irfan erdogan
Dünya düzeninin kültürsel ve ideolojik boyutu özel teşebbüs sisteminin sözcüleri tarafından kültürel alışveriş, demokratik iletişim olarak nitelenir. Buna karşı olanlar ise konuyu kültürel imperyalizm ve ideolojik egemenlik altında ele alırlar. Egemen düzenin egemen fikirlerini çok duyarız ve hepimiz bu düzenin ürettikleriyiz. Bu nedenle egemen düzenin fikirlerinin, umutlarının, arzularının ne olduğunu anlamak için uzağa gitmemize gerek yok: Kendimize bakmamız yeter. Eğer "ben başkayım" iddiasındaysan, o zaman bugünkü değil dünkü kendine bak. Hala, kendinde böyle birşey bulamadığını iddia ediyorsan, (örneğin, ben sapına kadar ülkücüyüm falan diye böbürleniyorsan), giydiğin jean'e, içtiğin kolaya, dinlediğin müziğe, yediğin pizaya ve hamburgere bak! Eğer hala kendinde böyle birşey göremiyorsan, sen, kusura bakma ama, ya bu dünyadan değilsin ya da görünen köyü görmeyi red ediyorsun.
Biz en iyisi düzeni ve kendimizi anlamamız için, kendimize ve dışımıza eleştirici gözle bakmaya devam edelim: Uluslarası iletişim ilişkilerinde birçok ülke güçlü birkaç kapitalist ülke ile rekabet edebilecek durumda değildir. Dolayısıyla ilişkilerde bu ülkeler bağımlı durumdadır. Bu bağımlılığın beraberinde getirdiği kültürel imperyalizm ülkeler arasındaki var olan ekonomik ve siyasal ilişkiler düzenini destekleme yönünde hizmet gören bir süreçtir. Bu bakımdan, medya ideolojik bir görev yapar. Bu ideolojik rol açıkça propaganda kanalları (Voice of America, Radyo Free Europe, Radyo Liberty, ve Kübaya yönelik radyo yayınları gibi) veya örtülü ve çok daha etkili bir şekilde, nutral eğlence ve informasyon olarak kendini sunan ifadeler ( tv programları, Reader's Digest, Time, News Week, filmler, müzik ürünleri) biçiminde genel medya tarafından sunulur. Bu ideolojik mücadeleye örgütlü din de her zamanki gibi, bu kez radyo ve televizyonu kullanarak katılmaktadır. Din maskesi altında yapılan inanç sömürüsü özellikle Amerika'dan kaynaklanan milyarder örgütlü-din tüccarlarının özel radyoları ve televizyonları ve uydu yayınlarıyla sadece Amerika ve Latin Amerika'ya değil bütün dünyaya "Tanrının sözünü" iletirler. Bu tür yayın merkezleri Katolikliğin yarattığı ve katoliklikten hayal kırıklığına uğramış, arayış içindeki, sefil ve cahilleştirilmiş insanlar kitlelerinin bol olduğu, Latin Amerika'da çok yaygındır. Latin Amerika'da, Liberation Teoloji'nin dışındaki örgütlü din sadece basit din tüccarlığı yapmamakta, aynı zamanda katil rejimlerin yaşamasına yardım etmektedirler. Uluslararası radyo tarihi, uluslararası propaganda tarihidir.
Profesör Schiller'in deyimiyle, kültür imperyalizmi (a)belli süreçler toplamıdır, (b) bu süreçlerle bir toplum modern dünya sistemine getirilir, (c) bu getirme süreçleriyle, o ülkenin egemen tabakası dünyadaki egemen sisteme cazibeyle, baskıyla, zorla ve bazen de rüşvetle çekilir, (d) bu çekme ile, o ülkenin sosyal örgütlerinin biçimi dünya sisteminin egemen merkezinin kültürel değerlerine ve yapısına (Amerika'ya) benzetilir.
Benim anlatım tarzımla, kültürel imperyalizm BENZETMEDİR. Hem de nasıl bir benzetme! Sermayenin ideolojik girişimleri "benzetir", hem de çok iyi benzetir. Bazıları benzetildiğinin bile farkında değildir. Benzetir ve hem benzetmiyorum der hem de benzetmenin iyi olduğunu ve senin de benzetmeni tavsiye eder. Böylece, benzetme özgürlük, özgür ticaret, demokratik ilişki, seçme özgürlüğü olur. Tabi tüccar, seçme özgürlüğünün kendine ait olduğunu ve senin onun tarafından kendine çıkar sağlamak için sadece seçilme (iletişimde mesajı alıp yutma ve bu yuttuğunun gösterdiği yönde günlük faaliyette bulunma) olanağına sahip olduğunu söylemez. Söylerse kendi çıkarlarına aykırıdır.
Kültür imperyalizmi süreci "tamam başardık, avucumuzun içinde" deyip bitmez. Çünkü hem benzetilen aynı şeyi yeni modalarla yeniden tekrar tekrar ister, hem de benzetenin benzetme düzenini sürdürebilmesi için sürekli benzetme zorunluluğu vardır. Bu nedenle süreç (ve sürece karşıtlık da) sürekli olarak kendini yenilemekle yükümlüdür. Aksi taktirde kendini birden bire benzetilenler arasında bulabilir. Kültürel imperyalizm sürecinde kitle iletişim araçları "girme, araya girme, sokma" sürecinde kullanılırlar. Girme büyük ölçüde kitle iletişim araçlarının ticarileşmesiyle gerçekleşir. İlleki yasal bakımdan ticarileşmesine de gerek yoktur: Bizim TRT'de olduğu gibi, kamu çıkarına kullanılması gereken bir araç kültürel imperyalizmin sokucusu, yayıcısı ve sürdürücüsü olarak kullanılır. Fakat sermaye kamu sektörünün kendi işine burnunu sokmasından hoşlanmadığı için, bunla bile yetinmez. TRT gibi kamu sektörünü ya ortadan kaldırmaya ya da sadece burjuva zevklere hizmet eden "kaliteli" yayın organı haline getirerek bir köşeye itmeye ve egemenliği kendi eline almaya yönelir.
Kültürel imperyalizm tek bir pazarın egemen olduğu dünya düzeni içinde gelişir. Bu dünya düzeninde milli devletler vardır ve bu devletler dünya sisteminin çalışmasına, özellikle millerlerarası firmaların serbestçe iş görmesine köstekler getirir. Normal olarak milli devletlerin araya girişi kendi egemenlikleri içindeki çevrede egemen sınıfların işine geldiğindendir.
