Okumak ve indirmek için buraya tıklayın
Kültür Emperyalizm:
Maddi Egemenliğin Düşünsel ile desteklenişi
İrfan Erdoğan
Teori Dergisi, Eylül 2019, s. 20-27
Bildiklerimizin
Geçerliliği Üzerine
Kültür emperyalizmi gibi bir konuyu
gereği gibi anlayabilmeyi engelleyen en temel koşullardan biri de (aslında her
şeyde olduğu gibi) bildiğimizi soruşturmayı asla akla getirmemektir. Hatta en
kötüsü de soruşturmayı gereksiz görmek, günah saymak, suçlu hissetmek gibi
“içimizde taşıdığımız temelsiz düşünceler, duygular ve inançlardır”. Kendini,
ilişkilerini ve dışını soruşturmanın bittiği yerde, insan olma da hızla ortadan
kalkar. Elbette çok daha önce ortadan kalkmadıysa ve kendini insan sayan (he de
diğer insanlardan daha insan sayan) insanımsılardan biri değilsek.
Elbette insanla, örgütlü yapılar ve
ilişkilerle bildiklerimizin (bilincimizde yerleşmiş olanların) hepsinin doğru
ve hepsinin yanlış olma olasılığı yoktur. Doğruyu ve yanlışı belirleyen gerçek
belirleyici ana birim bildiklerimizin tekabül ettiği her neyse onun doğasıyla
örtüşmesidir: Açıkladığı/anlamlandırdığı neyse onu ne ölçüde geçerli olarak
açıkladığıdır. Bunun anlamı da şudur: Açıkladığının doğasıyla ne ölçüde
örtüştüğü düşüncemizin ve açıkladığımızın geçerliliğini gösterir.
Kültür,
emperyalizm ve kültürel emperyalizm
Konumuz “kültür” “emperyalizmi”
olduğu için, soruşturmayı bu bağlamda yaparak işe başlayalım: Bize öğretilen “kültür
anlayışı” gerçekten de kültürü mü açıklıyor yoksa çarpık egemenliklerin çarpık
davranış biliş ve davranış yönetimini mi anlatıyor? “Maganda kültürü ve
kültürsüz gibi kavramlarla gelen ve insanları/grupları kötüleme ve aşağılama
gibi değer yargılarına sahip bir kültür anlayışı geçersizdir. Aynı zamanda
insan ilişkilerinde sömürüyü, emperyalizmi, “böl, birbirine düşür ve yönet”
biçimindeki kimlik politikalarını destekleyen bir karaktere sahiptir. Kültür en
yalın şekliyle, örgütlü yaşamda (toplumda) insanların kendilerini
gerçekleştirme tarzlarını anlatır. Biraz daha açıklayayım: Kültür insanın
düşünsel, duygusal, vicdansal, inançsal ve maddesel olarak neden ve nasıl
ürettiğini anlatır. İnsanın kendini neden ve nasıl ürettiğinin elbette
sonuçları olacaktır. Bu sonuçlar maddi ürünler ve maddi olmayan ama hem maddi
olanı hem de maddi olmayanı anlamlandıran düşünsel ve duygusal ürünlerdir. Dikkat
edersek, maddi olmayana “ideoloji” demiyorum, çünkü “ideoloji” kavramı hem
sadece düşünceye indirgenmiştir hem de egemen pratikler yoluyla ciddi şekilde
çarpıtılmıştır. Onun yerine “maddi olmayan” diyorum ve böylece içine
düşünceleri, duyguları, inançları, vicdanı, beklentileri, sevileri, tercihleri
ve akla gelen diğer beyne işlenen her şeyi (dolayısıyla, tüm bunların egemen
güçler ve onlara hizmet edenler tarafından işlenmesini) içerecek biçimde kullanıyorum.
Kültür farklılığı kendini maddi ve
maddi olmayan biçimlerde üretim farklılığıdır. Bu üretim farklılığı, ekonomik,
siyasal ve diğer tüm ilişkilerde egemenliklerin ve mücadelelerin dinamik
doğasını belirler. Kendi koşulları üzerinde düşünüp o koşulları değiştirme
çabası sergilemeyenler (ve sergilemesi engellenenler), kaçınılmaz olarak bu
çabaya giren ve üretimi kontrol edenlerin egemenliği altına gireceklerdir.
