Bilim ve Ütopya: aralık 1995
irfan erdogan
Kapitalizm, dünya emperyalizmi safhasında, kendi imajında bir dünyayı hızla yaratmaktadır. Sadece dikey anlamda değil, aynı zamanda kapitalist sınıflar içindeki yatay çelişkiler gittikçe milli sınırları daha da çok aşmaktadır. Son yıllarda artan çevre sorunundaki ve çözümündeki uluslararasılaşma, gerginlikler ve çatışmalar buna bir örnektir. Çevre sorunu egemenlik ilişkilerinin en açık bir şekilde kendini gösterdiği önemli bir mücadele alanı durumuna gelmiştir. Gerçi çevre bozulması hemen herkesi etkileyen bir oluşumdur, fakat çevre kirliliğinin olduğu, tehlikeli atıkların atıldığı, tehlikeli suların kullanıldığı ve içildiği, tehlikeli kimyasal ilaçların serpildiği ve kullanıldığı, bacalarından zehir saçan fabrikaların kurulduğu, madencilik ve tarımsal işletmelerin yapıldığı ve modern hayvancılıkla talan edilen yerlere bakarsak, bu alanların yoksul ve güçsüzleştirilmiş kitlelerin yaşadığı bölgeler olduğunu görürüz. En kötüsü, en çok etkilenen de, en çok soyulanlar olmaktadır: Doğa ve doğaya bağlı olarak yaşayan insan ve diğer varlıklar.
Çevre sorununun yaratıcısı: Halkın bilinci mi?
Kapitalist ideoloji çevre sorunuyla halkin bilinci arasında ilişki kurarlar ve çevre sorununa çare olarak özellikle halka çevre bilinci verilmesi zorunluluğu üzerinde dururlar. Aslında, çevre bozulmalarına neden olan etken, ne halkın bilinci, ne nüfus artışı, ne de sınai yapılaşma hızı veya kentlileşim yoğunluğudur: Sanayileşme, kalkınma, modernleşme denilen süreçlerin kendine özgü biçimidir. Çevre koruma bilinci ve duyarlılığı, üretim biçimi ve ilişkilerinin fonksiyonel sonuçlarındandır: Bilinç ve duyarlılık, bilinç ve duyarsızlık, bilinçsizlik ve duyarsızlık, bilinçsizlik ve duyarlılık yapısal ilişkilerin getirdiği bir gerçektir ve "eğitimle" ilişkisi ayni fonksiyonellik içinde anlam bulur (yani bilinçle, bilmeyle çevreyi gözetici davranış arasında zorunlu bir pozitif ilişki yokluğu nul-hipotezi her zaman red edilemeyebilir. Günlük deyimle, bilinç, bilgi, eğitim çevreyi bozmayı engelleyen faktörler olsaydı, teknolojik düzenin çok-okumuş ve çok bilmiş tasarımcı, üretici, yönetici ve yürütücüleri (politikacılar dahil) doğa ve insana karşı cinayet olarak nitelenebilecek egemen faaliyetlerde bulunmazlardı: Teknolojik düzen bu biçimde yapısallaştırılmazdı.
Ormanların endüstriler tarafından kullanım biçimleri, toprak kullanım tarzları, madencilik, tarımsal işletmecilik ve intensif hayvancılık vb. sadece çevre bozulmalarını değil, aynı zamanda kırsal alanlardaki yoksulluğu yaratan ve sürdüren bir biçimde işlemektedir. Kaynakların (orman, su, toprak, maden, enerji vb.) talanının önde gelen nedeni, yerel halkın ne kültürsüzlüğü, eğitimsizliği ve cahilliği, ne geleneksel kullanım biçimi ne de artan nüfus ve tüketim talebidir; Kaynakların sömürülmesi biçimidir. Çevre bozulmasının önde gelen nedeni de....
Burjuva biliminin rolü: Güçlünün nedensellik borazanı
Kamuoyu araştırmaları (örneğin anketler) egemen politikaların saptanması ve yürütülmesinde en etken bir araçtır. Bugün reklam endüstrilerinin, televizyonlardaki "çöplük" programların ve "kocakarı dedikodularını modernleştirererek kitle iletişimi biçimine sokan haberlerin büyük başarısı, tutum ve davranış araştırmaları sonuçlarının başarılı bir biçımde uygulamaya konmasına örnektir. Böylece, neden, sorun ve çözüm ilişkisinde, öncelikler tersine döndürülerek yeniden pozisyonlandırmalar, yerinden etmeler ve belli sıralandırmalarla egemen gündemler yapılır, kurulur ve yürütülür.