Milli ve milletlerarası sistem sürdürmek için, buna ek, olarak bir orta sınıfın ve informasyon çoğulculuğunun olduğu iddiası gereklidir. Bu ve benzeri imajları yaratıp tutma iletişim ve iletişim akımının özel bir öneme sahip olduğunu gösterir. Bilinci etkileyen güç toplumun görünüşünü, ve amaçlarının şeklini ve yönünü saptamada karar vericidir. Dolayısıyla önemli olan sadece teknoloji araçları ve ürün ticareti değil, bunun yanında ve buna sıkı sıkıya bağlı olan ve bunu destekleyen, iletişimin içeriği, karakteri, kaynağıdır.
Kapitalizmin faaliyetleri sadece ekonomik alana sınırlı değildir. Kapitalizm insanların iş ve iş-dışındaki dinlenme ve eglenme zamanını kolonileştirmiştir. Toplumun her türlü sosyo-kültürel örgütlenmesi ve faaliyetleri bu kolonileştirmenin alanına sokulur. Sokulamazsa, kontrol edilmeye çalışılır, ve kontrol edilemezse ortadan kaldırma girişimleri başlar (TRT'nin tekelciliğine karşi yöneltilen saldırılar, geleneksel düğünün kapitalistin düğün salonu ideolojisiyle ortadan kaldırılması, yüzyüze iletişimin sözlü öykülerinin ve destanların tarihe karışması buna birkaç örnektir).
Amerikan imperyalizmi sürekli bağımsızlık mücadeleriyle güreşmek zorunda kalmıştır. (a) Kaba gücün verimsizliğini koloniciliğin çöküşü ispatladığı için, (b) Vietnam savaşı bunu bir kez daha kanıtladığı için, (c) Amerikan dünya egemenliği sürekli rekabetçi tehdit altında olduğu için, Amerika dünya sistemindeki yerini koruyabilmek ve durumunu güçlendirmek amacıyla, özellikle Kennedy rejimiyle başlayan, yeni stratejiler geliştirmiştir. Bu stratejilerde kaba kuvvet ve ekonomik baskı şantaj mekanizması olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında, ordunun feza programlarında geliştirdiği ve sürekli yenilediği ileri-karmaşık iletişim teknolojisini, ve reklamcılıkta geliştirdiği ikna, manipulasyon ve kültürsel girme tekniklerini Amerikan gücünün uygulanmasında kullanmaktadır.
Milletlerarası iletişim düzeninde, kültürel informasyon output'u genel dünya ekonomik düzende mal ve servislerin üretimi ve dağıtımın yöneten pazar gereksinmeleri tarafından saptanır. Kültürsel informasyon output çoğumuz için kişisel tüketim birimleri olarak kendini gösterir. Günlük micro iletişim seviyesinde bu biçim, bu analiz geçerlidir. Gerçekte, bu seviyede bile, bu kültürel outputlar dünya kapitalist ekonomisinin ideolojik yüzlerinin\şekillerinin\görünümlerinin somut şekilleridir. Bu outputlar sistemin değerleri ve malları için popüler desteği, popüler arzu ve istemi yaratır, destekler ve teşvik ederler.
Peki, demokratik mücadele öldürüldü mü? Başta hemen belirteyim: Demokratik mücadele derken cadaloz karısından yakasını kurtarıp Madonna'yı tavlayamayınca, kafası bozulup meclisi fesheden Moris Yetsinartık'ın verdiği mücadele demek istemiyorum. "Davaya ihanet etti" diye, arkadaşını keseni hele, hiç! "Davaya ihanet etti" diye temizlediğin kişinin "davanın kazanılmasında ve kaybedilmesinde" etkisi ne ki, "döneni" vuruyorsun? Modern kölelik\tutsaklık rejimlerinin en bariz göstergelerinden biri olan, egemen sınıfların kendi çıkarlarını korumak için kitleleri zorla silah altına aldığı, ve bunu da vatan hizmeti olarak zorla milletin boğazına tıktığı, ve buna karşı geleni vatana ihanetle suçlayıp kurşuna dizdiği mecburi askerlik mi bu? Davana inanmıyor, ayrı yolda gitmek istiyorsa, sana ne! Davan için köleye ve mecburi askere ve korkuyla tutulan insanlara mı ihtiyacın var, yoksa içtenlikle beş vakit namaz kılana mı?. Hatta zorunlu olarak işbirlikçi durumuna düşenleri bile, etkisiz hale getirdikten sonra, katletmek, suçsuz sivillerden "kendine yapılanların" öcünü almak, bence psikolojik bakımdan hasta bir mücadeledir. Neyin ve kimin davası ki bu? Bu tür savaş bireyci kapitalist ideolojinin çocuklarının çıkmaza girdiklerinde başvurdukları yoldur. Bu, AMACIN ARACI ve METODU MEŞRULAŞTIRDIĞINI\END JUSTIFIES THE MEANS savunan milliyetçi burjuvazinin faşist yüzünün bir diğer görünüm biçimidir. Bu görüşle ilgili bir diğer konuya özlüce değinelim: Azınlıkların kendilerini ezenlere karşı mücadelelerinde bu tür metodun kullanıldığını görürsek, ilk aklımıza gelen soru şu olmalıdır: "Bu mücadelenin lider kadrosu Avrupa veya Amerikan çıkarlarının hizmetinde kullanılan bir maşa mı?" Kusura bakmayın, ama, kısaca, ben, sivilleri kasıtlı olarak hedef alan bir metodu kullanan mücadeleye mücadele demem, adi katliam olarak nitelerim, ve bu mücadele diye adlandırılan halka yönelik terrörizmin liderliğinin amaç ve kafa yapısından şüphe ederim. Örneğin, PKK liderliğinin, eğer sivillere karşı yaptıkları tecavüz ve katliam haberleri doğruysa, mücadelesinde seçtiği ilişki biçimi, bu liderliğin yukarda belirttiğim faşist özelliklere sahip olduğunu ve Batının veya belli güç merkezlerinin maşası olarak kullanıldığını gösterir. Böyle bir liderliğin kuracağı sistem de onları destekleyen güçlerin çıkarlarının gerçekleşmesi yönünde çalışır. Bu tür sapıtılmış saldırganlığın ve egemen çıkarları korumak için insanın insanı katletme mücadelesinin yanında, her ülkede çeşitli boyutta ve biçimlerde toplum değişimi ve bağımsızlık mücadeleleri sürmektedir. İnsanların kendi emeklerinin meyvalarını kendilerinin toplaması mücadelesi... İnsanın insanı insafsızca sömürüsüne son verme mücadelesi... Sosyal, ekonomik ve siyasal örgütlenmede, tek