Gelelim emperyalizme; Emperyalizm
imparatorluklar (devletlerarası) makro-ekonomik ilişkilerin belli koşullardaki
karakterini anlatır. Bu kavrama “kültür” kavramı eklendiğinde, makro seviyede
“kültürel emperyalizm” demek, eski doğrudan sömürgecilik koşullarında,
sömürgedeki yönetici/üst kademedeki güçlerin (işbirlikçi yöneten sınıfın) sömüren
gücün yönetim, düşünce ve ilişki tarzını benimsemesi ve yaşamında uygulaması
demektir. Yeni-sömürgecilikte ise, bu benimsemeye, bir taraftan Amerika
karşıtlığı ve milliyetçilik taslarken, aynı zamanda “meclis start aldı” gibi
melez bir dil ve duyarlılık taşıyan (savunduğu kimlik ile pazarladığı kimlik
arasında ciddi çelişki olan) siyasetçiler ve aydınlar katılır. Bu da yeterli
değildir: kendini sömüren ve ezene öykünerek yaşayan ve kendi değerini “göğsünde
İngilizce sloganlar sergileyen” giysilerde bulan nesiller de buna eklenir.
Böylece, günümüz kültürel emperyalizmi, “küresel sermayenin mal ve
hizmetleriyle “kafa bulan” ve “kendini gerçekleştiren” kitleleri de içeren bir
karaktere sahip olur.
Kültür Emperyalizmi ve Maddi Sömürü Düzeni Bağı
Kültür emperyalizmi maddi ilişkiler
ve meşrulaştırılmış soygun yapılarının bütünleşik bir parçasıdır. Eski
sömürgecilerin günümüzdeki gibi geniş çaplı bir biliş ve davranış yönetimine
gereksinimleri yoktu. Günümüz emperyalizminde sermayenin diktatörlüğü birbirini
tamamlayan iki ana bağdan geçerek gerçekleştirilir: (1) özel mülkiyet
ilişkileriyle meşrulaştırılmış gasp, soygun, vurgun ve terörizm yoluyla
kitleleri kendilerinin en temel ihtiyaçlarını bile üretme koşullarından mahrum
edilmesi; (2) Maddi yaşamını üretme koşullarından mahrum edilerek “çalışıyorsa
ücretli köle” ve “çalışmıyorsa işsiz serbest köle” durumuna düşürülmüş kitlelere,
belli amaçlara hizmet eden kültürün işlenmesi. Bu işleme ile hem maddi
ilişkiler düzeni meşrulaştırılır ve desteklenir hem de bu egemen düzenin
düşünsel ve duygusal dünyası kendini yeniden üretir. Bu işlenen yaşam ve ilişki
kültürü yoluyla, bu kitlelerin bireyinin “ücretli köle veya serbest köle”
kavramını kullananlara düşman kesilmesini ve sömürü ve vurgun düzeni ile özgürlük,
demokrasi, insan hakları, fırsat eşitliği gibi insanların özlediği her şey
arasında olumlu bağ kurması sağlanır. Elbette, güçlüysen çalabilirsin” ve “kısa
yoldan köşeyi dönme” gibi haksız kazanç elde etme de genel geçer yapılır.
Dikkat edersek, kültür emperyalizmi
yoluyla hem maddi düzen hem de düşünsel düzen desteklenir.
Şunu da unutmayalım: Maddi düzeni destekleyen
kültürel çıktıların üretilmesi gerekir. Bu da karşımıza Hollywood’dan “team
park” ve cepte internet denen, kitlelerin eline kuru ekmeği verip gece gündüz
nerede olurlarsa olsunlar cep telefonu kullanarak sirke gönderme işinde,
kapitalizmin “imtiyazlı ücretli köleleri” kapitalist soygunda ve talanda
Romalıları yaya bırakacak gelişmeler sağladı.
Kültür Emperyalizminde Politika Oluşturma
Kültür
emperyalizminin politikaları tek merkezli oluşturulan politikalar değildir. Çok
merkezlidir. Bu politikaları planlı bir şekilde oluşturanların başında, bu işi
ciddi şekilde ele alan ve devletlerden ve özel kuruluşlardan dudak uçuklatacak
miktarda paralar alan “düşünme biçimlendirme örgütleri” (örneğin think tanks)
gelir. Onların dışından devlet kurumları iletişim politikaları, medya
politikaları ve eğitim politikalarıyla bu işi planlı olarak düzenler ve
desteklerler. Bu güçlerden sonar gelenler, oluşturmadan çok, ürettikleri
ürünler ve ilişkiler yoluyla bu politikaların dolaşımda tutulması, yayılması ve
benimsetilmesi işini görürler. Örneğin, “Üniversite Radyosu” biçiminde
oluşturulmuş ve sürekli yabancı müzik yayınlayan ve üniversitedeki eğitime katkıda
bulunma gibi hiçbir faaliyeti olmayan radyolar böyledir. Dinleyicilerin hemen
hepsinin sabit gelirli çalışanlar, emekliler veya işsizlerin olduğu radyoların
bazılarının spikerlerinin “bol kazançlar” dileğiyle programlarını kapatması,
düşünsel ve vicdansal dumura uğratılmış bireysel seviyenin örgütlü yayından
geçerek “kendinin ve geçerli sandığı bir
çok işlevsel ahmaklıklardan birini yayması da böyledir.
