İçinde: M. Umut Tuncer (ed.) Halkla
İlişkilerde Teori ve Yaklaşımlar
Literatürk Academia, 2019,
Halkla İlişkilerde Alternatif Kuramların Doğası
Üzerine
bir İrdeleme
İrfan Erdoğan
GİRİŞ
En “iyi” halkla ilişkiler aslında reklam
olduğunu hissettirmeden yapılan biliş ve davranış işleme ve kontrolüdür. Bunun
son zamanlardaki en sinsi olanlarından biri, medyada sigara ve içkiyi gösteren
sahneleri karartarak veya buzlandırarak dikkatleri çekip “sigara ve içki içmeyi
hatırlatmadır (“hadi, yak bitane” demektir). Bu tür çözümleri getirenlerin ve
savunanların büyük çoğunluğunun ne yaptıklarının bilincinde olduklarını hiç sanmıyorum,
“Trafik Canavarı olmayın” mesajında da olduğu gibi.
Halkla
ilişkiler, ekonomik alanda ve ekonomik bağlamda, şirketlerin pazarlama, satış
ve hizmet yoluyla maddi (parasal) ve maddi olmayan kazançlarını artırma işini
yaparak para kazanan ticari örgütlenmeyi anlatır. Maddi kazanç artırma, halkla
ilişkiler faaliyetlerinden geçerek, örneğin, pazar payını ve kar miktarını bir
önceki durumdan daha iyi bir duruma getirmektir. Maddi olmayan kazanç ise,
maddi kazancın gerçekleştirilmesini ve sürdürülmesini halkla ilişkilerden
geçerek sağlamanın zorunlu koşuludur. Bu
nedenle, halkla ilişkilerin işi, halkla ilişkiler firmasının müşterileri için bilgi,
duygu, inanç, biliş, bilinç, ilgi, tercih ve davranış yönetimi yapmaktır.
Halkla ilişkiler firmasının müşterileri ise, elbette “benim çıkarım için benim
propagandamı yap” diyen ve bu hizmet için de para ödeyen halk değildir;
şirketler ve bazen de kurumlardır. Dolayısıyla, halkla ilişkiler, müşterilerine
hizmet ederek para kazanmak için örgütlenmiş ticari yapılardır. Bu tür bir
yapıdan, müşterisinin çıkarına aykırı düşen ve halkın/genelin çıkarını düşünen
veya müşterisinin çıkarı ile halkın/tüketicinin/izleyicinin/oyverenin çıkarı
arasında denge kurması veya ikisi arasında ortak çıkara dayanan köprüler oluşturması
beklentisi, ilişkisel yapının doğası nedeniyle geçersizdir.
Halkla
İlişkiler, sanki ekonomiyle ilişkisi olmayan ve bağımsızmış gibi sunulan
siyasal alanda ve diğer örgütlü bağlamlarda, yukarıda açıklanan aynı işi yapar;
sadece müşteriler farklıdır, ama amaçlar aynıdır: Bu kez de, halkla ilişkiler
şirketleri adı ekonomik olmayan örgütlenmelere (örneğin devlet kurumlarına,
siyasal partilere ve vakıflara) para karşılığı hizmet sunarlar. Güçlü
kurumların içinde oluşturulmuş halkla ilişkiler bölümlerini yönetenler ise,
aldıkları maaş –ve halkla ilişkiler, reklamcılık, araştırma şirketleri ile
kurdukları özel ilişkiler ve oluşturdukları dış hizmet alma gibi yollarla
sağladıkları özel çıkarlar— için, normalleştirilmiş “halkla ilişkiler
faaliyetleriyle” hizmet pazarlaması ve imajlar oluşturulması işini yaparlar.
Elbette,
bir zamanlar adı “(demokratik) baskı grupları” olan ve şimdi “sivil toplum
örgütleri” diye “hoş imaj yapan” isimle isimlendirilen, sanki sivil toplumu
temsil ediyormuş imajı veren, ama genellikle belli ulus içi ve uluslararası
çıkarlara (özellikle istihbarat örgütlerinin çıkarlarına) çalıştıkları söylenen
örgütlü yapılar ve benzerlerinin halkla ilişkiler firmalarında hizmet satın
alması olasılığı çok azdır, çünkü onların halkla ilişkileri kendi isimleriyle kendiliğinden
ve medyada promosyonu yapılan “faydalı ve örnek” faaliyetleriyle geliştirilir
ve sürdürülür.
Şimdi
makalenin başlığındaki ikinci kavrama gelelim: Alternatif. Bir şeyin alternatif
olması, onun asla “alternatif olduğuna taban tabana zıt” olduğu demek değildir.
Tam aksine, alternatif diye sunulan, aynı kuram ve uygulama yapısı içinde “daha
iyi ve faydalı işlev göreceğini iddia eden” olabilir. Dikkat edilirse, bu
bağlamda “alternatif” “alternatif
olduğunun yaptığını” daha işlevsel olarak yapacağını iddia edendir: Örneğin halkla
ilişkileri “tek yönlü etkileme” değil, “çift yönlü etkileşim” olarak
tanımlamayla gelen (ve totolojik bir açıklama getirdiğinin farkında bile
olmayan) alternatif açıklama, hem birincisinden çok daha fazla yanlışlığa ve
geçersizliğe sahiptir hem de birincinin dayandığı makro kuramsal yapının
çerçevesi içindedir. Diğer bir deyimle, “alternatif kuram” demek, “alternatif
olduğu kuramın” desteklediği örgütlü ilişkiler tarzına ve yapısına tümüyle ters
düşen bir kuram olabilir de olmayabilir de. Aynı, şey “eleştirel kuram(lar)” denen
için de geçerlidir (ayrıca, “eleştirel kuram” kavramı, “critical school”
yaklaşımındaki “critical” sözcüğünün yanlış tercümesidir. Daha kötüsü eleştirel
kuram asla Marxist kuram değildir). Yani, (1) “alternatif kuram” değil,
“alternatif kuramlar” vardır. (2) Alternatif kuramlar arasında da benzerlikler
ve ciddi farklılıkar vardır; (3) Halkla ilişkiler, belli amaçlarla kurulmuş
ticari ve kurumsal örgütlü alt-yapılar olduğu için, halkla ilişkilerin kendine
özgü alternatif, (örneğin Pozitivist veya Marxist halkla ilişkiler teorisi diye
bir) bağımsız ve makro teori olamaz; sadece Pozitivist or Marxist teorik
çerçevelerden biri içine düşen bir “halkla ilişkiler açıklaması” olabilir.
Makalede,
yukarıdaki sunumun belirlediği çerçeve içinde önce kuramlar ve alternatif kuramlar
üzerinde duruldu ve elbette bunu yaparken halkla ilişkiler ile bağ kurarak
açıklamalar getirildi. Ardından da, alternatif kuramlar bağlamı içinde, halkla
ilişkileri doğru ve geçerli bir şekilde anlamak ve anlatmak için gerekli öğeler
üzerinde duruldu.
KURAMLAR HAKKINDA
Kuramı,
olabilecek en genel tanımıyla ve halkla ilişkiler örneğiyle tanımlayarak
başlayalım: Kuram halkla ilişkilerin doğasını açıklamayı anlatır. Bu açıklama
halkla ilişkilerin “ne ve nasıl” olduğunu, tarihsel oluşumunu ve gelişmesini,
örgütlenmesini, genel toplumsal yapılar içindeki konumunu, örgütlü ilişkiler
yapılarını, ürün üretim, dağıtım ve yaratılan faydaların bölüşümünü (örneğin,
yaratılan maddi zenginliğin paylaşımının doğasını), işlevlerini, amaçlarını,
kimlere neler getirdiğini ve kimlerden neler götürdüğünü içeren kapsamlı bir
karaktere sahip olabileceği gibi, bu saydıklarımdan veya saymadıklarımdan bir
tanesini ele alarak daha ayrıntılı bir açıklamayı, hatta araştırmayla
desteklenen ayrıntılı bir kuram inşasını veya kuram testini içerebilir.
İster makro ve
mikro sosyoloji, siyaset bilimi veya ekonomi bağlamında olsun,
isterse psikolojinin ve
sosyal-psikolojinin “düşünsel yapılar, düşünsel ilişkiler ve düşünsel süreçler“
bağlamında olsun, hatta belli geçerlilik ölçüsünde insan faaliyetinin
ürünlerinin (örneğin bir kutsal kitabın veya bir sinema filminin) öznel yorumuyla
gelen ve dış gerçeğin olmadığına ve her şeyin sürekli değiştiğine dayanan yaklaşımlar
bağlamında olsun, kuramlar temel olarak ya “ne olduğunu açıklamaya” çalışırlar ya “ne ve nasıl olması gerektiğine
odaklanırlar ya da ikisini birlikte yaparlar. Halkla ilişkiler (ve sosyal
bilimlerde) ne yazık ki, özellikle Türkiye üniversitelerinde, “ne olması gerektiği ile ilgili açıklamalar”
(çoğu normatif açıklamalar), halkla ilişkilerin “ne ve nasıl olduğu” üzerine
çökertilmiştir: Yani, Batılı birilerinin halkla ilişkilerle ilgili sunduğu
normatif ve gerçekleşme olasılığı “var olan örgütlü ilişkiler yapılarında”
imkansız olan idealist açıklamaları, sanki halka ilişkiler “öyleymiş” gibi ele
alınıp sunulmaktadır. Kısaca, (halkla ilişkilerde çoğu çekici uyduru olan
normatiflik, etik ilkeler ve örgüt yapılarının gerçeğine aykırı düşen (saçma)
açıklamalar yoluyla “öylemiş” gibi aktarılmaktadır.
Halkla
ilişkiler dahil herhangi bir şeyin “nasıl olması gerektiği” ile ilgili geçerli
bir açıklamanın getirebilmesi, “ne olduğunu”
yeterince doğru ve geçerli bir şekilde bilmeye, anlamaya, kavrayabilmeye
ve elbette dürüstlüğe bağlıdır. Aksi taktirde, örneğin siyaset biliminden alınan ve belli bir
siyasal-ekonomi örgütlenmesini ve bu örgütlenmenin ilişki biçimlerini
meşrulaştırma işlevlerini gören “egemen kategorileri” kullanarak, ne olduğunu
ve nasıl olması gerektiğini açıklayan kuramlar üretilir ve okullarda
öğrencilere ezbere anlatılır. Bu tür üretimler ve “kıraatler”, biliş ve
davranış yönetimi (ideolojik propaganda) işlevleri ötesinde bilimsel bir değere
sahip olamazlar. Ne yazık ki, halkla ilişkiler ve benzeri alanlarda sunulan açıklamaların
büyük çoğunluğu, halkla ilişkiler (veya medya, sosyal medya) denen örgütlü
yapılar ve ilişkilerin meşrulaştırılması ve promosyonu işlevinin ötesine
geçebilecek ve bilimsel bir açıklama olabilecek karakteri taşımamaktadır.