bir kişinin bile temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılmadığı, insanın insanca yaşamasını arayan değişiklikler mücadelesi... Gerçek demokrasi tek bir kişinin bile yoksunluk çekmediği düzendir. Ekonomik kaynakların "kıtlığından" bahseden sahtekar ekonomistlerin ileri sürdükleri nedenler egemen soygunu destekleyen bahanelerdir. Bir ülkenin mal varlığı ve zenginliği küçük bir azınlık tarafından soyuluyorsa, bu "ekonomik kaynak kıtlığının" ne anlama olduğunu çok daha iyi açıklar. New York'taki restoranlarda her gün çöpe atılan yiyecekler New Yorkun bütün fukaralarını doyurur. New Yorkta boş duran, harabe bırakılmış evler, New York'un bütün evsizlerini barındırır. Kapitalistin üzerine yattığı ve üretimi kendi çıkarına göre yaptığı kaynaklar, hiç kimsenin yoksunluk görmeyeceği şekilde, toplum düzeninin yeniden biçimlendirilmesiyle, kullanılabilir. Bulunduğun semtteki pazara çık ve bak: Eğer pazarda dünyanın her yerinde üretilmiş ve buralara kadar getirilmiş mallar varsa, bunun bir anlamı da kaynak, üretim ve dağıtım kıtlığı olmadığı, fakat dünyanın her köşesinde insanın insanı yoksun bırakmaktan büyük-zevk alışının, gözüdönmüşlüğün ve sömürünün başdöndürücü hızla at oynattığıdır. Pazarda yiyecek endüstrisinin kårını düşürmemek için tonlarca ve tonlarca yiyecek ürünlerini, hem de bizim paramızla devlete satıyorlar, devlet bizim paramızla bu yiyeceklerin bir kısmını depoluyor ve büyük kısmını dağlar oluşturan çöplüklere ve denize döküyorlar, ve ardından da, ekonomistleri çıkıp bize "kaynak kıtlığından," sosyal-psikolojistleri çıkıp "yoksullarda motivasyon yoksunluğundan," siyasal bilimcileri "yoksulların siyasal ilgisizliğinden, veya halk oyunun demokrasiye katkısından," sosyolojistleri "şehirleşmenin YARATTIĞI sorunlardan ve sıkıntılardan" bahsediyorlar. Peki bütün bunların olduğu düzen? Bu düzene ne dersin? Yarabbi şükür derim!
Pozitivist\tutucu\kapitalist entellektüeller kültürel imperyalizmi çok enteresan bir şekilde süsleyip sunarlar: Dünyanın siyasal ve ekonomik bakımdan birbirine karşılıklı-bağımlılığı arttıkça, dünya kültürsel bakımdan birbirine daha çok karışır\girer\kaynaşır. liberaller bu kaynaşmada, bilinmeyen şeyin\anın, yabancı kültüre direniş kırılıp yabancı kültürün yerli-kültürün değerlerini aldığı noktanın olduğunu belirtirler. Bu nedenle, kültürlerin ilişkilerinde birbirine hassas olmalarını sağlık verirler. Bu tanımlamanın ne demek olduğunu kabaca şöyle açıklayalım: Ağanın oğlu, köyün alkışları arasında, 13 yaşındaki kızı incitmeden, kibarca, ve nazikçe, igfal ediyor, ve bu karşılıklı-ilişki (iğfal eden ve edilen ilişkisi), birbirine karışma, kültürel kaynaşma oluyor. Ne zamandan beri böyle oluyor? Irza geçenlerin "ilişkiyi" tanımladıklarından beri... Yani ne zaman? Okuduğumuz tarih kitaplarındaki tarihi yazanların tarihi yazdığından beri... Kim bu tarihi yazanlar? Kim olacak, haklı-galipler!. Neden haklılar? Galip gelip öyle ilan ettikleri için. Sen hiç Amerikalıların oturup türk filmi seyrettiğini, Türk dergisini çevirip okuduğunu, Aziz Nesin'e "dinsiz" diye küfrettiğini veya onu okumak için Türkçe öğrendiğini, Hürriyeti eline alıp renkli resimlere baktıktan sonra arka sayfayı çevirdiğini, Türk futbolunda ne oluyor, Fenerbahçeyi bir seyretsek dediğini duydun mu? Sen hiç TRT gibi kamu servisi anlayışıyla yüklü BBC veya New York Kanal 13'ün veya Italyan RAI'nin türk futbol liğinden görüntüler verdiğini duydun mu? Ben TRT'nin ingiliz liğ sıralaması maçlarını ve puanlarını verdiğini gördüğümde (bilmiyordum verildiğini) miğdeme sancı girdi. Ulan utanmaz, sen nasıl kamu hizmetini ingiliz veya Amerikan veya italyan liginin puanlarını verme olarak tanımlayabilirsin!? Tanımlar. Neden? Dünya iletişim düzenindeki artan karşılıklı-bağımlılığın getirdiği kültürde globalleşme var da ondan... Bu karşılıklı-bağımlılık nedeniyle olacak, BBC her hafta Türk liginden görüntüler yayınlıyor ve İngiliz seyircilerinin de zevkten beli geliyor. Böyle birşey olur mu? Olursa, o İngiliz seyircisi, o televizyonu seyretmez, ve o spor programını yapan da ya üşüttü diye tımarhaneye gönderilir ya da tepeteklak kendini işsizlik kurumunun kapısının önünde bulur. Pozitivist okulun karşılıklı-bağımlılık ve kültürel alışveriş veya kaynaşma mavalını yutmak için çok özel bir miğdeye ve kafaya sahip olmak bile yetmez. Elbette karşılıklı bağımlılık var: Ücretli ve maaşlı kitleler olmadan ne kapitalizm ne de imperyalizm gerçekleşebilir. Bu tür karşılıklı bağımlılık ilişkisinde, bağımsız bağımlıya muhtaçtır. Bağımlının ise bağımsıza muhtaçlığı, bağımsızın onun elinden yaşam gereklerini ve olanaklarını alıp gaspetmesinde ve onu mahrum bırakmasından dolayıdır. Gerçekte, nesnel olarak, bağımlının bağımsıza hiçbir ihtiyacı yoktur: Kanını emecek sülüğe ve karnındaki solucana insanın nasıl ihtiyacı olabilir ki! Kısaca, karşılıklı-bağımlılık ideolojisi bağımlılık ve ücret\maaş köleliği sisteminin uluslararası seviyede kendini aynen yeniden tanımlamasıdır. İlişki egemenlik ilişkisidir, ve kültürel alışveriş veya kaynaşma değil, kültürel istila vardır. Bunun aksini ispat etmek için, örneğin, ingiliz veya Amerikalının arabesk dinlediğini, gençlerinin türk oyun havalarıyla göbek erittiğini ve Türk mizahına güldüğünü ve türk dramasına ağladığını göstermen gerek. Ağlatma beni!