Kültürel
emperyalist politikalar hep bizim için değerli olanları kendine mal ederek iş
görür: Demokrasi, özgürlük insan haklarını sürekli çiğnedikleri ve dünyada her
yerde terör estirdikleri halde tüm bu özlenen ve aranan şeyleri gasp ederler.
Siz hiç iş bulamama terörü, işini kaybetme terörü, aç kalma terörü, sokağa
düşme terörü yaşadınız mı? Kötü olan ve tehlikeli olan her şey de, tesadüf
olmalı, hep Amerika ve Batı Avrupa dünyasının düşman ilan ettikleri oluyor.
İşte bu tür politikalardan biri de kimlik politikalarıdır. Kimlik politikaları
emperyalizmin böl, güçsüzleştir, birbirine düşür ve kolayca yönet
politikalarının en gözde olanlarından biridir günümüzde. Feminist Burjuva
feminizmi ile kadın erkeğe düşman edilir, erkek dışlanır, aşağılanır. İnanca
dayanan kimlik politikalarıyla örgütlü dinler ve tarikatlar arası çatışma
işlenir ve bu işleme de çoğu kez “dinler arası diyalog” gibi söylemler ile yapılır. “Savulun Lan Gavur Batı, biz
geliyoruz, Müslümanlığı dünyaya hakim kılacağız” diyen düşünsel ve duygusal sefiller
beslenir ki hıristiyanlarda da aynı duygular yoğunlaştırılsın ve kendi dilini
konuşan birine “bu ülkede bizim dilimizi konuşun” diye saldırtılsın. Sporla
ilgili kimlik politikalarında tanrı tutar gibi spor kulübü tutma ve seyirci
kitleler arasında kavga ve düşmanlık işleme işi, örneğin, seyirciler stadyumda
düşman gruplar olarak yerleştirilerek ve medyada sürekli olarak “futbol
holiganları” gibi haberler verilerek desteklenir. Alt-kimlikler ve
üst-kimlikler diye ayırımlar yaparak ve insanlardan belli davranışlar
işleyerek, mümkün olduğu kadar çok düşman veya rakip kimlikler oluşturulur. Bu,
müzik alanı da dahil yaşamın her alanında yapılır.
Bu politikalarla
ekonomi alanında, biliş ve bilinçlerde var olanlara yoğunlaştırıcı vurgu yapılır;
var olan ama işlevsel olmayan her şeyi marjinalleştirilir, kötü ve istenmeyen
yapılır; var olan değersizleştirilir ve yerine “belli çıkarlara işlevsel olan
yenileri” yaratılıp dolaşıma sokulur; şirketler ve şirketlerin devleti için
bireye kadar inen bir sürü sahte değerler yaratılır; böylece şirketler
dünyasının insanı ve dünyayı paçavra haline getiren ve kullanıp atan iğrenç ve
hastalıklı beyninin ve vicdanının kopyaları kitlelerin beyinlerine ve
vicdanlarına işlenir. Öyle ki, kendini özgür sanan bireyler, çalışıyorsa
ücretli köleliğinde veya çalışmıyorsa serbest-mutlak köleliğinde birbirine
karşı özgürlük taslarlar. Aralarından birileri özgürlükleri yok eden ve insanın
karnını doyurma olanaklarını bile elinden alan ve doğayı mahveden
insanımsıların yaptıklarına ve yapmadıklarına karşı çıktığında, insanımsıların
insanımsılığını korumak için bu özgürlük vesaire taslayan sefiller
"özgürlük ve diğer bazı soyut şeyler adına" karşı çıkanları ezme,
gazlama, kurşunlama, hasetme ve asma işini zevkle ve çoşkuyla yaparlar. Aferin
bile almazlar, eğer bu sırada ölmezlerse. Bu özgürlük vesaire taslayan
sefillerin en yüksek seviyede alçalmışları olan eğitim ve medya
profesyonellerinin asla söylemediği gerçeği, örneğin, bu insanımsılığı ekonomik
alanda sürdürenlerden bazıları bazen söylerler: Her yıl on binleri geçen
grevler ve başkaldırılar karşısında, insan mı yoksa insanımsı mı olduğunu
bilmediğim bir gazeteci, Amerikan demiryolu kralı Jay Gould'da basit bir soru
soruyor: Bu durum hakkında ne düşünüyorsun?. Gould, bize filozof ve bilim adamı
diye kakalanan Avrupalıların ve onların Türkiye gibi ülkelerdeki
ezberci-maymunlarının düşünemediği (günümüzde de yoğun bir şekilde sürdürülen)