Hiçbir
kuram tümüyle yanlış veya tümüyle doğru olamaz. Hiçbir kuram asla tümüyle
birbirinden bağımsız ve tümüyle birbirinden farklı da olamaz. Çünkü her kuram
kendi çerçevesi içinde ve çerçevesi dışında tarihsel olarak birikmiş bilgi
birikiminin üzerine inşa edilmiştir. İnsanı, insan yaşamını, örgütlenmesini ve
ilişkilerini açıklarken, bir başka kuramın açıklamalarının tümüyle tersini
açıklama imkansızdır; daima bazı örtüşmeler olacaktır. Tümüyle karşıtlık üretme
çabasının sonucu, Marxizme karşı sunulanların önemli bir kısmında olduğu gibi,
tutarsız ve geçersiz bir açıklama, propaganda, çarpıtma ve biliş ve davranış
yönetimi olur. Elbette, amaç tutarlılık, geçerlilik ve dürüstlük olmadığında,
onun yerine “gerçeğin yerine geçirilmek istenen sahte imajlar oluşturma”
olduğunda, günümüzde olduğu gibi, sayısız makaleler, kitaplar ve internette
sayısız saçmalıkları, sahte BİZleri ve yanlış düşmanlıkları (kötü ONLARı) içeren
ürünler üretilir ve dolaşıma sokulur.
ALTERNATİF
KURAMLAR
Alternatif ve ana akım bağı
Alternatifin
oluşumunun zorunlu/yeterli koşulu, “alternatife gereksinim hissettiren egemen
örgütlenmelerin, yapış biçimlerinin, ilişkilerinin, kuramları veya yöntemlerin
olmasıdır. Dolayısıyla, alternatife gereksinim “yaygın/egemen olarak var
olanın” ya (1) gerçek anlamıyla alternatifi düşünmeyi gerektirecek ölçüde
sorunlu olması, örneğin demokrasiyi, özgürlüğü, insanca yaşamayı ve çevreyi yok
ederken, aynı zamanda demokrasi, özgürlük, insanlık, insan hakları ve çevre
koruma şampiyonluğu taslaması –ve bu sahtekarlığa yatkın “insanımsılar” ve bu
insanımsılara ve insanımsılığa taraftarlar yaratması--, ya da (2) örgütlü veya örgütsüz güç ve çıkar
ilişkileri düzeni içinde, sınırlı bir güç çevresine veya çevrelerine faydalar
sağlarken, bazı güçlülerin ve güçsüz kitlelerin yaşamlarını zorlaştırma yönünde
görev yapması gerekir.
Bilginin
yerini alan kirliğin, çarpıtmanın, belli amaçlara uygun olarak kendini ve bir
şeyleri farklı olarak sunmanın egemen olduğu dünyamızda, bir kuramın veya
başlığın önüne alternatif, critical, eleştirel, demokrat, özgürlükçü, ilerici,
dindar, muhafazakar, bağımsız veya Marxist eklemek, o kuramın başlıkta
belirtilen türden bir kuram olduğunun göstergesi olamaz. Ne tür bir kuram
olduğunu anlamak için içeriğine dikkatli bir gözle bakmak gerekir.
Alternatif
bir kuram, aslında, egemen/yaygın olan kuramın yerine, ondan daha tutarlı,
sistemli ve geçerli açıklamalar getiriyorsa, alternatif olma karakterine sahip
olabilir. Aksi taktirde, alternatif olduğunu iddia ettiğinin varsayımlarından
birini ve bir kaçını değiştirerek, o kuramın en temel yapısına bağlı kalarak,
var olana “düzeltmeler ve değişiklikler getiren” (revision) bir karaktere sahip
olur. Örneğin, insan iletişiminin
(örneğin, halkla ilişkilerin, bir konuşmanın) bir anını ele alarak, iletişimi
(veya halkla ilişkileri) açıklamaya dayanan kuramsal yapılar, ister tek yönlü,
ister iki yönlü asimetrik veya iki yönlü simetrik, isterse çok yönlü
etki/etkileşim ile gelsinler çok anlamlı farklılıklar sunmazlar (buna
Habermas’ın iletişimsel eylem açıklaması dahildir), çünkü:
(1)
hiçbir insan ilişkisinin bir anlık kesiti ele alınarak ve
gönderen-mesaj-alıcı-geri besleme çizgisel (veya çembersel) yapı içine indirgenerek
iletişim veya insan yaşamı geçerli olarak açıklanamaz; ama belli amaçlara işlevsel
olan biliş yönetimi yapılabilir; halkla ilişkilerde en popüler bir kuramda,
müşterinin çıkarına işlevsel olan biliş yönetimine örnek olarak “iki yönlü
simetrik ilişki uydurusunu verebiliriz: İki yönlü simetrik ilişki ancak iki
“iyi-arkadaş” arasında vardır (birinin sürekli “özveride bulunduğu”, diğerinin
sürekli “aldığı” türden bir arkadaşlıkta bile simetrik ilişki ortadan
kaldırılmıştır, yoktur). Dengesiz olanaklara sahipliğin ve güç ilişkilerinin
olduğu her koşulda, iletişimsel ilişki dahil hiçbir ilişki “simetrik” olamaz;
daha kötüsü, müşterisi için profesyonel
halkla ilişki kampanyası uygulayan bir dengesiz güç yapısında, zaten simetrik
bir ilişki olmadığı açıkça (ve sahtekarca) gülümsemektedir. “Mükemmel halkla
ilişkiler” programı veya kuramı altında sunulan anlatıların, “simetriklik,
katılımcılık, organik örgütsel yapı, müşterinin/çalışanın güçlendirilmesi
(empowerment), simetrik sistem ve örgüt içi iletişimde simetrik sistem gibi
açıklamaları, asla halkla ilişkiler ve şirket yapıları ve ilişkileri gerçeğini
yansıtmaz; dolayısıyla, beyin yıkama işi yapan “insana şahane gelen geçersiz uydurulardır”.
Bu uydurular normatif açıklamalar olsa bile, var olan üretim tarzı ve
ilişkilerinde böyle bir “mükemmel halkla ilişkiler” ve “şirket yapısı”
olasılığı da yoktur. Şu basit gerçek bile “hasır altı” edilmektedir: İş
bölümünün belli güç ve çıkara göre biçimlendirildiği hiçbir örgütlenmede
demokratik ve simetrik ilişki söz konusu olamaz.
(2)
Örgütlü veya örgütsüz, her insan faaliyetini doğru ve geçerli bir şekilde
anlama, o faaliyetin geçmiş ve şimdi bağlamlarını bilmeyi ve açıklamaya katmayı
gerektirir.
(3)
Önde gelen iletişim (ve halkla ilişkiler) kuramlarını/açıklamalarını geçersiz
yapan temel faktör, gerekli bağlamlardan kopuk olmaları yanında, “iletişim”
ile “iletişimsel eylem” farkını bilmeme ve iletişimi iletişimsel eyleme
indirgemedir. Halkla ilişkileri ve iletişimi, örgütlü ve amaçlı çıkar ve
ilişkiler yapısından koparıp, ilişkinin bir anındaki “söyleyen, söz, dinleyen
ve yanıta (bu çerçevedeki etkileşime)”
indirgediğimizde, artık biz iletişimi veya halkla ilişkileri
açıklamıyoruz; onun yerine iletişimsel eylemin bir anını açıklamaya
çalışıyoruz. İletişimsel eylem ve iletişimsel eylemler toplamı, iletişim (ve
halkla ilişkiler) değildir; iletişimin ve halkla ilişkilerin gerçekleşmesi için
zorunlu öğelerden birileridir. Yani, iletişimsel eylem, iletişim için gerekli
olan faaliyetleri içerir.
Bir
önceki paragrafta sunulan açıklama, aynı zamanda bizi, alternatif kuramları
işlevsel olarak ayırt etmemiz ve doğalarına göre gruplandırmamız gerektiğine
götürür. Fakat ilk yapılması gerekenin yapılması gerekir. O da şudur: Bu makalenin
başlığı bir “üst kuramsal kategori biriminin” olduğunu ve bu birimin alt
kategorilerinden birinin “alternatif kuramlar”
olduğuna işaret etmektedir. O zaman “bu üst birim ne tür bir tanımlamaya
göre oluşturuldu?” sorusuna yanıt verilmesi gerekir. Ardından da, bu
üst-birimin tanımlamasına bağlı olarak, bu birimi oluşturan alt-kategorileri belirlemek
gerekir. Alt-kategorilerden birini biliyoruz: Alternatif Kuramlar. Bu alt
kategori, bize üst-kategorik birimin ne olduğu ve diğer alt-kategoriler hakkında
ipucu verir. Bu ipucu da bizi, üst-birim altındaki ilk-seviyedeki alt-kategori
olarak, örneğin, yaşanan gerçekten hareket ederek, “ana akım kuramlar” veya “egemen kuramlar”
gibi kategori oluşturmaya götürür (zaten bu önceden yapılmış). Dolayısıyla elimizde,
en geniş bağlamda, ana akım kuramlar ve alternatif kuramlar var (Bu ikiliye
üçüncü veya daha fazlasını ekleyebiliriz; her birini alt-kategorilere
ayırabiliriz).
Halkla
ilişkiler kuramlarının önemli bir kısmı iletişim ve işletme alanına bağlı
egemen açıklamalara dayanır. Egemen (ana akım ve benzeri) açıklamalar
bağlamında “kuram enflasyonu” vardır. Bu enflasyon nedeniyle, egemen kuramları ikinci,
üçüncü ve hatta daha fazla seviyelerde alt ve alt-alt kategoriler oluşturarak
yerleştirebiliriz. Elbette, bu egemen açıklamalar arasında, gördükleri
işlevlere bakıldığında çok ciddi farklılıklar ortaya çıkar: E. Bernays, W.