Dışardan korsan yayınlarla Batının çöplüğünün türklerin başına yağdırılmasını, TRT'nin tekelinden kültür pratiğini kurtaran "relativization of Turkish culture\Türk kültürünün göreselleştirilmesi" diye sunmak için yeni-sömürgecilerle gerçek veya hayali işbirliği içinde olmak gerekir. Bu özel iletişim şirketlerin Kürt sorununu, Kemalizmi, laikliği, dini tekkeleri, kadın-erkek seks rollerini, erkekten-kadın olanları, eşcinselleri, radikal feminist denen kendini bilmez erkek düşmanlarını Tv sahnesine getirip sunması, ve bu sunuşu kişisel sınırlar çine hapsetmesi, Amerikan tv profesyonel pratikleri ve ideolojisinin Türk kültürüne empozesi olmuyor, Türk kültürünün devletin doğmalarından kurtarıp göreselleştirilmesi oluyor. [2] Allah razı olsun sizden sayın Haluk Şahin gibiler, siz bu değerli açıklamayı getirmeseydiniz, biz bunun böyle olduğunu nasıl öğrenecektik!.
Güç ilişkileri dışında "göreselleşme\göreselleştirme" olmaz, olamaz. Göresellik güç ilişkisini ifade eder. Daha doğrusu, bu göresellik tezi bağımlılık ve imperyalist ilişkinin meşruluğunun savunuculuğundan başka birşey değildir. Göresellik ilişkisi içindekilerin göresel durumu güç tarafından saptanır. Dolayısıyla, göreselleşme güçsüzün kişisel özgür seçenek ve bireysel kararlarına göre işlemez. Yani, "özgür kişiye göre" değil, güce ve güç ilişkilerinin kurduğu düzendeki ilişkiler biçiminin karakterine göre işler. Türk kültürünün "göreselliği" Amerikan kültürünün "göreselliğiyle" karşılaştığında, erir gider, çağdışı olarak bir köşede namaz kılması için tekmelenir, şekil değiştirir ve "Coke ve Levy kültürüne göre" biçimine sokulur. Bu "..e göre" özgürlüğüne göre, kişilerin istediklerini istedikleri şekilde yapması ne zaman olur? Ancak kaynak ve olanaklara sahip olduğu zaman. Kaynaklar ve olanaklar da armut gibi havada asılı beklemez.
Michael Jackson, Pavarotti, Arabesk, liberal Kaliforniya (homoseksüel ve lezbiyan) değerlerinin, özel teşebbüs sayesinde, bu liberal değerlerden mahrum olan Türkiye'ye, "post-modern" Türk peyjazına gelmesi, bu peysajda "kişilerin kendi kimliklerini ve ait olmak istedikleri yeri kendilerinin seçmesi" edebiyatı, tilkice sahtekarlığın yanında, Türk peyzajının içine etme edebiyatıdır: Sarayda padişahın şeyini yalayan ülemanın edebiyatı... Eğer böyle birşey gerçek olsaydı gazlı-tatlı-su pepsi ve Coke, Mcdonalds'ın çöplüğü iflas ederdi.
Türk halkının akşam televizyonun önüne oturup kanal değiştirerek ve kanallar arasında seçim yaparak "kendi kimlik ve yerlerini saptamaları" gülünç bir iddiadır. Bütün bu kanalların sundukları arasındaki seçim alternatifsiz, aynı mokun çeşitli paketlerde sunulan biçimleridir. Bunu benim ilk okul bitirmemiş annem bile seyir tecrübesi sonucu anlamış. O zaman senelerini göz nuru dökerek harcayan ve profesör falan olan ve bu benim eleştirdiklerimi öne süren bilim adamları benim annemden de cahil mi? Konu cehalet değil, toplumda kişinin aradığı, erişmek istediği, ve tutmak zorunda kaldığı pozisyon ve bu pozisyonda ilişkide bulunduğu çevre ve bu çevredeki ilişki ve çıkar düzeni içinde GÖRESELCE VERDİĞİ KARARDIR. Bu kişilerde ideoloji, ekonomik ilişkiler tabanını gerçek anlamıyla direk olarak yansıtır: Kararlar toplumdaki yerlerini tutma endişeleri ve başamak atlama umudu çerçevesinde verilir. Yoksa, görünen gerçeği empirical metoda başvurup daleveralarla çürütme gibi bir gereksinme kimse duymazdı. Uluslararası sermayenin ve işbirlikçilerinin kitle iletişimi alanında türk peysajında aradığı, bu peysajın dünden daha çok talan edilmesine yardım ve bu talandan pay alma umududur, yatırımdır.
Korsan televizyonların bugünkü program sunumları rezaletini (programların çoğu yabancıdır, oyun ve bizim kültürümüzle ilişkisi olmayan komediler, seriler ve diziler) reklam gelirlerinin az olması nedeniyle ekonomik zorunluktan çıkan bir zorunlu seçenek olarak sunmak veya düşünmek doğru değildir. Bu televizyonların program yapısının böyle olması ve gittikçe de seviyesizleşmesi ve belden aşağılaşması (toplumsal konuların ve sorunları seksle ve hisle ilgili bireysel konulara indirgenmesi) bu televizyonların egemen karakteridir.
Schiller'in (1991) belirttiği gibi, kültürel egemenlik\imperyalizm tezi 1960'larda çıktığından beri dünyanın sosyo-politik durumunda, özellikle son yıllarda, epey değişiklikler oldu. Fakat bu değişiklikler kültürel egemenliği ortadan kaldırmadı, tam aksine perçinledi. Bugün kitle iletişimiyle gelen kültürel imperyalizm uluslararası dev firmaların egemenliği altına girmiştir.
Globalleşme ülkeler arası birlik ve beraberlik, harmoni temeline dayanan bir oluşum değildir. Tam aksine, dengesiz bir şekilde, belli sayıda, çoğunlukla Amerikan, dev firmaların kontrolu altında olmaktadır. Bu durum kültürel imperyalizme karşı mücadelenin gerekliliğini daha da artırmaktadır.
[1]. Bak: Herbert I. Schiller'in bütün eserleri; Mattelart; Germino; Jorg; Salazar; Collins; Garnham; Smythe. Karşıt görüş olarak da I. de Sola Pool; Altheide; Sussman; Journal of Communication'deki bütün yazılar.
[2]. Haluk Şahin'in (1993) yazısı özel teşebbüse bu tür övgüyle ve uluslararası imperyalizme büyük sevgiyle dolu. Okumanızı tavsiye ederim. Epey öğretici.