tarihsel gerçeği çok yalın ve açık bir şekilde açıklıyor: "Gerekirse, işçi
sınıfının yarısını, diğer yarısını öldürtmek için kiralarım". Bu işi zaten
Tarih boyu ordusuyla, polisiyle ve diğer "güvenlik" örgütleriyle
yapıyorlardı; Gould zamanında da yaptılar ve günümüzde de yapmaya devam
etmektedirler. Katil kapitalistlerden biri olan Gould'u, bu sözü nedeniyle
"komünist misin lan? Bölücü müsün sen?" diye kimse hapse atmadı,
dövmedi, katletmedi, suçlamadı. Ama bu sözü o gazeteci söyleseydi, o
gazetecinin başına gelebilecekleri herhalde tahmin edebilirsiniz. Burada,
emperyalizmin ve kapitalizmin (adı ne olursa olsun fark etmez, şimdiye kadar
kurulmuş her soyguncu egemenliğin) biliş ve davranış yönetimiyle gelen bir
gerçeği daha sırıtır: Güçsüzleştirilmişler güçlülere karşı olumsuz bir sözel
veya başka türlü davranışta bulunursa, kiralanmış ve kiralanmamış diğer
güçsüzler tarafından, dövülmez, linç edilmez veya katledilmezlerse, en azından "doğruyu söyleyeni dokuz
köyden kovarlar" sözüyle tanımlanacak karşıtlıkla yüz yüze gelirler. Bu
“öykündüklerine ve efendilerine dil uzatana haddini bildirme” işinde, güçlü
suçlular orada değildir; onlar insan hakları ve çevre koruma gibi iki-yüzlülüklerini
kanıtlayan toplantılarda, yemeklerde ve seyahatlerdedir.
Emperyalist Kültürü Üretenler,
Yayanlar ve Yaygınlaştıranlar
Yukarıda anlatıdan da kolayca
çıkarabileceğimiz gibi, kültürel emperyalizm günün 24 saati üretilen ve yeniden-üretileni
anlatır: Üretilenler temel olarak somutu destekleyen soyut olan her şeydir:
Elbette tarihsel olarak, egemenliğin sürekliliğini sağlamaya yardım işinde
“somut için soyutu üretenlerin” başında örgütlü din, örgütlü siyaset, örgütlü
ticaret (endüstriyel yapılar), örgütlü kültür ve örgütlü eğlence gelir. Tüm bu
örgütlü soygun ve gerektiğinde de katliam (doğanın katliamı dahil) işini
yapanların en gözde araçları da iletişim araçlarıdır. Bu araçların günümüzde
başında da medya denenler gelir. Bu medya denenlerin önde gelenleri ise, bildiğimiz
gibi, internet ortamı, televizyon, radyo ve özellikle gençlerin gözde aracı cep
telefonu gelir.
Sinema, televizyon, radyo, gazete, dergi, reklamcılık ve halkla
ilişkiler endüstrileri hem kendilerinin öznel çıkarları için hem de kendilerini
ortaya çıkaran ve destekleyen genel sistem için yaygın biliş, düşünce, duygu,
inanç, beklenti, tercih ve davranış yönetimi (kültürel sömürünün ve kültürel
emperyalizmin düşünsel üretimi ve dolaşıma sokulması) işini yaparlar.
Kültürel emperyalizmi destekleyen
düşünce, duygu ve davranış biçimlerinin örgütlü üretimi ve çeşitli medya
yoluyla dolaşıma sokulması “insan biçimlendirme” sürecinin başlangıcıdır. Bu
sürecin dolaşımda kişiler arası ilişkilerden geçerek çoğaltılması ve yaygınlaştırılması
gerekir. Bu işi de bizler giydiklerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz,
sevdiklerimiz, sevmediklerimiz, tercihlerimiz ile gündelik hayatta
sergilediğimiz her şeyle yaparız: Biz bu sergilediklerimizle, kültürel
emperyalizmin hem tüketen taşıyıcıları hem de bireysel ilişkilerden geçerek
yaygınlaşmasını sağlayan “iletenleriyiz”, “iki ayaklı yürüyen reklam
tahtalarıyız”; en yakınımızı bile etkilemek için çeşitli baskılar kullanan “kapitalizmin
yayıcı-ajanlarıyız”; “yaydıklarımız ve tercihlerimiz ve yaşam biçimimizle
endüstriyel yapıların sadık maymunlarıyız: “Herkesin kendi düşüncesi kendine aittir”
veya “herkes düşünce ve ifade özgürlüğüne sahiptir” diye bilgiçlik taslayan (ne
dediğini bildiğini sanan) maymun.