Çağlar'ın (1994) yaptığı değerli bir araştırmada "Türkiye'deki en önemli çevre sorunu sıralamasında, hava kirliliği " % 63.48 ile en başta ve çöp % 14.61 ile ikinci gelmektedir. Bırakın % 63'ü, diyelim ki, tüm Türk halkının düşüncesi bu olsun. O zaman, kamu politikalarının hava kirliliğini ortadan kaldıracak bir biçimde saptanması ve ona göre uygulamalar yapılması gerekir, çünkü bu, teoride demokrasinin bir koşuludur. Fakat gerekli uygulamalar yapılmaz: Gereken ile uygulanan arasında büyük bir uyuşmazlık vardır. "Gerekir" ile "uygulanır" arasındaki uyuşmazlık\fark\uçurum, güç mücadelelerinin oluşturduğu egemenlik durumunun çıkarcı gerçeğini gösterir. Objektif nedensellik ilişkisi, burada da, güç kullanımı içinde belli bir biçim ve anlam kazanır: Objektif gerçekler subjektif çıkarlar karşısında çöldeki bir yağmur damlası gibi daha yere düşmeden buhar olur gider ve "semtimizin çöplük olarak kullanılmasını istemiyoruz" diye direnen insanlara, belediyenin vurucu "timleri" saldırtılır. Böylece sorun çözülür. Sorun neydi ki? Sorun belediyenin temsil ettiği çıkar hesaplarının ve ilişkilerinin önüne konan, bölücü "istemezük" taşıydı. Taş dövülerek övütülmekte... Yok, hatırladığıma göre, sorun "istemezük" değil, semtimizin çöplük olarak kullanılması, çevre ve sağlık sorunuydu. O zaman, bilimsel bir şekilde şey yapalım; semtinizin halkını, çöp atan kamyonların şoförlerini, bize dayak atan vurucu timleri eğitelim, bilinçlendirelim. (BİZ akıllı, bilinçliyiz. ONLAR akılsız, bilinçsizdir!!) Subjektif gerçeklerin objektifleştirilmesi, günlük yaşam mücadelesinde çıkarla bilinç arasındaki ilişkinin bir sonucudur.
Bir talan örneği: ORMAN EKOSİSTEMİ
Kapitalist kalkınmayla başlayan ve emperyalist sömürüyle çapını genişleten çevre talanı flora (çiçek, bitki), fauna (hayvan) ve orman ekosistemlerindeki faalyetleriyle çok ciddi çevre ve insanlık durumları ortaya çıkarmışlardır. Bu ekosistemler ekonomik bakımdan çok önemli faydalara sahiptir. Bu faydaları şöyle özetleyebiliriz (Durning, 1994):
Gen kaynağı: ormanlar, türler, habitatlar ve gen çeşitliliklerini içerir. Bunlar muhtemelen ormanların en değerli kaynakları, varlıkları sürdürülebilir kalkınmasıdır. Bunlar ormandaki yaşamı ve gelişmeyi sağlarlar.
Su kaynağı: ormanlar yağmur suyunu emerler ve yavaş ırmaklara bırakırlar, böylece sel oluşmasını önlerler ve su kullanımını kurak aylar için tutarlar. geri bırakılmış ülkelerin % 40 kadarı ormandan gelen suya topraklarını ve hayvanlarını sulama için bağımlıdır.
Su havzaları: ormanlar toprağın nehirlere karışıp erozyonla ortadan kalkmasını önler. Rezervuarların Siltasyonu ( nehir yataklarının taşınan topraklarla dolması) her yıl 6 milyar dolarlık hidroelektrik ve sulama suyu kaybına neden olur.
Balık üretim alanları: Ormanlar nehirlerdeki, göllerdeki, haliçler ve kıyı sularındaki balıkların yaşama ortamlarını korur.
iklim: Ormanlar iklimi dengede tutarlar. Bu nedenle, tropik ormansızlaşma sera gazları sanarak, global ısınmaya % 25 katkıda bulunmaktadır.