Dünya düzeninin kültürsel ve ideolojik boyutu özel teşebbüs sisteminin sözcüleri tarafından kültürel alışveriş, demokratik iletişim olarak nitelenir. Buna karşı olanlar ise konuyu kültürel imperyalizm ve ideolojik egemenlik altında ele alırlar. Egemen düzenin egemen fikirlerini çok duyarız ve hepimiz bu düzenin ürettikleriyiz. Bu nedenle egemen düzenin fikirlerinin, umutlarının, arzularının ne olduğunu anlamak için uzağa gitmemize gerek yok: Kendimize bakmamız yeter. Eğer "ben başkayım" iddiasındaysan, o zaman bugünkü değil dünkü kendine bak. Hala, kendinde böyle birşey bulamadığını iddia ediyorsan, (örneğin, ben sapına kadar ülkücüyüm falan diye böbürleniyorsan), giydiğin jean'e, içtiğin kolaya, dinlediğin müziğe, yediğin pizaya ve hamburgere bak! Eğer hala kendinde böyle birşey göremiyorsan, sen, kusura bakma ama, ya bu dünyadan değilsin ya da görünen köyü görmeyi red ediyorsun.
Biz en iyisi düzeni ve kendimizi anlamamız için, kendimize ve dışımıza eleştirici gözle bakmaya devam edelim: Uluslarası iletişim ilişkilerinde birçok ülke güçlü birkaç kapitalist ülke ile rekabet edebilecek durumda değildir. Dolayısıyla ilişkilerde bu ülkeler bağımlı durumdadır. Bu bağımlılığın beraberinde getirdiği kültürel imperyalizm ülkeler arasındaki var olan ekonomik ve siyasal ilişkiler düzenini destekleme yönünde hizmet gören bir süreçtir. Bu bakımdan, medya ideolojik bir görev yapar. Bu ideolojik rol açıkça propaganda kanalları (Voice of America, Radyo Free Europe, Radyo Liberty, ve Kübaya yönelik radyo yayınları gibi) veya örtülü ve çok daha etkili bir şekilde, nutral eğlence ve informasyon olarak kendini sunan ifadeler ( tv programları, Reader's Digest, Time, News Week, filmler, müzik ürünleri) biçiminde genel medya tarafından sunulur. Bu ideolojik mücadeleye örgütlü din de her zamanki gibi, bu kez radyo ve televizyonu kullanarak katılmaktadır. Din maskesi altında yapılan inanç sömürüsü özellikle Amerika'dan kaynaklanan milyarder örgütlü-din tüccarlarının özel radyoları ve televizyonları ve uydu yayınlarıyla sadece Amerika ve Latin Amerika'ya değil bütün dünyaya "Tanrının sözünü" iletirler. Bu tür yayın merkezleri Katolikliğin yarattığı ve katoliklikten hayal kırıklığına uğramış, arayış içindeki, sefil ve cahilleştirilmiş insanlar kitlelerinin bol olduğu, Latin Amerika'da çok yaygındır. Latin Amerika'da, Liberation Teoloji'nin dışındaki örgütlü din sadece basit din tüccarlığı yapmamakta, aynı zamanda katil rejimlerin yaşamasına yardım etmektedirler. Uluslararası radyo tarihi, uluslararası propaganda tarihidir.
Profesör Schiller'in deyimiyle, kültür imperyalizmi (a)belli süreçler toplamıdır, (b) bu süreçlerle bir toplum modern dünya sistemine getirilir, (c) bu getirme süreçleriyle, o ülkenin egemen tabakası dünyadaki egemen sisteme cazibeyle, baskıyla, zorla ve bazen de rüşvetle çekilir, (d) bu çekme ile, o ülkenin sosyal örgütlerinin biçimi dünya sisteminin egemen merkezinin kültürel değerlerine ve yapısına (Amerika'ya) benzetilir.
Benim anlatım tarzımla, kültürel imperyalizm BENZETMEDİR. Hem de nasıl bir benzetme! Sermayenin ideolojik girişimleri "benzetir", hem de çok iyi benzetir. Bazıları benzetildiğinin bile farkında değildir. Benzetir ve hem benzetmiyorum der hem de benzetmenin iyi olduğunu ve senin de benzetmeni tavsiye eder. Böylece, benzetme özgürlük, özgür ticaret, demokratik ilişki, seçme özgürlüğü olur. Tabi tüccar, seçme özgürlüğünün kendine ait olduğunu ve senin onun tarafından kendine çıkar sağlamak için sadece seçilme (iletişimde mesajı alıp yutma ve bu yuttuğunun gösterdiği yönde günlük faaliyette bulunma) olanağına sahip olduğunu söylemez. Söylerse kendi çıkarlarına aykırıdır.
Kültür imperyalizmi süreci "tamam başardık, avucumuzun içinde" deyip bitmez. Çünkü hem benzetilen aynı şeyi yeni modalarla yeniden tekrar tekrar ister, hem de benzetenin benzetme düzenini sürdürebilmesi için sürekli benzetme zorunluluğu vardır. Bu nedenle süreç (ve sürece karşıtlık da) sürekli olarak kendini yenilemekle yükümlüdür. Aksi taktirde kendini birden bire benzetilenler arasında bulabilir. Kültürel imperyalizm sürecinde kitle iletişim araçları "girme, araya girme, sokma" sürecinde kullanılırlar. Girme büyük ölçüde kitle iletişim araçlarının ticarileşmesiyle gerçekleşir. İlleki yasal bakımdan ticarileşmesine de gerek yoktur: Bizim TRT'de olduğu gibi, kamu çıkarına kullanılması gereken bir araç kültürel imperyalizmin sokucusu, yayıcısı ve sürdürücüsü olarak kullanılır. Fakat sermaye kamu sektörünün kendi işine burnunu sokmasından hoşlanmadığı için, bunla bile yetinmez. TRT gibi kamu sektörünü ya ortadan kaldırmaya ya da sadece burjuva zevklere hizmet eden "kaliteli" yayın organı haline getirerek bir köşeye itmeye ve egemenliği kendi eline almaya yönelir.
Kültürel imperyalizm tek bir pazarın egemen olduğu dünya düzeni içinde gelişir. Bu dünya düzeninde milli devletler vardır ve bu devletler dünya sisteminin çalışmasına, özellikle millerlerarası firmaların serbestçe iş görmesine köstekler getirir. Normal olarak milli devletlerin araya girişi kendi egemenlikleri içindeki çevrede egemen sınıfların işine geldiğindendir.