Elbette bu “biz” dediklerime ben ve sen
asla dahil değiliz!
İstesek de istemesek de değişen
ölçüde dahil olmak zorundayız, çünkü, yaşamak için yemek, içmek, giyinmek ve
çalışmak zorundayız.
Neyin, nerede, hangi koşullarda ve
nasıl üretileceğine karar veremeyen biz kitleler, o ürünlerin üretimini yapan
emeğiz. Dolayısıyla üretilenin doğasına karar veremesek bile, toplumsal maddi
ve maddi olmayan üretimi emeğimizle gerçekleştirdiğimiz için (kapitalist düzen
bizsiz üretim yapamaz, otomasyon gelişse bile), sevelim veya sevmeyelim, o üretilenler,
maddi faydasının büyük kısmı ürettirenler tarafından gasp-edilmesine rağmen,
hala toplumsal ürünlerdir.
Dolayısıyla, çözüm ancak egemen
üretimin tarzlarının insana ve doğaya zarar vermeyecek biçimde, insanı insanlıktan
çıkaran ve yoksun ve yoksul bırakan sonuçları getirmemesi biçiminde
değiştirilmesi üzerinde değiştirilmesi için mücadele vermeyi gerektirir. Böyle
bir amaca ve isteğe “hayır” demek ve “karşı çıkmak” ancak iki ayaklı insanımsı
olmayı gerektirir; ne yazık ki bu iki ayaklı insanımsıların egemenliğinde, insanlık
tarihi kötülüklerin, sefilleştirmenin, yoksul ve yoksun bırakmanın tarihi
olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Dikkat edersek, kültürel emperyalizm
veya kültürel sömürü belli düşünsel, duygusal, inançsal, vicdansal ve ilişkisel
dünya inşa eder. Bu inşa o denli güçlüdür ki ilk okuldan başlayarak durmadan
tarih kitaplarında “savaşlar, nedenleri ve anlaşmalar” okur ve ezberleriz.
Aklımıza hiç bir zaman “savaşla kimler ne kazanıyor, ne kaybediyor, bunu savaşa
katılarak ölenler ve öldürenler ve geri kalanları için anlamı ve sonuçları ne”
gibi sorular gelmez. Temel nedeni, biliş, düşünce ve duygu yönetimiyle oluşan
“bilinç çerçevelenmesi (beynin biçimlenmesi) ile ilgilidir. Bunu bireyin, aynı
ortamda ve ilişkiler yapısında kırabilmesi düşünülemez, çünkü kırabilmesi için,
örneğin, inandığı doğruyu ve herhangi bir ilişkiyi, “kendini-haklı çıkaran
sahte soruşturma ötesine geçip, soruşturması gerekir ya da bir şekilde onu
meşrulaştırma yapamayacağı soruşturmaya iten bir şeylerin olması gerekir.
Kültürel Emperyalizmin Dili
Kültür emperyalizminin dili bir şeyin
iyi ve faydalı olduğunu dinleyene işleyen, medya profesyoneli, reklamcı,
akademisyen, meşhur ve güvenilir kılığındaki iki yüzlü dolandırıcının dilidir.
Bu dil, bize sanki bizimmiş gibi, bizim içinmiş gibi ve iyiyi, doğruyu ve
haklıyı sunuyormuş gibi görünür. Bu sahtekar dillilerin çoğu kez yüzü güleçtir,
sözleri olumludur, vaatleri bizi heyecanlandırır. Bizi notla, işsizlikle, işten
atmakla korkutan terörlerini, ölçme ve değerlendirme olarak sunarlar.
Bazılarının yüzleri ve dilleri ancak “düşman” hakkında konuşurken hırçınlaşır.