Canlı yaşamın koruması ve iyileştirmesi: Ormanlar oksijen üretir, karbondioksit tüketir; Toz süzer, baca gazlarını, bakterileri ve virüsleri bağlar; Çevresindeki havayı serinletir; ?iddetli ultroviyole ve radyasyondan çevresini korur; Havanın artırır; ağaç kökleri ile toprak tutularak toprak kaybı önlenir;
Yerel ekonomik yaşam kaynağı: Ormanlar geleneksel olarak kırsal kitleler için beslenme, sağlık, hammadde ve geçim kaynağı olarak kritik öneme sahiptir. Buğun ise uluslararasi sömürünün: Tropikal bitkiler ilaç endüstrisi için yılda milyarlarca dolarlık gelir kaynağı demektir. Ağaç kesimi dışındaki orman ürünlerinin ticareti, örneğin kamış ticareti yılda 3 milyar dolarlık endüstridir (Elizabetsky, 1991; Beer & McDermott, 1989).
Orman ekosistemlerinin, onbinlerce yıllık kullanıma rağmen, bu yüzyılın başına kadar sadece % 2'si tahrip edilmişti. Bu %2'nin büyük kısmını Avrupa'nın, Orta Amerika'nın, Çin'in, Hindistan'ın, Kuzey Amerika'nın doğu kısımları oluşturuyordu. 1950'den sonra ormanların ve flora ve faunaların tahribinin hızı büyük ölçüde arttı. Geniş ormanlık alanlar Japonya'da, Filipinler'de, Güneydoğu Asya'da, Orta Amerika, Afrika'nın en güneyinde, Kuzeybatı Amerika'da, Güney Amerika'nın doğusunda, Amazon'larda, Alt-Sahara Afrika'da ormanlar yok oldu. Orta Avrupa'nın ormanları asit yağmuru ve hava kirliliğiyle zehirlenerek ölmeye başladı. Malezya, Kanada, Sibirya da bunlara katıldı. 1990'lara gelindiğinde, sadece toprakların % 26'sı ağaçlı olarak mücadele vermektedir. Orijinal ormanların dörtte üçü bazı ağaç türlerine sahiptir. Ormanların geri kalanı ticari tomruk üretimi amacıyla, yer yer yapılan dikimlerle yeniden-büyüme durumu içine yoksullaştırılmıştır (Brown ve diğerleri, 1994).
Yunanistan'da ormanların %70'i, Sudan'da % 90'ı ve Amerika'daki uzun çayırların % 100'ü yok olmuştur (Stempleski, 1993). Yok olan ve hasar gören çevre ile birlikte canlılar da ortadan kalkmaktadır. Tomruk üretimi, tarım ve kentsel yayılma Brazilya'nın kıyı tropik ormanlarının % 95'ini ortadan kaldırdı. Birçok ülkece istatistik tutulmamakta, sorun yok gibi görülmekte veya küçümsenmektedir. Her yıl 138,600 km kare tropikal orman kaybolmaktadır. Son on yıl içinde yıllık ormansızlaşma oranında % 90 artış olmuştur(Myers 1989).
Türkiye'de 10.000 civarındaki bitki örtüsünün 3000 kadarı endemik bitki türüdür. Bu sayı Avrupa'da 2450'dir. Türkiye ormanlarının her yıl 60.000 ha tarım alanı haline çevrilmektedir. Kasıtlı orman yakmaları her yıl birkaç bin hektar daha orman yokolmasına neden olmaktadır. (Environmental Almanac, 1992).
Her yıl tropik yağmur ormanlarında yol açılan tahribat sonucunda tahminen 6.000 canlı türü yok olmaktadır (Kiziroğlu, 1994). Avustralya'da 320 memeli hayvan türünden 3'ü (% 13.4), Meksika'da 961 kuş türünün 123'ü (12.8) yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Porto Riko'da 46 tür sürüngenden 15'i (% 32.6), Fransa'da 29 amfibilerin 18'i (%62.1) yok olmuştur.
Amazonlarda yerlilerin sahip olduğu tecrübe ve bilgi doğanın kendisinden daha hızlı bir şekilde yok olmaktadır. Yirminci yüzyılın başından beri her yıl bir Amazon kabilesi ortadan kalkmaktadır.