Lippman ve H. Lasswel’in zamanındaki kuramların hareket noktası Hitler ve
Mussolini gibilerin kitleleri harekete getirdiği ve Sovyet Devriminin olduğu ve
devam ettiği bir koşulda, elbette propagandaya ve kamu oyunu yönlendirmeye
dayalı kuramların “ciddi etki ve yönlendirmeyi” vurgulayan teorik açıklamalar
ve modeller getirmesi kaçınılmazdır, çünkü koşullar o tür kuramsal açıklamaları
işlevsel kılmaktadır. Bu koşullar, şirketler dünyasını sorumluluktan kurtarma
çabasına doğru değişmeye başladığında,
“etki” yöneliminin egemenliğinin yerini, ana akımın “kullanımlar
doyumlar” ve “aktif izleyici” tezi gibi yaklaşımlar aldı. “Etki,” ana akım
kuramlarda şiddete dayanan ve şiddet yoluyla gelişen kapitalist üretim tarzı ve
ilişkileri içinde, bireysel şiddet öne çıkarıldı, kadına karşı erkek şiddetine
ve bireysel cinayetlere odaklanıldı. Ahlaksızlık iki bacak arasına indirgenip yine
bireysel ilişkilere ve hayat kadınlarına indirgendi. Soygun ve sömürü de asıl
örgütlü yerlerinden alınarak “duygu sömürüsüyle insanları kandıran” dilenciler,
sokaktaki tinerciler, hırsızlar ve dolandırıcılar dünyasına taşındı. Hepsi
birlikte “etik,” “ahlak” ve “şiddet” gibi temel başlıklar altında milyonlarca
araştırmalar, kitaplar, toplantılar ve medya içerikleriyle (filmlerle, dizilerle,
haberlerle) insanlara sunuldu. Okullar, eğitmenler ve aydınlar yaptıklarıyla
(ve yapmadıklarıyla) bu kapsamlı bilgi, duygu, ilgi, tercih ve elbette
düşmanlıklar işleme ve yönlendirme faaliyetlerinin işlevsel parçaları oldu. Bu
parçalarda, elbette ana akım kuramlar ve kuramcılar da “fayda sağlayıcı” yerlerini
almaktadır.
Şimdi,
alternatif kuramlara geçelim: Alternatif kuramları, hareket noktaları ve
bunlara bağlı gelen işlevleri bağlamında, genel olarak üçe ayırabiliriz: (1)
Kontrollü alternatif kuramlar (gündelik argo dilde, “çakma” alternatifler), (2)
karşıt olduğuna İşlevsel Alternatif kuramlar, (2) Karşıt olduğunun üretim tarzına ve
ilişkilerine aykırı düşen Gerçek Alternatif kuramlar.
Kontrollü ve İşlevsel Alternatifler
Egemen
yapılara ve ilişkilere karşı olan görüşleri ve insanları yok etme çabaları on
binlerce yıldır süregelmektedir. Yok edilemez, çünkü bunlar, süregetirilen
yapıların ve ilişkilerin “istenmeyen yan-ürünleri” olarak o yapılar ve
ilişkiler tarafından ortaya çıkarılmaktadır: Sömürünün olmadığı yapılar ve
ilişkilerde, sömürüye karşıtlık söz konusu olamaz. Onun yerine, “sömürü yapmak
isteyenlerin” karşıtlığı olur. Karşıtlık yok edilemediği için, kaçınılmaz
olarak “şiddet” çözüm olarak sürekli kullanılmaya devam edilmektedir. Bir
taraftan meşrulaştırılmış ve gayri-meşru şiddete devam ederken, aynı zamanda, hem
karşıtlığı egemen yapılara işlevsel bir karşıtlık haline dönüştürme işine girilmiş
hem de işlevsel alternatifler ortaya çıktığında, onlar desteklenmiş ve yaygın
bir şekilde dolaşıma sokulmuştur. Bu kontrollü alternatifler yaratma işinde, temel
olarak birkaç yöntem kullanılmaya devam edilmektedir: Bunların başında:
(1)
“Karşıtmış gibi görünen ve Alternatiflik kılıfında sunulan örgütlü yapılar”
oluşturmak;
(2)
Var olan karşıt örgütlerin yönetimini ele geçirerek, kontrol etmek;
(3)
Karşıt örgütlenmeleri birbirine düşürmek, bunları desteklemek ve böylece ilgiyi
ve çabayı yanlış yöne sevk ederek, hem güçsüzleştirmek hem de hedef olmaktan
kurtulmak;
(4)
Düşünsel çıkmaza ve çelişkiye sokmak, böylece pasifleştirmek ve
(5)
Gerçek alternatifler olarak düşünülen, ama aslında karşıt-olduğuna işlevsel
olan alternatif kuramsal açıklamaları ve araştırmaları yaygın bir şekilde
dolaşıma sokmak, böylece egemen durumla hoşnut olmayanların işlevsel-alternatife
bağlanmasını sağlamak gelir.
Karşıtlığı
kontrol etme ve kendine işlevsel karşıtlıklar yaratma işinde, aydınların ve
akademisyenlerin oynadığı roller arasında (bazılarında) “kuram oluşturma” veya (büyük
çoğunluğunda) “oluşturulmuş kuramları yayma” vardır. Bu kontrol ve yayma işi
hem ulusların içinde hem de uluslararasında kurnazca (ve elbette doğru
yaptığını sananlar için yanlış-bilinçle) yapılır. Bu yapılırken, örneğin,
gerçek alternatif yapıtlar dolaşıma sokulmaz; dolaşımdaysa, yaygın dolaşım olasılıkları ve olanakları
ortadan kaldırılır. Öte yandan, kontrollü alternatif yaklaşımları içeren
yapıtlar arasından seçilenler yaygın bir şekilde dolaşıma sokulur.
Uluslararasında ise, bu iş sistemli bir şekilde engellemeler ve
yaygınlaştırmalar ile yapılır. Örneğin, İletişimde “Basının Dört Kuramı” denen
ve CİA destekli bir şekilde, 1950lerde komünizme karşı mücadelenin bir parçası
olarak tüm dünyada dolaşıma sokulmuştur. Sonradan bu bariz propaganda kitabının
yerine, sözde “demokratik alternatif” olarak sunulan ve yine tüm dünyada yaygın
olarak dolaşıma sokulan Denis MCQuail’in kitabı getirildi ve hala dünyanın
birçok yerinde yaygın bir şekilde okutulmaktadır. Ekonomi alanında Rostow’un
anti komünist propagandaya büyük katkısı olan kitabı ve “modernleşme/kalkınma
teoirileri” yıllarca tüm dünyada okutuldu. Benzer Şekilde Samuelson’un kitabı
da Amerika dahil çeşitli ülkelerde uzun zaman kullanıldı. Amerika’da 1980lerde
Samuelson’un kitabına “alternatif” arayışı, aslında, Keynesci kapitalist
ekonomik politikalar ve uygulamaları terk eden ve yeni-liberalizm adıyla Adam
Smithçi “serbest rekabet” denen, aslında küçük sayıda uluslararası dev
şirketlerin ve onlardan geçinen diğer şirketler ve devlet yöneticilerinin
“serbest sömürü düzenini” meşrulaştıran bir kitap arayışıydı. Bu arayış sadece
ekonomi alanda değil tüm sosyal bilimler, edebiyat ve sanat alanlarında da
ortaya çıkmıştı. Bu arayışa yanıtı liberal-çoğulculuk ve katılımcı demokrasi
gibi sloganlarla gelen ekonomistler, siyaset bilimcileri ve diğer alandakiler
verdi. Bu alternatifler, kapitalizme alternatif değildi, Keynesci “Kapitalist Refah Devleti” (welfare state)
politikalarını çöpe atan ve yaygın bir şekilde tüm dünyada özelleştirme işini
yapan kapitalist liberal politikaları meşrulaştırma ve bilişlerde
yaygınlaştırmaydı.
Onlara
alternatif olan kitaplar marjinalleştirme süreçleri kullanılarak dolaşımda
görünmez yapıldı. Bu süreçte, gerektiğinde kitaplar yasaklandı; toplatılıp
alanlarda yakıldı; yazanlar ve okuyanlar cezalandırıldı.
Kontrollü
alternatifler aktif bir şekilde kontrol altında tutulan ve yönetilen
alternatiflerdir. Kuram bağlamında böyle bir alternatif kuram aklıma gelmiyor.
Belki McLuhan’ı buraya koyabiliriz. Fakat örgüt, internette blog kurma gibi
faaliyetlere bol örnekler verebiliriz.
İşlevsel
alternatifler, “egemen yapılara işlevsel olan alternatifleri yaratarak
alternatif yönelimleri kontrol etmeyi amaçlayan kontrollü alternatiflerden”
farklı olarak, kuramın kendisi alternatif kuram olarak/diye inşa edilmiştir; alternatif
faaliyetler ve görüşler içerir; ama bu alternatiflik temel doğası nedeniyle
alternatif olduğunu söylediği yapılara ve ilişkilere işlevsel (faydalı)
karakterler taşır. Buna Foucaultçu yapısalcıları, post-yapısalcıları, post-modernistleri,
post-pozitivistleri, post-marxistleri, post-sosyalist/komünist halkla ilişkiler
kuramlarını, toplumsal üretim tarzını ve ilişkilerini merkezden ederek merkeze
cinsiyeti veya düşünceyi ve düşünsel ürünü (metni) yerleştiren tüm alternatif
ve feminist teorileri, ve iletişimde popülerleştirilmiş MCLuhan ve Habermas’ı
örnek olarak verebiliriz. Bu tür işlevsel alternatifler, ilerici ve hatta
devrimci olarak nitelenen alternatiflerdir. Aslında bu işlevsel alternatifler,
idealist felsefenin temel hareket noktası olan “idea’yı” (düşünceyi, düşünsel
süreçleri) merkeze koydukları için, ancak kapitalist dünya yapısı içinde
ilerici olabilirler ve devrimci karakterlere sahip olamazlar.