Milli ve milletlerarası sistem sürdürmek için, buna ek, olarak bir orta sınıfın ve informasyon çoğulculuğunun olduğu iddiası gereklidir. Bu ve benzeri imajları yaratıp tutma iletişim ve iletişim akımının özel bir öneme sahip olduğunu gösterir. Bilinci etkileyen güç toplumun görünüşünü, ve amaçlarının şeklini ve yönünü saptamada karar vericidir. Dolayısıyla önemli olan sadece teknoloji araçları ve ürün ticareti değil, bunun yanında ve buna sıkı sıkıya bağlı olan ve bunu destekleyen, iletişimin içeriği, karakteri, kaynağıdır.
Kapitalizmin faaliyetleri sadece ekonomik alana sınırlı değildir. Kapitalizm insanların iş ve iş-dışındaki dinlenme ve eglenme zamanını kolonileştirmiştir. Toplumun her türlü sosyo-kültürel örgütlenmesi ve faaliyetleri bu kolonileştirmenin alanına sokulur. Sokulamazsa, kontrol edilmeye çalışılır, ve kontrol edilemezse ortadan kaldırma girişimleri başlar (TRT'nin tekelciliğine karşi yöneltilen saldırılar, geleneksel düğünün kapitalistin düğün salonu ideolojisiyle ortadan kaldırılması, yüzyüze iletişimin sözlü öykülerinin ve destanların tarihe karışması buna birkaç örnektir).
Amerikan imperyalizmi sürekli bağımsızlık mücadeleriyle güreşmek zorunda kalmıştır. (a) Kaba gücün verimsizliğini koloniciliğin çöküşü ispatladığı için, (b) Vietnam savaşı bunu bir kez daha kanıtladığı için, (c) Amerikan dünya egemenliği sürekli rekabetçi tehdit altında olduğu için, Amerika dünya sistemindeki yerini koruyabilmek ve durumunu güçlendirmek amacıyla, özellikle Kennedy rejimiyle başlayan, yeni stratejiler geliştirmiştir. Bu stratejilerde kaba kuvvet ve ekonomik baskı şantaj mekanizması olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında, ordunun feza programlarında geliştirdiği ve sürekli yenilediği ileri-karmaşık iletişim teknolojisini, ve reklamcılıkta geliştirdiği ikna, manipulasyon ve kültürsel girme tekniklerini Amerikan gücünün uygulanmasında kullanmaktadır.
Milletlerarası iletişim düzeninde, kültürel informasyon output'u genel dünya ekonomik düzende mal ve servislerin üretimi ve dağıtımın yöneten pazar gereksinmeleri tarafından saptanır. Kültürsel informasyon output çoğumuz için kişisel tüketim birimleri olarak kendini gösterir. Günlük micro iletişim seviyesinde bu biçim, bu analiz geçerlidir. Gerçekte, bu seviyede bile, bu kültürel outputlar dünya kapitalist ekonomisinin ideolojik yüzlerinin\şekillerinin\görünümlerinin somut şekilleridir. Bu outputlar sistemin değerleri ve malları için popüler desteği, popüler arzu ve istemi yaratır, destekler ve teşvik ederler.
Peki, demokratik mücadele öldürüldü mü? Başta hemen belirteyim: Demokratik mücadele derken cadaloz karısından yakasını kurtarıp Madonna'yı tavlayamayınca, kafası bozulup meclisi fesheden Moris Yetsinartık'ın verdiği mücadele demek istemiyorum. "Davaya ihanet etti" diye, arkadaşını keseni hele, hiç! "Davaya ihanet etti" diye temizlediğin kişinin "davanın kazanılmasında ve kaybedilmesinde" etkisi ne ki, "döneni" vuruyorsun? Modern kölelik\tutsaklık rejimlerinin en bariz göstergelerinden biri olan, egemen sınıfların kendi çıkarlarını korumak için kitleleri zorla silah altına aldığı, ve bunu da vatan hizmeti olarak zorla milletin boğazına tıktığı, ve buna karşı geleni vatana ihanetle suçlayıp kurşuna dizdiği mecburi askerlik mi bu? Davana inanmıyor, ayrı yolda gitmek istiyorsa, sana ne! Davan için köleye ve mecburi askere ve korkuyla tutulan insanlara mı ihtiyacın var, yoksa içtenlikle beş vakit namaz kılana mı?. Hatta zorunlu olarak işbirlikçi durumuna düşenleri bile, etkisiz hale getirdikten sonra, katletmek, suçsuz sivillerden "kendine yapılanların" öcünü almak, bence psikolojik bakımdan hasta bir mücadeledir. Neyin ve kimin davası ki bu? Bu tür savaş bireyci kapitalist ideolojinin çocuklarının çıkmaza girdiklerinde başvurdukları yoldur. Bu, AMACIN ARACI ve METODU MEŞRULAŞTIRDIĞINI\END JUSTIFIES THE MEANS savunan milliyetçi burjuvazinin faşist yüzünün bir diğer görünüm biçimidir. Bu görüşle ilgili bir diğer konuya özlüce değinelim: Azınlıkların kendilerini ezenlere karşı mücadelelerinde bu tür metodun kullanıldığını görürsek, ilk aklımıza gelen soru şu olmalıdır: "Bu mücadelenin lider kadrosu Avrupa veya Amerikan çıkarlarının hizmetinde kullanılan bir maşa mı?" Kusura bakmayın, ama, kısaca, ben, sivilleri kasıtlı olarak hedef alan bir metodu kullanan mücadeleye mücadele demem, adi katliam olarak nitelerim, ve bu mücadele diye adlandırılan halka yönelik terrörizmin liderliğinin amaç ve kafa yapısından şüphe ederim. Örneğin, PKK liderliğinin, eğer sivillere karşı yaptıkları tecavüz ve katliam haberleri doğruysa, mücadelesinde seçtiği ilişki biçimi, bu liderliğin yukarda belirttiğim faşist özelliklere sahip olduğunu ve Batının veya belli güç merkezlerinin maşası olarak kullanıldığını gösterir. Böyle bir liderliğin kuracağı sistem de onları destekleyen güçlerin çıkarlarının gerçekleşmesi yönünde çalışır. Bu tür sapıtılmış saldırganlığın ve egemen çıkarları korumak için insanın insanı katletme mücadelesinin yanında, her ülkede çeşitli boyutta ve biçimlerde toplum değişimi ve bağımsızlık mücadeleleri sürmektedir. İnsanların kendi emeklerinin meyvalarını kendilerinin toplaması mücadelesi... İnsanın insanı insafsızca sömürüsüne son verme mücadelesi... Sosyal, ekonomik ve siyasal örgütlenmede, tek