Talanın diğer Kurbanı: İnsan
Fauna ve flora sisteminin parçası olan yerel halk kırsal alanlarda yaşar, Kırsal alanların durumu dünyanın her yerinde hızla daha da kötüye gitmektedir. Bu alanlarda (a) kaynaklar kente yönelik ve uluslararası pazar ekonomisinin ihtiyaçlarını sağlamak için sorumsuzca sömürülmekte, (b) kırsal alanlar, ormanlar, yaylalar vb. ekonomik çıkar hesaplarıyla, kent kitlelerinin rekreasyon ve uluslararası turizmin gereksinmelerine göre biçimlendirilmekte, (c) kırsal alanlar kentsel atıkların deposu haline döndürülmekte, (d) Büyük endüstrilerin ve tarım ve hayvancılık sermayesinin eline geçmektedir. Bunların, diğer bir deyimle kalkınmanın sonucu olarak kırsal ekoloji ve insan peyzajı hızla değişime uğramıştır. Bu değişime sermaye ve özel teşebbüs sisteminin çıkarları açısından bakarsak, iletişimi, ulaşımı ve dolayısıyla sömürü olanaklarını kolaylaştırdığı ve yaygınlaşmayı ve büyümeyi getirdiği için olumlu bir gelişimdir. Eğer bu dar çıkarlar çerçevesinden çıkıp insan ve çevre peyzajının durumu ve geleceği açısından bakarsak, gelişimden çok gerileme ve bozulmadır. Endüstrileşme ve kalkınma adı altında sürdürülen hegemonyacı-süreçler, kırsal alanları ve kaynaklarını kapitalist pazar ihtiyaçlarına göre biçimlendirdi ve iç ve dış sömürüyle başkalarını besleyici-koloni bölgesi durumuna düşürdü.
Endüstrileşmenin ve kalkınmanın kırsal alana etkisi büyük ölçüde üst toprağın kaybı, erozyon, toprak verimliliğinin gerilemesi, canlı türlerinin yok olması, ormanların ortadan kalkması, göllerin ve suların kirlenmesi ve ölmesi, köy birimlerinin yok olması, küçük çiftçilerin yoksul ve perişan duruma düşmesi, büyük tarım ve hayvancılık sermayelerinin yaygınlaşması, kentlere akım, endüstri tesisleri ve elektrik santralleri ve yüksek gerilim direkleri, yok olan fauna ve flora ve kaybolan güzellikler olmuştur.
Talanın Yönetimi
Ormanların yönetimi ve sahipliği birçok ülkede devlet malıdır. Bu ulusal çaplılık, ulusal ve uluslararası çaptaki sömürüyü de birçok durumda kolaylaştırılmıştır. Ormanların yönetiminde güç mücadelesi bu ormanları kullanan dev endüstriler, bu endüstrilerin zenginleştirdiği politikacıların oluşturduğu güç ile çevreciler ve yöre halkı arasında olmaktadır. Malezya'da bütün dünyadan olan tepkilere rağmen ormanların tahribi her gün 24 saat durmadan sistemli bir şekilde yapılmaktadır (geceleri gündüz gibi ışıklandırarak). Malezya gibi birçok geri bırakılmış ülkelerde orman politikası ekonomik çıkarlarla siyasal politikaların ne denli iç içe olduğunu ve bu ülkelerdeki ekonomik soygunun ne denli boyutlarda olduğunu göstermektedir (Brown, 1994).. Türkiye, özellikle özelleştirme politikalarını hızla uygulama konusunda harekete geçirildiği 1994 yılından beri, bir laboratuvar gibidir. Orman işletmeciliğinin devlet tekelinden çıkarılarak yerel yönetimlere değil, özel şirketlere verilmesi konusundaki ideolojik ısrar, 1994'den beri medyadan da açıkça dillendirilir hale gelmiştir. 1994 yaz aylarında Türkiye' nin çeşitli bölgelerindeki ormanlarda çıkan yangınların yarattığı tahribattan, birinci derecede bilfiil ormanları yakanlar, ikinci derecedeyse yanan ormanlara zamanında ve donanımlı bir şekilde müdahale edemeyerek zararın boyutlarının büyümesine seyirci kalan Orman Bakanlığı sorumlu tutulmuştur. Bu, büyük ölçüde doğrudur. Yanlış olan, çözüm olarak önerilendir;ormanları satalım!Tabii, yiyemeyenin ormanını yerler...Ormanları kamu malı olarak görmekten çıkarıp özel mülkiyet sınırları içine çekmekte ısrarlı yaklaşımın derdi, ne ekolojik bozulma, ne milli servetin yitirilmesi ne de güçlü yerel yönetim demokrasisidir.Tek dertleri, ormanların özelleştirilmesinden belli sağlayacakları çıkarlardır (Keleş, 1995).