Bu
tür alternatifler, karşı olduklarını belirttikleri güç yapılarına ve
ilişkilerine işlevsel (=faydalı) olan yaklaşımlardır. Kontrollü ve işlevsel
alternatifler, İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarında önem kazanmaya
başlayan, (1) Marksizmi de içine alan
“çatışma teorileri” ve (2) 1960 sonlarında dünyada yaygınlaşan kapitalist
sömürü karşıtlığının artmasına çözüm olarak düşünülenlerin arasına katılan
(göstergebilim, teolojik ve laik hermeneutics, sanat ve edebiyatta yorumlama,
psikolojik inşacılık ve benzeri teorileri harmanlayan) yapısalcılık ve
özellikle post-yapısalcılık kuramlarıyla birlikte geliştirildi. Önce
teknolojiyle aracılanmış iletişim alanı bu kontrollü alternatiflerin kolayca at
oynattığı bir yer haline getirildi. Buna özellikle 2000lerde reklamcılık ve
halkla ilişkiler eklemlendi. Bu Türkiye gibi ülkelerde çok kolay oldu, çünkü
iletişim fakülteleri (ve çeşitli fakültelerin altındaki halkla ilişkiler ve
reklamcılık bölümleri) zaten iletişimin ne
olduğu hakkında bir bilgiye sahip olmayan ve iletişimin ne olduğunu bilme gibi
bir çabayı “kişisel gelişim kitapları” seviyesindeki (çoğu şarlatanlık olan)
kaynaklar ötesine götürmeyen veya götürebilme seviyesinde entelektüel kapasiteye
sahip olmayanlar tarafından işgal edildi. Günümüzde, Türkiye’de iletişim ve
halkla ilişkiler eğitimi veren okullardaki akademik personelin büyük
çoğunluğunu iletişim dışından gelenler oluşturmaktadır: İletişim Fakülteleri
iletişimin en temel doğasını bilmeyenler (örneğin, iletişimin olması için iki
kişinin olası gerektiğini söyleyenler, reklamın etkisi olduğunu söyleyen adayı
mülakat odasından kovanlar, Halkla İlişkiler alanında akademik üç dergi ismini
bile bilmeyenler) tarafından işgal edildiği için, büyük olasılıkla son 25 yılda
iletişim fakültelerinden mezun olanlar, “kontrollü ve işlevsel alternatifler
yoluyla yaratılan bilgiçlik-taslayan cehaletin” bir parçası olmadan büyük
olasılıkla kaçamamışlardır. Kaçabilenler
de, ancak kendi çabalarıyla kendini geliştirenler ve tesadüfen iletişim
akademisyeni olan küçük bir azınlığın öğrencileri olanlar olmuştur. Bu bilgiçlik-taslayan-cehaletin
egemenliği durumu, elbette, McQuail’i bile okutmayı bırakmayı da beraberinde
getirir, çünkü MCQual’in yazdıklarını (ve propagandasını) anlama da, gerekli ilgi, çaba ve çay kahve sohbeti ve
çalışanların kuyusunu kazma ve şantaj işinin ötesinde çalışabilen bir beyin ve
dürüstlük ister. En fecisi de, halkla ilişkiler alanında anlamlı ana akım
kuramlarını, liberal-çoğulcuları ve alternatifleri okuyup anlama seviyesinin
çok altında kalındığı için, onlar okutulsa bile, okutan anlamadığı için
okuyanın da anlama olasılığı “kıraat etme” (ezberleyip okuma veya sınıfta
ekrana yansıtma veya öğrencilere hazırlatıp sundurma) ötesine çok az geçer. Bu
durum bize bir şeyi daha gösterir: Kısa yoldan köşeyi dönme ve kumpaslar kurma
becerilerini geliştirme gibi çerçeveler içinde dumura uğratılmış düşünsel bir
ortamda, duygusal doyum veren şahane sözlerle, kolay ezberlenen klişelerle ve
10 maddelik etik ilkeleriyle süslenen kontrollü alternatiflerin yaygınlaşması ve
anlamlı alternatiflerin “eleştirel ve olumsuz” gibi diğer klişelerle dışlanması
olağandır, normaldir, beklenendir ve çok kolaydır.
Ama
günümüzün kontrollü alternatiflerini halkla ilişkiler dahil tüm sosyal
bilimlerde (özellikle 1980lerden beri) hızla yaygınlaştıranlar “post” önekiyle
gelen alternatif kuramları hazırlayan az sayıdaki “beyin ve davranış”
yöneticileri ve bu kuramların ezberci
akademisyenler ve aydınımsılardır.
İşlevsel
alternatifler dünyasında, “önce yazar öldü” denildi, bu söz uzun süre tutmadı;
çünkü bu sözün söylendiği zamanlarda “yazarlar”, yani üretimin nerede ve nasıl
yapılacağına karar verenler ve üretenler (=iletişimin tarzını ve ilişkilerinin
doğasını – örneğin konuyu, içeriği, üretimini ve dağıtımını--) belirlemekle kalmıyor, aynı zamanda
kitleleri söylemle harekete geçiriyorlardı; kitleleri “otur!” dediğinde
oturtuyor, “kalk” dediğinde kaldırıyor, “vur, öldür” dediğinde de öldürtme
işini yaptırıyordu (80 yıldan fazla zaman geçti, ama bu durum Türkiye ve
benzeri ülkelerde günümüzde de pek fazla değişmedi, çünkü “yazarın” bu tür
egemenliği, “okurun” “vur de vuralım’ öl de öldürelim” haykırışlarıyla
desteklenmesi açıkça ve korkutucu bir şekilde sürdürülmektedir).
“Yazarın
öldüğü” savıyla gelen kuramsal açıklamalar, örneğin Amerikan ana akımın “aktif
izleyici” tezine alternatif bir kuramsal yaklaşımı anlatmaz; tam aksine,
eleştirellik kılığına bürünmüş olan bir sahte-alternatif görüşü anlatır. Bu
sahtenin en kötü yanı da, ana akım teorilerin aktif izleyicilik ve “kodlama ve
kod çözme” gibi kavramlarını alıp, yazarın (örneğin kapitalist pazarın)
egemenliğinin öldüğünü iddia etmesi, “okurun” (örneğin tüketicinin) egemen olduğunu
söyleyen aktif izleyici anlayışını farklı söylemle anlatmasıdır. Bu anlatıyı
yaparken, ana akımın “kodlama” (encoding) kavramı yerine “inşa” (constructing)
kavramını ve “kod çözme” (decoding) yerine “inşa yıkma” (deconstructing)
kavramını kullanma, alternatif bir kuramsal çerçeve sunmaz; psikolojiden
aşırılan ve gösterge bilime adapte edilen kavramlarla alternatiflik taslayan
sahte-alternatifliği getirir. O kadar çok örnek var ki: Post-yapısalcılık ve
benzerlerinin kullandıkları kavramların hemen hepsi psikoloji, sosyal
psikoloji, sosyoloji ve diğer sosyal bilimlerden “aşırılmış ve
yeniden-isimlendirilerek uydurularla dolu açıklamalar getirilmiştir. Bizim
dışımızda gerçeğin varlığını reddedip, aynı zamanda kendi öznelliklerini gerçek
gibi sunduklarında ve bu sunumların bağlamlardan yoksunluğu belirtilince, çözüm
olarak, insan ilişkilerindeki “karşılıklı bağımlılık” ve “tarihsellik”
anlayışını da aşırmış ve metinlerarasılık (intertextuality) gibi kavramlarla “ölü
açıklamalarını” “diğer ölü açıklamalar arası” bağlam kurmayla tekrar
öldürmüşlerdir (Hatırlatayım: Bu kuramların sunduklarının hepsinin yanlış olma
olasılığı yoktur).
Yapısalcılık
ve post yapısalcılığın sunduğu “inşa
yıkımı yapan ve kendine göre yeniden inşa eden özgür/bağımsız izleyici/okuyucu”
ile birlikte “yazar öldürülüp tabuta kondu (Yani, örneğin yazar olan Hollywood,
dizi yapımcıları, haberlerde kudurmuşça kin ve nefret kusan siyasal partililer,
şimdi tabutta!). Ana akım kuramcılar çok doğrudan ve apaçık bir şekilde özel
sermayenin siyasal ve ekonomik sistemindeki ilişkiler yapılarını ve sonuçlarını
savunurken, işlevsel alternatif görevini yapanlar da aynı şeyi sanki karşıtlık
sergiliyormuş gibi/sanarak sinsi bir şekilde yapmaktadırlar.
Yazarın
ölmesi ve okurun özgürlüğü ile ilgili en geçerli kuramsal açıklamayı Karl Marx
yapmıştır (eminim daha önce birileri bunu ifade etmiştir, ama bilmiyoruz):
İnsan kendi tarihini kendisi yapar (yani, bizim konumuz bağlamında, aktif
izleyicidir); ama bunu kendisini içinde bulduğu koşullarda yapar (yani, aktif
izleyicinin aktifliği yaşam koşullarına bağlı olarak oluşmuş/oluşturulmuş bir
aktifliktir; ne “yazar” ne de “okur” birbirinden
bağımsız iki özgür birim olamazlar; birbiriyle örgütlü yapıların doğası içinde
bağlıdırlar; bu bağlılıkta, iletişimi üretme ve dağıtma araçlarına sahip
olanlar, kaçınılmaz olarak, olmayanlar üzerinde kurdukları maddi egemenliği,
düşünsel egemenlikle perçinleyeceklerdir. Bunun anlamlarından biri de, kervan
yürürken, “kervan için havlayan yazar ve okur, kuramcı, araştırmacı” “kervana
karşı havlayan yazar ve okurdan, kuramcıdan, araştırmacıdan” çok daha avantajlı
konumda ve durumda olacaktır.
Bu
durumda, işlevsel alternatiflerle ilgili olarak bir diğer gerçek ortaya
çıkmaktadır: Teoriyi inşa edenler teoriyi, aktif bir dış müdahale olmaksızın,
kendileri oto-kontrol kullanarak üretmektedirler. İşlevsel alternatifleri üretenler
aslında “güç yapılarını ve çıkar ilişkilerini aktif olarak “okuyan imtiyazlı okuyuculardır
(taklitçileri ve müritleri imtiyazlı okuma kategorisi içine dahil değildir).”
Bu imtiyazlı “okuyucular” okuduklarından hareket ederek kurdukları kuramsal
inşalarla gerçeği çoğu kez çarpıtılmış ve abartılmış bir biçimde kurgularlar;
ama sunumlarını okuyan benim gibi “okuyucular için gerçekten de “ölü yazarlardır.”
Ama bu ölü yazarların alternatifliği egemen güç sistemi içinde desteklenerek ve
“ilerici ve devrimci” gibi sloganlarla/imajlarla
yaygın dolaşıma sokularak, bilgiçlik taslayan yaygın cehaletin ana-akımdan
farklı bir biçimde, ama aynı güç yapılarına hizmet ederek karşıt olduklarını
belirttiklerinin yaygınlaşmasına ve sürdürülmesine katkıda bulunurlar. Bu tür
alternatif yaklaşımların hedef olarak aldığı ve geçersiz (düşman) olarak ilan ettikleri,
çoğu kez geçerli ve anlamlı olan alternatiflerdir, ne yazık ki.