bir kişinin bile temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılmadığı, insanın insanca yaşamasını arayan değişiklikler mücadelesi... Gerçek demokrasi tek bir kişinin bile yoksunluk çekmediği düzendir. Ekonomik kaynakların "kıtlığından" bahseden sahtekar ekonomistlerin ileri sürdükleri nedenler egemen soygunu destekleyen bahanelerdir. Bir ülkenin mal varlığı ve zenginliği küçük bir azınlık tarafından soyuluyorsa, bu "ekonomik kaynak kıtlığının" ne anlama olduğunu çok daha iyi açıklar. New York'taki restoranlarda her gün çöpe atılan yiyecekler New Yorkun bütün fukaralarını doyurur. New Yorkta boş duran, harabe bırakılmış evler, New York'un bütün evsizlerini barındırır. Kapitalistin üzerine yattığı ve üretimi kendi çıkarına göre yaptığı kaynaklar, hiç kimsenin yoksunluk görmeyeceği şekilde, toplum düzeninin yeniden biçimlendirilmesiyle, kullanılabilir. Bulunduğun semtteki pazara çık ve bak: Eğer pazarda dünyanın her yerinde üretilmiş ve buralara kadar getirilmiş mallar varsa, bunun bir anlamı da kaynak, üretim ve dağıtım kıtlığı olmadığı, fakat dünyanın her köşesinde insanın insanı yoksun bırakmaktan büyük-zevk alışının, gözüdönmüşlüğün ve sömürünün başdöndürücü hızla at oynattığıdır. Pazarda yiyecek endüstrisinin kårını düşürmemek için tonlarca ve tonlarca yiyecek ürünlerini, hem de bizim paramızla devlete satıyorlar, devlet bizim paramızla bu yiyeceklerin bir kısmını depoluyor ve büyük kısmını dağlar oluşturan çöplüklere ve denize döküyorlar, ve ardından da, ekonomistleri çıkıp bize "kaynak kıtlığından," sosyal-psikolojistleri çıkıp "yoksullarda motivasyon yoksunluğundan," siyasal bilimcileri "yoksulların siyasal ilgisizliğinden, veya halk oyunun demokrasiye katkısından," sosyolojistleri "şehirleşmenin YARATTIĞI sorunlardan ve sıkıntılardan" bahsediyorlar. Peki bütün bunların olduğu düzen? Bu düzene ne dersin? Yarabbi şükür derim!
Pozitivist\tutucu\kapitalist entellektüeller kültürel imperyalizmi çok enteresan bir şekilde süsleyip sunarlar: Dünyanın siyasal ve ekonomik bakımdan birbirine karşılıklı-bağımlılığı arttıkça, dünya kültürsel bakımdan birbirine daha çok karışır\girer\kaynaşır. liberaller bu kaynaşmada, bilinmeyen şeyin\anın, yabancı kültüre direniş kırılıp yabancı kültürün yerli-kültürün değerlerini aldığı noktanın olduğunu belirtirler. Bu nedenle, kültürlerin ilişkilerinde birbirine hassas olmalarını sağlık verirler. Bu tanımlamanın ne demek olduğunu kabaca şöyle açıklayalım: Ağanın oğlu, köyün alkışları arasında, 13 yaşındaki kızı incitmeden, kibarca, ve nazikçe, igfal ediyor, ve bu karşılıklı-ilişki (iğfal eden ve edilen ilişkisi), birbirine karışma, kültürel kaynaşma oluyor. Ne zamandan beri böyle oluyor? Irza geçenlerin "ilişkiyi" tanımladıklarından beri... Yani ne zaman? Okuduğumuz tarih kitaplarındaki tarihi yazanların tarihi yazdığından beri... Kim bu tarihi yazanlar? Kim olacak, haklı-galipler!. Neden haklılar? Galip gelip öyle ilan ettikleri için. Sen hiç Amerikalıların oturup türk filmi seyrettiğini, Türk dergisini çevirip okuduğunu, Aziz Nesin'e "dinsiz" diye küfrettiğini veya onu okumak için Türkçe öğrendiğini, Hürriyeti eline alıp renkli resimlere baktıktan sonra arka sayfayı çevirdiğini, Türk futbolunda ne oluyor, Fenerbahçeyi bir seyretsek dediğini duydun mu? Sen hiç TRT gibi kamu servisi anlayışıyla yüklü BBC veya New York Kanal 13'ün veya Italyan RAI'nin türk futbol liğinden görüntüler verdiğini duydun mu? Ben TRT'nin ingiliz liğ sıralaması maçlarını ve puanlarını verdiğini gördüğümde (bilmiyordum verildiğini) miğdeme sancı girdi. Ulan utanmaz, sen nasıl kamu hizmetini ingiliz veya Amerikan veya italyan liginin puanlarını verme olarak tanımlayabilirsin!? Tanımlar. Neden? Dünya iletişim düzenindeki artan karşılıklı-bağımlılığın getirdiği kültürde globalleşme var da ondan... Bu karşılıklı-bağımlılık nedeniyle olacak, BBC her hafta Türk liginden görüntüler yayınlıyor ve İngiliz seyircilerinin de zevkten beli geliyor. Böyle birşey olur mu? Olursa, o İngiliz seyircisi, o televizyonu seyretmez, ve o spor programını yapan da ya üşüttü diye tımarhaneye gönderilir ya da tepeteklak kendini işsizlik kurumunun kapısının önünde bulur. Pozitivist okulun karşılıklı-bağımlılık ve kültürel alışveriş veya kaynaşma mavalını yutmak için çok özel bir miğdeye ve kafaya sahip olmak bile yetmez. Elbette karşılıklı bağımlılık var: Ücretli ve maaşlı kitleler olmadan ne kapitalizm ne de imperyalizm gerçekleşebilir. Bu tür karşılıklı bağımlılık ilişkisinde, bağımsız bağımlıya muhtaçtır. Bağımlının ise bağımsıza muhtaçlığı, bağımsızın onun elinden yaşam gereklerini ve olanaklarını alıp gaspetmesinde ve onu mahrum bırakmasından dolayıdır. Gerçekte, nesnel olarak, bağımlının bağımsıza hiçbir ihtiyacı yoktur: Kanını emecek sülüğe ve karnındaki solucana insanın nasıl ihtiyacı olabilir ki! Kısaca, karşılıklı-bağımlılık ideolojisi bağımlılık ve ücret\maaş köleliği sisteminin uluslararası seviyede kendini aynen yeniden tanımlamasıdır. İlişki egemenlik ilişkisidir, ve kültürel alışveriş veya kaynaşma değil, kültürel istila vardır. Bunun aksini ispat etmek için, örneğin, ingiliz veya Amerikalının arabesk dinlediğini, gençlerinin türk oyun havalarıyla göbek erittiğini ve Türk mizahına güldüğünü ve türk dramasına ağladığını göstermen gerek. Ağlatma beni!