Bize “sen sensin, senden daha değerlisi ve iyisi yoktur” denir önce. Hemen ardından
da “ama değerini korumak veya kendini daha değerli yapmak için, şunları almalı,
şunları sürmeli, giymeli, takınmalı, şunları
şuralarda yemeli ve içmelisin” denir. Bu “deme” bazen en yakın arkadaşımız
yolşyula söylenir.. Bu satın alma, kullanma ve benimsemeyle biz sürekli
tekrarlanan bir doyumsuzluk ve yetersizlik döngüsü içine sokuluruz: Dönme
dolaptayız, dolap döndürülüyor, inmeyi bile düşünemeyiz; düşünenlerin de vay
haline.” Özel teşebbüs sisteminin kirli işlerini yönetmek için birbiriyle
yarışa girenlerin bizi yalanlarla doldurduğu seçim sistemi, demokrasi ve
özgürlük olarak yutturulur. “Sen her şeysin, sen tüketen kralsın, sen
izlemezsen biz olamayız, biz senin isteklerini yerine getiren ve sana hizmet
vereniz; sana daha iyi hizmet vermek için, (seni daha iyi soymak için), esnek
üretimi getirdik; senin tercihlerin için ürün farklılaşmalarını getirdik;
çoğulcu demokrasiyi oluşturduk; (ne kadar yer üstü ve yer altı zenginlikler
varsa onları yabancı sermayeye ve işbirlikçilerine, elbette kendi avantamızı da
alarak peşkeş çekerek) özelleştirmeler yoluyla devlet denen baskıcı güçten seni
kurtardık; (Parantez içinde laf sokan bölücülere, teröristlere, birlik ve
dirliğimizi bozanlara sakın kulak asma; onları biz ceplerinden vurarak hallederiz);
bak, daha dün 50 kuruş olan domatesi şimdi 6.99 liraya yiyorsun; bu, kişi
başına düşen gelirin arttığını ve refah seviyemizin ciddi şekilde yükseldiğini
gösterir. Kısaca, bu sahtekar, düzenbaz, dolandırıcı, iki yüzlü ve çatal dilli
egemenliği sürdürme diline binlerce örnekler verebiliriz.
Kültürel emperyalizmin dili
gerçekleri çarpıtır. Gerçeğin yerine sahte gerçekmiş gibi poz atarak dolaşır.
Doğrunun yerini yalan alır. İyinin yerine iyilik taslayan kötü yerleştirilir.
İlişkisel gerçekler yozlaştırılır ve uydurular ilişkisel gerçekleri temsil
etmeye başlar.
Kültürel emperyalizmin dili kendine
işlevsel olmayan kavramları, yok sayabilirse ve gizleyebilirse, dolaşımdan
kaldırır. Dolaşımdan kaldıramıyorsa, olumsuz anlamlar yükleyerek
yeniden-dolaşıma sokar. Ben New York’ta bir derste tahtaya 20 kelime yazdım
(örneğin indoctrination) ve öğrencilere bunları bilip bilmediklerini, duyup
duymadıklarını sordum. Yanıt bilmiyorlar ve hiç duymamışlar. Microsoft Word programında boyunsunma,
sefilleştirme ve insanımsı gibi kavramları yazın ve bakın bakalım dilbilgisinde
(veya eş anlamlılarda) bu tür kavramlar var mı? New York kütüphanelerinde,
Marks ve Marksizmle ilgili kitaplar bilgisayarda var görünür, ama rafta yoktur;
sorduğunuzda “bir okuyucunun aldığı” söylenir. Aslında o kitaplar birileri
tarafından bir şekilde dolaşımdan fiilen kaldırılmıştır. Türkiye’de?
Birkaç örnekle devam edelim:
Emperyalizmin bittiği onun yerine “herkesin birlikte karşılıklı bağımlılık içinde
yaşadığı küresel bir dünyanın aldığı” işlenir. Ama bu işlemede küresel dünyanın
emperyalist güçlerin ve onların işbirlikçilerinin dünyası olduğu söylenmez. Bu
ve, örneğin, kültürler arası diyalog gibi saçmalıklar biliş ve davranış
yönetiminden geçerek egemenlikleri pekiştirme yollarıdır. Zaten insanlar tarih
boyu savaş dahil çeşitli biçimlerde birbiriyle ilişkide bulunmuştur. Bunun bir
anlamı da kültürler arası ilişkinin kaçınılmazlığıdır. “Kültürler/medeniyetler
arası diyalog” gibi şeylerden bahsetmek, diplomatik ve siyasal biliş işleme
dilidir. Aslında, “diyalog“(karşılıklı) konuşma” veya “birbirini anlama”
değildir. Diyalogun olması için tarafların hepsinin de ilişkiyi/iletişimi
başlatabilme, sürdürebilme, durdurabilme, içeriğini, konusunu ve amacını
değiştirebilme olanaklarına ve haklarına sahip olması ve bunlara kullanabilmesi
gerekir. Aksi taktirde, o konuşma veya ilişki egemenlik ve mücadele
ilişkisidir, dostça veya düşmanca olsa bile. Amerikan yöneticileri ve
uluslararası şirketler ile Türkiye yöneticileri ve şirketleri arasında
“kültürel diyalog” yoktur ve “farklılıklarla bir arada yaşama” diyaloğu değil,
kültürel sömürüyü, kültürel egemenliği, kültürel emperyalizmi anlatır.