Alternatif
yaklaşımları birbirine düşürme politikasının en yoğun ve ateşli örneklerini
1968’lerden hemen sonra 1970lerde hem Türkiye’de hem de benzeri ülkelerde
gördük: Hizipleşme. Hizipleşme en yoğun
bir şekilde hem ilgilerin odaklanmasında,
hem ilişkilerde hem de kuramsal açıklamalarda ve teorik saldırılarda
yaygın bir şekilde yaşandı. Hala da devam etmektedir: örneğin Stalinistlerin, asıl
üzerinde durulması gereken kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerinin doğası ve
sonuçları ve çözüm arayışları yerine, ilgilerini
Troçkiciler üzerine toplaması ve her yerde ve herşeyde Troçkicilerin parmağının
olduğuna kadar giden karşıtlık sergilemesi böyledir. Gezi Parkında çeşitli
alternatiflerin yan yana ama birbirinden kopuk bir şekilde durması da öyle.
Elbette,
alternatif yaklaşımların birbirine düşürülerek ilgi yönetimi ve marjinalleştirilmesi
halkla ilişkiler kuramlarında yer almaz. Yer alması da beklenemez, çünkü ancak
yoğun bir siyasal ortamda “siyasal halkla ilişkilerin konularından biri
olabilir; ama şirket çıkarlarına hizmet biçiminde örgütlenmiş bir halkla
ilişkilerde, egemen halkla ilişkilerin yapısal ve ilişkisel doğasına eğilen
alternatif halkla ilişkiler kuramları için bile konu olamaz; olabilmesi için halkla
ilişkiler şirketlerinin (medyanın farkında olmadan veya sinsice yaptığı siyasal
halkla ilişkiler sunumlarını bir kenara bırakırsak) bu amaçla kiralanması
gerekir ki, yapılıyorsa, bu gizli olarak yapılıyordur. Fakat yine de, Edward
Bernays’ın asıl halkla ilişkiler olarak nitelediği örgütlü ve etkili halkla
ilişkileri medya yapmaktadır ve bu halkla ilişkileri anlamlı bir şekilde
açıklayan ve inceleyen kimsenin Türkiye’de olduğunu sanmıyorum.
Gerçek Alternatif Yaklaşımlar
Halkla ilişkilerde kontrollü alternatif
işlevi görmeyen ayrıntılı açıklamalara en çarpıcı örmek olarak Stuart Ewen’in
yapıtları, özellikle Halka İlişkiler (PR) verilebilir. Stuart Ewen’in PR
yapıtıyla ilgili sorun şudur: Asıl kuramsal açıklamalarının yapıldığı cümleleri
anlamak için hem çok iyi İngilizce bilmek, hem de kullandığı kavramların
anlamlarını bilen kuramsal bilgiye sahip olmak gerekir.
Kuram
ve teori bağı sorunu ile başlayıp devam edelim: Cehaletin bilgiçlik tasladığı
ortamlarda “çok teori, hiç pratik yok; teorik kalıyor; pratikle alakası yok;
teoriyi bırak pratiğe bak” gibi bir sürü saçmalıklar büyük ve anlamlı sözler
gibi caka satarak dolaşımda tutulmaktadır. Teori ve pratik birbirinden ayrı iki
şey değildir. Teori pratiğin açıklanmasıdır, anlatılmasıdır, bilinmesidir.
Pratik de, bu anlamayı ve bilmeyi kullanarak, örneğin bir halkla ilişkiler
kampanyası hazırlamaktır. Usta-çırak ilişkilerinin egemen olduğu üretim
yapılarında, çırak “pratikle ilgili bilgiyi” “yaparak” öğrenir. Bu “bilmeyi”
kullanarak hem pratiği yapar hem de bilme ve pratik üzerinde düşünerek
pratiğin, dolayısıyla kuramın gelişmesini ve hatta dönüştürülmesini sağlama
olasılığını elde eder. Bu olasılığı da herkes kullanmaz; kullansaydı, örneğin Anadolu
insanı binlerce yıldır kullandığı kağnıyı ve kağnı tekerini geliştirir ve
ardından da araba yapmaya başlardı. Dolayısıyla üzerinde düşünmek zorunludur,
ama yeterli değildir; üzerinde düşünme ötesine geçip çözüm ve geliştirme için
harekete geçmek gerekir. Bu nedenle ki, düşünüp çözüm üretenler, düşünüp bir
şey yapmayanlar üzerinde kaçınılmaz olarak egemenlik kurarlar. Daha kötüsü,
koşullar üzerinde düşünüp, ardından emperyalizm, sömürü ve benzeri “şikayetlerle
kendini tatmin etme” ötesine geçerek çözümler üretmeyenler de koşullarını değiştirme
bağlamında bir adım bile ilerleyemezler.
Sözlü
kültürden yazılı kültüre geçiş le birlikte, artan bir şekilde, bir pratiğin
açıklanması (örneğin halkla ilişkilerin öğretilmesi) okullarda öğretilmeye
başlandı. Ardından da dijital görüntü kültürüne geçişle hızlandırılan,
“görüntüyü gerçek yaparak geri zekalılaştırmayı geliştirenlerin”
egemenliğindeki ortamda, usta-çırak döneminin “alaylılarının” son kalanları da
ölüp giderken, onların yerini medya pratiği hakkındaki bilgileri okulda öğrenen
“mektepliler” almaya başladı. Halkla ilişkilerde ise, Türkiye’de mekteplilerden
oluşan profesyonelleşme pratiği henüz daha başlangıç aşamasında. Pratiği
yapmayanlar pratiği açıklama (kuram üretme) işine girdiler, ki bu aslında
bilimsel bilginin üretiminin halkla ilişkiler şirketinde değil, üniversitelerde
–daha doğrusu üniversite endüstri işbirliğiyle oluşturulan mekanlarda-- üretildiği
gerçeği nedeniyle normalleştirilmiştir. İster pratiği yaparak, isterse pratiğin
dışında olsun, bir pratik hakkındaki bilginin (veya kuramsal açıklamanın)
geçerliliği, o pratiği, pratiğin amaçlarını ve sonuçlarını açıklamasının
pratiğin doğasıyla ne kadar örtüştüğüne bağlıdır. Pratiğin gerçek doğasıyla
örtüşmeyen bir kuramsal açıklama geçersizdir, dolayısıyla o kuram da
geçersizdir. Fakat biz sosyal bilim yapıyoruz, yani halkla ilişkiler gibi bir
ticari ve kurumsal örgütlenmeyi yüzde yüz örtüşecek biçimde açıklama olasılığı
yoktur, olamaz, çünkü halkla ilişkilerde aktif olarak kendi çıkarını çeşitli
yollarla ve gerektiğinde değiştirdiği ilişkilerle yürüten aktif insanlar var. Sosyal
bilimlerde ancak halkla ilişkilerin egemen ve ortak doğasıyla ilgili yeterince
geçerli açıklamalar getirebiliriz. Bu da öncelikle dürüstlük, vicdan ve elbette
kendini bile soruşturan bilişe ve biçimlenmişliğe sahip beyin ister. Bunlar da
yeterli değildir: Tarih boyu gaddarlığın ve sömürünün egemen olduğu
insanımsılığın, hem insanlığı ortadan kaldırıp hem de insanlık tasladığı en
yüksek seviyedeki sahtekarlık koşullarında, risk almayı ve en azından bazı
maddi ödüllerden yoksun bırakılmayı ve dışlanmayı göze almak gerekir.
Dolayısıyla,
halkla ilişkiler dahil tüm örgütlü çıkar yapılarının ve ilişkilerinin
açıklanmasının yanlış olması demek, açıkladığını doğru olarak açıklamadığı
demektir. Ama bu yanlış açıklamalar doğrunun yerine ikame edilerek (veya
doğrunun üzerine oturtularak) geçerli yapıldığında, artık sorun bilimin güç
yapılarının çıkarlarına göre biçimlendirildiği, bilimsel girişimlerin belli güç
yapılarının çıkarlarına hizmet etme yönünde örgütlendiği ve kullanıldığı
gerçeği ile gelen çok daha ciddi bir sorun biçiminde karşımıza çıkar. Bu
nedenle, günümüzün en temel sorunlarından birkaçı:
(a)
kuramsal yapılardan araştırma ve geliştirme araştırmalarına kadar bilimsel örgütlenmelerin
ve faaliyetlerin şirketlerin kendi içinde oluşturulması ve yürütülmesi,
(b)
devlet, ordu ve şirketler işbirliğinde bilimin insanlığın şimdisi ve geleceği
için pek de faydalı olmayan bir şekilde belli çıkarlar için kullanılması,
(c)
çoğu üniversite akademik personelinin para kazanmak için şirketlere ve
kurumlara projeler yapma peşinde koşması ve
(d)
üniversitelerin işlevsel cehaleti üreten merkezlere dönüştürülmesidir.
Özlüce,
öncelikle bilinmesi gerekenlerin başında, kuram ile pratiğin birbirinden ayrı
iki şey olmadığı ve bu ayırımı bilimsel girişimde soyutlama (=öğelerini
belirleyerek ve bu öğeleri anlamak için birbirinden ayırarak ele alma) yoluyla
“anlamak” (bilmek) için olduğu gelir.
Bir o kadar önemli olan, halkla ilişkiler kuramlarının üretilmesinin örgütlü ve
bireysel çıkar yapıları ve güç ilişkileri içinde yapıldığıdır. Bunun anlamı da,
yukarıda özetlediğim gibi, oldukça açıktır.
Halkla ilişkilerle ilgili bir konu üzerinde
düşünüldüğünde ve bu düşünce araştırma olarak biçimlendirildiğinde, biz
“herhangi bir kuram kullanmıyoruz” desek veya herhangi bir kuramsal açıklama
getirmesek bile, yazdıklarımız tutarlıysa belli bir kuramsal çerçeve içine
düşecektir; tutarsızsa, büyük olasılıkla birbirini destekleyen ve bazen de
birbiriyle çelişkili kuramları içerecektir. Yani, kuramdan kaçış yoktur, kuramı
bilmesek bile.
Halkla
ilişkileri anlama ve anlatma girişimi kuramsal bir faaliyettir. Bu faaliyeti
kuramsal varsayımları test eden bir araştırmayla yaptığımızda, bu girişim çok
daha anlamlı olur.