Dışardan korsan yayınlarla Batının çöplüğünün türklerin başına yağdırılmasını, TRT'nin tekelinden kültür pratiğini kurtaran "relativization of Turkish culture\Türk kültürünün göreselleştirilmesi" diye sunmak için yeni-sömürgecilerle gerçek veya hayali işbirliği içinde olmak gerekir. Bu özel iletişim şirketlerin Kürt sorununu, Kemalizmi, laikliği, dini tekkeleri, kadın-erkek seks rollerini, erkekten-kadın olanları, eşcinselleri, radikal feminist denen kendini bilmez erkek düşmanlarını Tv sahnesine getirip sunması, ve bu sunuşu kişisel sınırlar çine hapsetmesi, Amerikan tv profesyonel pratikleri ve ideolojisinin Türk kültürüne empozesi olmuyor, Türk kültürünün devletin doğmalarından kurtarıp göreselleştirilmesi oluyor. [2] Allah razı olsun sizden sayın Haluk Şahin gibiler, siz bu değerli açıklamayı getirmeseydiniz, biz bunun böyle olduğunu nasıl öğrenecektik!.
Güç ilişkileri dışında "göreselleşme\göreselleştirme" olmaz, olamaz. Göresellik güç ilişkisini ifade eder. Daha doğrusu, bu göresellik tezi bağımlılık ve imperyalist ilişkinin meşruluğunun savunuculuğundan başka birşey değildir. Göresellik ilişkisi içindekilerin göresel durumu güç tarafından saptanır. Dolayısıyla, göreselleşme güçsüzün kişisel özgür seçenek ve bireysel kararlarına göre işlemez. Yani, "özgür kişiye göre" değil, güce ve güç ilişkilerinin kurduğu düzendeki ilişkiler biçiminin karakterine göre işler. Türk kültürünün "göreselliği" Amerikan kültürünün "göreselliğiyle" karşılaştığında, erir gider, çağdışı olarak bir köşede namaz kılması için tekmelenir, şekil değiştirir ve "Coke ve Levy kültürüne göre" biçimine sokulur. Bu "..e göre" özgürlüğüne göre, kişilerin istediklerini istedikleri şekilde yapması ne zaman olur? Ancak kaynak ve olanaklara sahip olduğu zaman. Kaynaklar ve olanaklar da armut gibi havada asılı beklemez.
Michael Jackson, Pavarotti, Arabesk, liberal Kaliforniya (homoseksüel ve lezbiyan) değerlerinin, özel teşebbüs sayesinde, bu liberal değerlerden mahrum olan Türkiye'ye, "post-modern" Türk peyjazına gelmesi, bu peysajda "kişilerin kendi kimliklerini ve ait olmak istedikleri yeri kendilerinin seçmesi" edebiyatı, tilkice sahtekarlığın yanında, Türk peyzajının içine etme edebiyatıdır: Sarayda padişahın şeyini yalayan ülemanın edebiyatı... Eğer böyle birşey gerçek olsaydı gazlı-tatlı-su pepsi ve Coke, Mcdonalds'ın çöplüğü iflas ederdi.
Türk halkının akşam televizyonun önüne oturup kanal değiştirerek ve kanallar arasında seçim yaparak "kendi kimlik ve yerlerini saptamaları" gülünç bir iddiadır. Bütün bu kanalların sundukları arasındaki seçim alternatifsiz, aynı mokun çeşitli paketlerde sunulan biçimleridir. Bunu benim ilk okul bitirmemiş annem bile seyir tecrübesi sonucu anlamış. O zaman senelerini göz nuru dökerek harcayan ve profesör falan olan ve bu benim eleştirdiklerimi öne süren bilim adamları benim annemden de cahil mi? Konu cehalet değil, toplumda kişinin aradığı, erişmek istediği, ve tutmak zorunda kaldığı pozisyon ve bu pozisyonda ilişkide bulunduğu çevre ve bu çevredeki ilişki ve çıkar düzeni içinde GÖRESELCE VERDİĞİ KARARDIR. Bu kişilerde ideoloji, ekonomik ilişkiler tabanını gerçek anlamıyla direk olarak yansıtır: Kararlar toplumdaki yerlerini tutma endişeleri ve başamak atlama umudu çerçevesinde verilir. Yoksa, görünen gerçeği empirical metoda başvurup daleveralarla çürütme gibi bir gereksinme kimse duymazdı. Uluslararası sermayenin ve işbirlikçilerinin kitle iletişimi alanında türk peysajında aradığı, bu peysajın dünden daha çok talan edilmesine yardım ve bu talandan pay alma umududur, yatırımdır.
Korsan televizyonların bugünkü program sunumları rezaletini (programların çoğu yabancıdır, oyun ve bizim kültürümüzle ilişkisi olmayan komediler, seriler ve diziler) reklam gelirlerinin az olması nedeniyle ekonomik zorunluktan çıkan bir zorunlu seçenek olarak sunmak veya düşünmek doğru değildir. Bu televizyonların program yapısının böyle olması ve gittikçe de seviyesizleşmesi ve belden aşağılaşması (toplumsal konuların ve sorunları seksle ve hisle ilgili bireysel konulara indirgenmesi) bu televizyonların egemen karakteridir.
Schiller'in (1991) belirttiği gibi, kültürel egemenlik\imperyalizm tezi 1960'larda çıktığından beri dünyanın sosyo-politik durumunda, özellikle son yıllarda, epey değişiklikler oldu. Fakat bu değişiklikler kültürel egemenliği ortadan kaldırmadı, tam aksine perçinledi. Bugün kitle iletişimiyle gelen kültürel imperyalizm uluslararası dev firmaların egemenliği altına girmiştir.
Globalleşme ülkeler arası birlik ve beraberlik, harmoni temeline dayanan bir oluşum değildir. Tam aksine, dengesiz bir şekilde, belli sayıda, çoğunlukla Amerikan, dev firmaların kontrolu altında olmaktadır. Bu durum kültürel imperyalizme karşı mücadelenin gerekliliğini daha da artırmaktadır.
[1]. Bak: Herbert I. Schiller'in bütün eserleri; Mattelart; Germino; Jorg; Salazar; Collins; Garnham; Smythe. Karşıt görüş olarak da I. de Sola Pool; Altheide; Sussman; Journal of Communication'deki bütün yazılar.
[2]. Haluk Şahin'in (1993) yazısı özel teşebbüse bu tür övgüyle ve uluslararası imperyalizme büyük sevgiyle dolu. Okumanızı tavsiye ederim. Epey öğretici.