünü kendinin sandığı, ama kendinin köleliğinin ve yoksulluğunun ifadesi olan soyutlara (örneğin inanca, demokrasiye) sarılarak ve alabildiği somutlar ile (örneğin marka giysilerle) kendisi gibi koşullarda yaşana caka satarak veya düşmanlık besleyerek, gerektiğinde onu “kendisini sandığı kendisini olmayan bir dava için” öldürerek kazanır.

     Toplumsal değişim ve devrim dille, düşünceyle, ideolojiyle veya yeni medya ile (iletişimdeki devrimle) ortaya çıkmaz; ideolojiler devrim yapmaz ve yapamaz. Mısır gibi Orta Doğuda ve Afrika’daki “halk ayaklanmaları” insanların yaşam koşullarına isyanıdır; ama toplumsal devrim “batsın bu dünya” isyanıyla veya Zapata gibi var olan hükümeti/idareyi veya Saddamı, Esad’ı ve Kaddafi’yi yıkmakla gelmez; Esad gider, onun yerine biri gelir ve Zapatalar ne yeni gelene karar verebilir (oy çoğunluğu Friavunun adamları arasından birini seçtiren ve bir egemenliği meşrulaştıran sahtekarlıktır) ne de Zapatalar yönetimde yer alabilir (yer alsalar bile yönetimi aynı sahtekarlığın ve sömürünün teknokratlarına yaptırmak zorunda kalırlar). Devrim demek var olan siyasal yönetimi/hükümeti ortadan kaldırma, Saddam’ı asma, Kaddafi’yi öldürme demek değildir; süregelen koşulları yaratan toplumsal üretim tarzı ve ilişkileri, süregelen koşulları insanları insanca yaşamı sağlayacak yönde dönüştürmek demektir. Halkın ayaklandığı (veya ayaklandırıldığı) Mısır, Libya ve Suriye gibi ülkelerde toplumsal üretim tarzı ve ilişkileri değişmedi, uluslar arası sermayenin politikalarına ve sömürüsüne uygun bir yapı getirildi.

     Marks egemen/yöneten sınıfın egemen/yöneten düşüncelerinden bahseder (dikkat: yöneten sınıf parlamentodakiler veya meclistekiler değildir; ama aralarında yöneten sınıftan olanlar olabilir ve hatta çoğunluğu yöneten sınıfa ait olabilir). Uyduruk yaygın iddialara göre, Marks’ın kuramsal açıklamasına göre düşünceler (veya üst-yapı) maddi olanın (veya alt-yapının) yansımasıdır (yani alt-yapı toplumda kendine tıpa tıp uyan düşünceleri yaratır). Bu uyduru oldukça yaygın bir şekilde işlenir. Eğer insanların düşünceleri maddi yaşamın sadece yansımaları olsaydı, insanlar asla yaşamlarını değiştiremezlerdi: İnsanın kendini geliştirerek ve yaşam koşullarını değiştirerek tarih yapabilmesinin nedeni kendi yaşam koşullarına ve düşünceler üzerine düşünmesidir. Böyle olmasaydı, hala ilk çağın bir yerindeki yaşam biçimiyle yaşıyor olurduk. Marks egemen üretim tarzı ve ilişkileri ve bu ilişkilerin düşünselinden bahsediyor. Eskiden kalan düşüncelerin ve bu düşüncelerle beslenen maddi ilişkilerin yeni içinde devamını açıklıyor (örneğin bizdeli üfürükçülük, muska yazma, faizle para verme).

     Ekonomik belirleyicilik, indirgemecilik veya teknolojik determinizm gibi görüşler Marks’ın görüşleri değildir. Marks’ın yaklaşımı en genel anlatıyla gerçeği olduğu yerde bilmeye çalışmaktır: İnsanın maddi ve düşünsel yaşamı üretim tarzı ve ilişkilerinde. Engels bu tür görüşün Marks’a ait olmadığını ve geçersiz olduğunu 1890’da açıkça şöyle belirtir: tarihte en belirleyici/hayati öğe gerçek hayatın üretimi ve yeniden üretimidir. Bunundan fazla ne ben ne de Marks bir şey ileri sürmedik. Dolayısıyla, eğer birisi bunu ekonomik öğe tek belirleyicidir diye döndürürse, bu önermeyi anlamsız, soyut, saçma bir söze  dönüştürür…. Tüm öğlere arasında karşılıklı bir ilişki vardır (Marx and Engels 1962, 488). 