Kuramsal
açıklamalar ne üzerine odaklanır? Bu kuramsal açıklamanın üzerinde
odaklandığının kapsamına bağlıdır. Fakat, konu halkla ilişkiler olduğunda, makro
seviyede bir kuramsal açıklama sunma gibi bir iddia geçersizdir, çünkü halkla
ilişkiler bir toplumsal yapı içinde alt seviyelerde yer alan örgütlenmeleri ve
örgütlü faaliyetleri içerir. Bu nedenle, halkla ilişkileri açıklama, ancak
herhangi bir makro seviyedeki kuramsal inşanın bir parçası olabilir. Ya da,
makro seviyede açıklama getiren toplumsal evrim, yapısal işlevsecilik, Marsizm
veya çatışma teorilerinden birini kullanarak halkla ilişkileri ele alıp, o
kuram çerçevesi içinde açıklamalar sunulabilir.
Bunun bir diğer anlamı da şudur:
Halkla ilişkilerle ilgili olarak mikro kuram (küçük çaplı kuram) inşa
edilebilir. Fakat ekonomik, kültürel ve siyasal yapılar ve ilişkilerle, güç ve
güç ilişkileriyle bağ kurulmaksızın yapılan halkla ilişkileri açıklama, çok
fakir ve yoksul bir kuramsal girişimi anlatır. Sadece faaliyetin görünen
kendisine indirgenerek yapılan bu yoksul anlama ve anlatma işi ya bilinçli
olarak yapılır ya da, çoğu kez yöntem bilimsel ve kuramsal bilgi yetersizliği
nedeniyle bildiğini sanarak bilmeden yapılır.
Peki,
halkla ilişkilerle ilgili kuramsal açıklamaya nereden başlamak gerekir? Bu
soruya yanıt şudur: Merak edilen (bilmek istenilen) neyse onunla başlanır. Eğer
bir araştırma yapılacaksa, zaten kuramsal açıklamanın kapsamı, araştırmanın
konusuyla sınırlanmıştır.
Eğer
araştırma “halkla ilişkiler kampanyası nasıl yapılır? veya belediyeler halkla
ilişkilerini nasıl yürütmektedir” gibi bir faaliyetin mekaniğinin (yapılış
süreçlerinin) ne olduğunu belirleme ise, zaten böyle bir keşfedici girişimde
herhangi bir kuramın yeri yoktur; ama ille ki bir kuram seçilecekse, bu tür bir
bilme gereksiniminin anlamlılığı ve önemi, o kuramsal çerçeve içinde açıklanabilirse,
herhangi bir kuram seçilebilir.
Eğer
bilmek istenilen “halkla ilişkilerin halkı nasıl aydınlattığı ve
bilgilendirerek halka kendisi için doğru ve faydalı tercihler sağladığı” gibi (çoğunlukla
geçersiz) bir şey ise, sadece ve sadece halkla ilişkilerin insanlara getirdiği
faydalar varsayımlarıyla gelen kuramsal yaklaşımlardan birini seçmek gerekir. Alternatif
kuramlar, kontrollü/işlevsel alternatif kuram olsa bile, seçilemez, çünkü bu
kuramlar halkla ilişkilerin gördüğü işlevleri “halka sağladıkları faydalar
olduğu” gibi varsayımlardan hareket ederek inşa etmezler.
Eğer
bilmek istenilen halkla ilişkileri “spin” denen ve gerçeği belli çıkarlara
işlevsel olacak biçimde döndürme, bükme ve bu dönüştürmenin neden ve nasıl
yapıldığı ise, artık ana akım kuramları kullanılamaz, çünkü bu kuramların
varsayımları halkla ilişkilerin “spin”
yaptıkları görüşünü dışarıda bırakırlar; yani “spin” onların kuramsal
öykülerinin çerçevesi dışındadır. Ama “spin” kavramını ve görüşünü de “spin”
edebilirler (ki, etmektedirler).
Eğer
bilmek istenilen halkla ilişkileri olası en kapsamlı bir şekilde açıklayan bir
kuramsal inşa ise; o zaman, her türdeki kuramlar arasından kendi dünya görüşüne
en uygun olan seçilir veya en uygun olan inşa edilir.
Kuramsal
açıklamalar hangi tür açıklama olursa olsun, hepsi de hemen hemen aynı konuları
ele alırlar. Farklılık, konuları işlemede ortaya çıkar. Bu dediğim “ortak
konular olması” içine düşmeyen kuramsal açıklamalar, örneğin, her koşulda
“metin” olarak el aldıkları halkla ilişkiler ürünlerini gösterge bilimsel
açıklamasını veya post-yapısal yorumlamasını yapanlardır. Onlar için “yapı”
metindeki inşadır. Onların dışındaki kuramların büyük çoğunluğu için “yapı,” örneğin,
halkla ilişkilerin örgütlenmesini anlatır.
Halkla
ilişkilerin anlamlı bir açıklamasını yapan kapsamlı alternatif kuramsal girişim
öncelikle halkla ilişkileri toplumsal üretim ve üretim ilişkileri içine
yerleştirmekle başlar: Bu yerleştirme, bizim halkla ilişkileri aşağıdaki
bağlamlarda doğru olarak kavramamıza, anlamamıza ve anlamlandırmamıza yardımcı
olur:
1. Örgütlenme ve örgütlü ilişkilerin
biçimlendirilmesi, amaçları ve ekonomik, siyasal, kültürel sonuçları
a.
Halkla ilişkilerin örgütlenmesinin
başlangıcı ve gelişmesi, bu gelişme sırasında halkla ilişkilerin yerel, ulusal
ve uluslararası bağlamlarda örgütsel yapıları ve bu yapıların ve yapılar arası
ilişkilerin kalan, değişen ve eklenen özellikleri;
b.
Halkla ilişkiler pazarı ve bu pazarda
halkla ilişkiler firmalarının kalıcılığı ve sürdürülebilirliği; kalıcılığı
sağlamak için (iflas edip gitmemek için) Türkiye’de halkla ilişkiler yapanların
(ve yaptığını resmi kağıt üzerinde yazanların) sürdürülebilirliklerini nasıl
sağladıkları;
c.
Halkla ilişkiler şirketlerinin müşteri
bulabilme koşulları; bu bağlamda önlerindeki fırsatlar ve engeller; bu
fırsatları ve engelleri kontrol edenler; fırsatlar ve engellerle baş etmede kullanılan
yollar;
d.
Halkla ilişkilerin örgütlü ticari yapı
olarak oluşmasının nedenlerinin halka veya demokrasiye hizmet etmeyle alakalı
olmadığı; güç sahiplerinin kitleleri, oy verenleri, tüketicileri ve
izleyicileri kontrol etme ve yönlendirme gereksinimlerine yanıt olarak
oluşturulup geliştirildiği;
e.
Halka ilişkilerin “müşterilerine” hizmet için nasıl örgütlendiği
ve örgüt yapılarının nasıl çeşitlendiği ve geliştirildiği; basit bir acenta
yapısından reklamcılıkla birlikte kapitalist iç ve uluslararası pazarda dev
firmalara dönüşmesi; Türkiye gibi ülkelerde ise, örgütlenme ve varlığını
sürdürme sorunlarıyla cebelleşmesi ve bu sorunlarla birlikte gelen sonuçlar;
f.
Halkla ilişkiler örgütlerinde ürün üretimi
için iş bölümünün oluşturulması ve geliştirmesi; iş ilişkileri, ücret
politikaları ve şirketlerde çalışma koşulları;
g.
Halka ilişkiler şirketlerinin diğer
örgütlü yapılarla olan ilişkileri ve çıkar bağları;
h.
Halkla ilişkilerde “halka ilişkiler ürünü”
veya hizmeti üretmede, emeğin kullanımı yanında, maddi üretim kaynaklarını ve
doğayı kullanımının karakteri ve bunun getirdiği sonuçlar;
i.
Kurumlarda “halkla ilişkiler bölümü”
olarak örgütlenmesinin koşulları ve bu örgütlenmeni gelişmesi; bu bağlamda Türkiye’deki
durum;
j.
Uluslararası reklam ve halkla ilişkiler
şirketlerinin Türkiye gibi ülkelere geldiklerinde kurdukları örgütlü
ilişkilerin karakteri ve bunun Türkiye’deki halka ilişkilere getirdikleri ve
götürdükleri;
k.
Ulus içi ve uluslararası halkla ilişkiler
ile bağıntılı olarak kurulan cemiyetler ve benzeri kuruluşların “nasıl halkla
ilişkilerin halkla ilişkilerini” yaptığı ve bu yapış sürecinde kullanılan
meşrulaştırma ve promosyon politikaları, araçları ve faaliyetleri;
l.
Halkla
ilişkilerde faaliyetlerden geçerek hem şirketin kendisi için, hem hizmet ettiği
müşterileri için hem de hedef müşteriler, tüketiciler, kullanıcılar, taraftarlar,
taraftar olmayanlar ve oy verenler için yaratılan faydaların bölüşümünün (maddi
kazançların; zenginliğin ve yoksulluğun yaratılmasına katkısının) karakteri ve bu
tür fayda/zarar bölüşümünün doğasının beraberinde getirdiği sonuçlar.
m.
Yukarıda halkla ilişkiler şirketleri için
sunduklarım, çeşitli şirketlerin ve kurumların içinde oluşturulan “halkla
ilişkiler departmanları/bölümleri” için de geçerlidir. Elbette, şirketler ve kurumlar içinde halkla
ilişkiler bölümlerinin kurulması koşulları kendilerine özgü nedenlere göre
oluşacak ve geliştiği için yukarda sunulanlara eklemeler veya çıkarmalar
yapılması gerekebilir.
2. Halkla ilişkilerin maddi ve
manevi/düşünsel olarak neleri, neden ve nasıl ürettiği; bu üretilenlerin
kimlere neler getirdiği ve kimlerden neler götürdüğü
a.
Halkla ilişkiler kampanyalarında
kullanılan faaliyetlerin topluma ve kimlere ne tür sonuçlar (faydalar ve
zararlar) getirdiği;
b.
Halkla ilişkiler ürünlerinin üretimi ve
özellikle içeriğinin ne tür çıkarları nasıl gerçekleştirileceği düşünülerek
biçimlendirildiği (üretim öncesinde üretimin amaçları ve aranan sonuçlar
üzerinde nasıl düşünüldüğü)
c.
“b” şıkkında düşünülenin nasıl halkla
ilişkiler ürünü olarak biçimlendirildiği (ürün üretimi süreçleri ve ilişkileri);
d.