Çevre bozulması ve uluslararası sermaye
Uluslararası şirketler, özellikle Amerikan sermayesinin egemen olduğu şirketler, kendi ülkelerinde çevreyi bozmama konusunda gittikçe daha çok dikkatli olmak zorunda kalmaktadırlar. Kendi ülkelerinden kaçmalarının bir nedeni de budur. Sürekli çevreyi nasıl korudukları hakkında reklamlar ve harcamalar yapmaktadırlar. Fakat Türkiye gibi ülkelerde at oynatırken çevre ve insanlığa karşı duyarlılık reklamları yerini talan ve maksimum sömürü almaktadır. Siz hiç New York 'da bir pepsinin veya big mac'in fiyatının ne olduğunu biliyor musunuz? çoğunlukla bizim gibi ülkelerde kakalanan fiyatın bazen yarısı. Hele tüketime teşvik ve reklam sırasında fiyatlar yarıya düşer. Neden dış otomobil sanayi Amerika'da ve kendi ülkesinde kurşunlu benzin kullanmayan arabalar yaparken ve arabalarına havayı kirletmeyen mekanizmalarla donatırken, bize geldiklerinde bunlar kalkıyor? Neden Amerika'da yasaklanan DDT ve binlerce çeşit zehirli böcek öldürme ve bitki öldürme ilaçları diğer ülkelere satılıyor? Neden sigara Amerika'da sürekli kötülenirken, diğer ülkelerde teşvik ediliyor? Neden Amerikan ve Avrupa firmaları kendi ormanlarını ve milli kaynaklarını daha dikkatle sömürürken diğer ülkelerin ekolojisini talan edilişine bu ülkelerin firmalarıyla katılıyorlar? Neden MCDonalds ve diğer endüstriler halka "aman recycle yapın" diye çevre sevgisi propagandası yaparken, ?rneğin, McDonalds orda yenecek bir hamburgeri, patetes'i binbir çeşit çekici ambalajlar ve kutular içinde sunuyor? Bu sorulara cevap vermek zor değildir.
Çevre bozulması hem bozan hem de onaran teknolojiler ve çıkar güçleri için cebe giren para demektir. Sermaye büyümesi de bu sürece bağımlı olarak olusur ve değişir.
Bugün dünyadaki egemen düzenlerde, kalkınma, moderleşme, büyüme, sürdürülebilir kalkınma demek, çevre ve insan sağlığının bozulması demektir. Eğer sürdürülebilir kalkınma diye öne sürülen bir plan veya proje veya görüş, kalkınmanın maliyet ve fayda hesabını yaparken, temeli sermayenin büyümesi ve yaygınlaşması üzerine kuruyorsa ve ekolojik sorunları bu kalkınmada sürekliliğin etkenliğini olumsuz yönde etkileyen (yani sermayenin süper kar etmesini engelleyen) bir faktör olarak görüyorsa, bu plan\proje\görüş insanlığın değil, belli güçlü azınlık çıkarların malıdır. Bu nedenle, uluslararsı şirketleri politikalarının gerçekleştirici bir örgüt karakterinde olan Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşların onayladığı bir kalkınma planının sürdürülebilir kalkınma ve çevre anlayışı, bu güçlü azınlığın çıkarı açısından anlaşılmalıdır.