Soyut Saçmalıklarla Desteklenen Egemenlik
Dolayısıyla, “kültür insanın kendini
maddi ve maddi olmayan biçimlerde nasıl yeniden-ürettiğini hecelediği için,
“kültürsüzlük” (veya iletişimsizlik), “kültürel farklılıklar” ve “medeniyetler
arası diyalog” gibi kavramlar basit saçmalıklardır. Bu saçmalıkların merkezine
yerleştirilmiş olan ve insanımsılığı heceleyen bir kaç örnek verelim:
“kapitalizmin köleliğe son vermesi”; istilacıların Demokrasi ve özgürlük
sevdalısı olması; bir sınıfın diktatörlüğünü temsi eden) hukuk devleti; oyla
seçilen temsilcilerin, (bir yandan “biz çevremizde bu katil şirketleri
istemiyoruz” diye iradelerini açıkça dile getiren halkı gazlatırken, yüksek
basınçlı suyla yıkatırken, kurşunlatırken ve hapse attırırken, uluslararası
şirketlerin ve yerel şirketlerin soygunundan avantalarını alırken, öte yandan
da), halkın iradesini temsil etmesi (Tarihin hiçbir döneminde, çok ender birkaç
istisna dışında, yöneten güçler halk için yönetmemişlerdir; kendileri ve
kendilerini var eden sistemin sahipleri için yönetmişlerdir); “ben devletim” düşüncesine
sahip potansiyel katillerin beslenmesi; Batı’nın demokrasinin beşiği olması”,
Amerika’nın dünya’da “demokrasi ve özgürlük getirmesi (bunu pek yutan yok
artık); bir zamanlar Nikaragua’yı kurtarmak için savaşan özgürlük savaşçısı
Johny’ler ve şimdi de Suriye’ye özgürlük getirmek için savaşan “özgürlük
savaşçıları”; endüstriyel yapıların ürettikleri, özellikle “mevsimlik
sürüleştirme” işi yapan moda endüstrilerinin ürettikleri içinden seçtikleriyle
“bireysel özgürlük, bireysel ifade ve kendi modasını kendisi yaratan (ve
endüstrilerin maymunu olduğunun farkında bile olmayan) “çoğulcu demokrasinin
özgür bireyi; 4 veya beş yılda oy vermeye indirgenen “demokrasi”; internette
laf söylemeyle oluşan “katılımcı demokrasi”; tüketimdeki nicel çokluğu “çoğulcu
demokrasi” ve “fırsat çokluğu” ve de fırsat eşitliği varlığı (iddiası); aynı
vurguların ritmik farklılığıyla yenilik ve değişim iddia eden popüler kültür ve
birçok diğer şahane, çekici, özlenen, öykünülen, peşinden gidilen, deli gibi
korunan düşünsel saçmalıklar. Bu düşünsel saçmalıklar, maddi sömürü düzeninin
egemenliğini ve sürekliliğini sağlamasının tarih boyu garantisi olmuşlardır. Bu
garantileme de, maddi olarak yoksun ve yoksul bırakmayla desteklenmiştir: Maddi
hiçbir değere ve zenginliğe sahip olmayanlar manevi soyut zenginlikler,
değerler ve hayal olan hayaller ile doldururlar. Bu nedenle ki, eskiden Tom
Miks, Texas, Zagor ve Süpermen ve de kılıcını bir sallayışta ve bir haykırışta
binlerce kafiri telef eden Hz Ali ve benzeri hikayelerle beslenenlerin, şimdi
bu meşgalelerden çok daha güçlü ve yaygın olan cep telefonu ve internet ile
gelen meşgalelerle zaman harcayanların (aslında hayatını harcayanların) bana ve
benim gibi açıklamalarla gelenlere düşman olması ve düşman edilmesi
kaçınılmazdır: Avunmaları için onlara bahşedilen ve sömürenlere hizmet eden
hayaller/soyutlar onların hayatlarına anlam verdikleri şeyler. Tek sahip
oldukları, aslında onların olmayan değerler ve inançlar soyutları, “kötü,
zararlı, sömürgenlerin sömürü araçları” gibi sözlerle eleştiremezsin.
Vazgeçebilmeleri için, düşünsel alışkanlıklarını ve tarzlarını değiştirmelerini
sağlayan bir şeylerin olması ve “bir zamanlar hayal olan şeyleri düşlüyordum,
şimdi gerçekleri düşlemeye başladık” diyebilecek değişim beklentilerinin
oluşması gerek.