Halkla ilişkilerde ürün üretimi
düşünüldüğünde ve bu düşünce iletişim ürünü olarak şekillendirilip, medya dahil
çeşitli yollardan geçerek dolaşıma sokulduğunda ve bunun sonucunda, halkla
ilişkilerin başka neler ürettiği (veya üretilmesine katkıda bulunduğu); halkla
ilişkilerin belli düşünce, duygu, ilgi, sevgi, düşmanlık, tercih, beklenti,
ilişki biçimi ve davranış çerçeveleri ve kalıpları içine hapsedilmiş insanlık
koşulunu yaratma ve sürdürmedeki katkıları (varsa, tam aksi yöndeki katkıları);
belli düşünsel ve davranışsal çerçeveler kalıplar içine yerleştirerek sadık izleyicilerin,
tüketicilerin, oy verenlerin ve müşterilerin üretilmesi ve bunun olası
anlamlarının insan ve insanlık için neler olduğu; yaratılan bilişsel ve
vicdansal yoksulluğun geliştirilmesine halkla ilişkiler ne tür katkılar yaptığı;
e.
Neden benim sıraladığım bu konuları ve
ilgileri okuduğunda çoğu akademisyenin, öğrencinin ve insanın kendini rahatsız
hissettiği ve bu rahatsızlığını bu yazılana ve bunu yazana karşı olumsuz tepki
verdiği; örneğin kendine ekmek verene (onu asgari ücrete mahkum edip sömürene) her
koşulda kulluk duyarlılığıyla doldurulmuş insan, “halkla ilişkiler ve halkla
ilişkilerle ilgili kuruluşlar hakkında bu tür sözleri söyleyeceksen, halkla
ilişkiler alanında ne işin var” gibi tepkilerle, Amerikalıların deyimiyle “yanlış ağaca
havlaması” (barking up the wrong tree); bu havlamanın nasıl bir havlatma olduğu
(doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovdurtma gibi – dokuz köyden kovma işini, işçi/köylü
sınıfının kiralanmış kısmı ve kiralanmak için can atanları yapması--; aynı
sınıftaki insanları birbirine düşürme gibi); bu havlamanın iş yerlerinde ona
yapılanlara karşı sessiz kalmasıyla ve işten atıldığında kuyruğunu bacağının
arasına sıkıştırıp kös kös ayrılıp gitmesiyle sergilemesi ve “asıl havlaması
gereken ağaca havlamaması”; havlama duygusunu hissetmemesi; hissetse bile
sesini kesip, evdeki karısına, çocuğuna veya kedisine havlaması; en kötüsü de
yaşam boyu içine doldurulan kin ve nefreti “yakın o evi, neden yakmadınız daha”
diye, yanlış ağaca saldırarak ve saldırtarak kusması; bilişsel yoksulluğun
yanında somut olarak karşısında sırıtarak ve çevreye zehir saçarak iş
görenlerin karşısında güçsüzlüğün acizliğin yaratılması; bu acizlerin birbirini
yiyerek ve güçsüzlüğünde birbirine giydikleri, yedikleri, içtikleri,
kullandıkları ve manevi ve benzeri değerler ile caka satarak “bilgiçlik
taslayan cehaletin hunharlığını” birbirine karşı sergilemesi; bu tür koşulların
ve insanlık durumunun yaratılmasında halkla ilişkilerin rolünün neler olduğu;
f.
Halkla ilişkiler faaliyetlerindeki
iletişimsel ve ilişkisel iletişim ürünlerinden geçerek nelerin nasıl temsil
edildiği ve bu temsilin anlamları;
g.
Tutucu, klasik liberal, liberal çoğulcu ve
benzeri anlatılarda halkla ilişkilerin karakterleriyle ilgili olarak öne
sürülenlerin geçerliliği ve geçersizliği (yukarıda belirtilen kuramların ve
benzerlerinin sunduklarını irdeleme ve böylece hem sunulanların geçerliliğini
hem de sunanların amaçları ve olası çıkar arayışları hakkında çıkarımlarda
bulunma);
h.
Halkla ilişkilerde etik ve sosyal
sorumluluk gibi iddiaların geçerliliği ve işlevleri; Halkla ilişkiler
faaliyetlerine ve bu faaliyetlerin amaçlarına ve sonuçlarına bakıldığında, halkla
ilişkilerde sorumluluğun ve etiğin neye göre ve nasıl biçimlendiği; etiği ve
sorumluluğu neyin belirlediği ve bu sorumluluk ve etiğin ne tür karakterlere
sahip olduğu;
i.
“Gerçeği değiştiremezsin ama gerçek
hakkındaki imajları değiştirebilirsin”
sözünün halkla ilişkilerdeki, halkla ilişkiler faaliyetlerindeki, halkla
ilişkilerde etik ve sosyal sorumluluk ve de etkileşim ve ortak fayda gibi
hepimiz için değerli olan şeylerdeki yerinin ve anlamlarının neler olduğu;
j.
Medya ile ilgili olarak öne sürülen “halka
hizmet, topluma hizmet, yansızlık/nesnellik, halkın gözü, kulağı ve sesi olma,
özgürlük” gibi şahane anlatıların halkla ilişkilerle ilişkilendirilip
ilişkilendirilmemesi, ilişkilendirmenin/ilişkilendirmemenin nasıl ve neden
yapıldığı/yapılmadığı;
k.
Halkla ilişkilerde profesyonel pratikler
ve bu pratiklerin ideolojik (düşünsel) karakterleri ve bu karakterlerin nasıl
biçimlendiği (biçimlendirildiği) ve bu şekilde/şekillerde oluşmasının hem
örgütsel hem de genel yapısal ve ilişkisel faktörleri;
l.
Halkla ilişkilerde iletişim özgürlüğünün
ne tür şekillendirildiği ve bunun anlamları; halkla ilişkilerde, konu seçme,
kaynak kullanma ve içerik oluşturmada profesyonel özgürlüğün çerçevesi nelere
göre belirlenir ve bunun hem profesyonel hem de genel özgürlük bağlamlarında
getirdiği sonuçlar ve bu sonuçların anlamları;
m.
Siyaset çok kullanılan “demokratik
çoğulculuk” gibi kavramların halkla ilişkilerin örgütlenmesinde, örgüt içi ve
örgüt dışı ilişkilerinde ve faaliyet ve ürün biçimlendirilmesinde yeri
varsa/yoksa, bunun nedenleri ve sonuçları.
n.
Halkla ilişkilerde “içerik kontrolü”
süreçlerinin hangi aşamada başladığı ve hangi aşamalardan geçerek hangi aşamada
bittiği; bu kontrol işini yapanlar; devlet kurumlarının kontrolü ve bu kontrolün
kapsamı ve anlamı; oto-denetim (kendi kendini denetleme) ve bunun anlam ve
sonuçları…
SONUÇ
Kuram ele alınan konuda
sistemli ve tutarlı düşünmeyi ve sorgulamayı gerektirir. Halkla ilişkilerde
kuram halkla ilişkilerin çıkıp örgütlenmesini ve gelişmesini belirleyen
koşulları anlamaktan başlayarak, bu örgütlenmenin amaçlarını. ilişkilerini, var
oluş ve gelişme koşullarını nasıl sağladığını, halkla ilişkiler faaliyetinin
neden ve nasıl planlayıp yürütüldüğü, bu plan ve uygulamadaki amaçları ve
sonuçlarını, halkla ilişkilerin topluma ve insana ne amaçlarla neler yaptığını,
“yaşanan koşullar ve ilişkiler gerçeğine ve bu gerçeğin kimler için
şekillendirildiğine bakarak” açıklamaya kadar çeşitlenen inşalarla gelir. Alternatif
kuram inşası ve anlatısının hareket noktası “halkla ilişkiler hakkında kimlerin
ne düşündüğü veya kimlerin ne dediği ve hatta kendimizin ne düşündüğü ve ne
dediği” değildir. Kuramsal anlatının hareket noktası ve anlatının içeriğinin
oluşturulması, halkla ilişkiler denen örgütlenmenin, örgütlü faaliyetlerin,
ürettiği ürünlerin, amaçların, aradıkları sonuçların kendilerine bakarak
çıkartılır. Gerçekler bir örgütün kendisi hakkında söylediklerinde veya örgüt
hakkında söylenende değil; örgütün kendini, ilişkilerini, çıkarlarını,
ürünlerini nasıl ve ne amaçlarla ve sonuçlarla ürettiğinde yatar. Bu nedenle
gerçeği anlamaya çalışan herhangi bir kuramın geçerli anlatı sunup sunmadığını
anlama da, “var olan halkla ilişkiler örgütlenmesi ve faaliyetlerinin
doğasıyla” ne ölçüde örtüşüp örtüşmediğine bakarak anlaşılabilir. Bu bakmanın (kuramsal
açıklamanın) geçerliliği de tutarlı, sistemli ve geçerli bir araştırma tasarımı
inşa edilmesi, uygulanması ve analizi ve değerlendirmelerden geçerek sonuçlar
çıkarmasıyla olabilir. Elbette bir kuramın varsayımlarının (sunduğu
anlatıların) geçerliğinin testi için tek bir araştırma yeterli değildir. Araştırmalarla
ortaya çıkan bilgi birikimi gerektirir.
Eğer araştırmalar sonucunda
kuramın bir veya birden fazla varsayımı/anlatısı geçersiz ise, o varsayımlar ve
o varsayımları oluşturan gerekçeler gözden geçirilip düzeltilir ve böylece
kuramsal açıklamalar ile açıklananın doğası arasında örtüşe sağlanır.
Eğer araştırmalar sonucunda
kuramın en temel varsayımlarının geçersiz olduğu ortaya çıkarsa, ya o temel
varsayımlar ve gerekçeleri yeniden yazılarak, düzeltme yapılabilecek bir durum
varsa, kapsamlı değişiklikler ile kuram yeniden düzenlenir. Fakat kapsamlı
değişiklikler bile o kuramı kurtaramayacaksa, o kuram terk edilir.