Kapital ihracı, yardım, hibe ve borçlanmalar
Geri bırakılmış ülkelerde (GB?) çevre sorunu özel bir durum gösterir: Bu ülkeler kalkınma ve yardım adı altında büyük borçlanma altına girmişlerdir. Bu borçların faizlerinin ödenmesi bu ülkelerdeki kapitalin önemli bir kısmı bu yolla dışa giderek erimektedir. Borçlar aynı zamanda bu ülkelerin dışa bağımlılığını artırmakta ve ihracati fazlalaştırarak bütçe açığını kapatmak için ormanları, balık üretme sahaları ve doğal kaynakların talanının hacmini genişletmektedir. Global siyasal ekonomik yapı yoksulluğu, kaynakların kullanım tarzını ve çevre koşullarını düzeltme, iyileştirme yönünde çalışmamaktadır. Bu GB?'lerde daha da barizdir. Çevre sorunları konusu genel sosyo-ekonomik yapıdan soyutlanmış bir konu olarak ele alınmakta ve bu soyutlanmış çerçeve içinde tedbirler önerilmekte veya alınmaya çalışılmaktadır. Beş yıllık planlarda da bu soyutlanmayı çevre konusunu kendi başına ayrı bir yerde, sanki diğer ekonomik faaliyetlerden bağımsız ve o faaliyetlerle ilişkisi olmayan bir faktör gibi ele alınır. Bu tür yaklaşım tarzı yapının kendini muhafaza etme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır, çünkü egemen çözüm yolları ancak şişmana eksersiz, hap ve doğal yiyecek içecek endüstrilerini kullanarak zayıflaması teşvik eder.
Kapital ihracı, yardım, hibe ve borçlanmalar kapitalist ilişkilerde egemenlik kurma ve sürdürmenin zorunlu gereksinmeleridir.
Emperyalizm için teknoloji transferi
Egemen kapitalist pazar sisteminin çevre bozulmalarına karşı olan tepkilerde en çok hoşuna giden ve temelde hem fikir olduğu, fakat uygulamada ucuza verilmesine ve kendi kontrolünden çıkmasına karşı geldiği yan, teknoloji transferidir."Başarılı bir global ortaklık uygun şartlarla büyük ölçüde kapital ve teknoloji transferini gerektirir" (Brown, 1992) görüşünün klasik kalkınma görüşünden farklı değildir. Bu görüşle aranan yayılmacılığın kapsamının artmasıdır. Başarı kimin için? uygun şartların ölçüsü ne? hangi teknolojiler ve kapital transfer edilecek? Kime ve ne tür kullanımlar için bu transfer yapılacak? kullanmalar gerçekten gerekli veya amaçlanan alanlarda yapılıyor mu? gibi sorulara cevap vermek gerekir.
Egemen teknoloji düzeninin işleyiş şekli çevre ve insan peyzajının sağlığına önem verme yönünde değildir. Çünkü, bu peyzaja önem vererek, bu peyzajı bozmadan, mahvetmeden, tehlikelere sokmadan yapılacak endüstriyel girişimler "maliyeti artırır." Maliyet artışı da sermayenin maximum çıkar elde etme hesaplarına aykırıdır. Bu maliyete aykırılık faktörü evrensel bir gerçeğin ifadesi değildir, teknolojinin yapısının bir yansımasıdır.
Kaçış ve talan
Endüstrilerin ekonomik siyasetlerinden biri de, çevre korunmaları ve sendika hareketleri nedeniyle maaliyetin arttığını ileri sürerek, işçi ücretlerinin az olduğu ve çevre korunmasının olmadığı komşu ülkeye veye başka ülkelere fabrikalarını taşımaktadırlar. Bunu yıllardır Amerikan firmaları yapmaktadır. Diğer ülkelerin firmaları da bu politikayı öğrenmiş durumda ve uygulamaktadır. örneğin, Tayland 1989'da ticari tomruk üretimini yasakladığında kendi ormanlarını korumak için önemli bir adım attı. Fakat firmalar ormanların hızla tahrip edildiği komşusu Laos ve Myanmar'a gittiler (McCoy, 1989).
Bu kaçış son yıllarda uluslararası ekonomik anlaşmalarla kontrolsuz sömürü olanağını verecek bir şekilde garanti altına alınmaktadır. Amerika ile Meksika arasındaki NAFTA bunun en son bir örneğidir.
Kaçış sadece fiziksel olarak gitme yanında sermayesini bu tür ülkelere götürme biçiminde olmaktadır. Bu da genellikle satellite veya uluslararası firmalara yatırım yaparak olmaktadır. Bu firmalar özellikle Güney Amerika'da ormanlarını ( hayvancılıkla Amerikan hamburger endüstrisine et yetiştirmek girişimi dahil), yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ve işgücünü gelişmiş ülkelere ihracat için sömürmektedirler.