Asla unutmayalım, dünya bu tür saçmalıkların
yaygın egemenliğiyle desteklenen maddi soyguncular tarafından yönetilmektedir:
Tarih boyu köle, yarı köle, özgür ve halk gibi isimlerle adlandırılan
insanlara, “egemen bir azınlığın somut çıkarlarını destekleyen soyut ve çoğu
kez ulvi duygularla beslenen insanımsı değerler” işlenmiştir; bu değerlerin de
yardımıyla insanlar kolayca yönetilmiş, birbirine düşürülmüş, birbirini yemiş
ve yemeye de devam etmektedir: Suriye’de ve başka yerlerde soyut bir şeyler
adına katliam yapan Dünyayı sömürenlerin ve onların işbirlikçisi güçlerin demokrasi
savaşçısı, özgürlük savaşçısı, terörist gibi isimlerle isimlendirilen yoksul ve
sefil katil sürüleri buna en somut örnektir: Soyutu haykırarak ve bu sırada ona
ödül olarak verilen anlık talan, katliam ve soygun ile gelen güç duygusunu da
tadarak, kendi gibi diğer sefilleştirilmişleri de öldürme ve onlar tarafından
öldürülme ötesine asla geçemezler; çünkü asıl somutu alanlar ve paylaşanlar
orada savaş alanında değildir; onlar ekonomik savaş alanında zenginliklerini ve
güçlerini pekiştirme ve yaygınlaştırma yarışı içindedirler: Piyonlar onlar için
ölür, ama devlet kursalar bile, örgütlü yapılarda yerleştirildikleri çeşitli
seviyelerde birbirine yiyen piyonluklarına devam ederler: Pastayı paylaşan
egemen güç düzenindeki ilişkiler yapısı buna izin vermez.
Son Sözler
İlginç bir ülkede yaşıyoruz (olumsuz
anlamda ilginç): Egemen bilinç yönetiminin ve kültür emperyalizminin kendine kolayca
yayılma ve benimsenme ortamı bulduğu bir ülke. Yayma ortamların başında da
medya ve üniversiteler gelmektedir. Bu ortamların profesyonelleri (ve onların
yaydığını daha da yayan halk denen “izleyiciler”), örneğin kapitalizmin ne
olduğunu bilmeden, kapitalizme düşman olur ve kapitalizmi yererler. Marksizmin
ne olduğunu bilmeden, Marks ve marksizmi kötülerler. Elbette medya biliş
yönetimi ve kültürel emperyalizmin birinci seviyedeki üreticilerinin ve
dağıtıcılarının küçük bir azınlığı ne yaptığının çok iyi bilincindedirler.
Fakat bu birincil seviyedekilerin geri kalanları ya öznel çıkarı nedeniyle
“güçlünün borazanını çalarak” dümenlerini yürütürler, ya “gerçek inananlardır”.
Benim Türkiye’deki düşünsel ve
ilişkisel ortamda insanlardan “öğrendiklerim” (ben herkesten çok şey öğrendim)
büyük çoğunlukla insanlığın geleceği için pek de umut verici şeyler değil.
Bunun temel nedeni, tembellik ve öznel çıkarları için her şeyi yapan tembeller
arası işbirliğinden geçerek oluşturulmuş egemen bir üniversite ortamıdır. Bu ve
benzeri ortamlarda, kültürel emperyalizm gibi şeyler sadece hoş veya karşıt
olunan söylemler olarak kalır. Ne karşıt olanların önemli bir kısmı ne de
destekleyenler için söylemsel ifade ötesinde bir anlam taşımaz: Kervanın itleri
ve kervana karşı olan birkaç birbirine havlar ve gerektiğinde birbirini yer: Kervan
yürür ve yürüyor da. Fakat farkındaysak, tarih boyu kervanlar aynı şekilde
yürümüyor ve yürütülemiyor. Bunun en önde gelen nedeni de, tarihin ve değişimin
itici güçleri olan “mücadele veren” insanlardır. İyi ki vardınız, varsınız ve
var olacaksınız. Yoksa, sekiz saat çalışma, bayram tatili, asgari ücret, fazla
mesai ve çalışanların günümüzde sahip olduğu hakların hiçbiri olmazdı. Bu ve
diğer dergiler basılamaz ve bu tür yazı yazılamazdı: Bu tür ve diğer mücadeleci
yayınları okuma da kolay olmazdı.
Kendi varlığının kanıtını “düşünüyorum,
o halde varım” diye düşünceye indirgeyen, hatta “tüketiyorum o halde varım”
diye “gösteriş ve fiziksel-psikolojik doyuma sarılarak yanıtlayan bir egemenlik
altında yaşıyoruz. şahane ve büyülü saçmalıkların yaygın dolaşıma sokulduğu ve
aynı zamanda kendi varlığının kanıtının ve anlamının “somut varlığın kendisinde
ve ilişkileriyle yaşanan somut koşullarda olduğu” düşüncesinin neden
“istenmeyen kötü ve tehlikeli düşünce” olarak ilan edildiği konuları, kültürel
emperyalizm konusunda da olduğu gibi, egemenliği sürdürme ve yaygınlaştırma ve
buna karşı mücadele ile ilgilidir.
Kaynakça
Benim web sayfamda oldukça çok kaynaklara ulaşabilirsiniz:
erdoganirfan.blogspot.com