     Teknolojik araçların devrim yaptığı görüşü Daniel Bell, Marshall McLuhan ve yeni popüler gurular tarafından yayılır. Onlara göre, örneğin, internet bilgi toplumu ve demokratikleştirme getirir. Bu saçma iddia okullardaki derslere kadar yayılır. Derslerde bile sadece “korkmayan, kafası çalışan ve vicdanlı birkaç kişi çıkıp internetin bilgi toplumu getirmediğini belirtir: Getirebilmesi için (a) içeriğinin bilgi toplumunu getirecek biçimde doldurulması gerekir, (b) kullanımının bilgi toplumunu getirecek biçimde olması gerekir, (c) toplumsal yönetimin bilgi toplumu karakterini taşıyan bir yapıya sahip olması gerekir, (d) ulus içi ve uluslar arası üretim tarzı ve ilişkilerinin bilgi toplumunu geliştirmeyi destekleyecek bir karakterde olması gerekir. Günümüzde bu gerekliliklerin hiçbiri yoktur. Sadece kendinizin ve tanıdığınız kimselerin internet kullanımının karakterine bakın, ne dediğimi çok iyi anlarsınız. Demokratikleşme ve internetin demokratikleşme getirdiği uydurusuna gelelim: Demokratikleşme sadece oy vermeyle ve internette tartışma gruplarına katılmayla, internette kurulan kamusal alanlarda tartışmayla veya web sayfası açıp bir şeyler yazmayla asla gelmez. Demokratikleşme olabilmesi için bizim ekonomik, siyasal ve kültürel politika oluşturma, karar verme ve uygulama süreçlerine “etki edebilmemiz” gerekir. Kendi maaşımızın ve çalıştığımız yerdeki iş koşullarının bile ne ve nasıl olacağına en küçük etkide bulunamadığımız bir koşulda, demokratikleşmeden bahsetmek, aptalca laf etme ötesinde, kendi koşulumuzu yaratan egemenlikleri meşrulaştırmak demektir. Ayrıca, günümüzde kurnaz bir şekilde “karara katma” hissi verilmektedir. Ben dahil birçok akademisyeni “internetle ilgili karar vermeye kattılar; şimdi de öğrencilerden bazılarını “anayasa hazırlamaya” kattıkları ve herkesi “katkıya” çağırdıkları gibi.  Ben hem internetle ilgili “katılmamda” hem de UNESCO ile ilgili uluslar arası “katılmamda” açıkça gördüğüm gibi, tüm bunlar demokratikleşme, demokratiklik imajı vermek için hazırlanmış ve kullanılan kılıf pratiklerdir; çünkü bizi fiziksel olarak katmakta ve bizim fitilimizi söz söyleterek yakıp söndürmekte ve önceden tasarlanmışı bizim de katıldığımız olarak bize kakalamaktadırlar. İnternet, süregelen egemenliklerin ve mücadelelerin yeni ortamıdır. Daha kötüsü, internet genç kitlelerin en yeni meşgalesi, oyunu, boş zamanının işgalcisi, yaşam ve sıkıntı giderme bağı ve onu biçimlendiren en etkili afyonudur (ve afyonlar ısmarladığı araçtır). Biliş ve davranış yönetiminin gözde aracı, ama aynı zamanda biliş ve davranış yönetenlerin kontrol etmesi gerektiği en korkulu kabusu.  

      Marks tüm toplumların Avrupa’daki gbi feodalizmden kapitalizme geçerek dönüşüme uğrayacağı görüşünü reddeder. Marks kendi çalışmasının batı kapitalizminin feodalizmden geliştiğini betimlediğini ve bu, Marks’ın deyişiyle, “Batı Avrupa kapitalizminin tarihsel gelişim özetinin, kendilerini hangi koşulda bulurlarsa bulsunlar tüm ülkelerin kaderlerinin önceden belirlenmiş evrensel tarihsel-felsefi gelişme teorisine dönüştürülmemelidir… Bu görüş aynı anda beni haddinden fazla onurlandırır ve bana haddinden fazla hakaret eder” (Padover 1979, 321).  

  Marks düşüncelere çok önem verir: Düşünceleri taşıyan insan tarih yapar. İdeoloji temel olarak iki anlama gelir: Düşünce sistemi ve düşünce bilimi (düşüncenin incelenmesi). Son zamanlarda “ideolojinin sonu” ilan edildi ve böylece Marksizm gibi “büyük teorilerin” (grand teories, grand narratives) “bütünleştirici ve yanlış” etkilerinden kurtulundu. Bu saçmalık oldukça moda olarak devam etmektedir. İdeolojinin sonu olamaz, çünkü ideoloji demek sistemli düşünce ile oluşmuş düşünsel yapı demektir. İdeolojinin sonunun gelmesi için düşüncenin veya sistemli ve tutarlı düşünmenin ortadan kalkması, olmaması demektir. Düşüncenin ve düşünmenin olmaması demek  (1) fikrin, düşünmenin olmaması, dolayısıyla insanın olmaması demektir; (2) ya da düşünmeyi ortadan kaldıran programlarla insan beyninin Microsoft firması tarafından bilgisayar gibi programlanması demektir. Düşünen insan oldukça düşünce sistemleri ve düşünme üzerine düşünme (ideoloji) de olacaktır. “İdeolojinin sonu” iddiasıyla kapitalizmle tarihin sonuna ulaşıldığı da meşrulaştırılmaya çalışır. İdeolojinin sonu tezi küresel kapitalizmin ideolojisidir.









Share:

Translate

Çok Okunanlar

YENİLER

Blog Arşivi

Labels Etiketler

Burs ve Kitap

Kitaplar BEDAVA

Kitaplarımın hiçbiri kesinlikle satılık değildir (olası istisnai durum için lütfen okuyun). Gerçi birkaç öğrenciye burs vermek için  bi...