İş ve çevre şantajı
Çevre ve insan sağlığını ön plana alan üretim biçimi yaratma girişimlerine karşı endüstrilerin kullandıkları en etken silahlardan biri 'iş şantajı" olmaktadır. Bu şantaj hemen her ülkede, ne yazık ki, başarıyla kullanılmaktadır. Ne zaman ki ekolojik veya insan sağlığıyla ilgili yasa veya kurallar konmak ve uygulanmak istense, "iş yerinin kapanacağı veya işçilerin iş kaybedeceği" ileri sürülerek, endüstri işçileri ve sendikaları kullanmaktadır. ?ş ve çevreyi birbirine zıd olarak sunma kasıtlı bir girişimin ifadesidir. Kaynakların yenilenemeyecek şekilde yok edildiği, tüketildiği, havanın, yerin ve yeraltının kirletildiği ve zehirlendiği, milyonlarca insanın her yıl bu nedenlerle sakatlandığı, öldüğü, gelecek nesillerin tehlikeye düşürüldüğü bir dünyada ne türlü bir işe sahip olunabilir? Bu türlü tahrip işi ne kadar sürebilir? Elbette bu sürdürülemez egemen pratiklerin durdurulması iş kaybına neden olacak, fakat çevre ve insanı korumayı amaçlayan sürdürülebilir kalkınma çabasında iş olmadığı görüşünün temelsiz temeli ne? Temel egemen çıkar düzeninin yok olma korkusunda veya değişime yönelmeye karşı direnmededir. Çöle döndürülen ormanlarda ve kırsal alanlarda, zehirlenen çevrede iş sürekliliği açısından ne kadar bir gelecek var? Çevre talan edilip bittiğinde, iş de biter. Ama sürekliliği ekolojiyi ve insanı geliştirici bir şekilde kullanmayı ana politika olarak uygulayan bir faaliyet düzeninde herkese sürekli iş vardır.
Karları kendine alma ve zararları dışarılaştırma
Çevre ve insan peyzajının korunması ve geliştirilmesiyle ilgili girişimlerle istenen değişimlere en çok karşı-tepkinin endüstrilerden geleceğini beklemek normaldir. Endüstriler geleneksel olarak karları kendilerine alır ve masrafları başkalarına (çoğunlukla kamu harcamaları ve direk sömürü yoluyla halka) ödetirler. Çevre temizliği ve koruması masraflarını üstlenmeme, halka fiyatlarda yansıtarak veya vergilerle yükleme, endüstrilerin uyguladığı bir diğer yöntemdir. Bu yükleme işinde çevre tahribi ve insan sağlığının bozulması masraflarını da halka bindirirler. Bu bindirme çevre korunmasında enterasan bir biçim alır: Örneğin, bir endüstri kirletir; bir diğeri devletten ihaleyle temizleme işini yüklenerek, bu arada rüşvetlerle ve uygunsuzluklarla, vurgun vurur. Böyle bir karlı düzende endüstrilerin kendi durumlarını zorlaştıracak bir değişime gitmeleri beklenemez.
Çevre bozulmasının faydası
Ekoloji ve insan sağlığının iyileşmesinden en çok çıkar kaybedenler, insan sağlığını bozan ve bozulan sağlığı "kontrolle" tedavi eden yılda geliri trilyar dolarlara ulaşan teknoloji ve endüstrilerdir. Bu endüstrilerin başında bizim sağlığımızı koruması gereken ilaç sanayi ve tıb gelir. Bu "bozma-kontrol-bozma" çemberinden her yıl trilyonlarca kar yapan ilaç ve sağlık sektörleri çevrenin ve insanın zarar görmesine göbekten bağımlı olan endüstrilerdir. Ne zaman ki çevre ve insan sağlığını bozma önlenmeye çalışılsa, her seferinde bu endüstrilerin örgütlü sözcülerini karşımızda direniyor buluruz.
Çevre ve sağlık bozulması ve sorunları kapitalist bilim, teknoloji ve ekonomik pazar için canlılık ve gelişme kaynağı olmuştur.