Yukarıdaki iki paragrafta
anlattıklarım, kuramla ve yöntem bilimle ilgili olan normal gerçeklerdir. Fakat
belli ailelerin, klanların veya sınıfların egemenliğinin ifadesi olan cemaat,
kavim veya devlet denen yapılarda, işler böyle yürümez ve yürütülmez. Kral
çıplaktır (kral yanlıştır), ama kralın çıplak olduğunu ancak ve ancak örgütlü
yapılardaki ilişkilerin nasıl yürütüldüğünü henüz öğrenmemiş olan bir çocuk
görebilir ve söyleme cesaretini gösterebilir (veya riskleri alan insanlar). O
çocuk söylediğinde de herkes, “aaa, kral çıplakmış” demez; onun yerine o çocuk
azarlanır ve susturulur. O çocuk gerçeği söylememe ile ilgili ilk dersi böylece
almış olur. Çocuk o zaman ve büyüdüğünde susmazsa ne olur? Örneğin “cadı” diye
yakılır, hapse atılır, “yakın evi” diyenler tarafından yakılır. “Yakın o evi”
diyenleri kınayanların, büyük olasılıkla çoğunluğu da fırsat bulduklarında
“yakın o evi diyenleri” “yakma işini” ve “teşvikini” yaparlar. Geçersiz
kuramsal açıklamalar bağlamında ise, kuram kralın ve güçlülerin çıkarına hizmet
ediyorsa, geçerli ilan edilerek yaygın dolaşıma sokulur. Böylece bir de
bakarsınız ki iletişimde ve halkla ilişkilerde bir sürü geçersiz kuramlar ve
geçersiz araştırmalar ve anlatılar etrafta at oynatıyor. Elbette at oynatanlar
maddi ödüllerini alırken, atlar ve at oynatanların taraftarları da manevi
ödülleri kemire kemire (gerektiğinde birbiri yiyerek) rahatlar ve dişlerini
bilerler. (Bir sürü kitap ve araştırma ve de akademisyen yanlış, ama bir İrfan
Erdoğan ve benzeri birkaç kişi doğru mu oluyor yani? Geçersiz, yanlış ve zararlı
olsaydı, üretmezlerdi, anlatmazlardı, söylemezlerdi, dolaşıma sokmazlardı!
Onlar da insan! İblis değil ya!) Şöyle söyleyim: Benim anlattıklarım benim
uydurduğum şeyler değil, positivist bilimin (yani, kapitalizmin biliminin) bile
kurallarının ve yöntemlerinin akademisyenimsi ortamlarda çiğnendiği ve kuşa
döndürüldüğü koşulların bize anlattığı gerçekler.
Akademisyenimsilerin egemen olduğu
ortamlarda, etik, sosyal sorumluluk, dürüstlük, topluma hizmet gibi şeyler olmadığı
için, aynı akademisyenimsiler tarafından en çok konuşulan ve kendilerine mal ettikleri
erdemlerdir. Bu nedenle, akademisyenimsilerin değişme olasılıkları, özellikle
kafası basmayanlar ve çeşitli ilişkiler yoluyla dümenini tıkırında yürütenler
için, sıfırdır. Ancak farklı bir güç yapısı egemen olursa ve onların kalıcılığı
imajı yaygınlaşırsa, o zaman değişirler (hiç alakası yok; aynı dümenlerini aynı
ve benzer şekillerde yeni güç yapılarına yamanarak devam ettirirler; İşte bu
çok başarılı bir halkla ilişkileri anlatır!). Özlüce, akademisyenimsiler ve
halkla ilişkiler işini yapanlar şimdi nasılsalar ondan farklı olamazlar;
olabilselerdi, zaten olurlardı.
Anlamlı sonuçlar için
alternatif yaklaşımların hem kuramsal olarak hem araştırmalar hem de çözümler bağlamında alınması
gereken riskleri alıp ve bazı ödüllerden vazgeçip, ürünler vermesi gerekir. Türkiye’deki
süregetirilen utanç verici koşullarda, bırakın alternatifleri, ana-akım
kuramlar ve araştırmalar bile, Türkiye’de çoğunlukla geçersiz bir şekilde
öğretiliyor ve dolaşıma sokuluyor. Öznel çıkarların tembeller ve çıkarcılar
arası işbirliği ve dayanışma ile gerçekleştirildiği çarpık egemenlik altında, anlamlı
alternatiflerin gelişme olasılıkları kaçınılmaz olarak çeşitli yollar
kullanılarak boğulur. Bu boğma ve boğulmayla bu tür alternatifler bilgiçlik taslayan
akademisyenimsiler tarafından düşman ve geçersiz ilan edilir; bu bağlamda tez
yapmak isteyen öğrencilere, haber veya film yapmak isteyenlere “hak ettikleri
ders” verilir ve böylece başkaları “bu yanlış, kötü, olumsuz, propagandacı,
bölücü” yolu seçme gibi bir gaflete düşmezler.
Beyninin içine yerleştirilmişlerden hareket ederek
değil, gerçek yaşamdan ve yaşamın örgütlenmesinden ve örgütlenmiş yaşamdaki
ilişkilerden hareket ederek düşünen ve soruşturan insan, gerçek anlamıyla
“insan olma” ve “insanca yaşayıp insanca yaşatma” amacına ve hayaline sahip
olabilir. Düşüncesini kendi ve başkalarının düşüncelerine yansıtma yerine,
işlenmiş düşünsel kalıplardan hareket ederek ve bunu kendi öznel çıkarlarıyla
birleştirerek yaşayan insan, daima hem kendinin hem de kendinden olanın düşmanı
olmuştur: Düşmanını ve dostunu bildiğini sanan tarih boyu işlenen cehaletin
bilgiçlik ve insanlık taslaması. Bu iyilik, doğruluk, ahlaklılık ve insanlık
taslayan insanımsılıkta kelle alma, yakma ve yıkma, güçlüye kulluk etme,
güçlüye öykünme, görüntüden ve teşhirden geçerek “kendini bulduğunu” sanıp
maymunlaşma ve benzeri birçok şeyle “normalleştirilmiş halk” arasındaki ve
halka dost ve düşman ÖTEKİLER arasındaki günlük olağan halkla ilişkilerdir. Bu
halkla ilişkiler, örgütlü halkla ilişkilerin de parçası olan yaygın bir “tarih
boyu sürdürülen insanımsıların egemenliklerini yaratıp sürdürdüğü yaşam biçimi
ve yaşam ilişkilerini” anlatır. Dolayısıyla örgütlü halkla ilişkiler ve bu
halkla ilişkilere işlevsel olan kuramlar, bu yaşam biçimi ve yaşam
ilişkilerinin “halkla ilişkileri işini yaparak” para, imtiyaz ve güç gibi
ödüller kazanırlar. Elbette, günümüzdeki egemenlik ve sömürü ilişkilerinde,
yaşamak için para kazanmamız gerekir. Ama para ve güç kazanmak için yaşayan bir
akademisyen, insanımsılığı üreten ve sürekli yeniden üretip geliştiren örgütlü
egemenliğin kırıntıları için satış yapan bir şey olur.
Ben bu yazımla sadece alternatif
görüşte olanlar için değil, özellikle dürüstlüğe ve doğruya önem veren farklı
görüşteki herkes için halkla ilişkilerde kuram, kuramsal anlatı ve araştırma
ile ilgili konularda anlamlı gördüğüm bazı düşünsel ve ilişkisel “üretim ipuçları”
vermeye çalıştım. Umarım faydalı olmuşumdur.
Kaynakça
Cheney, G. & Christensen, L. (2001).
“Organizational identity linkages between internal and external communication”,
In Jablin, F.M. and Putnam, L.L. (eds), The New Handbook of Organizational
Communication, Thousand Oaks, CA: Sage.
Cheney, G. et al (2011) organizational
Communication in an Age fo Globalization. Long grove, Ill: Waveland Press.
Erdoğan, İ. (2005) Kitle İletişiminde Pozitivist Ampirik Geleneğin
Kuruluşu: Lazarsfeld ve Yönetimsel Araştırmalar. Gazi Üniversitesi İletişim
Dergisi, 20(2): 1-48
Erdoğan, İ. (2008) Teori ve Pratikte Halkla İlişkiler. Ankara: Erk.
Erdoğan, İ. (2014) Medya teori ve araştırmaları. Ankara: Erk.
Erdoğan, İ. (2018) Diktatörlüğün medyası. Ankara: Pozitif
Ewen, S. (1996) PR! - A Social History of Spin. N.Y.: Basic Books.
Ewen, S. (2007). Public Relations: Corporate Spin and Propaganda. (An
interview with Stuart Ewen). https://web.archive.org/web/20070502223132/http://www.zmag.org/zmag/articles/barsamianewenmay2000.htm
Grunig, L.A., Grunig, J.A, and Dozier, D.M. (2002). Excellent Public Relations
and Effective Organizations. New York: Routledge.
Habermas, J. (1979) Communication and Evolution of Society. Boston:
Beacon.
Holtzhausen, D. (2002). “A postmodern critique of public relations theory
and practice”. South African Journal for Communication
Theory and Research , 28(1):29-38.
Ihlen, Ø., B. van Ruler & M. Fredriksson (2009). Public Relations and
Social Theory: Key figures and concepts, (eds.). New York: Routledge.
Kenny, J. (2016) Excellence Theory and its Critics: A literature review
critiquing Grunig’s strategic management of public relations paradigm. Asia Pacific Public Relations Journal,
17(2):78-91.
Kumar, D. (2006) Media, Culture, and Society: the Relevance of Marx’s
Dialectical Method. Marksizm and Communication Studies: the Point Is To Change
It. İn: Lee Artz, Steve Macek, and Dana L. Cloud. NY: Peter Lang, 2006. 71-86.
L’Etang, J. & Pieczka, M. (2006). Public Relations: Critical Debates
and Contemporary Practice. Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum.
Lawniczak, R. (2016) A Post-socialist/communist Perspective: From
Foreign-imposed to Home-grown Transitional Public Relations. In: Jacquie
L'Etang, J., D. McKie, N. Snow, and J. Xifra (eds) “The Routledge Handbook of
Critical Public Relations”, pp. 213-225. N.Y.: Routledge.
McNamara, J. (2016) Socially Integrating PR and Operationalising an Alternative
Approach. In: Jacquie L'Etang, J., D. McKie, N. Snow, and J. Xifra (eds) “The
Routledge Handbook of Critical Public Relations”, pp. 335-348. N.Y.:Routledge.
McQuail, D. (1983) Mass Communication Theory. Ca: Sage.
Mosco, V. (2014) To the Cloud: Big Data in a Turbulent World. Boulder,
CO: Paradigm Books.
Schiller, D. (2000) Digital Capitalism. Ca:Sage. S. 396-406.
Sokal, A. (2008) Beyond the Hoax: Science, Philosophy and Culture. Oxford:
Oxford University Press.