Çevre ve maliyet\kar hesabı
Kapitalist üretim biçimde maliyet ve kar bir firmanın yaşam gereğinin ifadesi olduğu kadar, bir ekosistemin yaşam ve ölüm gereğidir. İkisinin arasındaki temel fark, ekosistemdeki maliyet genel faydayı azaltan değil artıran bir karaktere sahiptir. Özel firmada maliyet karı (faydayı) azaltır (Teoride bu böyledir, fakat pratikte, maliyet fiyata yüklenerek, dışlaştırılıp, tüketicinin omuzuna yüklenir. Eğer fiyata yükleyemezse, birkaç işçi atar ve aynı amaca ulaşır.). Bu nedenle, bir fabrikanın bacasına konacak bir filtre (a) fabrika için (teoride, eğer diğer faktörler değişmez tutulursa) karı etkileyen maliyettir, (b) ekoloji için maliyeti (=kirliliği, çevre bozulmasını, insan sağlığının tehlikeye girmesini) azaltan faydadır. Ekolojideki bu fayda, bu fabrikanın filtre kullanmasıyla, kontrol teknolojilerinin (filtre teknolojisinin) gelişmesini sağlar. Ama, eğer o fabrikanın filtre kullanmadan kirlilik yaratmayacak şekilde yeniden biçimlendirilmesi istenirse, bu yeniden-biçimlendirme fabrika endüstrisi için mali yük ve kontrol endüstrileri için ölüm-kalım konusu olur. Yeniden-düzenlemenin maliyeti ekolojiye ve insan sağlığına fayda olurken, bu faydanın maliyete dönüşmesinden çıkarı olan teknoloji ve endüstriler (en başta gelenlerden biri de tıb, ilaç ve petro-kimya endüstrileridir) ve sözcülerinin artan tepkiler karşısında zorunlu olarak "maliyet-kar dengesi" ideolojik aldatmacasıyla gelmesi normaldir. Sorun, maliyet\kar hesapları dahil, öncelikler sorunudur. Gerisi tamamiyle kendini ve faaliyetlerini haklı çıkarma girişimidir.
Sonuç
Çevre sorunun yaratıcısı da günümüzdeki egemen kalkınma anlayışını biçimlendiren ekonomik yapılardır. Bu yapılar nasıl ki emeği sömürerek zenginlik ve yaygın yoksulluk yarattıysa, benzer şekilde doğanın kaynaklarını insafsızca sömürerek sadece doğada yoksulluk yaratmamış aynı zamanda insanların sağlığını bozan koşulları ortaya çıkarmıştır. Ardından da, tepkilere karşı kendini haklı çıkaran ve meşruluğunu savunan ideolojik pozisyonlandırmalar ve ekonomik girişimlerle tedbirler getirmiştir: Bu tedbirlerin hemen hemen hiçbiri sorunları ortadan kaldırmaya yönelik değildir. Aksine, "minimum kirlilik ve bozulma" standartları getirerek, hem egemen pratiklere devam etmektedir, hem de bu tedbirler ve standartlarla sermaye için yeni büyüme alanları, örneğin kontrol endüstrisi ve çevre teknolojisi, oluşturmaktadır. Eğer çevre ile ilgili olumlu gelişmeler olmaktaysa, bunun nedeni, her ülke içindeki mücadele veren insanlardır.
Yaşadığımız dünyada çevre sorunlarıyla mülkiyet ilişkileri, birbirinin fonksiyonel parçası durumuna gelmişlerdir. Çevre sorunlarını gereğince anlamak ve anlamlı çözüm yollarına ulaşabilmek için, en azından, üretim araçlarına sahiplikte dengesizlik , doğal kaynak dağılımında dengesizlik, kitle üretim endüstrisinde politika değişimi gerekliliği, üretim alanı seçimi ve alanın yakın çevresinin korunması, alan içi çevrenin temiz tutulması, korunması ve geliştirilmesi, üretilen zenginliğin çevre geliştirilmesinde kullanılması; üretildiği yakın çevrenin (yörenin) çevre ve insan koşullarını, bu zenginliğe orantılı bir biçimde, korumak ve geliştirmek için o yörede kalması; uluslararası firmaların ve ortaklarının sömürüsünün böylece azaltılması; zenginliklerin dışarı kaçırılıp zengin olması gereken çevrelerin yoksullaştırılması ve tahribinin önlenmesi gibi önemli faktörler üzerinde durmak gerekir.
İrfan Erdoğan
New York, Nov. 8, 1995
Kaynakça: Kaynaklar için bak: İrfan Erdogan ve N. Ejder (1997) Çevre Sorunu. Ankara: Doruk.